BENİM KADINLARIM
Eşim Fatoş’a
8 Mart Dünya Kadınlar gününü böyle bir başlıkla karşılamak, bazılarına garip, hatta aykırı bile gelebilir.
Başlıktaki gibi; yazacaklarım bana ait ve beni bağlar. Benim dışımda hiç kimse, yazacaklarımdan sorumlu değildir.
Medyada sıkça işlenerek, bir tüketim nesnesi haline getirilen diğer "bilmem ne" günleri gibi, 8 Mart'ın anlamı ve önemi de törpülenmiştir. Che Guevara posterlerinin başına gelenler, maalesef "Kadınlar Günü" nün de başına gelmiştir.
8 Mart'ın öyküsü günümüzden çok öncelere dayanır. 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması, uluslararası düzeyde kabul gören bir hal alması 1970'lere rastlasa da, bu tarihe kaynaklık eden olay ve dünya kadınlarının ortak bir gün olarak kutlanma isteğinin gündeme gelişi 1800'lerin ortasını bulur.
ABD'nin New York kentindeki Cotton tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar, 1800'lü yılların ortalarından beri daha iyi çalışma koşulları, emeklerinin karşılığında hak ettikleri ücret ve daha iyi yaşam için mücadele vermektedir. Ama bunca yıllık mücadeleye karşın elde edebildikleri pek bir hak yoktur. En sonunda, 8 Mart 1908 günü, haklarını alabilmek için son çare olarak greve giderler. Ancak patronlar bu greve zalim bir şekilde müdahale ederler. 129 kadın işçi yanarak ölür.
Aynı yıl diğer endüstri kollarındaki kadınlar da mücadeleye devam ederler. Kadınların yürüttükleri mücadelenin temelinde seçme ve seçilme hakkı, günlük çalışma saatlerinin düzenlenmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve ücretlerin yeniden belirlenmesi gibi konular bulunmaktadır.
Ülkemizde ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlamaya başlayan 8 Mart, 1975 sonrası daha yaygın olarak kutlanmaya başlandı ve caddelerimize dek yayıldı.
"Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programı uyarınca, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapılmıştır. 8 Mart, 1980 askeri darbesinden sonra dört yıl anılmadı . 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından Dünya Kadınlar Günü kutlanmaya başlandı. Kadınlar 80'li yıllarda 8 Mart'ı izinli yürüyüş ve şenliklerle kutlayamamışlarsa da, küçük gruplar halinde mütevazi kutlamalarını sürdürdüler. 90'lı yıllarda kadın kuruluşlarının sayı ve çeşitliliğinin artması ile beraber 8 Mart daha geniş bir katılımla kutlanılır oldu. Ancak bu kutlamalar her defasında içeriğinden soyutlanarak, ülkemizdeki diğer sosyal hak arayışları gibi cılızlaştırılarak sürmektedir. Olay adeta medyatik bir gösteri, magazinel bir olay olarak lanse edilmektedir.
12 Eylül fırtınasının esas ezip geçtiği ve onarılması imkansız hale getirdiği olgu işte budur.
Tüm bunların yanında, "benim kadınlarım" diyebileceğim kadınlardan ikisini, 2006 yılında yitirdik. Ben bu günü kendimce, bu iki kadına adıyorum:
Duygu Asena ve Oriana Fallaci.
Her ikisi de gazeteci, yazardı. Mücadeleci ve dik duruşuyla, her ikisi de, 2007'nin 8 Mart'ında anılmaya değer insanlardı.
Duygu Asena, Clara Zetkin gibi, iş hayatına pedagog olarak başladı. Zetkin'in "Yaşamın sürdüğü her yerde mücadele vardır." deyişini doğrularcasına yazdı, yazdıklarının arkasında durdu. 1988'de "Kadının Adı Yok" adlı kitabı yasaklandı, ama boyun eğmedi. Yazdıklarından dolayı çeşitli sıfatlarla anıldı, yenik düşmedi. Ama beynindeki bir tümör, O'nu 30 Temmuz 2006'da ye
ndi.
1929 Doğumlu Oriana Fallaci isimli İtalyan gazeteci, bir dönemin önemli gazetecisi ve "kadın"ıydı. Bir dönem sadece "kadın" değil, "insanlık" sesi ve vicdanı olarak ortaya çıktı. Doğmamış Çocuğa Mektup, Tarihle Söyleşiler kitabı, baş ucumuzda yerini alan ender kitaplardandı. 13 Kitabından 2'si dışında hepsi ingilizceye çevrilmiş, 26 dilde yayınlanmıştır.
Fallaci, ömrü ahirinde, "Aklın Gücü"nü yazdığı kitabında farklı bir kimliğe bürünüyor. 2002'de Hristiyanlığı, sonra da İslam dinini aşağılayan söylemlerini giderek ırkçı bir muhtevada ele alıyor. Ama bunlar bile, bu büyük gazeteci ve yazarın önemini bir çırpıda silip atamıyor.
15 Eylül 2006'da Rönesans'ın doğduğu Floransa'da hayata veda ederken, dünya O'nu "hak ettiği" nin çok altında bir ilgiyle uğurluyor.
8 Mart'ta bunca kadın varken, "neden bu iki kadın?" diye soranlara, özellikle "bu ikisi" diyorum. Clara zetkin, Rosa Lüksemburg, Aleksandra Kollantay gibi iz bırakan kadınları şüphesiz unutmuyoruz. 8 Mart'ı yaratan 129 kadın işçi başta olmak üzere, Nene Hatunları, Kara Fatmaları unutmak mümkün mü?
Şair'in dediği gibi:
"Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan
ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız."
Esenlikler,
Ahmet Derya Varilci
Ünye, 08/03/2007
Not: Sekiz ay önce
Kadınlar Günü nedeniyle yazmıştım bunları... Bugün
15 Aralık, eşimin doğum günü. Yeniden anımsamaktayım kadınlar-ımız-ı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder