Savaş Üzerine
46 yıl önceydi.
Ege Üniversitesi’nde öğrenciydik.
Fakülteden bir grup arkadaşla okulun yakınında (Dörtyol’da)
bir kahvehanedeyiz.
O zamanlar “kafe” demiyorduk, böyle yerlere…
Ders aralarında çay içip, sohbet ettiğimiz bir yerdi.
Bu defa savaş üzerine tartışıyorduk.
Bir yıl önce (15 Mayıs 1975’te) Vietnam Savaşı sona ermişti.
Sonuç netti.
Emperyalizmin başını çektiği güçler, başta ABD olmak üzere
Vietnam kuvvetleri karşısında yenilmişti.
Her iki taraftan 3 milyonu aşkın insanın ölümüne, bir o
kadarının da sakat kalmasına ve kaybolmasına neden olan savaşta “haklı” olan
taraf tartışmasız biçimde Vietnam güçleriydi.
ABD bu “haksız” savaşı 1954’te Fransa’dan devralmıştı ve
haksız taraftaydı.
Fransa, Dien Bien Phu’da boyunun ölçüsünü almıştı.
Fransa’dan 21 yıl sonra savaşı devralan ABD ve müttefikleri de
boyunun ölçüsünü aldı.
****
Benzer bir durum, 1953’te Kore’de de yaşanmıştı.
Ama Vietnam yenilgisi başkaydı…
ABD, kendi kamuoyunun da etkisiyle “Vietnam Sendromu” adı
verilen derin bir kaygıya gömülmüştü.
Ta ki 1990 Ağustos’una kadar…
15 yıl aradan sonra ABD, Okyanus ötesi bir yere askeri müdahalede
bulundu…
Körfez Savaşı yahut I. Irak Savaşı denen bu fiili harekatta,
ABD şahinleri yeniden savaş sahnesinde yerlerini aldı.
Yanlarında her zamanki gibi Birleşmiş Milletler koalisyonu
vardı.
Bu harekat, 2001’deki 11 Eylül Saldırıları bahanesiyle daha
da genişledi.
Irak ve dolayısıyla Ortadoğu, II. Dünya Savaşı sonrası
yeniden askeri işgale sahne oldu. (ABD askerleri Bağdat’a girdi, Nisan 2003;
II. Irak Savaşı.)
Savaş sebebi saydıkları nükleer silahlardan eser yoktu.
Yanılmışız dediler.
Yıktıkları Saddam rejimi yerine kukla bir yönetim kurdular.
İşgalin ardından ABD Irak’ta “görünür” olmaktan vaz geçti, birliklerini
geri çekti.
“Barış”ı tesis etmek üzere yerine BM güçlerini ikame etti.
(Afganistan örneğindeki gibi.)
Özetle söylersek: Savaş bitmedi.
Ortadoğu’da halkların durumu eskisinden de beter hale geldi.
Emperyalizm’in tanımını yapan teorisyenin dediği gibi:
“Finans kapital var olduğu
sürece savaşlar kaçınılmazdır.”
****
Şimdi dünya gündeminde yeni bir savaş söz konusu:
Rusya-Ukrayna Savaşı.
Saldıran taraf Rusya olduğu için çoğunlukla “haksız”
bulunuyor.
Konuya ilişkin fikir beyan etmeyen, kalem oynatmayan
kalmadı. Neyimiz eksik deyip, sorunu ortaya koyduk:
Saldırı altındaki Ukrayna
güçleri “haklı” olan taraf mı?
İşte tam bu noktada…
46 yıl önce yaptığımız tartışmayı hatırladım.
O zamanlar sanki biz oldukça derin, bayağı büyük ve çok daha
teorik düşünüyormuşuz.
İki şekilde görüyorduk savaşları:
Haklı savaşlar.
Haksız savaşlar.
Halkın emeğine ve özgürlüğüne kasteden her savaş haksızdır,
diyorduk.
Haliyle, bunun zıddı gibi durumlarda; hak ve özgürlük için
yapılan savaşları meşru ve haklı buluyorduk.
İşte bu tarihsel bakış açısına göre savaşlar, niteliklerine
göre “gerici” ve “ilerici” olarak değerlendirilmektedir:
“Her savaşta kaçınılmaz bir
biçimde olagelen dehşete, zulme, sefalete ve işkenceye karşın, tarihte ilerici
nitelikte pek çok savaş vardır; bu savaşlar (örneğin mutlakıyet ya da kölelik
gibi) çok kötü ve gerici kurumların yıkılmasına ya da (Türkiye ve Rusya'da
olduğu gibi) Avrupa'da en barbar despotlukların ortadan kalkmasına yardım
ederek, insanlığın gelişmesine hizmet etmişlerdir.” (Viladimir İliç Lenin, Sosyalizm ve
Savaş, Sol Yay., 1980, s.12)
1915 tarihini taşıyan bu metin, I. Dünya Savaşı’nın başlangıcında kaleme alınmıştır. İçerik olarak çağımızın savaş kavramına da açıklık
getirmektedir. Saldırgan kesimi “haksız” bulan bu anlayış “haklı” savaşları şu
şekilde açıklar:
"’Savunma’ savaşı sözü
ile her zaman ‘haklı’ bir savaşı kastetmişizdir. Yalnızca bu anlamda,
‘anayurdun savunulması için’ verilen savaşlara ya da ‘savunma’ savaşlarına,
meşru, ilerici ve haklı savaşlar gözü ile bakmışızdır ve bakmaktayız.” (Age. s. 13)
Ne var ki, “savunma” hali her zaman “haklı” bulunmuyor.
“Ancak 100 kölesi olan bir
köle sahibi, kölelerin daha "adil" bir dağılımı için 200 kölesi olan
bir köle sahibine karşı savaşa girişiyor. Açıktır ki, bu durumda,
"savunma" savaşı ya da "anayurdun savunulması için" savaş
deyimlerinin kullanılması, tarihsel bakımdan yanlış ve uygulamada, halkın, işin
inceliğini aramayan ve bilisiz kimselerin, kurnaz köle sahiplerince aldatılması
olur. İşte bugünkü emperyalist burjuvazi, köleliği sağlamlaştırmak ve güçlendirmek
için köle sahipleri arasındaki savaşı, "ulusal" ideoloji ve
"anayurdun savunulması" gibi sözlerle halka yutturmak istemektedir.” (Age. s. 14)
Sonuçta Avrupa’nın içinde bulunduğu savaşı her açıdan “haksız” buluyor…
“BUGÜNKÜ SAVAŞ EMPERYALİST BİR SAVAŞTIR.” diyor.
****
Bilimsel açıdan bakıldığında her zaman siyah ve beyaz gibi
keskin ayrımların olmadığı, ara tonların da bulunduğu gerçeğini görmek gerekir.
Kendini zorunlu olarak bir savaşın içinde bulan kitleler
nasıl hareket edecek?
(46 yıl önceki sohbette de savaşı bu yönüyle tartıştığımızı
hatırlıyorum.)
Böyle bir durumda kitlenin hareket biçimi; “Mevcut savaşı devrimci bir savaşa
dönüştürmek.” olacaktır der, bu işin teorisyenleri…
Rus-Japon savaşı (1904-1905) veya Çin-Japon savaşı (1937-1938),
bu duruma verilen iki tarihsel örnektir.
Ukrayna’daki savaşı da savaş karşıtları cephesinden bakarak,
bu pencereden değerlendirmek gerekir. Savaşları tamamen ahlak dışı ilan etmek yerine,
hangi koşullarda meşru kabul edilebileceğine de bakmalıyız.
Son tahlilde Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi:
“Ulusun hayatı tehlikeye
girmedikçe, savaş bir cinayettir!”
Ünyekent, 06.05.2022
http://www.unyekent.com/yazi/3123-savas-uzerine.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder