29 Ağustos 2018 Çarşamba

Malazgirt Ruhu


Malazgirt Ruhu


Son günlerde atağa kalkan döviz fiyatı ve onu takip eden ekonomik krize karşın yeni ufuklara yelken açmaya devam ediyoruz.
2023 Hedefinden bahsediyorduk örneğin...
Şimdi çıtayı daha da yükselttik...
2071'den söz ediyoruz...
"Malazgirt ruhu" diyoruz buna!

****
Bakın ne diyor Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) adlı kitabında (s. 124):
"Alp-Arslan Halep önüne kondu. Şehrin hakimi Mirdas-oğlu Mahmud korkusundan Sultan'ın huzuruna gelemediği için Haleb bir müddet muhasara edildi. Güç bir duruma düşen Mirdas-oğlu en sonunda Oğuzlar gibi giyinerek yani Oğuz kılığına girip Alp-Arslan'ın katına geldi; affa nail olup, Haleb yine kendisine verildi. Alp-Arslan buradan Dimaşk'a (Şam) doğru hareket etmiş ve bir günlük yol gitmiş idi ki, Bizans imparatoru Romanos Diogenes'in muazzam bir ordu ile sefere çıktığı haberi geldi. Bunun üzerine Alp-Arslan imparatoru karşılamak için sür'atle geri döndü. İki hükümdar 26 Ağustos 1071'de Malatgird'te Rahva ovasında karşılaştılar. Bizans ordusunun sayısı Türk ordusundan çok fazla idi. Alp-Arslan Türk savaş usullerinden birini tatbik ederek Bizans ordusunu görülmemiş bir yenilgiye uğrattı. Savaş esnasında Bizans ordusunda bulunan Peçenekler'in ve Oğuzlar'ın (Uz-Guzz), bir kısmı veya hepsi soydaşlarının tarafına geçtiler. Bu geçmede, daha önce de belirtildiği gibi milliyet duygusunun amil olduğu şüphesizdir."

****
Prof. Dr. Sümer'in de üzerinde durduğu gibi bu savaşla birlikte Anadolu Türk yurdu olmaya başlamıştır. Ancak Türkler Anadolu'ya bu tarihten çok daha önce gelmiş, Bizans ordusunda profesyonel asker olacak kadar bu topraklarda yerlerini almışlardır.
İslamiyet'in Anadolu'ya girişi ve yerleşmesi ise Alpaslan'dan 400- 450 yıl öncesine rastlamaktadır. Bizans-Arap savaşları sırasında Güney ve Doğu Anadolu'nun bir kısmında Bizans denetimi kırılmış, İslami topluluklar boy göstermeye başlamıştır. Hatta bu dönemde Doğu Anadolu'dan bir grup Ermeni Güney'e inerek Anavarza bölgesinde Ermeni krallığı kurmuştur.
Malazgirt sonrası Türklerin Anadolu'da yurt kurması sanıldığı kadar kolay olmamıştır. 1096 yılında Avrupa üzerinden gelen Haçlı Seferleri nedeniyle Anadolu'da birçok mevzii Türkler tarafından terk edilmek durumunda kalmıştır. Selçuklu sultanı I. Kılıçarslan döneminde püskürtülen Haçlı orduları, durumu Türkler lehine çevirmişse de, Sultan'ın erken ölümü ve Türk beylikleri arasında siyasi birliğin oluşturulamaması gibi nedenlerle süreç sancılı seyretmiştir. Bir başka olumsuz etken de Doğu'dan gelen Moğol akınlarıdır.
Anadolu'daki sancılı süreç ancak Osmanlı döneminde sona ermiştir. Yıldırım Bayezid döneminde kısa bir duraksamaya uğramışsa da (Timur yenilgisi ve  Fetret devri), Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethi ve Anadolu'da siyasi birliği sağlamasıyla Anadolu tam anlamıyla Türk Yurdu haline gelmiştir.

****
Anadolu'nun Türk Yurdu olması, Anadolu'daki Türk ve Türkmen boyları için çok da olumlu bir durum yaratmadı. Bu unsurlar, Osmanlı devlet yapılanmasıyla arzuladıkları barışı göremediler. Aynı biçimde, Selçuklu yönetimi altındaki Türkler de sorunlu bir hayat yaşadı. (Babai İsyanları, Baba İlyas, Baba İshak olayları vb.)

****
Milliyet duygusu, savaş alanında ortak düşmana karşı işe yararken, yönetim alanında ne yazık ki işe yaramıyor.
Osmanlı yönetiminde devletin bekası, daha çok devşirme unsurların elindeydi.
Ne zaman ki ülke toprakları işgale uğradı, Osmanlı mülkü darmadağın edildi...
İşte o anda milli şuur gündeme geldi.
Savaş meydanları "milli" unsurlara açıldı.

26 Ağustos 1071'de Türkler Anadolu'yu yurt edindi...
26 Ağustos 1922 ise Türklerin Anadolu'dan sürülüp atılamayacağı tescillendi...
947 Yıl sonra Malazgirt'in milli şuuruna nail olabiliyorsak, 96 yıl öncesinin Kurtuluş Savaşı sayesindedir. 
         

29.08.2018 ÜNYEKENT

14 Ağustos 2018 Salı

Karadeniz'i Sel Vurdu


Karadeniz'i Sel Vurdu


Çarşamba denince akla "Çarşamba'yı sel aldı" türküsü gelir.
Gerçekten de Karadeniz'in ortak kaderidir sel...
Tarih boyunca Yeşilırmak nice canlar aldı.
Sadece Yeşilırmak mı?
Karadeniz'de her yıl sel olur, su taşkınları ve heyelan haberleri duyulur.
Neyse ki 1970'lerde Suat Uğurlu ve Hasan Uğurlu barajlarıyla Yeşilırmak'ın önüne set çekildi, ıslah çalışması adı altında ırmak kıyılarına duvarlar dikildi.
Artık Yeşilırmak'ta insan ve hayvan cesetlerinden söz edilmiyor.
Hem dememiş miydi 1970'te, devrin başbakanı Demirel "Çarşamba'yı artık sel almayacak!" diye...   
Nice'dir Çarşamba'yı sel almıyor-muş!..
Acaba işin aslı öyle mi?

****
Terme'nin de derdi Çarşamba gibi sel ve su taşkınlarıdır.
30-40 yıl öncesine kadar Terme'deki evlerin neredeyse tamamı, iri moloz taşlar üzerine oturtularak inşa edilmişlerdi. Evlerin zemini yerden yükseltiliyor, su evlerin altından akıp gidiyordu. Böylece binalar sel ve taşkınlara karşı korunmuş oluyordu.
Terme'nin ortasından geçen tarihi Termedon Irmağı, zamanla ıslah edildiği için bir ölçüde önlem alınabilmiş, 1970'lerde normal inşaatlar sürecine girilmişti.
Bütün bunlara rağmen sel ve taşkınların önüne tam anlamıyla geçilebilmiş değil. İşte bu yılın başında Terme'den bir haber:
"Terme’de kentin kanayan yaralarından birisi olan ve yağan yağmurlarda kenti çileye dönüştüren sel baskınları için kalıcı bir adım atıldı. DSİ 7. Bölge müdürlüğü tarafından bu yılın başlarında yapılan ihale kapsamında  Terme İlçe Merkezi Taşkın Öteleme Köybucağı Depolama Tesisi İnşaatı çalışmaları hızla devam ediyor. Proje tamamlandığında Terme’de sel ve taşkın sorunu ortadan kalkacak." 
(03.01.2018, Milliyet Gazetesi haberi.)

****
Sel ve su taşkını ayrı şeylerdir.
Sel, dağların dik yamaçlarından düşercesine inen ve bu sırada yolu üzerinde bulunan taşı, toprağı aşağı indiren ve çevresine hasar veren şiddetli akıntılara denir.
Su taşkını ise akarsuların çeşitli sebeplerle yatağından taşarak etrafındaki arazilere, yerleşim yerlerine veya canlılara zarar vermesi olarak tanımlanır.
Örneğin Trakya'daki Meriç nehrine çok su geldiğinde, nehir yatağından taşarak etrafa zarar verir. Bu sadece su taşkınıdır.
Oysa Karadeniz'deki akarsular hem sele hem de su taşkınlarına sebep olur.
Heyelan da cabası...
Sel oluşumunda birim zamanda düşen yağış miktarı kadar, arazinin eğimi de önemlidir.
Bu sel ve taşkınlar Karadeniz'de çevreye, ekili-dikili alanlara zarar vermekle kalmaz, ölümlere de sebebiyet verir.

****
Ünye'ye gelirsek...
Üç önemli akarsuyumuz var.
Batıdan doğuya doğru Akçay, Cüri ve Cevizdere...
Bunlara Tabakhane ve Lahna derelerini de eklersek, sayı beşe çıkar.
Arada birçok küçük akarsuyumuz daha var ama kıymeti harbiyesi yoktur.
Cevizdere, Cüri Deresi ve Akçay, Akkuş'un dağlarından doğar.
Üç akarsuyun da ortak yanı, yukarıya (Akkuş'a) yoğun yağış düşüyorsa, Ünye'ye tek damla yağmur düşmese bile Ünye'de sel ve su taşkınlarına sebep olabiliyor.
Lahna Deresi'nin kayda değer bir sele ve taşkına sebep olduğu söylenemez.
Tabakhane Deresi ise küçük bir dere olmasına rağmen Ünye'nin kabusudur...
Çataltepe'den doğan Tabakhane Deresi, şehrin merkezine yakın bir yerde denize dökülür. 2006 Haziran'ında taşmış ve bütün şehri su basmıştı.
Geçen haftaki yağmurlarda da, Ünye şehir merkezine o gün yağmur yağmamasına rağmen, Tabakhane Deresi'nin suları kabardı, Allah'tan küçük taşkınlarla atlatıldı.  
Ama Cevizdere'deki sel ve taşkınlar maddi hasara sebep oldu. Tonlarca fındık denize döküldü, insanlar mahsur kaldı, yaralananlar oldu, hayvanlar sele kapıldı ve dere üzerindeki köprülerin çoğu yıkıldı.  
Akçay'daki selde ise bir kişi heyelanın altında kaldı, öldü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Ünye'ye geldi, yıkılan Cevizdere Köprüsü mahallinde incelemelerde bulundu. Meydanda halka hitap etti.
"Yaralar sarılacak, zarar karşılanacak" dedi.
(11 Ağustos 2018, buraya kaydediyoruz!)     

****
Karadeniz'de sel ve taşkınlar neden önlenemiyor?
İki nedene bağlanıyor.
1- Doğa tahribatı,
2- Plansız yapılaşma.
Evet, dere yataklarına inşa edilen konut ve iş yerleri tehlike arz etmektedir. 2012 Temmuz'unda Samsun'da dere yatağına inşa edilen TOKİ konutlarında ve AVM'de dokuz kişi hayatını kaybetmişti. Hakeza İstanbul Alibeyköy'de benzer bir durum yaşandı.
Cevizdere havzasındaki konut, tesis ve depolar tehlike altındadır. Yıllar önce buraya inşa edilmesi planlanan OSB'nin iptal edilmesi isabetli olmuştur. İnşa edilmekte olan çöp tesislerinden de vazgeçilmesi gerekir, çevreye vereceği tahribat sel felaketiyle birleşince faciaya dönüşebilir.     
Yağışların artmasını uzmanlar deniz suyunun ısınmasına bağlıyor.
Denizden soğutma yapan OMV Elektrik Santrali'nin kıyılarımızda su sıcaklığını bir dereceye kadar artırdığı bilinmektedir. Çevre felaketlerinin olanca faturasını OMV'ye kesemezsek de, olumsuz katkılarını görmezden gelemeyiz.
Selin yaralarını sararken, apse ve kangren yapan kısmı görmek zorundayız.   

15.08.2018, Ünyekent


8 Ağustos 2018 Çarşamba

Ünye'nin Kayıp Hikayeleri


Ünye'nin Kayıp Hikayeleri


Bu yıl ikincisi düzenlenen etkinliğin ilkine katılamamıştım. Geçen yıl değerli öğretmenim Mehmet Zeki Gündüz'le Ünye'de yıllar sonra yeniden buluşabilecektik, olmadı. Ünye'de olmadığım için ilk "Masal Buluşması"na katılamamıştım.  
2. Ünye Anlatıcılar Buluşması'nda, konu "Ünye’nin Kayıp Hikayeleri" idi.
Ev sahibi Ünye Belediyesi. Yaşayan Kültürel Miras Müzesi'nde düzenlenen etkinlik yine aynı arkadaşların koordinatörlüğünde gerçekleşti; inşaat mühendisi, senarist ve masal anlatıcısı İsmail Canbulat ve Yaşayan Kültürel Miras Müzesi Sorumlusu Halk Bilimci İhsan Akbulut...
Geçen yıl ilk buluşma,Yalı Kumsalı'nda gerçekleşmişti.
Seçilen mekan, en az bu yılın buluşma mekanı kadar anlamlıydı.
Ortada yakılan masal ateşinin etrafında masalsı bir söyleşi...
Bu defa mekan olarak Ünye Müze Evi'nin (şimdiki adıyla Yaşayan Kültürel Miras Müzesi) bahçesi seçildi. Ortada ateş yoktu ama dinleyicilerle anlatıcılar tıpkı kumsaldaki gibi bir araya gelip halka oluşturmuştu. Aynı samimi hava içerisinde, kaybolmaya yüz tutmuş Ünye hikayeleri dile getirildi.

****
Yazar, dilbilimci Bilgin Hasdemir, Ünye şivesiyle eski pazaryeri diyaloglarını, esnaf hikayelerini ve bir zamanların mahalle ilişkilerini dile getirdi...
İrfan Işık hocamız Ünye'nin dilencilerini ve delilerini anlatı.
Blog yazarı "Mavianne" Fatma Canbulat Erdem, çocukluk anısından esinlenerek, babası Muharrem Canbulat'a ait "Çataltepe Gazoz Fabrikası"nın masalını anlattı. (Masal formu, Fatma hanımın anısını dinleyen Gülden Görgülü Güler tarafından yazılmış.)
Yaşar Karaduman Çataltepe Gazozu'nun "muzlu gazoz" kısmını, mübadele yıllarında Ünye'den göç eden Ermeni ve Rum çocuklarının trajik öykülerini ve Ünye'de evin sarnıcında mahsur kalıp ölen evin hanımını anlattı.
Bana bu bahiste, Yitik Şehir Midrebolu'yu (Mithrapolis) anlatmak düştü.
(Bazen bir kentin sadece yaşamı, kültürü değil, kendisi de tümüyle yok olup tarihe kavuşabiliyordu. Platon'un Atlantis'i gibi.)
 Ahmet Kabayel ise "Ünye'de kurgulanan mizah"ın ustası Baba Lütfi'den güldüren ve bir o kadar da düşündüren anılar aktardı. Ünye'de yaklaşık 20 yıla ulaşan yerel tarih çalışmalarından söz etti.
Halkbilimci Elif Akbulut bir Anadolu masalı anlattı bize... Halka mal olmuş Nasrettin Hoca öyküsüne benzer bir öyküydü bu. Bir bilgenin ağzından küçüklere masallar formunda ama daha çok büyüklerin ders alabileceği bir masaldı.
Tiyatro eseri yazarı Cihan Öksüz'den "Aşkımızın Gemisi Fındık Kabuğu"nun ortaya çıkış öyküsünü dinledik. Ünye'de tiyatronun "Bir varmış bir yokmuş" üslubuyla nasıl ortaya çıktığından ve kaldırıldığından söz etti.. Gelecekte "Ünye Tiyatrosu" için fazla umutlu olmadığını söyledi.  
Etkinliğe katılan Belediye Başkan Yardımcısı Erhan Eren de, Ünye'de tiyatronun asla kaldırılmadığını, "ertelendiğini" söyledi.
Masal Buluşmalarının mimarı İsmail Canbulat, annesin yaşadığı bir "Hıdırellez" öyküsünü anlattı. Aslında babasından kalan bir defter dolusu anıyla katılacaktı etkinliğe ama son anda o derinliğe dalmaktan vazgeçmiş olmalı.
Etkinliğin diğer mimarı Halkbilimci İhsan Akbulut ise, sözlü kültürü dijital  ortama aktarmaktan ve bir kaynak oluşturmaktan söz etti.
Gerçekten de önemli bir etkinlik  yerine getirilmişti. Bir iki saat içinde ortaya çıkan performansın kayıt altına alınması, Ünye'nin kayıp hikayelerine giden yolu aralayacaktı.

****
Bu vesileyle burada, Ünye'nin kadim kültürünün gelecek kuşaklara aktarılması görevine yeniden değinmiş oluyoruz. Anlatılan hikayelerin kayıt altına alınması gerektiğini bir kez daha vurgulamakta yarar var. 40-50 Yıl önce Mehmet Zeki öğretmenimizin derlediği Ünyeli çocukların (yani benim de içinde yer aldığım 60 yaş kuşağının) masal anlatıları nasıl zamana yenik düşmediyse, bugün yapılanlar da zamana karşı duran kültürel değerlerimizdir. 
Bu anlamda etkinliğin gerçekleştirildiği mekanlar da önemlidir.
"Müze Ev", kültürel mirasın yaşatılmasının ön koşulu, hatta zorunlu bir durağıydı...
Şayet böyle bir ev restore edilmemiş olsaydı, kültürel mirasımız nerede, nasıl yaşatılacaktı?
Kim, nereyi "Yaşayan Kültürel Miras Müzesi" ilan edebilecekti?
Bu etkinliğin geçen yıl kumsalda yapılması da rasgele bir seçim değildir.
Yok edilen sahillerimiz, eski tarihi evlerimiz kadar değerlidir.
Kumsalımız kültürel bir mirastır.
Kıyıda denize giren çocuklarıyla, kumda düzenlenen futbol turnuvalarıyla, kano ve sandal yarışlarıyla, yağlı direkte bayrak kapma ve yüzme yarışlarıyla kültürel bir şölendir.
Yaşatılması gerekir.     

8.8.2018, Ünyekent











1 Ağustos 2018 Çarşamba

Olimpos




Olimpos


Antalya'nın Faselis antik kentinden bahsetmiştik, komşusu Olimpos'tan söz etmezsek olmaz... Olimpos ya da Olympos, Antalya'nın Kumluca yerleşiminde bulunan, Helenistik dönemde kurulmuş bir antik bir kenttir. MÖ. II. Yüzyıl'da limanlarıyla ünlü Faselis'e saldıran korsanların egemen olduğu bir şehirken, MÖ. 77'de Roma  egemenliğine girer. Bugüne ulaşan tarihi kalıntıların çoğu bu dönemden kalmadır.

****
Olympos adı nereden gelmektedir?

Olympos adının Yunanca bir kelime olup olmadığı, bu adın kaynağı ve anlamı tam olarak bilinmemektedir. Eski Anadolu dillerinden geldiği ve "yüksek dağ" anlamını taşıdığı bilinmektedir.
Bir yaklaşıma göre ise, "gökyüzündeki bulutlara kadar uzanan ve tanrıların yerleştiği bir dağdır." Bu inanışın Yunan mitolojisine  Sümerlerden girdiği sanılmaktadır.
Antik çağda toplam 19 dağ "Olimpos" adını taşımaktadır. (Eski Yunancada ve bağlı kaynaklarda Olympos.)
Yunanistan'da Olympos adıyla bilinen dağ, 2 919 m. yüksekliğiyle ülkenin en yüksek dağıdır. Teselya'da bulunan bu dağ, Eski Yunan mitolojisinde tanrıların oturduğu kabul edilen kutsal bir yerdir.
Anadolu'da da Olimpos adı taşıyan bir çok dağ mevcuttur.
Antik çağda Mysia Olimposu olarak anılan ve Marmara Bölgesi'nin en yüksek zirvesini oluşturan Bursa Uludağ'ın zirvesi de Olimpos adını taşımaktadır.
Batı Toroslar'da, Beydağları grubunun içinde yer alan bir dağ da Olimpos adını taşır. Kumluca'da asıl konumuz olan Olimpos Dağı, Antalya'ya 85,7 km. uzaklıkta olan bir dağdır. Bu dağın sahil kesiminde yer alan vadide Olimpos Antik Kent'i bulunmaktadır. 
Teke Yarımadası'nın önemli antik yerleşimlerinden biridir.
Olimpos sahili, Caretta Caretta kaplumbağalarının yavrulama alanı olduğundan sit alanı olarak korunmaktadır. Genellikle üniversite öğrencilerinin ve sırt çantalı turistlerin tercih ettiği bir gezi alanıdır. Anadolu'nun  Lykia bölgesinde, Likya Yolu üzerinde bulunan antik kent, Antalya körfezinin Batı kıyısında, Faselis'in (Tekirova) Güney'inde, Çıralı yakınında Deliktaş mevkisindedir.  Olimpos Beydağları Millî Parkı sınırları içinde yer almaktadır.

Olimpos Antik Kenti

Olympos kentine ait en eski bulgular, bu yerleşimin Helenistik Dönem'de kurulan bir Dor kolonisi olduğunu göstermektedir. M.Ö. 100'de Likya birliğinin en önemli şehirlerinden biridir ve Strabon'a göre "üç oy hakkı"na sahip altı şehrinden birisidir. Lykia birliği tipinde para bastığı bilinmektedir. Daha sonra korsanların eline geçmiştir. (Zeniketes dönemi, MÖ. 104-77)
M.Ö. 78'de Roma komutanı Servilius Isauricus Olympos'u korsanlardan temizleyerek Roma topraklarına katmıştır. Asıl önemini Roma döneminde kazanmıştır. Gordianus döneminde para bastırmış, kentin ortasından geçen derenin iki yanına imar edilen yapılarıyla tanınır.
Olimpos Kenti, doğal gazların yandığı Çıralı'daki "Demirci Tanrı" Hephaistos için inşa edilen açık hava sunaklarıyla ün sahibi olmuştur.
Olimpos Dağı ile bir başka yükseltinin arasına sıkışmış bir vadide  yer alan kentte Roma döneminden kalma çok sayıda anıtsal mezar, Roma Lahitleri (Antimachos'un Lahdi), tonozlu odalardan meydana gelen bir nekropol (toplu mezar), kutsal alanlar, kiliseler, Mozaikli Yapı, Roma Hamamı, Piskoposluk Sarayı (Episkopeion, MS. 5. - 6. yy.), akropol ve agora (pazar yeri) gibi kalıntılar mevcuttur. Prof. Ümit Serdaroğlu'nun yaptığı araştırmalarda İon düzeninde templum in antis planlı bir tapınak belirlenmiştir. Bu tapınağın, bir heykel kaidesinde yer alan yazıta göre, Marcus Aurelius döneminde yaptırıldığı anlaşılmaktadır. (MS. II. yy.) Kentin bazı yerlerinde arkeolojik kazılar bugün de devam etmektedir. Açığa çıkarılan birçok kalıntı restore edilmekte ve ziyarete uygun hale getirilmeye çalışılmaktadır.

Ortaçağ'da Olimpos Kenti      

MS. 3. yy. sonlarında Olymposlu Methodius Lykia bölgesinin ilk piskoposu ve önemli bir kutsal kişisidir. MS. 312'de idam edildiği sanılan Methodius'un erken dönem Hıristiyanlığın kurumsallaşmasında önemli bir yeri vardır. Orta Çağın başladığı MS. 4. ve 5. yüzyıllarda, bazı yazılı kaynaklarda Olympos'un önemli bir Hıristiyan şehri olduğu anlaşılmakta, 7. - 9. yüzyıl Piskoposluk listelerinde de Myra (Demre) Metropolitliğine bağlı bir merkez olarak anılmaktadır. Bu dönemde kentte ait 12 adet Bizans Kilisesi yer almaktadır. Sırf bu bulgular bile o dönemde  Olympos'un önemli bir kent olduğunu göstermektedir. MS. 5. ve 6. yüzyıllarda kentte yoğun bir inşa faaliyeti sürdüğü görülmektedir.
14. yy sonrasında, Venedik, Ceneviz ve Rodos şövalyelerinin Akdeniz'de etkin olduğu dönemde Olympos, önemli bir uğrak limanıdır. Ancak Osmanlı döneminde Olimpos'a dair önemli bir kayda rastlanmamıştır. Osmanlı tarihinde Antalya ve Alanya'nın Akdeniz'deki önemi yazılı kaynaklarda ve arkeolojik verilerde ortaya çıkarılmasına rağmen, 15. yüzyılda Osmanlı egemenliğine giren Olimpos'a dair hiçbir veri bulunmamaktadır. 18. ve 19. yüzyıllar ile 20. yüzyıl başlarında kentin Yörükler tarafından kışlak olarak kullanıldığı yerel halk tarafından aktarılmaktadır.
Arkeolojik verilere dayanarak, Olimpos'ta kentsel faaliyetin 13. yy sonrasında sona erdiği söylenebilir. Bölgede görülen savaşlar, Arap akınları, deprem ve veba gibi felaketler Olimpos'un ekonomik ve demografik yapısını olumsuz etkilemiş, kentsel yerleşim sona ermiştir.

Olimpos'tan Kalanlar

Olympos kenti, vadinin içinden geçen bir derenin iki yanında kurulmuştur. Dağın eteğinde bulunan yüksek yerleşim, Olimpos'un akropolü olarak adlandırılsa da bu oluşumun Orta Çağ'dan kalma bir hisar olduğu anlaşılmaktadır. Tepe üzerindeki yapı kalıntıları hisar içindeki çok ve tek katlı sivil yapılardır. Tepeden aşağı  bakıldığında dere kenarında kurulu kentin manzarası seyre değerdir.  
Kentin ortasından geçen derenin poligonal teknikte duvarlarla ıslah edildiği anlaşılmaktadır. Üzerinde Roma döneminden kalma köprü kalıntıları mevcuttur. Bu köprülerin payeleri taş örgülü, gövdesi ahşap yapıdadır.  
Derenin güney tarafında görülen kemerli yapı, kentte yer alan birçok bazilikadan biridir. Bu bölümünde, Olimpos'un tiyatrosu bulunur. Tonozlu paradosları, orkestraya ve çevreye dağılmış bezemeli mimarisiyle tipik bir Roma Devri tiyatrosudur.
Tiyatro ile deniz arasında, doğuya doğru, sırasıyla Hellenistik dönem poligonal şehir duvarları, nehrin kenarındaki Büyük Hamam kalıntıları, Erken Bizans dönemi bazilikası ve bu bazilika ile organik bağlantısı bulunan küçük hamama ait yapı öğeleri görülür.
Olimpos SİT alanı kapsamında olduğu için antik alan ve çevresinde yapılaşma yasaktır. Konaklama ağaç evlerde yapılır. Burası gezginlerin en önemli durağıdır. Ayrıca bölge yakınlarındaki Beydağları Olimpos Milli Parkı da dağcılıkla ilgilenenler için ideal bir bölgedir.
Portakal ağaçları ile çevrelenmiş bungalov evlerinde konaklama yapılabildiği gibi son zamanlarda değişik tarzda birçok işletme açılmıştır.

01.08.2018, Ünyekent