16 Şubat 2022 Çarşamba

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türk Eğitim Sistemi


Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türk Eğitim Sistemi

 

 

Cumhuriyet döneminin ilk uygulamalarından biriydi; 3 Mart 1924 tarihli, 431 sayılı yasayla Hilafet, 429 sayılı yasayla da Şer’iye ve Evkaf Nezareti ortadan kaldırıldı. Aynı gün 430 sayılı yasayla, eğitimde Öğretim Birliği (tevhid-i tedrisat) ilkesi kabul edildi.

Bu ne anlama geliyordu:

Hilafeti ve Şer’iye Nezareti’ni de kapsayan üçlü uygulama nedensiz değildi.

Eğitim, o güne değin din ağırlıklı olduğu için, Hilafet Makamı’nın ilgi alanına giriyordu. Medreseler Şer’iye ve Evkaf Nezareti’ne bağlıydı. Bu kurumlar varlığını sürdürdükçe, eğitimde birliği sağlamak olanaklı değildi.

Bu durum, yasa önerisinde şöyle dile getirilmişti: 

“Bir devletin genel eğitim siyasetinde, ulusun duygu ve düşünce bakımından birliğini sağlamak gereklidir. Bu, gereklilik öğretim birliği ile sağlanabilir. İki başlı bir eğitim düzeninde, iki tip insan yetişir. Öneri kabul edildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti içindeki tüm eğitim kurumlarının tek kurumu Maarif Vekâleti olacak ve burada ulusal birliği sağlayan gençler yetiştirilecektir”

[Bkz. Metin Aydoğan, Eğitimin Birliği (Tevhid-i Tedrisat) 4 Mart 2018 tarihli blok yazısı.]

 

Osmanlı’da Eğitim

 

Son dönem Osmanlı eğitim sistemi, her alanda olduğu gibi bu konuda da dehşetli bir gerilik içine girmişti. Bir zamanlar iyi işleyen eğitim düzeni bozulmuş, ekonomik çöküntüyle birlikte bilim dışı bir eğitim anlayışı hâkim kılınmıştı. Bir önceki çağın ileri bilim merkezi durumundaki medreseler, çeşitli tarikatların elinde çağdışı kurumlara dönüştü. Müspet bilimlerin öğretildiği medreselerde felsefe, matematik, kimya, tıp ve astronomi dersleri yerine, 17. ve 18. Yüzyıllarda bazı tarikatların inançları doğrultusunda Arapça metinlerin okutulduğu, sadece mantık, hadis ve tefsir eğitimlerinin verildiği yerler haline getirildi.

Başlangıçta bu okulda verilen dersler, Arapça sarf ve nahiv, Edebiyat ( mania, beyan, bedi), Mantık, Muhasebe, âdabı ve tedrsi usulü, münakaşalı akaid ( kelam ilmi) yanında, riyazat ( hendese ve heyet) dir. Son dönemde hendese (mühendislik) ve heyet (sosyal bilimler)terk edilmiştir. Mahalle mekteplerinde okunan dersler 19. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar okulun şehirde, kasabada, köylerde oluşuna göre değiştiği gibi vakfiye şartlarına, dönemlere, hocalara göre de farklılıklar göstermektedir.

Bu mekteplerde öğretim; hoca ve öğrencilerin gün doğarken okula gelmesi ile başlar, yemek zamanına kadar hiç durmadan devam eder. Öğrencilerden bir kısmı yemeklerini evlerinde yer ve okula dönerler, bir kısmı da evden getirdikleri yemeklerini okulda yerler.

Hoca çıkınca kalfa denilen büyük öğrenci ile gün batıncaya kadar derslere devam edilir. Bu okullarda hiç teneffüs yapılmaz öğretim yatsı namazına kadar devam eder. Teneffüs için verilen aralarda peygamber için kasideler okunurdu.

17. yüzyılda Osmanlı eğitimi bu şekildeyken, Avrupa’da Gueriche ilk jeneratörü, Thomas Savery ilk buharlı makineyi, Pascal ilk hesap makinesini, Newton yerçekimi yasasını bulmuştur.

Osmanlı’da ise Teknik buluşlar, düşünce akımları (felsefe) ve tarih dersleri adeta yasaklanmıştı. Tarih çalışmaları “uzak durulması gereken bir baş belası, huzur kaçıran bir kâbustu”  ve yalnızca Padişah’ın onay verdiği konuları kapsıyordu. Türk tarihi diye bir dersin adı bile yoktu. [Bkz. “Kırk Yıl” Halit Ziya Uşaklıgil, 4.Baskı, sf. 171]

18. yüzyılda Avrupa’da Newton, ”Optik” adlı kitabını yayımladı. Volta, ilk elektrik bataryasını yaptı. J.Watt, uzun süreli çalışan buharlı makineyi yaptı; Montgolfier kardeşler ilk uçan balon yolculuğunu gerçekleştirdiler. Trevithick, ray üzerinde giden ilk treni (1804) yaptı...

Osmanlı’da ise, 17. yüzyılda kanat takarak uçmayı başardığı rivayet edilen Hezarfen Ahmed Çelebi ve barut macunundan hazırlanmış fişekler vasıtasıyla uçtuğu rivayet edilen Lâgari Hasan Çelebi bulunmaktadır. 1632 yılında lodoslu bir havada Galata Kulesi'nden kuşkanatlarına benzer bir araç takıp kendini boşluğa bırakan ve uçarak İstanbul Boğazı'nı geçen ve 3.358 m. ötede Üsküdar'da Doğancılar'a indiği varsayılan Hezarfen Ahmed Çelebi’nin bu uçuşu hakkındaki belgeler şimdiye kadar sadece Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sindeki ifadesinden ibarettir. Evliya Çelebi eserinde şunları yazar: "İptida, Okmeydanı’nın minberi üzere, rüzgâr şiddetinden kartal kanatları ile sekiz, dokuz kere havada pervaz ederek talim etmiştir. Badehu Sultan Murad Han Sarayburnu'nda Sinan Paşa Köşkü'nden temaşa ederken, Galata Kulesi'nin taa zirve-i belâsından lodos rüzgârı ile uçarak, Üsküdar'da Doğancılar meydanına inmiştir.Bu olay Osmanlı Devleti'nde ve Avrupa'da büyük yankı buldu ve dönemin padişahı IV. Murat tarafından da beğenildi. Sonra Murad Han, kendisine bir kese altın ihsan ederek: "Bu adam pek havf edilecek (korkulacak) bir ademdir. Her ne murad ederse, elinden geliyor. Böyle kimselerin bekası caiz değil, " diye Gâzir'e (Cezayir) nefyeylemiştir (sürmüştür). Orada merhum oldu." Lâgari Hasan Çelebi’nin de akıbeti benzer bir biçimde olur. [“Kanat takıp uçma” eyleminin mucitlerinden biri de Leonardo Da Vinci’dir. Kendisinden önce bu işi yapan İsmail Cevheri’den esinlendiği söylenir. Hezarfen Ahmet Çelebi’nin takma kanatlarla uçmayı başaran Berberi fizikçi Abbas Kasım İbn Firnas'tan sonra ikinci insan olduğu ileri sürülse de,  aerodinamik bilimi açısından da böyle bir uçuşun gerçekleşemeyeceği düşünülmektedir. Bu düşüncenin ilk çıkış noktası Grek Mitolojisindeki İkarus’tur. İkarus’tan bu yana kanat takarak uçmayı başaran bir insan evladı mevcut değildir.]

Bu yüzyıllarda Avrupalı stetoskobu (kalp ve akciğer dinleme cihazı,1816) buldu. Ampère, elektrik akımını ölçen ampermetreyi yaptı. Faraday, elektromanyetik kuramları geliştirdi.

Osmanlı’da siyasi ve toplumsal konular işlenmiyor, Arapça ve Farsça’dan başka yabancı dil öğretilmiyordu. Yabancı dil öğrenmek günah sayıldığı için, devletin dış ilişkileri Fener Rumlarının ya da Ermenilerin çevirmenliğine bırakılmıştı. [“Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Matbaası, İstanbul-1980, sf.23]

Kızlar okutulmuyordu. Yüzde 10 civarında olan okuma yazma bilenlerin neredeyse tamamı erkekti. Meşrutiyetten sonra açılan birkaç kız mektebinde, edebiyat hocaları harem ağalarından oluşuyordu. Resim ve heykel yasaktı. Üniversite’de, kütüphane denilen yerler, bakımsız ve tozlu depo gibiydi. [“Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” Paul Gentizon, Bilgi Kit., 2. Bas., Ankara-1994, sf.140] [Akt. Metin Aydoğan, Agy.]

 

Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Eğitim Kurumları

 

1923 yılında, tüm eğitim kademelerindeki öğrenci sayısı, nüfusun ancak yüzde 3’ünü  oluşturuyordu. Okur yazar oranı uzun süren seferberlikler ve Kurtuluş Savaşı kayıpları nedeniyle ancak yüzde 6 civarındaydı. [“Bozkırdan Doğan Uygarlık-Köy Enstitüleri” Yalçın Kaya, 1.Cilt, Tiglat Mat.A.Ş., İst.-2001, sf.59]

Darülfünun’da okuyan toplam öğrenci sayısı 2088’di, bunların ancak yüzde 8’i, yani 185’i kız öğrenciydi. Tüm ülkede; 1011’i erkek 230’u kız, 1241 lise öğrencisi; 5362’si erkek 543’ü kız, 5905 ortaokul öğrencisi; 1743’ü erkek 783’ü kız, 2526 öğretmen okulu öğrencisi vardı. İlkokulda okuyan öğrenci sayısı, 273107’si erkek 62954’ü kız, yalnızca 336 061’di. [“Tarih-IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas., İstanbul-2001, sf.250]

1924’e gelindiğinde çoğu tarikat vakıfları tarafından yönetilen 479 medrese faal durumdaydı ve 1800 öğrencisi vardı. Her birinde ancak 5-6 öğrenci kalmıştı. [“Cumhuriyet Dönemi Türk Ansiklopedisi” İletişim Y., 3.C., İst. S. 660.] Adlarına medrese dense de bunlar, yönetiminde bulunan mezhep ya da tarikatın inancına göre ve bilimsel değeri olmayan bir eğitim veriyordu. Farklı Hıristiyan mezheplerine ve farklı ülkelere bağlı misyoner okulları, Meşrutiyet’ten sonra kurulan maarif mektepleri ve din eğitimi veren tarikat okul ve kursları biraraya gelince; ortaya gerçek anlamda bir eğitim karmaşası çıkıyordu. Bu karmaşa içinde, okudukları okulu bitiren aynı ulusun çocukları, bir ya da birkaç değil, adeta onlarca ‘ulusun’ bireyleri haline geliyordu. Eğitim, ulusal birliği sağlamanın değil, ayrılığın ve parçalanmanın aracı haline gelmişti.

 

Haftaya: Misyoner Okulları, Bursa Toplantısı ve Milli Eğitim Kurumları.

Ünyekent, 16.02.2022

http://www.unyekent.com/yazi/3002-osmanli-dan-cumhuriyet-e-turk-egitim-sistemi.html

 

 




 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder