9 Ekim 2024 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi - Helenistik Dönem (III)

 


Karadeniz Arkeolojisi - Helenistik Dönem (III)

 

“İskender kendisini Zeus'un oğlu olarak adlandırdı. Böylece soyunu en çok sevdiği antik çağın iki kahramanı olan, Akhilleus ve Herakles'e dayandırdı ve kendisini tanrısal bir varlık alan etti. Tanrısallığına olan bu inanç, İskender'e, Zeus'un onu mucizevi bir şekilde hamile bıraktığını ve onun bakire bir doğumdan olduğunu söyleyen annesi Olimpia tarafından aşılandı. İskender'in doğumu, o gece Makedonya'nın üzerinde parıldayan parlak bir yıldız ve Efes'teki Artemis Tapınağı'nın yıkılması gibi büyük işaretler ve harikalarla ilişkiliydi.” (Joshua J. Mark)

İskender’in ilahi güç alametleri Doğu seferinde daha da güçlendi. Bu defa kendisini Zeus-Ammon oğlu ilan ederek, Mısır tanrılarını Yunan tanrılarla birleştirdi, sentez bir güce dönüştürdü.

14 yaşındayken eğitim aldığı Aristoteles'in etkisi, İskender'in kontrol altına aldığı insanlarla olan ilişkilerine doğrudan etki ediyordu; çünkü İskender, Yunan kültürünü hiçbir zaman farklı bölgelerin sakinlerine kabul ettirmeye zorlamadı, fakat sadece bu kültürü Aristoteles'in kendi öğrencilerine öğrettiği yolla bu toplumlara tanıttı.[1]

Zaten O’nun açtığı çağ olan Hellenistik Çağ, Hellen kültürüyle Doğu felsefesinin ilginç bir bireşimiydi. Özellikle Hindistan seferi sırasında, Ordusunun yorgun düşmesine rağmen aldırış etmeyerek gerekirse orduyu Perslerden düzenleyeceğini söylemesi, bunun açık bir göstergesidir. Hatta kendisini Pers kralı gibi göstermesi, onlar gibi giyinmesi, son Pers İmparatoru III. Darius’un kızı Roksane ile evlenerek ondan bir saltanat varisi edinmeyi düşünmesi, İskender’i mitolojik bir konuma getirmiştir.

Sekiz yıl süren saltanatı fetihlerle geçmiştir. Genç yaşta ölmesine karşın açtığı çağ etkisini asıl O’nun ölümünden sonra gösterecek; Anadolu’da ve Karadeniz coğrafyasında köklü siyasi gelişimler ve kültürel değişimler yaşanacaktır.

Ölümünden asırlar sonra bile İslami kaynaklara geçecek, Kur’an surelerinde O’nun ismiyle özdeşleşen isimlerden bahsedilecektir.





 

Zeus Ammon - Büyük İskender

 

İskender, MÖ 331'de Mısır'ı fethetti ve burada İskenderiye şehrini kurdu. Siwa'nın Kâhininde, aynı adı taşıyan Mısır vahasında, tanrı Zeus-Ammon'un oğlu ilan edildi. Mısır’ın kadim tarihi ve hanedanlar dönemi an itibariyle sona ermişti. Ölümünden sonra Mısır yönetimini generalleri devraldı. MÖ 30'a kadar sürecek olan ve soyundan VIII. Kleopatra'nın (MÖ 69-30) ölümüyle sona erecek olan Ptolemaios Hanedanı Mısır'a damgasını vuracaktı.

Gerçekten de Büyük İskender, Yunanistan'da Zeus'un, Mısır'da Amun-Ra'nın, Pers'te Marduk'un oğlu olduğunu ilan etti ve Hindistan'da Nagaları, annesi Epirus'lu Olympia'nın taptığı yılan tanrılarla aynı olarak tanıdı.

İskender Mısır'ı fethettiğinde, halkının kalbini ve zihnini kazandığı ileri sürülür. Mısır kültürüne ve geleneklerine önem vererek halka hoş göründü. O kadar popülerdi ki, ülkede kaldığı altı ay içinde, ülkeyi değiştirdiği kadar kendisini de dönüştüren üç önemli hedefe ulaştı: Öncelikle firavun ilan edildi. Mısırlıların gözünde bir tanrı-insan oldu ve onların yüce tanrısı olan Amun'un soyundan geldiği kabul edildi.

İkincisi, üç yüzyıl süren yeni bir yönetim sisteminin temellerini attı.

Üçüncü olarak, Akdeniz kıyısında Mısır'ın ticareti ve gelecekteki gelişimi için hayati önemi olan İskenderiye adlı yeni bir şehir tasarladı ve hatta haritasını çıkardı.

İskender’in Mısır’a gelişi ilahi bir lütuf olarak algılandı. Perslerin dini uygulamalara ilişkin kısıtlamaları kaldırıldığında Mısırlıları ruhen kurtarmış oldu. Mısır’ın yerel dini ayinlerine katıldı. Örneğin, Kahire'nin güneybatısındaki Nil Nehri üzerindeki büyük bir şehir olan Memphis'e doğru yol alırken, canlı bir boğada vücut bulmuş, çok saygı duyulan bir firavun tanrısı olan Apis'in kutsal alanını aradı ve ona kurbanlar sundu. Karşılığında, o tapınağın rahipleri İskender'i firavun ilan ettiler ve ona Mısır'ın yüce tanrısı olan "Amon tarafından sevilen" onurunu bahşettiler.


 

Divânü Lugâti't-Türk: Şu Destanı  

 

Kaşgarlı Mahmut'un Divânü Lügâti't-Türk adlı eserinde Türk hakanı Şu’ya ait bir destandan söz edilir. Zülkarneyn olarak bahsedilen ve İskender ile özdeşleştirilen kişi Semerkant’ı geçerek Türk ülkelerine yönelir.  Türk hakanı Şu, Hucend Irmağı kıyısına kırk gözcü yerleştirerek ona karşı tedbir alır. Zülkarneyn yaklaşınca bu gözcüler, hükümdarın Balasagun'daki sarayı önünde 360 nevbet (nöbet davulu) çalar. Türkler, gece baskını yaparak Zülkarneyn öncülerini bozguna uğratır. Zülkarneyn ile Türk hakanı barışır ve İskender geri döner.

Batı’dan gelerek tüm ülkeleri fetheden Zülkarneyn karşısında yalnızca Türk hakanı Şu durabilmiş ve barış ilan edilmiştir.

 

Kehf suresi 83 ila 99. Ayetler: Zülkarneyn

 

Büyük İskender ile hayat hikâyesiyle özdeşleştirilen Zülkarneyn aslında Kur’an’ı Kerim’de anılan kişidir. Kehf suresi 83 ila 99. Ayetleri arasında Zülkarneyn’in hikâyesi anlatılır. Bu ayetlerin mealen özeti şöyledir:

“Yeryüzünde iktidar sahibi olmuş, kendisine Allah tarafından yardım gösterilmiştir. Batı istikametine ilerleyerek okyanus kenarında bir kavme rastladığı ve onlara iyi muamelede bulunduğu bildirilen Zülkarneyn’in ikinci yolculuğu ev ve elbiseden habersiz bir toplulukla karşılaştığı doğu istikametine olur. Daha sonraki yolculuğu ise güneyden kuzeye olup Azerbaycan dolaylarında Yecüc ve Mecüc üzerinde set yaptırmasıyla sonuçlanır.”[2]

Zülkarneyn, kuzeydeki dağlık bir bölgeye üçüncü bir sefer düzenlemiş, bu sefer sırasında Ye’cûc ve Me’cûc diye anılan fesatçı ve saldırgan bir kavim veya kavimlerden şikâyetçi olan bir halkla karşılaşmış, onların isteği üzerine söz konusu bölgedeki bir geçide demir kütleler ve bakırı eritmek suretiyle sağlam bir set inşa etmiştir.[3]

Ye'cûc ve Me'cûc Hz. Nûh'un oğlu Yâfes'in soyundan gelen bir topluluktur; Tâvil, Tâyis ve Mensik diye üç kola ayrılmıştır. Birinciler uzun, ikinciler orta, üçüncüler ise kulaklarından birini döşek, diğerini yorgan yapacak kadar kısa boyludur; hiçbiri kendi soyundan bin çocuk dünyaya getirmeden ölmez.

Zülkarneyn Seti adıyla bilinen bu set sayesinde Ye'cûc ve Me'cûc halen orada zapt edilmektedir. Ancak kıyametin kopmasına yakın dönemde seti aşmaları ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaları muhtemeldir.  Bu topluluğa engel olmak üzere bu setin İskender-i Zülkarneyn tarafından yaptırıldığı rivayet edilmektedir.





İskender’in Son Seferi

 

Rivayetlerden tarihi gerçeklere dönersek, İskender’in son seferi olan Hindistan Seferi’nde yıllardır savaş halinde olan ordu mensuplarının yorgun düştüğünü ve ganimetlerle birlikte eve dönmeyi istediklerini görürüz.

MÖ 324 senesinde Büyük İskender’in ordusu, krallarına karşı ikinci kez isyan etti. Opis İsyanı ve Büyük İskender'in yaptığı tarihi konuşmayla sonuçlanan bu süreçte İskender isyanın başını çeken 13 askeri idam ettirdi ve ordusunun karşısına geçerek tarihi konuşmayı yaptı. Yeniden toparladığı orduyla Hindistan seferine hazırlandı.

Büyük İskender ve onun doğu seferi hakkında en önemli kaynak Arrianus tarafından yazılan “Aleksandrou Anabasis” (İskender’in Seferi) adlı eseridir. Arrianos, İskender döneminde yaşamamış olmasına rağmen Büyük İskender’i takdir ettiğini sık sık yinelemektedir. İskender’in Seferi’nde Arrianos, Toros Dağlarından başlayan İskender ordularının seferine ara vererek, Doğu Karadeniz üzerinden Kafkaslar’a doğru yönelir. Yörenin tarihine değinir ve coğrafi yapısını irdeler.

 

Arrianos’ta Karadeniz ve Ünye

 

Arrianos, İskender’in Anadolu’da ilerlediği coğrafyayı anlatırken, daha çok Ptolemaios Lagu, Aristobulos ve Ksenophon’u kaynak alır. MS. 130 yıllarında yazdığı Karadeniz Seyahati’nde ise, kendi gözlemleri ağırlıktadır. 25 Bölüme ayırarak anlattığı Karadeniz’in 15. Bölümü Ünye’den başlayıp Trabzon’da son bulur. Bir önceki bölümde Thermodon Irmağı (Terme) ve Amazonlar’a değinir. Yerleşimler arasındaki mesafeyi de ölçümleyen Arrianos, Ünye’den şöyle söz eder:

“Thermodon’dan Beris Irmağı’na 90 stadia’dır. Buradan Thoaris’e 60 stadia; Thoaris’ten Oinoe’ye 30 stadia; Oinoe’den Phigamous Irmağı’na 40 stadia; oradan Phadisane Kalesi’ne 150 stadia mesafe vardır. Oradan Polemonion kentine 10 stadia; Polemonion’dan Iasonion Burnu olarak adlandırılan yere, 130 stadia bulunur. Oradan Kilikia’lılarınn Adası’na 15 stadia ve Kilikia’lıların Adası’ndan Boon’a 75 stadia’dır ve Boon’da gemiler için liman vardır. Oradan Kotyoro’ya 90 stadia’dır. Ksenophon bu kentten bahsetmiştir ve Sinope’lilerin kolonisi olduğunu söyler; şimdi ise küçük bir köydür.”[4]

Ünye adı; Arrianos’ta Oinoe olarak geçmektedir. Phigamous Irmağı, Cevizdere’dir ve Phasidane Kalesi Fatsa’nın Ünye sınırına komşu Çıngırt Kalesi olmalıdır.

Ordu kentine yakın bir yerde kurulduğu zannedilen Kotyora kenti ise, Arrianus’un gezisi sırasında küçük bir köy olarak varlığını sürdürmektedir. Bugün Kotyora Antik kentinin nerede kurulduğu bilinmemektedir ve bu konudaki arkeolojik çalışmalar (survay, yüzey araştırmaları) henüz bize bir bilgi-bulgu sunmamaktadır.[5]


 

 

Kaynaklar:

 

Mark, Joshua J. - Büyük İskender, 14.11.2013, Sibel Demirci tarafından çevrilen makalesi.

Chinnock, E. J.-The Anabasis Of Alexander: Or, The History Of The Wars And Conquests Of Alexander The Great, Independent Publishing,  2013

Pala, İskender- “İskender mi Zülkarneyn mi?”, Journal of Turkish Studies, Vol. 14, 1990.

TDV İslâm Ansiklopedisi, Zülkarneyn, Müellif: Mustafa Öztürk, Cilt 44, s. 564-567

Kabayel, A.– Varilci A.D., Gezginlerin Gözüyle Eski Ünye, B. 17, Flavius Arrianos, 

 


09.10.2024, Ünyekent



[1] Joshua J. Mark, 2013

[2] Pala, İskender. S. 384

[3] TDV İslam Ans., c. 44, s. 564

[4] Arslan, M. 2005, s. 31-33

[5] Henüz başlamamış olsa da Kotyora’nın Kültür Bakanlığınca arkeolojik araştırma kapsamına alınmış olması sevindiricidir. Antik dönem yazılarında Sinop’un kolonisi olarak kurulduğu belirtilen Kotyora’nın; Boztepe, Efirli yahut Arrianos’ta Boon olarak belirtilen Vona=Perşembe’de kurulmuş olması ihtimali vardır. Kotyora ile Ordu’yu özdeşleştirmek hatadır, çünkü Ordu’nun kent yerleşimi Anadolu Beylikleri döneminde başlamış olup, Emiroğlu Bayram Bey’in Ulubey yolu üzerinde kurduğu bu yerleşim, zamanla sahile doğru genişleyerek bugünkü Ordu yerleşimini oluşturmuştur.