Ateş ve Su
(İnsan Nasıl İnsan Oldu?)
1853 yılında İsviçre’de şiddetli bir kuraklık olmuştu.
Vadilerde ırmakların suyu azalmış, göllerin suları çekilerek
çamurlu dipleri meydana çıkmıştı. Zürih Gölü kıyısındaki Obermaylen kasabasının
halkı, sudan bir parça toprak koparabilmek için kuraklıktan faydalanmaya karar vermişlerdi.
Bunun için suyu çekilen araziyi, bir bentle gölden ayırmak gerekti.
İşe başlandı. Şık giyinmiş şehirlilerin pazar günleri mavi
ve yeşil sandallarla geziye çıktığı yerde, arabacılar atlarını dehleyerek bende
toprak taşıyorlardı. Toprak hemen oradan, kurumuş gölün dibinden alınıyordu.
Birdenbire kazmacılardan birinin küreği, yarı çürümüş bir kazığa çarptı.
Derken ilk kazığın ardından bir ikincisi, üçüncüsü bulundu. Bir
zamanlar insanların burada çalışmış oldukları anlaşılıyordu. Küreğin toprağa
hemen her vuruşunda yeni taş baltalar, olta iğneleri, çanak çömlek kırıkları
çıkıyordu.
Arkeologlar olaya el koydular. Bulunan her kazığı, gölün dibinden
çıkan her şeyi inceleyerek, vaktiyle Zürih Gölü’ndeki göl evlerinden yapılmış
kasabayı olduğu gibi açığa çıkardılar.*
****
Kazık temeller üzerinde kurulmuş bu tür göl evlerini, yıllar
önce ÜTAG araştırma yazısı olarak, “Canik’in Ahşap Camileri” (çivisiz çantı
tekniği) bahsinde yazmıştık.** Aynı teknikle inşa edilen göl evlerine günümüzde
hâlâ Terme çayı havzasında rastlamak mümkündür.
Zürih gölüne dönecek olursak, arkeologlar İsviçre’de
Nevşatel yakınındaki bu kuruyan gölün bendini incelediler. Yapılan incelemeler,
gölün dibinin birkaç katmanda oluştuğunu
göstermiştir.
Gölün dibinde bir katı diğerinden ayırmak kolaydır. Altta
bir kat kum, onun üstünde ev, kap kacak ve alet kalıntılarıyla çamur katı,
sonra yeniden kum tabakası bulunmaktadır. Bu durum, birkaç kat biçimine tekrar
etmektedir. Yalnız bir yerde, iki kum tabakası arasında kalın bir kömür
tabakası vardır. Bu kömür tabakası sayesinde binlerce yıl öncesine ait bir
katman, köyün çürümeden günümüze ulaşmış kalıntıları olarak tespit edildiler.
Bilim adamları, tabakaları inceleyerek gölün tüm tarihini öğrendiler.
Çok eski zamanlarda gölün kıyılarına gelen insanlar, köylerini burada
kurmuşlardı. Yıllar sonra göl suları kabarmış, kıyıyı basmıştı. İnsanlar su
altında kalan köylerini bırakıp gitmişlerdi.
Yapılar suda çürüyüp harap olmuştu. Gölün dibinde bulunan
kalın kömür tabakası, eski bir yangın kalıntısıydı. Eşyalar tutuşarak suya
düşüyordu. Su onları söndürüyor yani koruyordu. Böylece zedelenmeden gölün
dibine çöküyorlardı. Orada eşyaları başka bir bela bekliyordu: Çürüme
tehlikesi. Fakat yanarak kömürleşmeleri, onları bu tehlikeden kurtarmıştı.
İncecik bir kömür kabuğu, eşyaları çürümekten korumuştu.
Ateş ve su bir araya gelip, muhteşem bir koruma zinciri
kurmuştu.
Eşyalar ateşten ayrı, sudan ayrı etkilenselerdi, yok olup giderlerdi.
Fakat ateşle su birlikte işliyordu.
Bu sayede binlerce yıl öncesine ait eşyalar, hiç
etkilenmeden günümüze kadar gelmişti. Dokuma işi, çok dayanıklı olmayan bir keten
parçası bile korunabilmişti.
İşte bu sayede bilim insanların binlerce yıl öncesine ait verilere
ulaşabiliyor, insan yaşamının tarihöncesi dönemini aydınlatabiliyordu.
****
Günümüzün ateşi aynı ateş değil.
Suyu da aynı suya benzemiyor.
Yakıp yok ediyor.
Yıkıp öldürüyor.
Oysa insan doğaya egemen olmuştu, artık kolay kolay doğanın
gazabına boyun eğmeyecekti. Dağlara hükmetmiş, okyanusları birbirine bağlamıştı.
İnsan yüce ve çok akıllıydı.
Consalo Pisarro, müfrezesiyle birlikte karlı And Dağları’ndan
geçiyordu. Düşmemek için, çıkıntılara dikkatle basarak, dengeyi kaybetmemek
için de kollarını açarak yürüyorlardı. Yeni Dünya’nın bulunuşu, misafirlere de,
ev sahiplerine de, pahalıya mal olmuştu. Hele ev sahiplerinin durumu çok kötülemişti.
Bir zamanlar yeryüzünde IRMAK devri vardı. O devirde, bir kabileden diğerine,
ırmak yoluyla gidilirdi. Sonraları denizlerin fethedilmesiyle, DENİZ devri
başladı. Deniz devrini, kıtaları birleştiren OKYANUS devri izlemişti. Bundan
sonraki devir ne devri olacaktı? Pencereden kuşların uçuşunu izleyen Leonardo
da Vinci, bunu artık seziyordu. ... Bruno’nun
ölümü insanın sonu değildi. Ve Giardino Bruno, ölümü bunun için böyle mertçe
karşılamıştı.***
(M. İlin – E. Segal’in
“İnsan Nasıl İnsan Oldu” eseri burada sona eriyor. Kitapta insanın nasıl insan
olduğu ve doğaya egemen olabildiği anlatılıyor. Sonra insanın nasıl insanlıktan
çıktığı, kendi elleriyle doğayı tahrip ettiği ve insanların mahvına sebep olduğu
gösteriliyor.)
[*] M. İlin – E. Segal, İnsan Nasıl İnsan
Oldu, Say Yay. 12. Baskı, İst. 2001, s. 52
[**] ÜNYE TARİH ARAŞTIRMA GRUBU, Canik’in Ahşap
Camileri, Ünyekent, 13.04.2020, http://www.unyekent.com/k41-canik-dergisi/h11747-canik-in-ahsap-camileri.html
[***] M. İlin – E. Segal, Age, s. 470 ve 535
25.08.2021, Ünyekent
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder