İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ
ÜNYE-FATSA
(3)
Ahmet Derya Varilci
Charles Dickens’ın İki
Şehrin Hikayesi, Fransız Devrimini betimleyen şu cümlelerle başlar:[1]
“En
iyi zamanlardı, ya da zamanların en kötüsüydü, akıl çağıydı ve aptallık
çağıydı, inanç dönemi ve kuşku dönemiydi, ışık mevsimi ve karanlıklar
mevsimiydi, umut baharı ve umutsuzluk kışıydı, önümüzde yaşamamız için her şey
vardı ve yaşayabilmek için önümüzde hiçbir şey yoktu, hepimiz doğrudan cennete
gidiyorduk ve hepimiz doğrudan cehenneme gidiyorduk; kısacası o dönem, tıpkı
şimdiki gibi o kadar uzaktaydı ki, kimileri iyi ve kötü kavramlarının üstünlük
derecelerini karşılaştırdığında, o günlerin gelmiş geçmiş en iyi günler
olduğunda ısrar ediyorlardı.”
Yazarın
sözünü ettiği dönem 1789 Fransız Devrimi’ni
hazırlayan ve akabinde devrime tanık olan günlerdir. Hikayesini anlattığı iki
şehir ise, Paris ve Londra’dır.
“İki
Şehrin Hikayesi” denildiğinde benim aklıma 12
Mart ve 12 Eylül darbelerini
bütün ağırlığıyla yaşamış Ünye ve Fatsa gelir. Dickens’in yukarıda sarf
ettiği sözler, o dönemde Ünye ve Fatsa için de geçerlidir.
Şairin
dediği gibi o günler “özgürlük, esaret
ve kavga” günleriydi.
Gerçekçi ol
imkânsızı iste!
Giresun-Alucra
doğumlu Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik adlı kitabında Karadeniz’deki
ilk kitlesel eylemlerden bahseder. Bunlardan biri Ünye’deki Fındık Mitingi’dir. Adına “1968 Kuşağı” denilen
insanların tüm dünyada başlattığı başkaldırı kısa sürede ülkemizde de etkisini
göstermiş, Üniversiteli gençlerin başını çektiği gösteriler ve grevler tüm
yurda yayılmaya başlamıştı.
Henüz
ortaokul öğrencisiydik. Liseye başladığımız dönemde eylemler çatışmaya
dönüşmüştü. “Sağ ve “Sol” sözcüklerini ilgiyle izliyor, bazen birini bazen
diğerlerini okuyup dinleyerek, anlamaya çalışıyorduk.[2]
Tıpkı
Fransız devrimindeki gibi ülke bir iç hesaplaşma içine girmiştir. Fransız
Devrimi’nin1793–1794 Termidor Dönemi
yahut Terör Dönemi’nde olduğu gibi Türkiye’de
1970’li yıllara gelindiğinde sivillerin kendi aralarında veya devlete karşı,
devletin ise doğrudan eylemcilere ve halka uyguladığı bir terör söz konusudur. Her
halükarda insanlar hayatını kaybetmekte, tutuklanmakta ve işkence görmektedir.[3]
Ünye ve Fatsa’dan
iki örnek
Hüseyin Gümüş: Osman oğlu, 1936 yılında Ünye’den Sultan’dan
doğma, Ünye Tekkiraz Bucağı Nurettin Köyü cilt: 49, sahife:271, hane: 77
nüfusuna kayıtlı, Ünye Tekkiraz Bucağı Nurettin Köyü İlkokulu öğretmeni, 18
Mart 1972 tarihinde nezarete alınmış olup, 28 Nisan 1972 tarihinden itibaren
Kartal-Maltepe As. Ceza ve Tutukevinde TUTUKLU.
Hüseyin
Gümüş için THKP-C İddianamesi “Sanıklar” bölümünde böyle bir açıklama yapıyor. Birkaç
gün önce (2012 Haziran’ının ilk haftasında) aramızdan ayrılan öğretmenimizi
Ünye’de bir trafik kazası sonucu kaybettik.
İddianame’nin
“Sanıkların Fiili ve Hukuki Durumları” kısmında Hüseyin Gümüş’e isnat edilen
cürüm şöyledir.
“Türkiye
Halk Kurtuluş Partisinde üyelik sıfatını iktisap eden sanığın yukarıda açıkça
belirtilen faaliyetleri ile TC. Anayasasını tağyir ve tebdile veya ilgaya cebren
teşebbüs suçunun cebri icra hareketlerinden olan üç İngiliz teknisyeninin 26
Mart 1972 günü Mahir ÇAYAN ve arkadaşlarınca silah tehdidi ile kaçırılmaları ve
31 Mart 1972 günü öldürülmeleri fiiline müzaheret ve muavenette bulunmak,
vasıta tedarik etmek suretiyle fer’i maddi fail olarak iştirak ettiği ve bu
sebeple fiilinin TCK’nun 146/3 maddesine uygun bulunduğu neticesine
varılmıştır.”[4]
26
Mart günü Mahir Çayan ve arkadaşları Ünye’ye gelerek Cumhuriyet Meydanı Saray
Cami arkasındaki Kılıç Otel’den Ünye
Radar üssünde görevli üç teknisyeni kaçırmışlardı. Teknisyenlerin üçü de
iddianamede belirtildiği gibi İngiliz değildi. İçlerinden biri Kanadalıydı. Akşamüzeri
Paşabahçe surlarının önünde top oynadığımız insanlardı. O sokak o zamanlarda
araç trafiğine kapalıydı yahut az işleyen bir caddeydi. Kızıldere’de
öldürüldükleri gün çok üzülmüştük. Kızıldere’nin tek canlı tanığı Ertuğrul
Kürkçü’yle yolumuz Gaziantep’te kesişince, o olayı sormuştum. Haklı olarak,
bıkmış bir edayla kendisin de tam anlayamadığını söyledi. Çatıda ilk vurulan
Mahir’miş. Ateş ve bombardıman başlayınca rehinelerin vurulması tembihlenmiş
ama içeriden kimsenin böyle bir işe yönelecek fırsatı olmamış. Ayrıca,
öldürülen üç yabancı teknisyenin ciddi bir balistik incelemeden geçirilmemesi
ve hazırlanan raporun yetersizliği hala kuşku uyandırmaktadır.
Neyse
biz konumuza dönelim.
1972
Mart’ında Ünye’de gerçekleştirilen “rehine” olayı, tüm dikkatlerin Ünye’ye
yönelmesine sebep oldu. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’in idamlarını
önlemeye yönelik bu hareket kanla bastırılacak, Ünye ve Fatsa’dan çok sayıda
insan Hüseyin Gümüş gibi gözaltına alınacak, işkencelerden geçirilecek ve
bunlardan bir kısmı tutuklanacaktı.
380
Sanıklı THKP-C davasında Ünye’den ve Fatsa’dan pek çok isim tutuklanmış, 1974
affına kadar cezaevlerinde yatmışlardır.
Hüseyin
Gümüş hoca, bu isimlerden sadece biridir. Af sonrası meslek yaşamına dönmek
için uzun bir uğraş vermiştir.
12
Eylül 1980 Darbesi’yle, 12 Mart 1971 dönemindeki gibi yeniden gözaltına
alınmış, şiddet ve baskı görmüştür.
Elim
bir trafik kazası O’nu aramızdan alıncaya kadar, inandığı dünyanın mücadelesini
verdi.
Ünye’de
yaşanan 12 Mart günlerinin benzer bir yansıması Fatsa’da yaşanmıştır. Aynı
kaderi paylaşan iki şehir adeta birbirinin izdüşümüdür. Fatsa’dan seçtiğimiz Fikri Sönmez (Terzi Fikri), THP-C
İddianamesi’nin 145 numaralı sanığıdır. O da Hüseyin Gümüş gibi benzer
suçlardan gözaltına alınmış, işkence görmüş, tutuklanmış ve 1974 affından
salıverilmiştir. 12 Eylül 1980 Darbesi’ne giden süreçte Fatsa’da önemli bir rol
oynamıştır.
İki Şehrin Hikayesi’nde bir sonraki
bölüm: Terzi Fikri
Dipnot:
[1] Eserin bazı çevirilerinde bu kısım ya hiç yer almamakta yahut Türlkçe’ye
tam çevrilmemiş durumdadır. Dickens’in eserinin orijinal metni aşağıdaki
gibidir:
“It
was the best of times, it was the worst of times,
İt
was the age of wisdom, it was the age of foolishness,
İt
was the epoch of belief, it was the epoch of incredulity,
it
was the season of Light, it was the season of Darness,
it
was spring of hope, it was the winter of despair,
we
had everything before us, we had nothing before us,
we
were all going direct to Heaven, we were all going direct
the
other way-in short, the period was so far like the present
period,
that some of its noisiest authorities insisted on its
being
received, for good or for evil, in the superlative degree
of
comparison only.”
(Charles
Dickens, “A Tale of TwoCities” Plain Label Books; Chapter One-The Period. P.6)
[2] “Sağ” ve “Sol” tanımlamasının Fransız Devrimi’nden
kalma bir literatür olduğunu, feodal-aristokrat kesimin parlamento dizilişinde
“sağ” tarafta yer alması ve burjuvaziyi temsil edenlerin “sol” tarafta
oturmalarından bu kavramların çıktığını çok sonraları anlayacaktık. Muhafazakar
ve ilerici (devrimci) kesimin ilk ayrışması o günlerden 170 yıl önce
gerçekleştiğini sonradan fark edecektik.
[3] “Terör” kavramı Fransız İhtilaliyle
literatürümüze giren bir başka sözcüktür. Ancak burada devletin, tüm kamu
çıkarını gözeterek uyguladığı şiddet kastedilir ve tarihin tekerleğini ileri
doğru götürdüğü ileri sürülerek, olumlanır. Marx ve Engels, “Tarihte Zorun
Rolü” adlı eserde zor’un bir de “devrimci” bir rol oynadığı söylenir ve Fransız
Devrimi örnek gösterilir. Ancak 50 yıl sonra feodallerle anlaşan burjuvazi
devlet terörünü işçi sınıfı üzerinde kullanarak, zor’un “gerici” unsurunu
kullanır.
[4] İddianame, Türkiye Halk
Kurtuluş Parti-Cephesi Davası, s. 434, Ankara, 1988, V Yayınları.
Ünyekent'te bir anlatı yazısı... 25 Mayıs 2012
1- Hüseyin Gümüş Öğretmen
A Tale of Two Cities
İki Şehrin Hikayesi - Charles Dickens
Fransa Parlamentosu "Estates General"
Kralın sağında feodaller,
solunda burjuvazi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder