Biz Hâlâ O Rüzgârın…
(Varlığında nefes alıyoruz!)
Yaşı bizim gibi kemale ermiş olanların çoğu o şarkıları
hatırlar.
Bob Dylan’ın “Blowin’
In The Wind”…
Hemen ardından “We
Shall Over Come”…
“I Shall Be Free” veya “It Ain’t Me, Baby” gibi, tüm dünyada 68
Kuşağı’nı derinden etkileyen şarkılar…
Hatta “Blowin’ In The Wind” Vietnam Savaşı’nın sembol şarkısı, bu direnişe dünya çapında
verilen desteğin fon müziğiydi.
“Kaç kez yukarı bakmalı ki, insan gökyüzünü görebilsin.
Kaç kulağı olmalı ki, ağlayanı duyabilsin…
Kaç insan ölmeli ki, “yeter’” diyebilsin?
Cevabı esen rüzgârdadır dostum, esen rüzgârdadır.”
“How many times must a man look up
Before he can see the sky?
Yes, 'n' how many ears must one man have
Before he can hear people cry?
Yes, 'n' how many deaths will it take till he knows
That too many people have died?
The answer, my friend, is blowin' in the wind,”
Özgürlük Şarkıları
Bu şarkılar, 68 Kuşağı’na yetişemeyen ama mirasçısı olan bizim
kuşağı da derinden etkilemişti.
68 Kuşağı’nın ülkemizdeki devrimci önderleri 30 Mart 1972’de
Kızıldere’de, 6 Mayıs 1972 sabahı darağacında ve 18 Mayıs 1973’te Diyarbakır’da
can vermişlerdi.
“Blowin’ In The Wind” şarkısında ifade edilen rüzgârın
(Vietnam direnişi) zafere ulaştığı 30 Nisan 1975 gününü görememişlerdi.
Bizim kuşak Vietnam Devrimini gördü.
Ama beklenen olmadı, dünya farklı biçimde evirildi...
Emperyalizm devrimi devrimcilerden daha iyi analiz etti.
Asya’daki devrimci kalkışmayı önlemek amacıyla Vietnam
Savaşı’nda ortaya atılan “Domino Etkisi”, farklı yöntemlerle etkisizleştirildi.
Aslında bu endişeyi dönemin ABD Başkanı Dwight Eisenhower, 7
Nisan 1954 tarihinde yaptığı basın açıklamasında dile getirmişti.
Kore Savaşı ve diğer müdahalelerde ABD askeri stratejisinin altyapısını
oluşturan bu teori, Çin devriminin ardından gelen akımı yok etmeyi amaçlıyordu.
Başlangıçta çok başarılı oldukları söylenemezdi.
Kore’nin ardından Vietnam, daha sonra Laos ve Kamboçya…
Her birisi ABD ve müttefiki emperyalist güçlerin elinden bir
bir çıkmaktaydı.
Üstelik Küba Devrimi sonrası ABD’nin “arka bahçesi” dedikleri Latin
Amerika ülkeleri hareketlenmeye başlamıştı.
Tehlike büyüktü!
Tehlike oluşturan bu ülkeler adeta kuşatma altına alındı.
Komşularına yönelik askeri, siyasi ve ekonomik önlemler içeren
bir “Çevreleme” politikası uygulandı.
Yeşil Kuşak Projesi
Vietnam Savaşı'nda ABD'nin başarısızlığa uğraması sonucu önce
Güney Vietnam, sonra da Laos ve Kamboçya ABD’nin kontrolünden çıktı ama beklenen
domino etkisi ortaya çıkmadı. Çünkü devrimlerden en büyük dersi devrimciler
değil, ABD ve müttefikleri aldı.
Bu aşamada “Yeşil Kuşak
Projesi”ni hayata geçirdiler.
Carter Doktrini adıyla da bilinen bu proje, Jimmy Carter döneminden itibaren
ABD'nin SSCB’ne karşı İslami eğilimleri kullandığı bir savunma projesidir.
En somut örneğini Afganistan’da görüyoruz.
Babrak Karmal’ına çağrısıyla Afganistan’a giren Sovyet
askerlerine karşı Pakistan’da İslami güç örgütleyen ABD, bir anlamda amacına
ulaşmıştı.
Ne var ki kontrol altına alamadığı bu güç, sonunda “terör”
olarak kendisine yöneldi.
Sonuç: 11 Eylül 2001, dünya tarihinin en büyük terör
saldırısı…
John Lennon ve Che Guevara
Her ikisi de silahla vurularak öldürüldü.
John Lennon’un yaşam öyküsü, Liverpool sokaklarında
başlıyor. Müzik dünyasında parlaması, The Beatles’ı kurmaları O’na dünya
çapında ün kazandırıyor. Eşi Yoko Ono’yla birlikte giriştikleri Vietnam Savaşı
protestosuyla hafızalara kazınıyor. Imagine
adlı şarkısı, insanların eşit ve özgür olarak yaşadığı, kimsenin kimseyi
vurmadığı bir dünyanın özlemini anlatıyor.
8 Aralık 1980’de New York'ta, eşi Yoko Ono ile birlikte kayıt
stüdyosundan dönerken, yaşadığı binanın girişinde bir hayranı tarafından
vurularak öldürülüyor.
Che Guevara’nın Arjantin’de başlayan öyküsü, tıp
eğitiminin ardından Küba Devrimi ile devam etti. Devrimi Afrika ve tüm Latin
Amerika’ya yaymak isterken, Bolivya’da CIA tarafından eğitilen askerler
tarafından yakalanarak öldürüldü. 68 Kuşağının ve tüm dünya devrimcilerinin
sembolü haline geldi.
Che’nin John Lennon’la birlikte gitar çalarken gösterilen
illüstrasyonu, bence montajdan çok kurgudur ve güzel bir betimlemedir…
Savaş ve barışın iki önemli simgesi aynı karede buluşmuştur.
Good Morning Vietnam
Robin Williams’ın ünlü bir radyo spikerini canlandırdığı 1987
yapımı film, Vietnam’la ilgili zihinlere kazınan bir başka yapımdır.
Savaşın acımasızlığını göstermeden, bir radyo yayını sayesinde
askerlerin nasıl iyimser bir şekilde etkilenebileceklerini gösterir Günaydın
Vietnam…
Savaştaki askerlere insani duygular aktarır.
Buradaki rolüyle Oscar'a aday olan Robin Williams, tıpkı “Ölü Ozanlar Derneği”nde canlandırdığı
edebiyat öğretmeni rolünde olduğu gibi hayat
doludur.
11 Ağustos 2014’te (63 yaşında), intihar etmeden önce eşine “İyi
geceler aşkım” diyerek veda ediyor.
Eşi Susan Schneider Williams, “The Terrorist Inside My
Husband's Brain” (Kocamın Beynindeki Terörist) adlı makalesinde Robin
Williams’ın hastalığını Lewy cisimcikli demansa bağlıyor. Aşırı protein
depolanması sonucu beynin etkilenmesi ve bunun da davranışları, ruh halini ve
hareketlerini değiştirmesi şeklinde tanımlıyor.
“Korku ve endişesi yükselişe geçti ve korkutucu bir seviyede
devamlı hale geldi. İşte tam da bu sıralarda hastalığı başlamıştı” diyor.
Eşi hayat ve ölüm arasındaki ince çizgiyi beyindeki demansa
(yaşlanmaya bağlı çöküşe) bağlasa da, biz ünlü oyuncuyu hep hayata dair
güzelliklerle anmaktayız.
Tıpkı ölümüne bir direniş gösteren Vietnam’a, ölmek ve
öldürmek amacıyla giden ABD askerlerine “hayat” götüren radyo spikeri Adrian
Cronauer gibi.
Biz Hâlâ O Rüzgârın
Varlığında Nefes Alıyoruz!
“Kaç yıldan bu yana var olmalı ki dağ, denize kavuşabilsin.
Kaç yıldan bu yana insan özgür kalabilsin,
Kaç kez başlar öte yana çevrilebilsin, yaşananlar görmezden
gelinebilsin?
Cevabı esen rüzgârdadır dostum, esen rüzgârdadır.”
How many years can a mountain exist
Before it's washed to the sea?
Yes, 'n' how many years can some people exist
Before they're allowed to be free?
Yes, 'n' how many times can a man turn his head,
Pretending he just doesn't see?
The answer, my friend, is blowin' in the wind,
The answer is blowin' in the wind.
(Yıllar önce değerli sunucu Kenan Işık’ın bir yarışma programına katılmıştım eşimle birlikte.
Sorulardan biri “Blowin’ In The Wind” şarkısıydı. Bu vesileyle; ölüm ile hayat
arasındaki ince çizgide kendisine şifalar diliyor, yeniden aramıza dönmesini bekliyoruz.)