29 Ocak 2025 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi-Pontus Kaya Mezarları

 


Karadeniz Arkeolojisi-Pontus Kaya Mezarları

  

Ünlü Arkeolog Vere Gordon Childeİnsan kendini yaratır!” diyor.[1]

Kendini yaratan insan, bu çabasıyla kendini, doğayı ve toplumu değiştirir, dönüştürür…

Ve nihayetinde geleceği şekillendirir.

Ancak kaçınılmaz son gelip çatar…

Bunca emeğin her birey için karşılığı eninde sonunda ölümdür!  

Ölüm karşısında insan çaresizdir.

Ölünce her şeyin bitmemesi gerektiğini düşünür.

Dini inançları ve kültürel birikimiyle birlikte bir öte dünya anlayışına ulaşır.

Yüz binlerce yıl önce insan bu bilinçle ölülerini gömer ve tekrar dirileceğini öngörür.

Mağara insanı Neanderthallerin bile ölülerini gömdükleri tespit edilmiştir…

Paleolitik Dönem’den bu yana ölenler için yas tutulur, mezarlarına ölü armağanları bırakılır.

Neolitik Çağ’da ölenler ise kutsanır, ata kültü denen bir tabuya dönüşür. Çatalhöyük’te olduğu gibi evlerin tabanlarına gömülür.

Kentsel yerleşimle birlikte nekropol (ölüler şehri) adı verilen toplu gömü alanları ortaya çıkar.

Ölü gömme geleneği ve mezarlar tarihsel gelişim ve toplumsal statüye göre çeşitlilik gösterir.

Basit toprak gömüden, kremasyona (ölülerin yakılması); pişmiş toprak, pithos ve lahite kadar değişik defin işlemlerine ve mezar biçimlerine rastlanır.

Tümülüsler ve kaya mezarları, anıtsal mezarlar olarak karşımıza çıkar. Bu tür mezarlar kral yahut imtiyazlı (önemli) insanların gömüldüğü mekânlardır.

Tümülüsler, toprak yığılarak oluşturulmuş mezar tepeciklerdir. Bu tür mezar geleneğine daha çok Anadolu’da, Trakya, Orta Asya, Rusya ve Meksika'da rastlanır. Orta Asya'da kurgan olarak bilinirler.

Alyettes Tümülüsü Manisa Salihli

Phrygia Kralı Midas’a atfedilen tümülüs Ankara Polatlı

Anadolu’da MÖ. 1200’lerden sonra Phrigyalılara ait tümülüsler olmakla birlikte, tümülüs yapımı daha çok Lydialılar'da önem kazanır. Batı Anadolu’da sadece bir bölgede 100 Lydia tümülüsüne rastlanmıştır. Bunlardan en büyüğü Lydia kralı Alyattes'e aittir ve yapımında 16 tonluk taş bloklar kullanılmıştır.

Ankara-Polatlı topraklarında bulunan ve Phrygia Kralı Midas’a atfedilen Tümülüs ise Anadolu’nun en eski anıt mezarlarından biridir.

 

Kaya Mezarları

 

Kayalara oyulmuş bir veya birden fazla odadan meydana gelen mezar yapılarıdır. Anadolu'da Phrygler ve Urartular ile başlayan bu mezar geleneği Lydia, Hellenistik krallıklar ve Romalılar döneminde yaygınlık kazanmıştır. Anıtmezar niteliğindeki en eski örnekleri, M.Ö. IX. yüzyıl sonlarında Urartuların başkenti Tuşpa’da (Van) bulunur. Demir aletlerle sert kireç kayaçlarının oyulmasıyla oluşturulan bu mezarlar çok odalı tiptedir.

Cepheleri kabartmalarla bezeli ilk kaya mezarları MÖ VI. yüzyılda Persler’de görülür. İtalya'da Güney Etruria'da, San Giuliano da yer alan Geç Arkaik stoalı mezarlar ile Norchia ve Sovana da bulunan tapınak mezarlar Etrüsk Dönemi örnekleridir.

Yunanistan’da ise Attika ve Argos'ta, erken döneme tarihlenen, çoğu dromoslu (ön giriş koridorlu) kaya mezarları bulunmaktadır.

Anadolu'da, cephesi kabartmalarla bezeli mezar yapısı geleneğinin Pers etkisiyle yayıldığı düşünülmektedir. Özellikle MÖ V. ve IV. yüzyılda Phrygia, Lykia ve Lydia bölgeleri başta olmak üzere bölgede pek çok kaya mezarı anıtsal örnekleri mevcuttur.

Anadolu’da yer alan diğer örnekler arasında Paphlagonia'nın Helenistik Dönem kaya mezarlarını sayabiliriz.

 

Kastamonu Taşköprü Kaya Mezarı

Kastamonu Asar Evkaya Kayadibi Kaya Mezarıı

Kastamonu Alasökü Direklikaya Kaya Mezarı

Paphlagonia Kaya Mezarları

 

Paphlagonia kaya mezarları MÖ. 1000’li yıllardan itibaren Anadolu’nun kuzeyinde görülen ve Hellenistik Dönem’de yoğunluk kazanan, genellikle alçak kabartmalarla bezenmiş stoalı örneklerdir. En iyi korunanları Alasökü'de Direklikaya ile Asar'daki Kayadibi kaya mezarlarıdır.[2]

Paphlagonia kaya mezarlarının kökeni, Phrygia mezar geleneğine dayanır. Afyon ve Eskişehir çevresinde rastlanan Phryg (Frig) mezarlarının genellikle masif olan cepheleri aslan betimlemeleriyle bezenmiştir. MÖ V. Yüzyıl’dan Roma dönemine değin çok sayıda kaya mezarının yapıldığı Lykia bölgesinde en erken örnekler ahşap evlerin taklitleri olarak biçimlendirilmiş ve giderek Yunan tapınağı cepheli örnekler olarak yaygınlaşmıştır.

Paphlagonia Bölgesi kaya mezarları mimarisi, Amnias ve Halys vadisi olmak üzere iki ana grupta incelenebilmektedir. Ancak özellikle Hellenistik Dönemle birlikte bu vadiler dönemin büyük güçlerinden olan Bithynia ve Pontus krallıklarının eline geçmiş ve Paphlagonia Kralları daha çok Devrez ve Soğanlı Su Vadisi içeresinde egemenliklerini sürdürmüşlerdir. Dolayısıyla kaya mezarları, daha çok bu vadilere kaymış ve mimaride Amnias ve Halys vadisi geleneğini sürdürmüşlerse de cephe ve planda görülen sadeleşme ve primitif anlatım, bu kaya mezarlarını erken dönem kaya mezarlarından ayırmaktadır.[3]

Telmesos'ta yazıtından Amyntas’a ait olduğu anlaşılan, İn Antis Tapınak[4] görünümündeki mezar (MÖ 4. yüzyıl); Antiphellos'ta modern kentin (Kaş) batı yamacında yer alan ve Pers etkili Helenistik mimari yansıtan mezarlar (MÖ 4. yüzyıl); Limyra'da bir yol boyunca sıralanmış olanlar ile Myra'da pitoresk kompozisyonlar oluşturan etkileyici örnekler ünlüdür.[5]

Karia bölgesinde ise Kaunos kaya mezarlıklarıyla özellik kazanmıştır.[6]

Paphlagonia kaya mezarları, öncelikle anıtsal ön cepheli yapılmış, ana mezar odasına giden açıklık iki ya da daha çok sütunla ahşap bir konuttan etkilendiği kadar bir tapınak etkisiyle oluşturulmuştur. Ön cephede aynı zamanda kırma beşik çatı içinde kalan alınlık kısmı kabartma figürlerle süslenmiş ve buraya dinsel imgeler yerleştirilmiştir. Sütunlu ön cephede bir hol/açıklık oluşturmuş ve buradan da ana mezar odasına geçilmiştir.

Mezar odasında bir ya da daha fazla ölünün yatırıldığı sedir de (kline) aynı kayadan oyularak oluşturulmuştur.


 

Pontus Kaya Mezarları

 

Paphlagonia kaya mezarlarıyla benzerlik gösterir. Mitridat krallığına ait kaya mezarları Sinop’tan başlayarak Amasya, Tokat istikametine doğru yayılım gösterir. Orta Karadeniz’in iç kesiminde yer alan anıtsal kaya mezarlarının sahil kesimindeki istisnai örneği Ünye Kalesi’nde bulunur. Kral mezarı niteliği taşımayan örnekler ise bölgede oldukça yaygındır. Ünye Balavuz, Tozkoparan ve Sırma Kaya Mezarları gibi, Ordu Kurul Kayalıkları’nda ve Karadeniz’in diğer kesimlerinde onlarcası mevcuttur.

1997-2008 yılları arasında Prof. Dr. Mehmet Özsait ve ekibi tarafından Turhal ve Zile ilçelerinde aralıklarla sürdürülen arkeolojik yüzey araştırmalarında çok sayıda kaya mezarı tespit edilmiş ve bölgede bulunan kültür varlıklarına dair önemli bilgilere ulaşılmıştır.

Turhal-Zile örneklerinde kayaya oyulmuş basamaklarla ulaşılan mezarların ön cephesi güneye ya da güneybatıya bakmaktadır. Dolayısı ile mezarlar basamaklar üzerinde yükselen bir platformun üzerindedir. Mezarlara giriş platform zemininden daha yüksekteki dikdörtgen bir kapıyla sağlanmıştır. Giriş kapısının hemen önünde sunak ya da masa benzeri bir mimari elemanın yerleştirilmesi için açılan yuva ve delikler mevcuttur. Mezar odası, kareye yakın dikdörtgen veya dikdörtgen planlı olup, tavan formu sadece bir örnekte düz iken, diğer örneklerin hepsinde tonozludur.[7]

Ölü yatağı uygulaması “kline”,  Zile’deki Koca Kayzer, Kapıkaya ve İğdir Köyü Göz Mevkii 1 Nolu kaya mezarları dışındaki diğer kaya mezarlarının odalarının hepsinde karşımıza çıkar. Dağınık ve tekil örnekler şeklinde karşımıza çıkan kaya mezarlarının odalarındaki ölü yatakları, bir ile üç arasında değişen bir sayıda olup, ana kayanın şekillendirilmesiyle oluşturulmuş ve zeminden yükseltilmiş olarak tasarlanmıştır.[8]

Pontos Bölgesi kaya mezar geleneği denildiğinde ilk akla gelen şüphesiz Amasya Kral Kaya Mezarları’dır. Konuya Mitridat Krallığı’nın ilk yönetim merkezi (başkenti) Amasya’da bulunan kaya mezarlarıyla devam edeceğiz.

 

 

Kaynaklar:

 

Childe, Verde Gordon. Man Make Himself, Watts and Co. London.1936

Dökü, F. Eray, Paphlagonia Bölgesi Kaya Mezarları, Ark. Doktora Tezi, 2008 Antalya

Öğün, Baki vd. (2002), Kaunos. Kbid. 35 Yılın Araştırma Sonuçları (1966-2001), İzmir

Bean, E. George. Eski Çağda Lykia Bölgesi, Arion Yayınevi, İst. 1997

Dönmez, Şevket. Amasya: Yar ile Gezdiğim Dağlar, Yapı Kredi Yayınları, İst. 2014.

Özsait, Mehmet. 1999. “1997 Yılı Tokat ve Çevresi Yüzey Araştırması”, 16. Araştırma Sonuçları Toplantısı-2, Ankara: 89-107.

Özsait, Mehmet. Özsait, Nesrin, 2010; “2008 Yılı Tokat ve Amasya İlleri Yüzey Araştırmaları”, 27. Araştırma Sonuçları Toplantısı-2, Ankara: 195-222.

Tekin, Metin. 2020 Pontos Bölgesi’nin İç Kesimindeki Kaya Mezar Geleneği Üzerine Bir Değerlendirme, TÜBA-AR 26, İst. 2020

 

29.01.2025, Ünye Kent

Dip Notlar:

[1] Man Make Himself, Verde Gordon Childe, Watts, London.1936

[2] Paphlagonia Bölgesi, Batı Karadeniz ve Orta Karadeniz’in bir bölümünü kapsar. Günümüzde Kastamonu, Sinop, Bartın, Çankırı ve Karabük bu bölgede yer alırken; Çorum, Bolu, Zonguldak ve Samsun illerinin bir bölümü de bu bölgenin içinde kalmaktadır.

[3] Dökü, 2008, s. 16

[4] In Antis: Önde kutsal oda (cella) bulunan tapınak tipleridir. İki sütunlu ve alınlıklı tapınaklardır.   

[5] Bean, 1997, s. 11

[6] Öğün, 2002, s. 3

[7] Dönmez, 2014, s. 21-27.

[8] Tekin, 2020, s. 145

22 Ocak 2025 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi-Pontus Sikkeleri

 


Karadeniz Arkeolojisi-Pontus Sikkeleri

  

Antik Dönem uygarlıklarını tanımak için en önemli buluntulardan biri sikke adı verilen değişim araçlarıdır. Madeni para anlamına gelen sikkeler, yazılı belgeler ve diğer arkeolojik bulgularla birlikte incelenir ve değerlendirilirse, geçmişte yaşanan tarihi olaylar hakkında oldukça net bilgilere ulaşılır.

Kazılarda ele geçirilen sikkelerin üzerindeki şekil ve yazılar sayesinde, kimin hangi tarihte egemen olduğu anlaşılabilmekte, enkaz halindeki bazı tapınakların mimari yapısı çözümlenerek yeniden ayağa kaldırılabilmektedir. Sikkeler,  üstlendiği misyondan dolayı Nümismatik adında bir bilim dalı haline gelmiştir. Nümismatik sözcüğü, para anlamına gelen Latince nümisma sözcüğünden gelmektedir. Para, madalya ve jetonların betimlenmesi ve tarihiyle uğraşan bilimdir. İlk antik para koleksiyonları, Rönesans döneminde, Roma ve Yunan tarihindeki ünlü kişilerin portrelerini araştıran hümanistler tarafından oluşturuldu.

Sikke, devletin resmi damgasıyla garantilenmiş, kullanımı kolay madeni bir alım aracıdır. MÖ. 7. yüzyılda Anadolu'da Lidyalılar tarafından icat edilmiştir. Altın ve gümüş karışımından meydana gelen elektrondan yapılmıştır. Bu doğal elektronu ilk kez altın ve gümüşe ayırarak sikke bastıran Lidya kralı Kroisos’tur (MÖ. 585-546).

Zorlu iklim koşulları nedeniyle Karadeniz’de tarihi kalıntılar oldukça azdır. Madeni yapısı nedeniyle sikkeler bu koşullara rağmen günümüze ulaşmayı başaran ender materyallerdendir.  Kaya mezarları gibi bölge arkeolojisi bakımından sikkeler özel öneme sahiptir ve Karadeniz’deki Mitridat-Pontus krallığının varlığını belgeleyen en önemli buluntular arasındadır.  

 


Antik Çağ Para Ekonomisi

 

Klasik iktisadın kuramcılarından J. Maynard Keynes: “Alışverişte sadece uygun bir mübadele aracı olarak kullanılan bir şeyin para olmaya yaklaşması, genel satın alma gücünü temsil edebilmesine dayanır.”[1] der.

Tarihte ilk kez MÖ. 650’de Anadolu’da icat edilen paranın yaygınlaşması ve tüm Anadolu’da kullanıma sokulması MÖ. 5. Yy.’da Persler ve MÖ. 4. Yy.’da B. İskender’le başlayan Hellenistik Dönem’de gerçekleşti.

Bilinen en eski electrum paralar, MÖ. 640’a tarihlendirilen ve Efes'teki Artemis Tapınağı altında bulunan Lydia sikkeleridir. Sikkenin Lydialılar tarafından icat edilmesinden sonra, sikke basımı önce lonia’ya ve giderek Anadolu’nun tüm batı kıyılarına ve oradan da Yunanistan’a geçmiş, İtalya’nın güneyindeki ve Sicilya’daki Yunan koloni kentlerine kadar yayılmıştır.[2]

İlk sikkeler günlük alışverişten veya ticaretten ziyade askerlerin maaşlarının ödenmesi için basılmıştır. Böylece Anadolu’dan basılan ilk para 2600 yıldır aralıksız bu topraklarda basılmaya devam etmiştir.

Sikkenin neden icat edilmiş olduğu sorusuna yanıt vermek hem kolay hem de zordur. Bir görüşe göre sikke, savaş giderleri (askerlerin ücreti, silah yapımı vb.) veya kamu çalışanlarının ücretlerinin ödenmesi, kamu harcamaları(yol, köprü ve bina yapımı vb.) ve vergi toplanması gibi zorunlulukların ortaya çıkardığı bir ödeme aracı idi. Bir başka görüşe göre ise, sikkenin icadının en basit nedeni, günlük ihtiyaçlar için yapılan ödemelerde standart bir ödeme aracına gereksinim duyulması idi.[3]

Sikkenin icadı her ne kadar Lydia Krallığı’na mal edilse de, ona kimlik ve kullanım alışkanlığı kazandıran; başka bir deyişle, model oluşturan Batı Anadolu’daki Ionia bölgesi kentleri olmuştur. Bu kentler ise Yunanistan’dan gelenlerce kolonize edilmişler ve bu yüzden de Yunan kültürünün etkisi altında gelişmişlerdi. Kısa süre içinde sikke basımı, Yunanistan’a, Ege ve Akdeniz’in geniş bir kesimine yayıldı. Bu nedenle Arkaik, Klasik ve Hellenistik çağlarda, Cebelitarık Boğazı’ndan kuzeybatı Hindistan’a kadar Akdeniz dünyasının çeşitli bölgelerinde basılan sikkeler ‘Yunan sikkeleri’ adı altında ele alınırlar.

M.Ö. 546 yılında Lydia Krallığı’na son veren Persler, bir süre Lydia Krallığı’nın sikkelerini basmaya ve kullanmaya devam etmişlerdir. Daha sonra üzerinde Pers kralının betiminin yer aldığı kendi altın (dareikos) ve gümüş (siglos) sikkelerini basmışlardır.

Karadeniz’de ilk Sikke, Sinop’ta muhtemelen Atinalı devlet adamı Perikles zamanında kullanılmaya başlandı. Klasik Çağ'da Atina döneminin (MÖ. 454-404) önemli olaylarından biri de Atina’nın önde gelen devlet adamlarından General Perikles'in Karadeniz Seferidir. Perikles (MÖ. 495-429) Atina demokrasisi ve emperyalizmi arkasındaki itici gücü ve ruhu sağlayan devlet adamı ve askerdir. MÖ. 443 den ölümüne kadar her yıl Atina strategosu (generali) seçilmiştir. MÖ. 440’ta Perslerle Kallias Barışı yaparak ekonomiyi düzene sokmuş ve MÖ. 436’da Karadeniz’e sefer düzenleyerek kolonileri yeniden canlandırmaya çalışmıştır.[4]


Karadeniz’de Pers etkisi, yönetim ve ticari alanda fazla etkili olmadı. Helenistik Dönemde ticari ilişkiler yeniden düzenlendi ve konuda Mitridatların Pontus krallığı etkili oldu. 

 

Pontus “Mitridat” Sikkeleri

 

Pontus sikkeleri muhtemelen Pontuslu II. Mithridates'in saltanatı sırasında başladı. Erken Pontus sikkelerinde Büyük İskender'in portreleriyle sikkeleri taklit edildi. Daha sonraki sikkelerde Pers atalarıyla gurur duyan Pontus krallarının portreleri görüldü. Helenistik gelenekten bir süre uzaklaşılsa da V. Mithridates ve oğlu VI. Mithridates sikkelerinde yeniden Büyük İskender modeline dönüldü.

Sikke basımının gerçekleştiği darphaneler, çoğunlukla eski Grek kolonileriydi. Bu darphanelerde para basımı için yeni malzemeler denendi.[5]

III. Mithridates, saltanatının sonuna kadar önemli miktarda gümüş sikke basmıştı. Ayrıca kendi portresinin bulunduğu sikkeye sahip olan ilk Pontus hükümdarıydı.

VI. Mithridates döneminde darphanelerde saf bakır ve pirinç kullanıldı. Onun döneminde pirinçten yapılmış sikkeler, en eski pirinç paralardı ve basılan para sayısında büyük bir artış kaydedildi.

Kraliyet ve şehir sikkeleri arasında bir ayrım vardı. Kraliyet sikkeleri altın ve gümüş üzerine basılırdı. Ayrıca üzerlerinde kralın resmi ve adı bulunurdu. Şehirler tarafından basılan sikkeler bronzdan yapılırdı ve sikkenin arka yüzünde şehrin adı bulunurdu.

Pontus Sikkeleri Ordu Kurul'da ele geçen 8 tip sikke


Başkent dışındaki şehirler tarafından basılan sikkeler, I. Pharnakes döneminde özerkliklerini kaybettikleri için bir süre durduruldu. VI. Mithridates, şehirlerin kendi sikkelerine sahip olma ayrıcalığını geri getirdi, ancak yerel sikkelerin standart hale getirdi ve kontrolü elinde tuttu.

VI. Mithridates döneminde Ege kıyılarına kadar sınırlar genişledi. Smyrna (İzmir) ve diğer batı kentlerinde de sikke basılmaya başlandı. Hatta kısa bir süre de olsa Ege’nin karşı kıyılarına geçilip Atina ele geçirildi. Pontus sikkeleri Doğu Akdeniz bölgesinde geniş bir kabul görmeyi başardı.

VI. Mitridates Eupator bu mücadelesinde, nasıl ki İskender o zaman Grek halklarını birleştirmek için basmış olduğu sikkeler üzerinde Zeus ve Herakles tipini kullanmışsa, VI. Mithridates Eupator da tıpkı İskender gibi aynı politikayı izleyerek Grek kentlerini birleştirici, onların ulusal duygularını okşayıcı tipler kullanmıştır. Zeus, Nike, Perseus, Pegasus, Ares başı, Dionysos başı bunlardan bazılarıdır. Hatta VI. Mitridates Eupator'un Roma'ya başkaldırması ve tıpkı da ha önce İskender'in yaptığı gibi bu halkların kurtartıcısı olarak ön plana çıkması, kralın Grekler tarafından "Hellensever" (=PhilheIlenos) olarak isimlendirilmesine neden olmuştur. VI. Mithridates Eupator'un bu sikkeleri, Hellenistik dönemde de bölgede Grek etkisinin varlığını ortaya koymaktadır.[6]

Pontus sikkesi portrelerinde önce arka yüzde tahtta oturan ve elinde asa tutan Zeus betimi görülürdü. Bazı sikkelerin arka yüzünde ise otlayan geyik veya kanatlı at (Pegasus) betimi vardı. Ancak Pontus Krallığı’nın arması olan hilal ve yıldız motifi belirleyici simgeydi.


 

Pontus Sikkelerinde Ay-Yıldız

 

Sinop sikke lejantlarında kullanılan hilal formu, çoğunlukla Pontus sikkelerinde bulunmaktadır.[7] Hilal ve yıldız figürü aynı zamanda Sümer ikonografisinin de en çok kullanılan sembollerden biridir. Antik Çağ kullanımlarında ise hilal, Ay Tanrıçası Ceres’i temsil etmektedir. Yıldız ise İştar veya Antik Yunan Tanrıçası Afrodit’i, Roma mitolojisinde ise Venüs'ü sembolize etmektedir. Aynı zamanda bu iki sembolle beraber Güneş diski olan Şamaş (Antik Yunan’da Helios) kullanılmaktadır. Birçok akademik çalışmada Sümer toplumu içerisinde "Hilal ve Yıldız" üçlü sembolün bir parçası olarak tanımlanır. Bu da Sin'in Ay'ı, İştar'ın Yıldız’ı ve Şamaş'ın Güneş'idir.


 

Pontus Darphaneleri

 

Amisos, Pharnacia, Trapezus ve Sinope şehirlerinde darphaneler vardı. VI. Mithridates zamanında sikke basan şehirlerin sayısı önemli ölçüde arttı. Bunlardan bazıları Amaseia, Abonutheichos, Cabeira, Chabakta, Comana, Gaziura, Laodikeia ve Taulara idi. Bu şehirlerden sadece Gaziura (Tarsus) önceki dönemde de sikke basmıştı.



Bölgemizde ele geçirilen ve üzerinde Chabakta yazan sikkelerin Ünye-Fatsa arasında darp edildiği zannedilmektedir. Henüz darp yeri tespit edilemeyen Chabakta sikkelerinin, Mithrapolis yahut Ünye Kalesi’nde mi, Akkuş-Erbaa sınırındaki Kekir Kalesi’nde mi darp edildiği bilinmemektedir.

 

Kaynaklar:

Keynes, John Maynard - Para Üzerine Bir İnceleme, İş Bank. Yay. VIII. Basım, İst. 2023  

Tekin, Oğuz - Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yay. İst. 2018,

Tekin, Oğuz. Eski Çağda Para, Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yay. İst. 1998

Demir, Necati - Perikles'in Karadeniz Seferi Üzerine Yeni Bir Yorum, Belleten 45, Ank. 2001

Erciyas, D. Burcu-Studies In The Archaeology Of Hellenistic Pontus, Cincinnati Üniv. 2001

Keleş, Vedat. 2008, VI. Mithridates'in Anadolu Siyaseti" Sosyal Bil. Der. c.8, no.40. 69-78.

Varilci, A.D. Kurul Kalesi Buluntuları III [Sikkeler], Canik Dergisi, Eylül 2020,

 

Dip not:

[1] Keynes. 2023, s. 3

[2] Tekin. 2018, s. 84

[3] Tekin, 1998, s. 6

[4] Demir. 2001, s. 529

[5] Erciyas, 2001, s.157

[6] Keleş, 2008. S. 71

[7] Nümizmatikte sikke üzerinde yer alan harfler ve yazılara lejant denir. Lejantlar sikkelerin hangi imparator tarafından ve hangi yılda darp edildiğini göstermektedir.


15 Ocak 2025 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi - Pontus Sorunu IV

 


Karadeniz Arkeolojisi - Pontus Sorunu IV

 

Mübadele ve Terk Edilen Hayatlar

 

Ünye Yalı Mevkii’nden Meçhul Asker Ortaokuluna kestirmeden çıkmak isterseniz, Karanfil Sokağı tercih edersiniz. Diğerlerinden dik ama kısadır. Yokuşun sonuna doğru sizi üç katlı, terk edilmiş eski bir ev karşılar. Ayakta zor duran bu yapının sağ cephesi oldukça hasarlıdır. Önde, giriş kapısı yakınında günümüz rakamlarıyla “1901” tarihi göze çarpıyor.  

Belli ki, Ünye’de orijinal haliyle günümüze ulaşmayı başarabilen ender yapılardan biri; eski bir Rum evi

Yokuşu tırmanırken, soluklanmak için tam bu noktada “zorunlu” bir mola verir, durup düşünürüm…

Evi bin bir emek ve hevesle yaptıran Rum vatandaş, yirmi yıl sonra bu memleketi terk edeceğini hiç düşünmüş müydü?

Empatisini kurmak bile zor…

1923 Temmuz’unda imzalanan Lozan Antlaşması gereği evinden, yurdundan edilen bu insanlar, Hellenistik uygarlığın ülkemizdeki son temsilcisiydiler. Konuştukları Romeika dilinden dolayı kendilerine Rum deniyordu ve ağırlıkla Yunan kabul ediliyorlardı. Aslında eski Roma tebaası oldukları için Rum olarak adlandırılıyorlardı. Anadolu Türkler tarafından fethedilmeden önce, Doğu Roma yahut Bizans toprağıydı. Selçuklu ve Osmanlı döneminde fethedilen bu topraklar Diyar-ı Rum olarak anıldı.[1]

Anadolu insanı, Hattilerden Hititlere, Friglerden Kimmerlere yüzlerce kavmin ortak mirasıydı…

Anadolu toprağı, üzerinde yaşayan insanlar için iskân, göç ve sürgün demekti.  

Göçün öteki yüzü, Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme dönemi ile birlikte toprak kaybetmesiyle başladı. Kaybedilen topraklardaki halkın çareyi Anavatan'a sığınmakta bulması, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren göç dalgası olarak devam etti 1. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle kontrol edilemez bir hal aldı.

Göç dalgası daha çok Yunanistan'la Türkiye arasında yaşandı; 30 Ocak 1923'de "Türk ve Rum Nüfus Mübadelesi” başladı ve 1930’a kadar sürdü. Acılar sadece mübadele öncesi ve mübadele sırasında yaşanmadı. Mübadiller gittikleri yerde de “yabancı” muamelesi gördü.[2]

 

Göç ve İskân

 

MÖ. 334’te Makedonyalı İskender, Çanakkale Boğazını geçip kısa bir sürede Anadolu’da ve Yakındoğu’daki eski devletleri ortadan kaldırdıktan sonra Yunan dili konuşan, fakat bütün Asya toplumlarının geçmiş uygarlık verilerini kapsayan sentetik bir kültür geliştirdi. Anadolu'da ortalama olarak İ.Ö. 300 - İ.Ö. 30 yılları arasında tarihlenen bu kültür çağına Hellenistik Çağ adı verilmektedir. Batı Anadolu'da bu çağın en büyük politik örgütü Bergama Krallığı (İ.Ö. 262 - 133), Doğu Anadolu'da ise Selevkoslar Devletidir (İ.Ö. 312 - 65). Bitinya, Pontus, Kapadokya ve Doğu Anadolu'da Ermenistan Krallıkları bu yüzyıllarda Anadolu'ya hâkim olan diğer politik kuruluşlardır.[3]

Pontus konusunda ise ayrıntılı bilgi bir yana, bir birleriyle çelişen bir takım yüzeysel bilgilerle karşı karşıyayız. Aslında coğrafi bir terim olan ve kadim Anadolu halklarının dilinde “deniz” anlamına gelen bu terim, koloni döneminde Grekler tarafından kullanılmaya başlandı. Greklere mal edilen “Pontos” terimi bin küsur yıl sonra etnik-siyasi bir kimliğe büründü. 11. Yüzyıl’da Komnenos hanedanının Trabzon’da kurduğu Rum krallığını Pontus’un devamı olduğunu savunanlara karşılık, Karadeniz’in Pontus olmadığını savunanlar arasında kıyasıya bir çatışma baş gösterdi.

Aslında bu savın kökeni, Kurtuluş Savaşı sırasında kışkırtılan Rum çetelerine ideolojik bir materyal bulma çabasıydı. Karşılığında Pontus sözcüğüne neredeyse düşman bir kesim ortaya çıktı. “Karadeniz neden Pontus değildir?” biçiminde, günümüzde de sürüp giden bir tartışmaya dönüştü.[4]

1202-1204 yılları arasında IV. Haçlı Seferi sırasında Konstantinopolis, Latinler tarafından ele geçirildi ve yağmalandı. Kaçarak canını zor kurtaran Konstantin’in eski yöneticilerinden Komnenos Hanedanı, Trabzon’da “Rum İmparatorluğu” adıyla bir krallık kurdu. 1461 yılında Fatih tarafından yıkılan bu krallık, yaklaşık 250 yıl ayakta kalabildi. Bu krallığın, kendilerinden 1.200 yıl önce kurulan Mitridat krallığıyla coğrafi bölge dışında aralarında hiçbir ortak yan bulunmamaktadır.

Pers kökenli Mithradates Krallığı, dönemin diğer Anadolu ve Ön Asya krallıkları gibi Hellenistik bir krallıktı. Egemenlik sürecinde Megrelli, Lazki ve Ermenilerle akrabalıkları olmuştu. Kendilerinden 1.200 yıl sonra bölgeye gelen Komnenos hanedanlarıyla soy-sop ilişkisi dâhil, etnik yahut kültürel bir bağları yoktu.[5]    

 

Mübadele Mazlumları

 

Feyza Hepçilingirler, Zesto Psomi (Sıcak Ekmek) adlı romanında bütün yakıcılığıyla mübadeleyi yazıyor. Kaderi bir gecede değişen yüz binlerce insan, kurulu sofrasında bir lokma yiyemeden yola koyuldu, kimisi "yeni" vatanına gidiş yolunda canını verdi, kimisi sağ salim vardığı yeni topraklarda "memleket" özlemiyle yaşadı. Aradan yüz yıl geçti, Yunanistan'dan Türkiye'ye gelenler, Türkiye'den Yunanistan'a gidenler acılarını ve hikâyelerini daima akıllarında tuttular.[6]



2000’li yılların başındaydık. Bearshare adında bir müzik paylaşım sitesinde Yunanistan’dan birinin Türkçe şarkı paylaştığını gördüm. Paylaştığı sayfada İstanbul-Beyoğlu 6-7 Eylül Olayları (1955), Navarin Baskını (1827) ve minaresi görünmeyen Ayasofya Camisi gibi fotoğraflar vardı…

Site’de üyeler arası iletişim kurabiliyordu, engin İngilizcemi kullanarak sordum:

“Neden burada bu fotoğrafları tercih ediyorsun?”

Sonra ekledim: “Ülkende 1974 Albaylar Cuntası gibi yakın dönem olaylar varken, neden 6-7 Eylül Olayları, neden Navarin fotoğrafları paylaşıyorsun? Üstelik Türk şarkılarını dinliyorsun, İbrahim Tatlıses vb.” diye yazdım.

Bana Türkçe bildiğini yazdı. Daha çok şaşırdım. Ailesi Türkiye’den göçmüş, muhtemelen Mübadil.[7]

“Bir gün bir araya gelirsek, oturur geçmişte yaşanan acıları konuşuruz!” demiştim.

“Ne yapacan, beni mi bombalacan!” diye yazmıştı.

İletişimimiz başlamadan bitti.


Konuyu güncel kaynaklardan biraz araştırdım…

Anladım ki suyun karşı yakasında komşum, ulusal varlığını bize olan düşmanlığa endekslemiş.

İstanbul’a hala Konstantin gözüyle bakıyor.

2015’te Çipras’ın seçilmesi, belki durumu bir parça iyileştirir diye düşünmüştüm ama karşı yakada değişen bir şey yok!   

 

Harut Usta

 

Ordulu Bakırcı Mıgırdıç Usta'nın oğlu Harutyun Artun'la on üç yıl önce tanışmıştık. Tehcir yıllarını bizzat yaşamamıştı ama yaşayanlardan bire bir dinlemişti. Her iki tarafın da derin acılar yaşadığını söyledi, bize…

Harut Usta, o dönem acılarının hakkaniyetli bir örneğiydi.   

Rum çete isyanlarının başladığı dönemde Tehcir Kanunu çıkarıldı. Ermenilerin zorunlu göçü ile ilgili Tehcir Kanunu olarak bilinen kanun, Dâhiliye Nazırı Talât Bey'in girişimleriyle 27 Mayıs 1915 tarihinde hazırlanmış ve 1 Haziranda Meclis-i Vükelâ'ca karara bağlanıp uygulamaya konulmuştu.

17 Kasım 1914'te yirmi üç parçalık Rus donanmasının Trabzon’u bombardımanı, olayların başlatan en önemli etkendir. 1915 ve 1916’da Van ve Erzurum’un Ruslar tarafından işgali, Rum ve Ermeni tebaanın bir kısmının harekete geçmesine neden oldu.

Her iki kesim de kışkırtılıyor, silahlandırılıyordu.

Kurtuluş Savaşı başladığında olaylar iyice tırmandı.

Yakın çevremizde meydana gelen fiili hadiselerden birkaçını sıralayacak olursak; 5 Şubat 1921’de Ünye Jandarma Komutanı Yüzbaşı Rüstem’in şehit edilmesi,[8] 8 Ağustos 1921'de Çarşamba Kaymakamı Abdullah Bey’in şehit edilmesi ve bu hadiselerin yanında altmış kadar köyün yakılması, binlerce insanın katledilmesi sayılabilir.[9]

 

Sonuç

 

Konu çok yönlü ve geniş… Amacımız tarihi bir yaraya neşter vurmak değil, sadece bu konu üzerinden Türk-Rum (Yunan) düşmanlığı yapanlara küçük bir uyarıda bulunmaktır. Kendi müesses nizamlarını sürdürmek üzere piyasaya çıkanlara; “Bırakın bu afaki söylemleri!” diyoruz… Yaşanan gerçekliğe odaklanın.

 

 

Kaynaklar:

 

İnalcık, Halil. Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600). İst. Yapı Kredi Yay. 2008

Aghatabay, Cahide Zengin. Mübadelenin Mazlum Misafirleri: Mübadele ve Kamuoyu 1923 – 1930, Bengi Kitap Yay. İst. 2009

Kuban, Doğan. Türkiye Sanatı Tarihi, Gerçek Yay. İst. 1970

Hepçilingirler, Feyza. Zesto Psomi (Sıcak Ekmek), Kırmızı Kedi Yay. İst. 2023

Karaarslan, S. Vedat. Karadeniz neden Pontus değildir? Hitabevi Yay.  Ank. 2021

Taş, Fahri. Milli Mücadele Döneminde Rum Ayaklanması, 

 

15.01.2025, Ünye Kent

Dipnot:

[1] İnalcık, 2008; s. 40: Fatih Sultan Mehmet, "Roma İmparatoru" anlamına gelen Kayser-i Rûm (قیصر روم) olarak anıldı. İstanbul'un Fethi'nden sonra Doğu Roma İmparatorluğu'nun bütün eski topraklarının yasal hükümdarı olduğunu ileri sürdü.

[2] Aghatabay, 2009; s. 199

[3] Doğan. 1970, S. 32

[4] Karaarslan,  2001, S. 13

[5] Karadeniz’de Roma egemenliği; Doğu Roma (Bizans) dönemi ve bu dönemde yaşanan tarihsel süreç bir sonraki bölümde ele alınacaktır.     

[6] Hepçilingirler, 2023; s. 10

[7] Göçün en çok yaşandığı ülke olan Yunanistan'la Türkiye arasında 30 Ocak 1923'de "Türk ve Rum Nüfus Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol" imzalandı. Sorun, bir bakıma çözümlenmiş ve bir formüle bağlanmış gibi görünüyordu ama çözümlenmediği belliydi.

[8] ATAŞE, KIs. 760, Dosya. 34-29, F. 83

[9] Taş, 2009; s. 97-98