Ünye Kalesi’nde Ne Yapılmalı?
Geçen hafta “Ünye Kalesi'nin dehlizlerinde sikke, çömlek ve gülleler bulundu.” haberi üzerinden, kalede “Ne yapılmalı?” konusuna girmiştik.
Konu, aslında doğrudan taşınmaz kültür varlığının
korunmasına ve sergilenmesine ilişkindir.
Bu konuda en yetkin kaynağımız, yıllar önce Ünye Müze Evi’ni oluştururken
yardımlarını esirgemeyen değerli bilim insanı Ünyeli hemşehrimiz Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’dır.
Müze yapmak üzere Ünye’de eski bir evin restorasyonuna giriştiğimizde,
bize kendileri yol göstermişti.
Ünye Kalesi’nde yürütülen çalışmalar, bize yeniden hocamızı
hatırlattı.
Değerli öğretim üyemiz Dr.
Ayla Baş’ın Restorasyon ve
Konservasyon Dersi için hazırladığımız “Ünye
Kalesi ve Arkeolojik Alanların Korunması ve Sergilenmesi”, adlı
çalışmamızda da, bu nedenle gündeme geldi.
Ve Ahunbay
hocamızın “Tarihi Çevre Koruma ve
Restorasyon” adlı eseri, söz konusu çalışmanın ana kaynağını oluşturdu.
Şimdi bu çalışmamızda yer alan ayrıntılara geçebiliriz.
Giriş
Ünye Kalesi, Ünye-Niksar karayolu üzerinde, ilçe merkezine 6
km. mesafede yer alan, 1. dereceden sit alanı ve “Anıtsal Eser” olarak
tescillenmiş taşınmaz kültür varlığıdır. Kale’nin kimler tarafından, hangi
tarihte kurulduğu bilinmemekle birlikte, “Tahrir Defterleri”nden Osmanlı’nın
son döneme kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır. Üzerindeki kalıntılardan ise
tarihi geçmişini Hellenistik Dönem’e kadar götürebilmekteyiz.
“Kalenin ana girişinin sol tarafındaki kayalıkta Hellenistik
bir kaya mezarı görülür. Mezar odası girişi bir mabet cephesi şeklinde
yapılmış, üçgen alınlıklıdır, akroterlerde kanatlarını açmış üç kartal figürü
vardır. Mezar odasına diyagonal bir merdivenle çıkıldığı kalan izlerden
anlaşılmaktadır. Mezar odasının aşağısında kaya cephesinde değişik
yüksekliklerde arcosoliumlar görülür.” [Prof.
Dr. Mehmet Özsait -25. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 2. Cilt, Haziran
2007, Arkeolojik Verilerin Işığı Altında Ünye, s. 293-307]
1990’lı yılların sonunda ve 2008 yılında yüzey temizliği
yapılan kale kısmi onarım görmüştür. Antik Çağ’da iki anıtsal kapısı olduğu
tespit edilen Kale’nin giriş bölümüne 70’li yıllarda yeni bir duvar ve bir
giriş kapısı (propylon) inşa edilmiştir.
2008 yılında yüzey temizliğini yapan firma, Kale’nin
sorumlusu bulunan belediyeye gezi parkuru ve bazı bölümlerin rekonstrüksiyonu
gibi işlemlerin yer aldığı bir proje sundu. İlgili kurum, bu projeyi mali
güçlükler nedeniyle kabul etmemiştir.
2020 yılı itibariyle Kale’de bugün su sarnıçları temizliği
yapılmaktadır.
Arkeolojik
Alanların Korunması Bağlamında Ünye Kalesi
Yukarıda mevcut durumunu özetlediğimiz Ünye Kalesi’nin
öncelikle “Arkeolojik Alan” tespiti üzerinden korunması sağlanmalıdır. Her ne kadar ilgili kurumların (Anıtlar
Bölge Kurulu ve Müze Müdürlüğü) izni ve görevlendirdikleri bir arkeolog olsa
da, şimdiye değin yapılan çalışmalar muazzam bir tahribat içermekte ve bilimsel
yöntemlerden oldukça uzak görünmektedir.
Şöyle ki, belediyenin uhdesinde olan arkeolojik alan,
gerekli izinlerin alınması sonrası şirketlere ihale usulü verilmektedir. Zaten
defineciler tarafından kaçak kazılarla talan edilen kale ve çevresi, “temizlik”
adı altında bilinçsiz bir talana daha maruz kalmaktadır.
Akademik kurumlar tarafından yapılan arkeolojik kazılar
bile, bilim çevrelerince “tahrip” olarak değerlendirilirken, rastgele
şirketlerin sebep olduğu tahribat miktarını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Ünye Kalesi gibi Pontos
Kaleleri söz konusu olduğunda, Amasyalı coğrafyacı Strabon’un sözünü ettiği Mithradates’in
“Kayıp Hazineleri” akla gelmektedir. Definecilerin iştihasını kabartan bu
düşünce, Ünye Kalesi’ndeki tahribatın başlıca nedenleri arasındadır.
[Konuya ilişkin bakınız: Strabon, Geographika, Antik Anadolu Coğrafyası, 1993, Arkeoloji ve
Sanat Yay]
Ayrıca Plinius ve
Appianos da Mithradates
hazinelerinin Roma’ya gönderilen kısmına değinirler ki, bu asıl hazinenin küçük
bir bölümüdür.
[Aktaran: Murat Arslan, Mithradates VI Eupator, Odin Yay.
2007]
Şimdi konuya uluslararası koruma çevrelerinin nasıl
baktığını görelim.
Çağımızın koruma anlayışına göre tarihi eserler ve anıtlar insanların ortak mirasıdır ve insanlık tarihini belirler.
Çağdaş onarım kurallarının öncüsü kabul edilen İtalyan Camillo
Boito (1836-1914), bu konuda ileri
sürülen ve her biri ayrı bir bakış açısının ürünü olan anlayışı sentezleyerek,
1883’te günümüz koruma kavramının
temellerini atmıştır. Boito’nun açıkladığı ilkelerin başında şu belirleme yer
alır:
“Anıtlar tüm insanlığın tarihini belgelerler. Bu nedenle
onlara saygılı davranılması gerekir. Yapılacak herhangi bir değişiklik
yanıltıcı sonuç ve hükümlere yol açabilir.”
[Prof. Dr. Zeynep
Ahunbay, Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon, Yem Yay, 5. Baskı, 2009]
1956 yılında UNESCO
tarafından çıkarılan “Arkeolojik Kazılarda Uygulanacak Uluslararası İlkeler
Tavsiye Kararı” ile kazıların bilimsel çerçevesi ve yayın gerekliliği kadar
arkeolojik buluntuların, kalıntıların ve alanların korunmasına yönelik temel
yaklaşımlar da tanımlamıştır.
[Zeynep Eres - Arkeolojik
Kazı, Koruma, Sergileme ve Toplum İlişkisi Kırklareli’nde Tarihöncesi
Arkeolojik Alanlar Üzerinden Bir Deneyim. Arkeoloji ve Sanat 144, 2013]
Bu bağlamda, Ünye Kalesi’nde henüz arkeolojik bir kazı
kararı alınmamış bile olsa, yapılacak her türlü işlemin nasıl dikkatlice
yürütülmesi gerektiği belirtilmiştir. UNESCO’nun kararlarında ayrıca arkeolojik
kazıda gelecek kuşaklar için rezerv alanların bırakılması, açığa çıkan kalıntıların
korunması sorumluluğu, hem kazı sırasında hem de sonrasında alanın nasıl
korunacağının tanımlanması gereği vurgulanmış, toplumun bu konuda eğitilmesi ve
böylece arkeolojik kalıntılara ve alanlara sahip çıkmasının önemi belirtilmiştir.
1964 tarihli Venedik
Tüzüğü ise, koruma alanında uluslararası düzeyde ortak kabul gören temel
ilkeleri oluşturmuş ve kazı ile ilgili esasları belirtmiştir. Arkeolojik kalıntıların
sürekli korunmasının yanı sıra yıkıntı halindeki anıtın toplum tarafından anlaşılmasını
kolaylaştıracak ancak anlamını bozmayacak her çareye başvurulması gerektiğini
belirtmiştir.
Rekonstrüksiyon (yeniden yapım, ayağa kaldırma) kesin
olarak reddedilmiş, yalnız anastylosis
(kazıda bulunan birbirinden ayrılmış mimari parçaların bir araya getirilerek
kalıntının kısmen ayağa kaldırılması) bir koruma ve sergileme yöntemi olarak
kabul edilmiştir.
1990 yılında ICOMOS’un
çıkardığı “Arkeolojik Mirasın Korunması ve Yönetimi” tüzüğü arkeolojik mirası
ve arkeolojik alanları bir yönetim işi
olarak tanımlamıştır. Korumaya ilişkin her ayrıntının; saptamadan belgelemeye,
yayımlamadan koruma ve topluma sunuma kadar, her aşamanın bütüncül bir planlama
politikası çerçevesinde ele alınması gereğini ortaya koymuştur.
Venedik Tüzüğü arkeolojik alanda yalnız anastylosise izin
verip her türlü yeniden yapım uygulamalarını (rekonstrüksiyon) reddederken,
ICOMOS’un tüzüğü yeniden yapımların “deneysel araştırma” ve “yorum” gibi iki
önemli işleve hizmet ettiğini belirtip, bunun koşullarını tanımlamaktadır.
[Bkz. Zeynep Eres, Age.]
Haftaya: Ünye Kalesi Projeleri ve Koruma Zaafı
Ünyekent 30.12.2020
http://www.unyekent.com/k41-canik-dergisi/h17774-unye-kalesi-nde-ne-yapilmali.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder