27 Ocak 2021 Çarşamba

Ünye Tarih Kronolojisi ve Kent Tarihi III



  Ünye Tarih Kronolojisi ve Kent Tarihi III

 

Bir önceki bölüm tarih kronolojisinde, günümüzden yaklaşık 4000 yıl öncesine kadar gitmiştik.

Yani Milattan Önce 200’li yıllar…

Bu dönem, Geç Kalkolitik Çağın sonunda bakır alaşımlarının ortaya çıktığı ve tunç (bronz) üretimine geçildiği dönemdir; “Tunç Çağı” olarak adlandırılır.  

Tunç Çağı, kendi içinde kentleşme, teknolojik yenilikler, beylikler döneminin ortaya çıkması, ilk krallıklar ve merkezi yönetimlerin oluşması gibi sosyal ve politik gelişmeleri kapsayan uzun bir süreçtir.

Bu süreci; Eski, Orta ve Geç Tunç çağları olarak üç evrede incelemek gerekir.

200’li yıllar bu sürecin neredeyse son evresidir.

Tunç Çağlarının ilk evresinde (Eski yahut Erken Tunç Çağı) madencilikte önemli gelişmelerin yaşandığı ve tuncun keşfedildiği aşamadır. Madencilik yanında sanatta, ticarette ve kentleşmede büyük ilerlemeler kaydedilir.

Eski Tunç Çağı Anadolu’da henüz yazının bilinmediği bir evredir. Çünkü yazı, Orta Tunç Çağında, bir önceki bölümde sözünü ettiğimiz Asur Ticaret Kolonileri yoluyla Mezopotamya’dan Anadolu’ya taşınmıştır. Anadolu Uygarlığı yazıyla daha geç tanışmıştır.

Tarihi yazının icadıyla başlatan anlayıştan dolayı bu dönem (Erken Tunç Çağı) Anadolu’da Tarihöncesi Çağlardan sayılır.

Diğer bir deyişle, Prehistorya.

Karadeniz Prehistoryası

 Karadeniz Bölgesi, haşin iklim koşulları nedeniyle tarihsel kalıntıların hızla çözülüp dağıldığı bir coğrafyadır. Dolayısıyla arkeolojik araştırmaların yürütülmesi oldukça meşakkatlidir. Orta Karadeniz’i Doğu Karadeniz’den ayıran Ordu ili, arkeolojik araştırmalar içinde sınır oluşturur. Ordu’nun doğusunda bu tür araştırmalar ne yazık ki günümüze kadar oldukça sınırlı gerçekleştirilmiştir.

Bu nedenle ilk yerleşik toplumların ortaya çıktığı Neolitik Dönem yerleşimlerine şimdiye değin bölgede rastlanmamıştır.

Samsun yöresinde ise, Prehistorik yerleşimlerin en büyük oranını İlk Tunç Çağı yerleşimleri oluşturmaktadırlar. Samsun bölgesinde yapılan yüzey araştırmaları sonucunda Alaçam’da 2, Bafra’da 17, Çarşamba’da 3, Havza’da 17, Ladik’te 10 ve Kavak’ta 8 yerleşme yerinin hemen hemen tümünde, Samsun’da 8, Vezirköprü’de de 6 yerleşme yerinde kısmen İlk Tunç Çağı yerleşimlerinin21 varlığı saptanmıştır. (Zeynep Kızıltan, 1992 “Samsun Bölgesi Yüzey Araştırmaları 1971-1977” Belleten 56: sayfa 235, Ankara

Bu yerleşimler Alaçam bölgesinde yer alan Sivritepe, Gökçeboğaz Tepe, Bafra bölgesinde yer alan İkiztepe, Şirlek Tepe, Dede Tepe, Tedigün Tepe, Elmacık Tepe, Tepecik Tepe, Karaşeyh Tepe, Paşaşeyh Tepe, Hacıbaba Tepesi, Kelbeş Tepe, Azay Tepe, Tepetarla, Katırdamı Tepecik, Tepecik Tepe, Evrenkuşağı (Ömer Usta Çiftliği); Çarşamba bölgesindeki Tepecik, Kilise Tepe, Tünbü Tepe; Havza bölgesindeki Çeş Tepe, Patlanguç Tepe, Dökme Tepe I, Hakim Tepe I, Taşkacaören Tepe, Cin Tepe I, Şeyh Safi, Ören Tepe, Garcotepe, Kayalı Tepe Bacas Tepe, Çam Tepe, Tepecik, Cevizbağı Tepesi, Tepecik, Cin Tepe II, Manevra Tepe; Ladik yöresindeki İnkaya, Dedealtı Tepesi, Tombul Tepe, Kale Tepe, Kümbet Tepe, Kilise Tepe, Devşerkaya Tepesi, Köyiçi Tepesi, Yük Tepe; Kavak bölgesindeki Kale Tepe, Güney Tepe, Dingilkalecik Tepe, Danabasan Tepesi, Hacıbaba Tepesi, Ay Tepe, Kaledoruğu Tepesi ; Samsun yöresinde yer alan Bağ Tepe, Diklim Tepe, Kümbet Tepe, Akalan, Göktepe, Dündar Tepe, Tekkeköy ile Vezirkörü yöresinde yer alan Höyük Tepe, Dede Tepe, Doğan Tepe, Kurudere, Yağınözü Çakmak, Çörlen Tepe İlk Tunç Çağı yerleşimleridir.

(Bölgedeki bu tespitlerin tarihi oldukça eskiye dayanır. Ünyeli arkeolog ve etnograf İ. Kılıç Kökten’in 1940, 1941 ve 1945 yıllarında yaptığı yüzey araştırmaları; T. Özgüç, Akok, Burney ve U.B. Alkım’ın araştırmalarına dayanır. Bkz. Kökten; 1941 “Samsun Vilayeti Tekkeköy Civarında Prehistorik Araştırmalar” Ülkü XVIII, Sayı 98: 121-124; Kökten ve T. Özgüç 1940 “Samsun’da Prehistorik Çalışmalar (I)” Ülkü XV, Sayı 89: 413-419; Kökten, –N. Özgüç- T. Özgüç 1945 “1940 ve 1941 Yılında Türk Tarih Kurumu Adına Yapılan Samsun Bölgesi Kazıları Hakkında İlk kısa Rapor” Belleten 9/35, Ankara, 361-400)

 Bafra-İkiztepe

 Bir Karadeniz kıyı yerleşimi olan İkiztepe‘nin tarihinde son derece önemli yer tutan unsurlardan biri şüphesiz Karadeniz’in kendisidir. Karadeniz kıyısına yerleşen ulusların kültürel yapılarını şekillendirmekle kalmamış aynı zamanda birleştirici ve ayırıcı bir rol de oynayarak ortak bir kültürel yapının temellerini atmıştır.

Eski Tunç I evresinde (yaklaşık M.Ö. 3200/3000- 2700) birçok bölgede Geç Kalkolitik Çağ’ın geleneklerini sürdüren kültürel bir gelişim söz konusudur. Coğrafyaya bağlı bölgesel özellikler, mimariyi ve yerel sanatın gelişimini de etkilemiştir. Dokumacılık, tarım ve hayvancılığın yanında taş yontuculuğu halen devam etmektedir.

İkiztepe Samsun’un Bafra ilçesi sınırları içerisinde yer alır. Yerleşim Kızılırmak’ın Karadeniz’e döküldüğü noktaya yakındır. Olasılık daha önceki yerleşimler de deniz kıyısındaydı. Yerleşim dört tepe (höyük) üzerinde kurulmuştur.  Tepe II’de Geç Kalkolitik ve ETÇ III, Tepe III’de ETÇ, OTÇ ve Demir Çağı yerleşimleri vardır.

Kazılar sonucunda yerleşimin Geç Kalkolitik’te (MÖ. 4200) başlayıp Hellenistik Çağ’a (MÖ. 100) kadar devam ettiği görülmüştür. (Doç. Dr. Davut Yiğitpaşa)

İkiztepe Karadeniz bölgesinin Erken Tunç Çağı kültürünün anlaşılması için anahtar olmuş bir yerleşmedir. Orta Tunç Çağına tekabül eden Asur Ticaret Kolonileri evresi, bu yörede Hitit yerleşimi olan Zalpa yahut Zalpava adıyla yazıtlarda adı geçen kenti öne çıkarmaktadır. Bölgede yerleşimler ya verimli nehirlerin ağızlarında/ kıyılarında ya tarihi doğal ticaret yolları üzerinde ya da stratejik açıdan önemli noktalarda kurulmuşlardır. Buna karşın yörede “Zalpa” kenti olarak nitelendirilebilecek bir buluntu elde edilememiştir.

Hitit ve Asur (Külepe) yazıtlarında sözü edilen Zalpa kenti neresidir?

İkiztepe’yi oluşturan höyüklere bakarak bu sorunun cevabı bulunmalıydı.

Ancak İkiztepe kazılarından ele geçen buluntular, şimdiye değin böyle bir kentin varlığına işaret etmemektedir.

 (Bir sonraki bölüm: İkiztepe buluntuları.)

 

 27.01.2021, Ünyekent

http://www.unyekent.com/k41-canik-dergisi/h18326-unye-tarih-kronolojisi-ve-kent-tarihi-iii.html








20 Ocak 2021 Çarşamba


Ünye Tarih Kronolojisi ve Kent Tarihi II


 Üç yıl önce, tam da bu günlerde atmıştım bu başlığı:

Ünye Tarih Kronolojisi ve Kent Tarihi…

(Bkz. 24 Ocak 2018 tarihli Ünye Kent Gazetesi)

Konuya giriş yapmış ve “Ünye'nin kronolojisi devam edecektir.” diyerek ara vermişiz.

Araya başka konular girmiş, devam etmemişiz.

O dönem, Ünye Tarihi’nin yoğun işlendiği yıllardı.

Her etkinlik gibi, bu konuda da aksamalar gündeme geldi.

Galiba dünyayı esir alan ve adına  “Covid 19” denen Salgın’ın bunda büyük payı var.

O dönemde Ordu’nun bir TV' kanalında Ünye Tarihi anlatmışız, sonra Ayanikola, Yalı Kilisesi, Saray Camii ve Tarihi Çınar (Cumhuriyet Meydanı) anlatılmış...

Sonrasında Ünye Müze Evi, Haznedar Konağı, Kadılar Sokağı ve Yunus Emre Türbesi…

Ünye'nin tarihsel konumunu parça parça ortaya koyarken, asıl amaç Ünye'nin kent tarihini yani kentsel oluşumunu oluşturmaktı...

Bu nedenle çok daha eskiye gitmişiz, Ünye'de tespit edilen ilk insan izlerine kadar gitmek gerekli olmuş...

Aradan üç yıl geçtiği için, bazı hatırlatmalarla konuya yeniden giriş yapalım.  

 

Ünye ve Çevresinde İlk İnsan İzleri

 

Ünye çevresinde ilk insan yerleşimi, günümüzden yaklaşık 15.000 yıl öncesine rastlamaktadır. Ünyeli etnograf, arkeolog Prof. Dr. İ. Kılıç Kökten'in Cevizdere Havzası'nda yaptığı arkeolojik çalışmalar sonucu bu bulguya varılıyor.

Sonraki dönemlerde ise Anadolu’da, dolayısıyla bölgemizde sırasıyla şu kavimleri görüyoruz:

M.Ö. 2.500 - 2.000 Hattiler.

M.Ö. 2.000 - 1.200 Hititler döneminde Kaşkalar.

M.Ö. 14. ve 12. yüzyıl Kimmerler.

M.Ö. 12. ve 8. yüzyıl İskitler.

(Yukarıda saydığımız kavimler ve halkların hemen hepsi Kuzey’den gelmiştir. Bu varsayım, genelde kabul gören bir teoremdir.)

 

Koloniler Dönemi Öncesi Karadeniz

 

M.Ö. 7. ve 5. Yüzyıllarda Karadeniz farklı bir oluşuma sahne oldu. Bu dönem Karadeniz’de Koloniler Dönemi’dir.

Ancak bu döneme gelinceye kadar, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Karadeniz ve Ünye, daha haraketli bir coğrafyaya sahipti.

Koloni döneminden önceki yüzyıllarda, bu defa başka bir kolonizasyondan; Asur kolonilerinden söz edilmektedir. Anadolu’da Hititlerin hâkim olduğu ve Asur Ticaret kervanlarının Karadeniz’e kadar ulaştığı bir dönemdir. Kızılırmak Deltası’nda kurulduğu tahmin edilen efsanevi Zalpa kenti bu dönemde ortaya çıkmıştır.

Milattan Önce 1950 ile 1750 yılları, Asur Koloni Çağı olarak bilinir. Asur Kervan yollarının Karadeniz bağlantısı, Kızdırmak havzasını izleyerek akarsuyun denize kavuştuğu deltada son bulur. Tam bu noktada, henüz yeri bulunamayan efsanevi Zalpa kenti vardır.

Kültepe ve Hitit tabletlerinde geçen Zalpa kenti henüz bulunamamıştır. Ancak kenti bulmak için Kızılırmak deltasında sayısız araştırma ve kazı yapılmıştır.

1941 yılında; İsmail Kılıç Kökten; Tahsin ve Nimet Özgüç’ten oluşan ekip tarafından yörede ilk araştırmalar yapılmış, İkiztepe adıyla bir höyük saptanmıştır. Bafra ilçesinin 7 km. kuzeybatısında tespit edilen bu höyüğün daha sonra epey ziyaretçisi olmuştur.

C.A. Burney tarafından 1956’da ziyaret edilen höyüğü, daha sonra W. Orthmann ve J. A. Dengate değerlendirilmiştir. 1961-1963 yılları arasında James Mellaart adlı ünlü bir arkeolog araştırmış, 1969 yılında O. Pelen başkanlığında kazılmıştır. Höyük kazısı kısa bir süre sonra kesintiye uğramış ve bu tarihten çok sonra Anadolu'nun kuzey kesiminin kültür tarihini belirlemek amacıyla asıl araştırmalar başlamıştır.

1971-74 yılları arasında Uluğ Bahadır Alkım yönetimindeki bir ekip tarafından, Türk Tarih Kurumu, Kültür Bakanlığı ve İstanbul Üniversitesi adına Samsun yöresinde bir yüzey araştırması gerçekleştirmiştir.

Bu araştırma sonucunda Türkiye arkeolojisi envanterine birçok yeni yerleşme yeri katılmış ve yörenin Kalkolitik Çağ'dan (Tunç Çağı) itibaren yoğun bir yerleşmeye sahne olduğu saptanmıştır.

Bu buluntu yerleri arasında yer alan ve bölgenin hemen hemen en büyük yerleşme yeri olan İkiztepe'de, özellikle Hitit metinlerinde geçen Kaşka ülkesindeki ünlü Zalpa Kenti'ni tespit etmek amacıyla 1974 yılında arkeolojik kazılara başlanmıştır.

İlk yıllarda zengin gömü armağanlı, yerleşme içi Erken Tunç Çağı mezarlığına rastlanması, kazıların günümüze kadar süregelmesine yol açmıştır. Gerek coğrafi durumu; gerek büyüklüğü açısından Kuzey Anadolu arkeolojisi için çok önemli bulgular veren bu yerleşme yerindeki kazılar, 1980 yılına kadar U.B. Alkım, Alkım'ın 1981 yılındaki ölümünden sonra Önder Bilgi tarafından yönetilmekteydi.

Son yıllardaki kazılar daha çok söz konusu mezarlığın ortaya çıkarılmasını amaçlamıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanmış tescilli arkeolojik sit alanları listesinde yer alan İkiztepe, bir süredir kazılmamaktadır.

 

(Gelecek Bölüm: İkiztepe’deki son gelişmeler ve Koloni Kenti Oynoe)

 

20.01.2021, Ünyekent

http://www.unyekent.com/k41-canik-dergisi/h18163-unye-tarih-kronolojisi-ve-kent-tarihi-ii.html





 

13 Ocak 2021 Çarşamba

Ünye Kalesi’nde Koruma ve Sergileme


Ünye Kalesi’nde Koruma ve Sergileme

 

 Tarihi eserleri bulup ortaya çıkarmak kadar, onları korumak ve sergilemek de önemlidir. Bu konuda da bilimsel yöntemler ve uluslararası kurallar söz konusudur.  

Eserlerin nasıl sergilenmesi gerektiği, nasıl korunacağı üzerine inşa edilir. Koruma bazen sergilemenin önüne geçer. Hatta önemli bazı eserleri gelecek kuşaklara bırakabilmek ve gelecekte daha gelişmiş bir teknolojiyle incelenmesine olanak tanımak amacıyla sergilemekten tümüyle vazgeçilen eserler olabilir.

Arkeolojinin dünya çapında ilgi uyandırması, günümüzde her kesimden insanın uluslararası turizm yoluyla tarihi eserlere ulaşmasına olanak sağlamaktadır. Gösterilecek ve gezilecek çok yer vardır. Ancak bu eserler ortaya çıkarılırken ve çıkarıldıktan sonra hızla bozulup tahrip olmaktadır.

Konuya Ünye Kalesi özelinde başladık, “koruma ve sergileme” konusunu Kale’nin tarihine biraz daha yakından bakarak ele alalım.   


Ünye Kalesi Tarihçesi

 Ünye Kalesi tarihini MÖ. III. Yüzyıla kadar götürebilmekteyiz. Buna karşın aralıksız yerleşim görmüş, bir dönem nekropol gibi kullanılmış ve Osmanlı’nın son dönemine kadar Kale’de asker konuşlandırılmıştır.

 “Ünye Kalesi’nin hangi tarihte yapıldığı hususunda kesin bir belge bulunamamıştır. M.Ö. III. yüzyılın ikinci yarısında, Pontos Krallığı’nın güçlü olduğu II. Mithradates (M.Ö. 250–220) zamanında kurulduğu sanılmaktadır. Bununla birlikte, henüz bu görüşü destekleyecek herhangi bir epigrafik belge bulunamamıştır. Yalnız, burada yaptığımız araştırmada, kalenin ana giriş kapısının 50 m. kadar ilerisinde, sol üst kesimde yükselen tahkimat duvarlarının bir bölümünün Hellenistik Dönem taş örgü sisteminde olduğunu gördük. Ayrıca, yukarıda işaret ettiğimiz alınlıklı, akroterli çok güzel bir işçilik gösteren kaya mezarı da kalenin inşa edilişi sırasında yapılmış olmalıdır. Bu da genel durumu itibariyle Hellenistik Dönem yapı özellikleri göstermektedir.” [Mehmet Özsait -25. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 2. Cilt, Haziran 2007, Arkeolojik Verilerin Işığı Altında Ünye, s. 297]

Söz konusu kaya mezarının elden ayaktan uzak, ulaşılması zor olan yüksekçe bir yerde olması nispeten tahrip edilmesinin önüne geçmiştir. Kayaya düzgün bir şekilde oyulmuş olan mezarın girişi Dor düzenli Yunan tapınakları formunda düzenlenmiştir. [Ordu Taşınmaz Kültür Varlıkları Envanteri, 2010, s. 404]

Bilge Umar ise Kale girişi yakınındaki bu mezarı, Bittel’in MÖ. 7. yüzyıla tarihlediği Paphlagonia kaya mezarlarına benzetmektedir. Dolayısıyla Kale’nin kullanımını 7. Yüzyıla kadar götürmektedir. [Bilge Umar, Karadeniz Kapadokiası (Pontos), İnkılap Yay. 2000, s. 92]   

Boğaziçi Üniversitesi Profesörü John Freely, “Çaleoğlu Kalesi, aynı zamanda efsanevi Atmaca Kalesi’dir” diyerek, Ünye Kalesi’ne gönderme yapar. Konu, 15. yy. şair ve yazarı Fransız Jean D’arras’ın tarihte ilk yazılan roman olan (novel) Mélusin’de geçer. [John Freely, Türkiye Uygarlıklar Rehberi II, 2008, Yapı Kredi Yay. 2008, s. 115]

Arrianus’tan Bijişkyan’a, De Clavijo’dan Evliya Çelebi’ye, William John Hamilton’dan Anthony Bryer’e kadar birçok tarihçi-gezgin ve araştırmacının eserinde Ünye Kalesi geçmektedir.

 Koruma ve Sergileme Önerileri

Şimdi asıl sorumuzu sorabiliriz:

Bu denli popüler bir tarih mirası, nasıl olur da uluslararası koruma ve sergileme anlayışı dışında tutulur?

Nasıl olur da, arkeolojik bir kazı veya araştırmanın konusu olmaz?

20. yüzyılın son çeyreği kültürel mirasın kapsamı ve tanımıyla ilgili devrim niteliğinde gelişmelerin olduğu bir süreçtir. Giderek kültürel mirasın sınır ve tanımı değişerek çeşitlenmiştir; önceleri söz konusu edilmeyen kültürel doğal çevre, sulak alanlar, somut olmayan kültür varlıkları, toplumsal bellek gibi açılımların yanı sıra, “sürdürülebilirlik”, “farkındalık yaratmak”, “kültürel miras yönetimi” gibi yeni arayış ve tanımlar da bu süreç içinde gelişmiştir. Hızla küreselleşen ve tekdüze hale gelen dünyamızda, arkeolojik kalıntılar ve kültür mirası giderek toplumsal kimlik ve belleğin korunması bağlamında farklı bir konuma gelmiştir. Öyle ki, günümüz yaşamının vazgeçilmez öğeleri olmuşlardır.

Buna karşın turizme dayalı beklentiler, arkeolojik çalışmaları göz ardı ederek hızlı bir şekilde geniş alanların açılmasını zorlamaktadır. Günümüzde bu karşıtlık, toplumsal katılım ve akılcı bir planlamaya dayalı “kültürel miras yönetimi”yle birlikte ele alınmaktadır.

Bu süreçte karşımıza Açık Hava Müzeleri çıkar.

[Daha ayrıntılı bilgi için Bkz. Mehmet Özdoğan – Arkeolojik Kazı Alanlarının Korunarak Topluma Kazandırılması, Taner Tarhan’a Armağan, 2013, Ege Yay. s. 259-260]

Ülkemizde bu tür açık hava müzelerinin kurulması ilk kez Hamit Zübeyr Koşay tarafından 1940’lı yıllarda gündeme getirilmiş, ancak bunun gerçekleşmesi için herhangi bir çalışma yapılmamıştır.

Bu konuda verebileceğimiz ilk örnek, 1950’li yıllarda Prof. Dr. Halet Çambel’in Karatepe-Aslantaş Projesi’dir.

1975 yılında Prof. Dr. Taner Tarhan’ın Urartu merkezlerinde ortaya çıkan kalıntıların korunması, onarımı projesi hayata geçirilmiştir. Ardından Bahadır Alkım’ın öncülüğünü yaptığı Yesemek gelmektedir.

Boğazköy, 1980; Çayönü Açık Hava Müzesi, 1989-1991; Lalapaşa Dolmeni, 1994; Aşağı Pınar Açık Hava Müzesi, 1999; Kanlıgeçit Açık Hava Müzesi, 2007; Aktopraklık Açık Hava Müzesi, 2009; Aşıklı Açık Hava Müzesi 2006’da kurulumları tamamlamıştır.

Güvercinkayası, Bademağacı, Perge, Thermesos, Nif Dağı gibi çeşitli dönemlere ait kazı projelerinde de koruma ve düzenlemeyle ilgili çalışmalara başlanmıştır.

Sonuç

Ünye Kalesi, Doğu Karadeniz’e hâkim coğrafyada hüküm süren Pontos Krallığı ve onu takip eden kültürlerin mirasıdır. Uluslararası koruma ve sergileme anlayışına uygun bir girişimle oluşturulacak açık hava müzesi, bu önemli mirası, gerçek mirasçılarıyla buluşturacaktır.

Sürecin ilk adımı, kale ve çevresinde gerçekleştirilecek olan arkeolojik kazı ve araştırmalar olacaktır.

 Karadeniz iklim koşullarının yok edici etkisi yanında,  bilinçsizce tahrip edilen kültürel mirasın korunması ancak bu yolla mümkündür.

Avusturyalı bir sanat tarihçisi Alois Riegl’in dediği gibi, "belgesel" ve "eskilik" değerleridir: “Bir sanat eserinin yüzeyi, insanın derisi gibidir. Her türlü yaralanmaya ve yaşlanma sürecine hassas şekilde karşı koyar.  Ama o, kırışıklarıyla, yara beresiyle, kendi kişiliğini ve tarihini yansıtır!” (“The Modern Cult Of Monuments” Modern Anıt Kültü, Daimon Yay. )

Kale’nin konumu gereği, çevreden toplanacak taş eserlerle birlikte Açık Hava Müzesine dönüştürülmesi en uygun çözümdür.

 

 

 

13.01.2021 Ünyekent

http://www.unyekent.com/k41-canik-dergisi/h18027-unye-kalesi-nde-koruma-ve-sergileme.html

 






 

6 Ocak 2021 Çarşamba

Ünye Kalesi Projeleri ve Koruma Zaafı


Ünye Kalesi Projeleri ve Koruma Zaafı

 

Bilimsel yöntemlerle yapılan arkeolojik kazılarda bile “tahribat” söz konusu olabilir. En son teknolojiyi kullansanız bile böyle bir olasılık mümkündür. Çünkü her kazı, dönüşü olmayan bir işlemdir. Bu nedenle arkeolojik araştırmalar, hata kabul etmeyen bir işlemler bütünüdür.

Tarihi kalıntılar söz konusu olduğunda, dikkatli-titiz bir çalışma istenir. Hepsinden önemlisi, bu işte uzman bir kadro aranır. İlgili kurum hangisiyse, işe o kurum seferber edilir.

Ne yazık ki, Ünye Kalesi’nde henüz bu duyarlığa ulaşabilmiş değiliz.

Biz yine de duyarlığımızı koruyarak, Kale’de yapılacak bir arkeolojik kazı ihtimali üzerinden hareket etmek istiyoruz.

Kazı tipleri, gerek ülkemizde, gerekse dünya genelinde legal (yasal) ve illegal (yasadışı) olmak üzere kabaca iki gruba ayrılır.

Yasal kazılar, ülkemizin çeşitli devlet kuruluşları tarafından onay alarak gerçekleştirilen kazılardır. Bunlar, önceden hazırlanarak sistemli bir şekilde yürütülen kazılar olabileceği gibi, rastlantı eseri karşılaşılan ve gereklilik nedeniyle yürütülen kazılar da olabilir.

Ünye Kalesi gibi sit alanı ve anıtsal eserlerde Sistemli (Planlı) Kazı Sistemleri önerilir.

Sistemli kazılar, önceden bir yüzey araştırması yapılarak belirlenmiş bir alanda gerçekleştirilen, uzun soluklu kazılardır. Bunlar ülkemizde genellikle üniversite veya arkeolojiyle bağlantılı resmi bir kuruma bağlı kişilerce yürütülür.

Ülkemizin mevcut yasalarında kazıya başkanlık edecek kişinin, şayet üniversite personeliyse, en az “Doçent” seviyesinde olması istenir.

Buna göre bir kazı ekibi; Kazı Başkanı, Kazı Başkan Yardımcısı, Müze Uzmanı, arkeologlar, mimarlar, restorasyon ve konservasyon uzmanları, fotoğrafçı, çizimci gibi geniş katılımlı bir gruptur.

Bunların yanı sıra, epigraflar, nümismatlar, jeologlar, antropologlar, coğrafyacılar, arkeobotanik ve arkeozooloji uzmanları da ekip içerisinde yer alır.

Kazı şayet bir üniversiteye bağlı olarak kazı yapılacaksa, kazı başkanının en az Doçent seviyesinde olması beklenir. Kendisi T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne karşı sorumludur. Kazı çalışmalarının nerede yapılacağına o karar verir; tüm yönetsel işlerden sorumludur. Çalışmanın tamamlanmasının ardından, varılan bilimsel sonuçları hem bilim dünyasına, hem de Genel Müdürlüğe sunmak zorundadır.

Arkeologlar, uygun ve doğru teknikler kullanarak kazıyı yürütürler. Bunlar kendi çalıştıkları alanlarda çıkan her türlü kültür varlığını belgelemek, gün sonunda rapor tutmakla yükümlüdür.

Mimarlar, arkeolojik kazıda karşılaşılan mimari kalıntıların belgelenmesi işlerinden sorumludurlar. Bunun yanı sıra, o kazı veya ören yeri için restorasyon projeleri geliştirmek de mimarların sorumluluğundadır. Restorasyon ve konservasyon uzmanları, kazılarda bulunan taşınabilir ve taşınamaz kültür varlıklarının gerekiyorsa restorasyonu ve konservasyonunu gerçekleştirirler. Ayrı bir uzmanlık alanı gerektiren bu iş, fakültelerin ilgili bölümlerinden mezun kişilerce gerçekleştirilmelidir.

Kazılarda çıkan hemen her türlü malzemenin belgelenmesi son derece önemlidir. Bunlar, işlerinde uzman fotoğrafçı ve çizimcilerle gerçekleştirilir. Gerek fotoğraf çekiminde gerekse çizimlerde ölçek mutlaka kullanılmalı, buluntunun her açıdan belgelenmesi yapılmalıdır. Arkeolojik kazıların temel sorunlarından biri belgelemedir ve bu nedenle bu işleri yapan kişilerin de alanlarında uzman kişiler olmaları tercih edilir.

[Buraya kadar olan belirlemeler, ülkemizde Arkeoloji üzerine eğitim veren fakültelerde, kültürel miras ve turizm programı yürüten tüm yüksekokullarda ders olarak verilmektedir.]

Şimdi yeniden Ünye Kalesi’ne dönelim.

 Projeler ve Koruma Zaafı

 45 yıl önce gerçekleştirilen Kale’nin Giriş Kapısı (propleia) inşaatı, yanlış bir uygulamaydı. Grekçe "pro" ön, "pule" kapı kelimelerinden türetilmiş; "önkapı" anlamına gelen bu uygulama, aslına ve benzerlerine bakılmadan, rastgele yapılmıştır. Bu uygulamaya ilave olarak kaleyi kuşatan bir sur inşa edilmiştir. Sur inşası da teknik olarak yanlıştır. Hatalı sur inşası, 2008’deki yüzey temizliği sırasında “eskitilerek”, bir parça “Antik Sur” görünümüne dönüştürülse de, ne derece başarıldığı ayrı bir değerlendirme konusudur.

Öte yandan 2008 temizliğini üstlenen firma, Kale’de bir dizi “yapılaşma” projesiyle birlikte gelmiştir. Mali gerekçeyle kabul görmeyen bu projede, kalenin bir dönem yaşam alanı olarak kullanılan orta kat bölümünde “Gözlem Terası”, bir başka noktada “kafe” ve benzeri ticari işletmelerin yer aldığı gözlemlenmiştir. Projede yer alan bu işletmeler, kalede çeşitli kalıntıların bulunduğu ve en çok tahrip gören bölümlerine denk gelmektedir. Örneğin hamam, tuvalet gibi eski yapı kalıntılarının söz konusu olduğu yerleşim alanında “görünür” biçimde dururlarken, temizlik sonrası kaybolmuşlardır.

Öte yandan Kale’de yapılan çalışmalar, yasadışı kazı yapan definecilerin de iştahını kabartmaktadır. Gündüz yapılan yasal çalışmalar, gece yasadışı kazılar biçimine dönüşmektedir. Kaçak kazı yapan definecilerin tahribatı, kaleyi ziyaret edenler tarafından kolaylıkla tespit edilebilmektedir.

Bu da göstermektedir ki, Kale’de çalışmaların sürdüğü dönemlerde bile güvenlik zaafı mevcuttur. Sit alanı olmasına rağmen, sair zamanlarda Kale tamamen korumasız durumdadır.


Haftaya:  Koruma ve Sergileme

 

 Ünyekent, 06.01.2021

http://www.unyekent.com/k41-canik-dergisi/h17894-unye-kalesi-projeleri-ve-koruma-zaafi.html