Ünye Kalesi’nde Koruma ve Sergileme
Tarihi eserleri bulup ortaya çıkarmak kadar, onları korumak ve sergilemek de önemlidir. Bu konuda da bilimsel yöntemler ve uluslararası kurallar söz konusudur.
Eserlerin nasıl sergilenmesi gerektiği, nasıl korunacağı üzerine
inşa edilir. Koruma bazen sergilemenin önüne geçer. Hatta önemli bazı eserleri
gelecek kuşaklara bırakabilmek ve gelecekte daha gelişmiş bir teknolojiyle
incelenmesine olanak tanımak amacıyla sergilemekten tümüyle vazgeçilen eserler
olabilir.
Arkeolojinin dünya çapında ilgi uyandırması, günümüzde her
kesimden insanın uluslararası turizm yoluyla tarihi eserlere ulaşmasına olanak
sağlamaktadır. Gösterilecek ve gezilecek çok yer vardır. Ancak bu eserler
ortaya çıkarılırken ve çıkarıldıktan sonra hızla bozulup tahrip olmaktadır.
Konuya Ünye Kalesi özelinde başladık, “koruma ve sergileme”
konusunu Kale’nin tarihine biraz daha yakından bakarak ele alalım.
Ünye Kalesi Tarihçesi
Ünye Kalesi tarihini MÖ. III. Yüzyıla kadar götürebilmekteyiz. Buna karşın aralıksız yerleşim görmüş, bir dönem nekropol gibi kullanılmış ve Osmanlı’nın son dönemine kadar Kale’de asker konuşlandırılmıştır.
“Ünye Kalesi’nin
hangi tarihte yapıldığı hususunda kesin bir belge bulunamamıştır. M.Ö. III.
yüzyılın ikinci yarısında, Pontos Krallığı’nın güçlü olduğu II. Mithradates
(M.Ö. 250–220) zamanında kurulduğu sanılmaktadır. Bununla birlikte, henüz bu
görüşü destekleyecek herhangi bir epigrafik belge bulunamamıştır. Yalnız,
burada yaptığımız araştırmada, kalenin ana giriş kapısının 50 m. kadar
ilerisinde, sol üst kesimde yükselen tahkimat duvarlarının bir bölümünün
Hellenistik Dönem taş örgü sisteminde olduğunu gördük. Ayrıca, yukarıda işaret
ettiğimiz alınlıklı, akroterli çok güzel bir işçilik gösteren kaya mezarı da
kalenin inşa edilişi sırasında yapılmış olmalıdır. Bu da genel durumu
itibariyle Hellenistik Dönem yapı özellikleri göstermektedir.” [Mehmet Özsait -25. Araştırma Sonuçları
Toplantısı, 2. Cilt, Haziran 2007, Arkeolojik Verilerin Işığı Altında Ünye, s.
297]
Söz konusu kaya mezarının elden ayaktan uzak, ulaşılması zor
olan yüksekçe bir yerde olması nispeten tahrip edilmesinin önüne geçmiştir.
Kayaya düzgün bir şekilde oyulmuş olan mezarın girişi Dor düzenli Yunan
tapınakları formunda düzenlenmiştir. [Ordu Taşınmaz Kültür Varlıkları
Envanteri, 2010, s. 404]
Bilge Umar ise Kale girişi yakınındaki bu mezarı, Bittel’in MÖ. 7. yüzyıla tarihlediği
Paphlagonia kaya mezarlarına benzetmektedir. Dolayısıyla Kale’nin kullanımını
7. Yüzyıla kadar götürmektedir. [Bilge
Umar, Karadeniz Kapadokiası (Pontos), İnkılap Yay. 2000, s. 92]
Boğaziçi Üniversitesi Profesörü John Freely, “Çaleoğlu Kalesi, aynı zamanda efsanevi Atmaca Kalesi’dir”
diyerek, Ünye Kalesi’ne gönderme yapar. Konu, 15. yy. şair ve yazarı Fransız Jean
D’arras’ın tarihte ilk yazılan roman
olan (novel) Mélusin’de geçer. [John Freely, Türkiye Uygarlıklar
Rehberi II, 2008, Yapı Kredi Yay. 2008, s. 115]
Arrianus’tan Bijişkyan’a, De Clavijo’dan Evliya Çelebi’ye, William
John Hamilton’dan Anthony Bryer’e kadar birçok tarihçi-gezgin ve araştırmacının
eserinde Ünye Kalesi geçmektedir.
Koruma ve Sergileme Önerileri
Şimdi asıl sorumuzu sorabiliriz:
Bu denli popüler bir tarih mirası, nasıl olur da uluslararası
koruma ve sergileme anlayışı dışında tutulur?
Nasıl olur da, arkeolojik bir kazı veya araştırmanın konusu
olmaz?
20. yüzyılın son çeyreği kültürel mirasın kapsamı ve
tanımıyla ilgili devrim niteliğinde gelişmelerin olduğu bir süreçtir. Giderek
kültürel mirasın sınır ve tanımı değişerek çeşitlenmiştir; önceleri söz konusu edilmeyen
kültürel doğal çevre, sulak alanlar, somut olmayan kültür varlıkları, toplumsal
bellek gibi açılımların yanı sıra, “sürdürülebilirlik”, “farkındalık yaratmak”,
“kültürel miras yönetimi” gibi yeni arayış ve tanımlar da bu süreç içinde gelişmiştir.
Hızla küreselleşen ve tekdüze hale gelen dünyamızda, arkeolojik kalıntılar ve
kültür mirası giderek toplumsal kimlik ve belleğin korunması bağlamında farklı
bir konuma gelmiştir. Öyle ki, günümüz yaşamının vazgeçilmez öğeleri olmuşlardır.
Buna karşın turizme dayalı beklentiler, arkeolojik
çalışmaları göz ardı ederek hızlı bir şekilde geniş alanların açılmasını
zorlamaktadır. Günümüzde bu karşıtlık, toplumsal katılım ve akılcı bir
planlamaya dayalı “kültürel miras yönetimi”yle birlikte ele alınmaktadır.
Bu süreçte karşımıza Açık
Hava Müzeleri çıkar.
[Daha ayrıntılı bilgi için Bkz. Mehmet Özdoğan – Arkeolojik Kazı Alanlarının Korunarak Topluma
Kazandırılması, Taner Tarhan’a Armağan, 2013, Ege Yay. s. 259-260]
Ülkemizde bu tür açık hava müzelerinin kurulması ilk kez Hamit Zübeyr Koşay tarafından 1940’lı
yıllarda gündeme getirilmiş, ancak bunun gerçekleşmesi için herhangi bir çalışma
yapılmamıştır.
Bu konuda verebileceğimiz ilk örnek, 1950’li yıllarda Prof.
Dr. Halet Çambel’in Karatepe-Aslantaş Projesi’dir.
1975 yılında Prof. Dr. Taner
Tarhan’ın Urartu merkezlerinde
ortaya çıkan kalıntıların korunması, onarımı projesi hayata geçirilmiştir.
Ardından Bahadır Alkım’ın öncülüğünü
yaptığı Yesemek gelmektedir.
Boğazköy, 1980; Çayönü Açık Hava Müzesi, 1989-1991; Lalapaşa
Dolmeni, 1994; Aşağı Pınar Açık Hava Müzesi, 1999; Kanlıgeçit Açık Hava Müzesi,
2007; Aktopraklık Açık Hava Müzesi, 2009; Aşıklı Açık Hava Müzesi 2006’da
kurulumları tamamlamıştır.
Güvercinkayası, Bademağacı, Perge, Thermesos, Nif Dağı gibi
çeşitli dönemlere ait kazı projelerinde de koruma ve düzenlemeyle ilgili
çalışmalara başlanmıştır.
Sonuç
Ünye Kalesi, Doğu Karadeniz’e hâkim coğrafyada hüküm süren Pontos Krallığı ve onu takip eden kültürlerin mirasıdır. Uluslararası koruma ve sergileme anlayışına uygun bir girişimle oluşturulacak açık hava müzesi, bu önemli mirası, gerçek mirasçılarıyla buluşturacaktır.
Sürecin ilk adımı, kale ve çevresinde gerçekleştirilecek
olan arkeolojik kazı ve araştırmalar olacaktır.
Karadeniz iklim
koşullarının yok edici etkisi yanında,
bilinçsizce tahrip edilen kültürel mirasın korunması ancak bu yolla
mümkündür.
Avusturyalı bir sanat tarihçisi Alois Riegl’in dediği gibi, "belgesel" ve
"eskilik" değerleridir: “Bir sanat
eserinin yüzeyi, insanın derisi gibidir. Her türlü yaralanmaya ve yaşlanma
sürecine hassas şekilde karşı koyar. Ama
o, kırışıklarıyla, yara beresiyle, kendi kişiliğini ve tarihini yansıtır!”
(“The Modern Cult Of Monuments” Modern Anıt Kültü, Daimon Yay. )
Kale’nin konumu gereği, çevreden
toplanacak taş eserlerle birlikte Açık Hava Müzesine dönüştürülmesi en uygun
çözümdür.
13.01.2021 Ünyekent
http://www.unyekent.com/k41-canik-dergisi/h18027-unye-kalesi-nde-koruma-ve-sergileme.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder