15 Mayıs 2024 Çarşamba

Çocuk ve Zaman

 


Çocuk ve Zaman

 

İki hafta önce “Zaman” adlı yazımızda sözünü ettiğimiz gibi, 3 – 5 yaş grubu çocuklara Ünye’nin tarihi konusunda bir sunum yapmamız istendi.

Zor bir görevdi, okul öncesi çocuklarına zamanı anlatmak neredeyse imkânsızdı.

Çocuklarda zaman algısının ağırlıkla 4 yaş civarında başladığı bilinse de bu yaştaki çocukların bir yetişkinin anladığı zaman algısından ya da takvim algısından daha farklı bir anlayışa sahip oldukları biliniyor.

Örneğin çocuk o günün, pazar günü olduğunu bilebilir ama bu, dünün cumartesi, yarının pazartesi olacağını ya da o günün tarihini vb. bildiği anlamına gelmiyor.

Sadece babası evde olduğu için o günün pazar olduğunu biliyorlarmış.

Benzer şekilde 5 yaşında olduğunu bilmesi, 3 yaşındaki bir çocuğun ondan daha küçük olduğunu bilmesi demek değilmiş. Birçok kez tekrarlandığı ve tekrarlatıldığı için kaç yaşında olduğunu biliyorlarmış. Ama “Ne demek 5 yaşında olmak?” diye sorarsanız, muhtemelen sadece 5 yaşında olduğunu tekrar edermiş.

Zaman kavramı çocuklarda 7 yaş sınırına kadar net değilmiş. 7 yaşında bir çocuk ayların adlarını doğru sayabilir hatta mevsimlere göre de sıralayabilirmiş ama “Aralıktan sonra hangi ay gelir?” dendiğinde bocalayıp, “bitti” diyebilirmiş.

3 yaş grubu için durum çok daha nazik.

 

Ünye’de Zaman ve Mekân

 

Anaokulu’nda yapacağımız sunumun adıydı: Ünye’de Zaman ve Mekân…

Kime sorsanız fazla iddialı bir konuydu. Ama bir avantajımız vardı; miniklerin başöğretmeni deneyimli bir eğitmen, profesör... Anlatacağımız mekânları birkaç gün önceden gezip görmüşler. Bir çeşit ön çalışmasını yapmışlar anlayacağınız. Üstelik felsefe konusuna da el atmışlar.

Geçen hafta Doğan Kuban hocayı anarken “Türkiye’de felsefe yok!” deyişine değinmiştik ya... Felsefenin yokluğa inat anaokulunda felsefe dersleri vermeye başlamışlar. Dünyada nesli tükenen beyaz kutup ayısı üzerinden, çocukları felsefeyle tanıştırmışlar.

 

Çocuklar İçin Felsefe

 

Çocuklar için Felsefe, kısaca P 4 C çocuklara yöneltilen sorularla çocukların düşünmesini sağlayan, felsefi araştırmayı dersin merkezine koyarak öğretme ve öğrenmeye yönelik bir yöntem…

1970’li yıllarda ABD’de Montclair Eyalet Üniversitesinde Felsefe Profesörü olan Matthew Lipman tarafından soruşturma temelli eğitim stratejisinin bir parçası olarak tasarlanmış.

“Geleneksel eğitim anlayışının yarattığı en büyük hayal kırıklığı, akla uygunluk idealine yaklaşan insanlar yaratmadaki başarısızlığıdır… Mevcut ders programında, öğretim yönteminde, öğretmen eğitiminde, teste dayalı eğitim anlayışında akla uygun bir düzen inşa etmemiz gerekiyor, böyle bir dünyanın ortaya çıkması için nasıl bir eğitime ihtiyacımız var, böyle bir eğitimin ortaya çıkması için nasıl bir ders programı oluşturmamız gerekiyor.” (Lipman, Philosophy Goes to School, s.16-17)

Lipman’a göre; iyi bir rehberle felsefe yapmaya erken yaşlarda başlamanın çocukların zihinsel ve duygusal açıdan gelişmelerindeki önemi büyük. Erken yaşlarda başlayan bu eğitimde, çocukların zihinleri yargılarla dolmadan, zihnin yargıları nasıl işleyeceğine dair donanıma sahip olması hedefleniyor.

UNESCO tarafından onaylanan bir pedagojik program olan P 4 C, argüman oluşturmak için mantıklı hamleler kullanarak kritik öneme sahip düşünceyi geliştirmeyi amaçlıyor. Fikirlerin paylaşılması ile 4C: işbirlikçi (collaborative), yaratıcı (creative), özenli (caring) ve eleştirel (critical) olmanın temelini oluşturuyor.

 

Çocuklar İçin Tarih

 

Genel olarak tarih, okul öncesi çocuklar için zor bir öğrenme alanı olarak görülmekte. Okul öncesi döneminde çocukların sosyal bilimler eğitiminden uzak durdukları ve toplum bilimlerini kavrayamadıkları biçiminde bir algı vardır. Çünkü tarih soyut kavramları içinde barındıran bir bilim dalıdır. Henüz somut kavramlar döneminde olan 3 -5 yaş dönemi çocuklar için öğrenilmesi zor bir alanmış gibi görünür.

Ancak son yıllarda tarih bilimi küçük çocuklar için de oldukça ilgi çekici ve heyecan verici olabiliyor. Uygun yöntemlerle çocuklara tarih bilinci kazandırmak, çocukların sosyal, duygusal ve bilişsel gelişiminde etkili olduğu saptanıyor.

Sorun, henüz okuma-yazma yetisi olmayan küçüklere, tarih öğreniminin nasıl bir yöntemle verilebileceğidir.

Zaman ve mekân kavramı olmayan çocuk, tarihle nasıl buluşabilir?

Profesör Penelope Harnet, yaptığı bir araştırma projesinde 5, 7, 9 ve 11 yaşlarındaki çocuklara tarih konulu resimler göstermiş ve çocuklara bu resimlerde ne görebildiklerini sorarak yaş gruplarına göre nelere dikkat ettiklerini tespit etmiştir.

En küçük yaş grubu olan 5 yaşındakiler dikkatlerini çeken birçok resim olduğu halde gördüklerini tanımlamakta zorlanmıştır. Diğerleri resimlere çok dikkatli bakmışlar ve görebildikleri şeylere dair pek çok detay sunmuşlar. 11 yaşındaki çocuklar ise daha az detay sunmuş ama gözlemlerini daha özlü bir şekilde ifade etmiş. Bu yaş grubu çocuklar gözlemlerinin pek çoğunu sentezleyebiliyor ve resimlerde neler olup bittiğine dair sonuçlara varabiliyorlar. Bu durum çocukların tarih anlayışlarındaki ilerlemenin nasıl olduğuna dair ipuçları vermektedir.

5 yaş grubu çocuklarda kronolojik düşünme becerisi olmasa bile gelişmekte olan bir zaman algıları olduğu, geçmişin yaşanan zamandan farklı olduğunu anlayabilmektedirler.

Örneğin bir masalın başlangıcında bu yaş grubu “evvel zaman içinde” ifadesini duyduğunda, anlatılanların geçmişte ve kendilerininkinden çok daha farklı bir zamanda gerçekleştiğini algılayabilmektedir.

Ülkemizde MEB’in 2013 okul öncesi eğitim programı kapsamında tarih ve sosyal bilgiler alanında değerlendirilebilecek kimi becerilere çocukların bilişsel ve dil gelişimini içeren kazanımlara yer verdiği görülmektedir.




 

Dünyada Okul Öncesi Tarih Eğitimi

 

Ülkemizdeki bu duruma karşın, ABD’de küreselleşme doğrultusunda gittikçe önemi artan sosyal bilgiler öğretimini vatandaşlık eğitiminin ayrılmaz bir parçası olarak görme eğilimi çok daha önceden ağırlık kazanmıştır. Dahası, okul öncesi dönemde sosyal bilgiler öğretiminin verilmemesi ya da ihmal edilmesi durumunda, ilerleyen dönemlerde çocukları ülke vatandaşlığına hazırlamada başarı sağlamanın mümkün olamayacağı ileri sürülmektedir.

Bu bağlamda tarih öğretiminin nasıl olması gerektiğine dair önemli katkılardan birini de ABD'li filozof ve eğitim kuramcısı John Dewey yapmıştır.

Dewey, “Niçin çocuklara daha canlı ve etkisi daha büyük olan ve devamlı olan gerçeği vermiyoruz?” diyerek, çocukların öğrenmesinde konuların somutlaştırılmasına dikkat çekmiştir. Bunun en kestirme yolu, çocukların somut gözlemlerine dayanan çevre faktörlerinden ve yakın aile ilişkilerinden (anne-baba, kardeş ve yakın akrabaları) hareket etmektir. Çocuk için en somut varlık öncelikle kendisidir, ardından ailesi, komşuları ve yaşadığı çevre gelir.

1920’lı yıllarda ülkemize de gelen Dewey, Türkiye için çağdaş bir eğitim programı önermiş ve bu program 1950’li yıllara kadar uygulanmıştır.






 

Anaokulu Sunumu

 

Çalışma arkadaşım Ahmet Kabayel’le Haznedar Anaokulunda gerçekleştirdiğimiz sunumun merkezinde, 3 – 5 yaş grubu çocukların eğitim gördüğü binanın kendisi vardı.

Haliyle çocuklar içinde bulundukları okul binasını tanımakta tereddüt etmediler.

Ardından okul binasını biraz daha uzak plana alarak Cumhuriyet Meydanı’na yöneldik: Tarihi çınar ağacı, Saray Camii, Hükümet Konağı ve Atatürk Anıtı…

Anıtın 60 yıl önceki siyah beyaz fotoğrafına ve önündeki çocuklara odaklandık.

Çocuklardan biri, sunumu birlikte yaptığımız Sn. Kabayel’in 6 yaşındaki görüntüsüydü. Fotoğraf O’nun için de sürpriz oldu. Zaman ve mekân kavramını arkadaşımız Ahmet Kabayel üzerinden çocuklara aktardık.

Sunum, eski ve yeni Ünye görüntüleriyle sona erdi.

Umarız, yetişkin hemşerilerimizin bilincinde yeterince yer almayan bu karşılaştırma, küçük dimağlarda karşılığını bulmuştur.

Esenlik dileklerimizle.

 

15.05.2024, Ünyekent

 

8 Mayıs 2024 Çarşamba

Doğan Kuban

 


Doğan Kuban

 

 

Neden Böyleyiz?

Bu soruya en güzel cevabı veriyor Pandemi döneminde sessizce kaybettiğimiz değerli hocamız Doğan Kuban

“Toplumda kültür yok. 200 küsur üniversite var ama hoca yok, cehalet kurbanı olarak devam ediyoruz, vasatlık her yerde. Bir kültürün birikmesi, bakkaldan mal almaya benzemez. Kentli olmak, kente her taşınanın kentli olduğu anlamına gelmez. Kentli olmak, çağdaş uygarlığı bütünüyle olmasa bile, biraz anlamış olmak demektir.”

Ne kadar kentli olduğumuzu tartışırken, daha çok beton yapılar çıkıyor karşımıza…

Öte yandan bu ülkede ağaç ve orman katliamı var, su katliamı var, insan ve özellikle kadın katliamı var, hepsinin üzerinde, hayvanlarıyla birlikte doğa katliamı var, kent yaşamı katliamı var.

Ülkede “gelişme” adına ileri sürülebilecek tek faaliyet inşaat sektörüdür.

Bitmeyen bir aşkımız var, “beton aşkı!”

Oysa “en tehlikeli şey inşaatçılıktır” diyor Kuban

“Çünkü inşaatçı aslında bir şey üretmez, arkasında entelektüel bir gelişme yoktur. İktidar, eğitime-sanayiye para harcayacağına, ekonomiyi inşaata indirgiyor, halkı istismar ediyor, cahil bir kitle para kazanmış oluyor, bu kadar, inşaatçılık ülkeyi batıracak.”

Ve ekliyor:

“Türkiye cehaletiyle övünen bir ülke!”

 

Kültür Yok, Felsefe de Yok!

 

Toplumda kültür olmayınca felsefe de olmuyor.

Yine Doğan Kuban’dan örnekleyelim:

“Türkiye’de felsefe olmadığı için, eleştiri kavramı gelişmedi, az gelişmiş toplumda eleştiri yaptığı zaman, küfür etmiş sayılıyorsun!”

En çok bundan mustarip oluyoruz…

Bir eksiği yahut aksaklığı ifade ettiğimizde persona non grata (istenmeyen kişi) ilan ediliyoruz, toplumdan soyutlanan kişi durumuna getiriliyoruz.

“Yahu bırak şunu!”

Bu ülkede nice değerler hep bu şekilde harcanmadı mı?

Biz yine de bu insanlara hak ettiği değeri vermek zorundayız.

Üç yıl önce hayata veda eden Prof. Dr. Doğan Kuban da bu değerlerden biri…

Hocaların hocası, Türk mimar ve Türkiye’nin ilk mimarlık tarihçisi Doğan Kuban’a iki yıl önce bu sütunlarda değindik.

Yürürler Konağı ve Prens Ahmet Bey adlı, 13 Nisan 2022 tarihli yazımızda değerli hemşerimiz Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’dan bahsederken Doğan hocaya değinmiştik.

Ahunbay’ın 1975’de Prof. Dr. Doğan Kuban denetiminde yaptığı "Osmanlı Mimarlığında Sultan Ahmed Külliyesi ve Sonrası, 1609-1690" konulu doktora çalışması nedeniyle Kuban’dan bahsettik.

Şimdi değerli hocamızın anısına konuyu biraz daha geniş ele alalım.

 

Prof. Dr. Doğan Kuban (1926-2021)

 

10 Nisan 1926’da babasının Fransız Harp Akademisi'nde öğrenci olduğu sırada Paris'te doğdu. Altı yaşında yurda döndü, Lise öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra dayısı mimar Mehmet Emin Onat’ın teşvikiyle mimarlığa yöneldi.

“Mimariye olan merakım mimar olduktan sonra başladı” diyen Kuban, “Aslında mühendis olmak istiyordum.” diyor.

Son kitabı ‘Osmanlı Mimarisi’ için yapılan bir söyleşiden yararlanarak aktarıyorum bu bilgileri…

“Öğrencilik yıllarımda İstanbul Teknik Üniversitesi Türkiye’nin en şöhretli ve sınavla girilen tek okuluydu. Üniversiteye girmeye karar verdiğim yıllarda, sonradan üniversitenin rektörü olan, Anıtkabir’in mimarı Emin Onat ne olmak istediğimi sordu. “Gemi-inşaat mühendisi” dedim. “Türkiye’de gemi mi yapılıyor, ne yapacaksın” dedi. “Ne olayım peki” dedim; “mimar ol” dedi. Ben de mimar oldum.”

İşte böyle başlamış Doğan hocanın mimarlık serüveni…

1949 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden Yüksek Mimar olarak mezun oluyor. 1952'de aynı kurumun Mimarlık Tarihi ve Rölöve Kürsüsüne asistan olarak atanıyor. Türkiye'de ilk restorasyon dersini veren Paolo Verzone'nin çevirmenliğini yapıyor.

Mimarlık öğrenimi görüyor ama daha çok mimarlık ve sanat tarihi üzerinde uzmanlaşıyor. Yeni binalar inşa etmek yerine, var olanların tarihini yazmaya çalışıyor:

“Tarih çok küçük yaşlardan beri ilgimi çekerdi, sürekli tarih ve felsefe kitapları okurdum. Bir gün yine Emin Onat’a, mimarlık tarihi asistanı olmak istediğimi söyledim. O zaman okula İtalya’dan bir profesör gelmişti; Paulo Verzone. Fransızca bildiğim için kendisinin asistanı oldum. Mimar oldum ama tarihçiliği tercih ettim. Bana mimar olmaktan başka bir şey gerekiyormuş; ben de tarihçi oldum. Restorasyon yaptım, eğitim verdim, yarışmalara girdim, ödüller aldım, mimarlığı da bırakmadım ama hobi olarak kaldı benim için.”



Yurtdışı Çalışmaları ve Uzmanlaşma

 

İtalya’da Rönesans mimarisi üzerine çalıştı Doğan Kuban, Michigan Üniversitesi’nde İslam sanatı dersleri verdi. Washington’da Anadolu Bizans mimarisi üzerine çalışmalar yaptı. Anadolu Türk mimarlığı konusuna odaklanırken birbirinden farklı uzmanlık alanlarını birleştirdi.

Konuyu öyle açıklıyor:

“Kubbeyi anlamak için dünyanın her yerinde yapılmış kubbelere bakmak gerekir. Ne kadar benzer, ne kadar ayrı olduklarını incelemelisiniz. Rönesans’ı, Bizans dönemini bilmeli, İslâm geleneği içinde neler olduğuna bakmalı, neyin, niçin yapıldığını iyi kavramalısınız. Dolayısıyla bütün ömrüm boyunca karşılaştırmalı bir sanat tarihi ve mimarlık tarihi üzerinde uzmanlaşmayı tercih ettim.”

İTÜ Mimarlık Bölümü öğretim programında "Modern Mimarlık Tarihi"nin ayrıntılı olarak yer almasını sağlayan Kuban, doçentliğinden 1993 yılında emekli olduğu tarihe kadar bu kurumda sırasıyla şu görevleri yaptı:

Mimarlık Tarihi ve Rölöve Kürsüsü, Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Kürsüsü ile Restorasyon Ana Bilim Dalı başkanlığı, 1974-1977 arasında da İTÜ Mimarlık Fakültesi dekanlığı görevlerini üstlendi.

 


Kuban’ı Anma

 

22 Eylül 2021 tarihinde, 95 yaşında hayata veda eden Prof. Dr. Doğan Kuban için Pandemi nedeniyle İTÜ Taşkışla’da tören yapılamadı.

Sessizce toprağa verildi.

Yedi ay sonra, 8 Nisan 2022 tarihinde her yıl Doğan Kuban’ın doğum yıldönümünü kutlama geleneğini bir anlamda sürdürmek amacıyla bir anma töreni düzenlendi.

İTÜ Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Anabilim Dallarının gerçekleştirdiği bu anma töreni 2023 yılında yinelendi.

8 Nisan 2024’te de üçüncüsü düzenlendi.

Ölüm yıldönümünde “veda” etmek yerine, doğum kutlamasıyla anıldı Doğan hoca…

Doğan Kuban’a yaraşır bir tutumla.

Unutulmaması ve unutturulmaması dileğiyle…  

08.05.2024, Ünyekent

1 Mayıs 2024 Çarşamba

Zaman

 


Zaman

 

İngiliz progresif rock müzik grubu Pink Floyd'un şarkısıdır, orijinal adı: “Time”.

Grubun zirve yaptığı 1973 yılında yayınlanan sekizinci albümleri The Dark Side of the Moon'da dördüncü parça olarak yer alır.

Single olarak (albümün içinden alınan tek şarkılık parça) aynı yıl ABD’de piyasaya sürülmüştür.

Şarkının sözleri grubun bas gitaristi Roger Waters tarafından yazılmıştır.

Şarkıda zamanın acımasızca geçişi konu edilir.

“Koşarsın güneşi yakalamak için güneşin ardından ama güneş batmakta…

Ertesi gün güneş yeniden doğar, güneş aynı güneştir.

Ama sen aynı değilsindir, yaşlanmaktasın!”

Saat sesleri ve alarmların çaldığı uzun giriş bölümüyle dikkat çeken şarkıda sesler mühendis Alan Parsons tarafından bir antika mağazasında kaydedilmiştir.

Benzer efektlere albümün ikinci yüzünde yer alan Money (Para) adlı parçada da kullanılmıştır.

Yüksek teknolojinin kullanıldığı Pink Floyd şarkıları çağın diğer sanatçılarını etkilemiş, sözlerindeki felsefi derinlik esin kaynağı olmuştur.

The Dark Side of the Moon’dan sonraki çalışmaları olan The Wall albümü günümüzde bile en çok dinlenen müzik parçasıdır. Özellikle albümün Another Brick in The Wall singılı tüm zamanların en çok dinlenen şarkıları arasındadır.









 

Zamanın Tarifi

Şimdi bunları neden anlattık?

Uzun zamandır tarihle, arkeolojiyle uğraşıyoruz.

Konuyla ilgili birçok seminere katıldık, konferans verdik.

En son bir anaokulun değerli sahibesi tarafından öğrencilerine bir sunum yapmamız istendi.

Tabi dedik, zevkle…

Ancak bir sorun vardı.

Bu defa kitlemiz okuma yazma dahi bilmeyen 3 – 5 yaş grubu çocuklardı.

Profesyonel bir yardım almalıydık.

Eğitimci olan eşime başvurdum.

Okulöncesi öğrencilerine zamanı nasıl anlatabiliriz?

“Anlatamazsınız” dedi eşim özetle.

O yaştaki çocukta zaman düşüncesi henüz gelişmemiştir.

Anlatsanız da anlamaz, sizi dinlemez bile...

Bir oyunla belki ifade edebilirsiniz.

Benzer bir konuşmayı, anaokulunun sahibesi değerli hocamızla da yaptık.

Oyun ve masalla anlatmayı deneyecektik.

Ama nasıl?

 

Zamanda Yolculuk

Oturup Pink Floyd’un müziği eşliğinde zaman’la ilgili araştırmaya giriştim.

Hawking’in Zamanın Kısa Tarihi’nden Proust’un Yitik Zaman Peşinde’sine kadar mevcut literatürü önüme koydum.

Platon’dan Newton’a, Aristoteles’ten Hegel’e “zaman” için ne diyorlar diye baktım.

Tam Thomas Mann’a gelmiştim ki, karşıma yıllar önce Can Yayınlarından okuduğum Büyülü Dağ isimli kitap çıktı. Aslında bu eserde zamanın tezahürünü okuduğumu ama farkına varamadığımı anladım.    

Anladım ki, zamanı anlayamamak sadece 3 – 5 yaş grubuna mahsus değil.

Görelilik Kuramı’nda Einstein’ın bile açıklamakta zorlandığı zaman kavramını anlamak da anlatmak da hayli güç.

Örneğin Doğa Felsefesi’nde Hegel şöyle demiş:

“(Hareketin) özü, uzay ve zamanın dolaysız birliğidir. … Uzay ve zaman harekete aittir; hız, hareketin miktarı, geçmiş olan belirli bir zamana bağlı bir uzaydır.” ([Hegel], Naturphilosophie s. 65.) “… uzay ve zaman madde ile doludur. … Maddesiz hareket olmadığı gibi, hareketsiz madde de yoktur.” (s. 67.)     

Engels’in Doğanın Diyalektiği, 4. Baskı, s. 311’den aktardığım bu paragrafın altını 45 yıl önce özenle çizdiğimi bugün gibi anımsıyorum.  

Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) öldüğünde, Rutherford’un 1911’de açıkladığı atom modeli ve maddeyi meydana getiren atomların çekirdek,  elektron ve nötrondan meydana geldiği, elektronların çekirdek etrafında gezegenlerin Güneş etrafında dolandığı gibi dairesel yörüngelerde sürekli dolandığı bilinmiyordu.

 

Zamanı Anlamak

Thomas Mann ve Marcel Proust’un eserlerinde zaman olgusunu anlamaya çalışırken, bizden şair ve yazarların da aynı konuya kafa yorduğunu görüyoruz.

 Masal, efsane, halk hikâyesi, destan gibi geleneksel anlatı türlerinde zaman kavramı önemli değildir. Çünkü zaman sadece belirli bir dönemi ifade eder.

Roman ve hikâyede ise zaman belirleyici unsurdur, kurgulanmış aktarımda olaylar, zaman unsurundan bağımsız düşünülemez.

Olayların geçtiği tarihsel dönem, yıllar, mevsimler hatta günün belli bir saati bile önemli bir zaman dilimini ifade eder.




 

Edebiyatımızda Zaman Olgusuna Birkaç Örnek

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirleri veya Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanı zaman konusunda oldukça metaforik öğeler barındırır.

“Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında / Yekpâre, geniş bir anın / Parçalanmaz akışında” mısralarında geçmişin hatıralarını birikilmeyerek geleceğe doğru sonsuz bir süratle akan an düşüncesi hâkimdir. Bu an, Tanpınar’ın Bursa’da Zaman şiirinde belirttiği gibi gün, saat ve mevsimle birlikte geçmiş zamanın sihrini de bir terkibe sokan; hem kozmik zamanı hem de tarihî zamanı bir arada kavrayan, millî tarihle kendi şahsî hayat macerasını birleştiren öznenin şahsına ait özel bir zamandır.” (Mehmet Kaplan Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Dergâh Yay. 1975, s. 92)

 Necip Fazıl Kısakürek şiirinde zamanın tanımı:

“Akrep ve yelkovan, / Varlığın nabzında. / Akrep ve yelkovan, / Yokluğun ağzında.”

Necip Fazıl’ın şiirinde zaman metafizik endişenin bir unsuru iken; orada kalmamış, tasavvufa bağlı bir kavram hâline gelmiştir. Şairin gayesi mutlak hakikate erişmektir. Bu nedenle bütün mesafeleri aşması gerekir.

“Evet, her şey bende bir gizli düğüm; / Ne ölüm terleri döktüm, nelerden! /Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm, /Yetişir çektiğim mesafelerden!”

Çile adlı şiirini şair şu dizelerle sonlandırır:

“Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! / Heybem hayat dolu, deste ve yumak. / Sen, bütün dalların birleştiği kök; / Biricik meselem, Sonsuza varmak...”

Şiir ve zaman faslını Nazım Hikmet’le kapatıyoruz:

Zamanın diyalektiğini kavradığını düşünen şairimiz, Pink Floyd’dan 48 yıl önce vermiş duvara Cevap’ı…

“O duvar / O duvarınız / vız gelir bize vız!”

Zamanı bir yıkış ve yeniden yapış olarak gören şair:

“Maddede hareketin / yürüyen cemiyetin / ezeli kanunlarına / sükûn yok, hareket var / bugün yarına çıkar / yarın bugünü yıkar / ve bu durmadan akar / akar /akar.”

 

Pink Floyd’un Time’ı ile çıktığımız zaman yolculuğuna şimdilik son veriyoruz.

Önümüzdeki hafta zamanda yolculuğun 3-5 yaş grubuna ineceğiz...

Heyecanlıyım hatta korkuyorum!

(Kulaklığımda The Wall albümünden “Hey You” adlı parçasının tınısı yükseliyor. Onunla kendimi teskin etmeye çalışıyorum. “Hey sen, soğuktaki? Yalnızlaşan, yaşlanan. Beni hissedebiliyor musun?” Sonra yeniden elimdeki dokümanlara yöneliyorum. Sinop Üniversitesi’nden bir grup öğretim üyesinin araştırması: Okul Öncesi Dönemde Tarih Öğretimi: ABD Örneği... Bizde niye olmasın?)

 

01.05.2024, Ünyekent