HOTEL RWANDA
Yönetmen : Terry George
Senaryo: Keir Pearson, Terry George
Görüntü Yön: Robert Fraisse
Müzik: Rupert Gregson-Williams, Andrea Guerra
Yapım: 2004, Kanada, İngiltere, G. Afrika Cum. 110 dk.
Oyuncular: Don Chadle ( Paul Rusesabagina), Sophie Okonedo (Tatiana), Nick Nolte (Albay Oliver), Joaquin Phoenix (Gazeteci), Cara Seymour (Pat Archer)
Basit, hatta sıradan bir sinema filmi. Yönetmeni de oyuncuları da sıradan. Üstelik misafir oyuncular Nick Nolte'u ve Joaquin Phoenix'i saymazsak, fazla tanınan sanatçılar da yok. Ama Don Cheadle'a en iyi oyuncu dahil, üç dalda Oscar'a aday olan bu filmin etkileyici bir yanı var: Konusu.
Filmin adı:Hotel Rwanda , 2004 yılı yapımı.
Kuzey İrlanda'lı, 55 yaşındaki Terry George'un yazıp – yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği bir film.
Afrika'nın göbeğinde, Rwanda'da 1994' te yaşanan bir toplu kıyımı, insanlık dışı bir katliamı anlatıyor. Kigali'deki Rwanda Oteli çevresinde gelişen bu olaylarda, tarihin kaydettiği son 50 yılın en büyük katliamı, deyim yerindeyse soykırımı anlatılmaya çalışılmış…
Fransa ve İsviçre gibi bazı "uygar" Batı ülkelerinde yürürlükteki şu malum yasayı bilirsiniz. Ülkemizle ilgili 93 yıllık geçmişi olan bir olayı " soykırım" olarak değerlendirmemeyi "düşünce suçu" saymaktadır.
İki yıl önce vizyona girdiğine, ülkemiz sinemalarında da gösterilen, Hotel Rwanda'nın, VCD ve DVD'si raflardaki yerini aldı. İzlememiş olanların, edinip izlemelerini öneririm.
Önce Belçika'nın daha sonra Fransa'nın bizzat içinde yer alarak gerçekleştirdikleri bu katliam, bir milyon insanın caddelerde satırlarla parçalandığı bir soykırım olayıdır. Bir milyona yakın insan, yaşlı çocuk demeden hunharca katledilmiştir.
Olay çok eski değil. Yıl 1994. Aylardan Nisan ila Temmuz arası…( Kızımın doğduğu yıl.) Eğer o katliamdan kurtulmuşlarsa, katliam gününde doğan çocuklar, bugün kızım gibi 13 yaşında olmalı. Ve çoğumuzun hafızasında, ajans haberlerinde, Coşkun Aral'ın objektifinde… Bir elinde satır, diğer elinde Tutsi kabilesinden birinin kesik başını taşıyan kamyonet dolusu insanlar. Caddeler, tarlalar kesilmiş kol ve bacakla dolu… Başı koparılmış gövdeler, parçalanmış vücutlar…
Ruanda (ya da Rwanda ), Orta Afrika'da Göller Bölgesinde yer alan bir ülkedir. Engebeli coğrafyasından dolayı, ülkenin adı "Bin Tepe Ülkesi" anlamına gelmektedir. Haritada yeri zor bulunan bu küçük Afrika ülkesinin nüfusu 12 (eksi) 3 milyondur. Yani bu gün 9 milyon civarındadır. 13 yıl önceki nüfusu 13 milyondu. 2 milyondan fazla insan ülkeyi 13 yıl önce terk etti. 1 milyon kişi ise katledildi.
Bu noktaya nasıl gelinmişti?
1890 Brüksel Konferansı…
Dünya bir avuç emperyalist güçlerce paylaşım alanlarına ayrılır. Bölgede neredeyse hiç Alman olmamasına rağmen, hâkim devletlerce Ruanda, Almanya idaresine verilir. Komşularına göre doğal kaynaklar açısından oldukça fakir, Afrika'nın denizle bağlantısı olmayan bu yöreye Almanya, 1907'ye kadar bir yönetici bile atamaz.
I. Dünya Savaşı'nın ardından (1918),Raunda yönetimi Belçika'ya verilir. Belçikalılar Ruanda'yla daha ilgilidir. Klasik sömürge insanının görevlerini O'nlar da üstlenir, kahve plantasyonlarında çalışma zorunluluğu getirilir. Emirlere uymayanlar kırbaçlanır.
Belçikalıların bir uygulaması daha vardır. Afrika'nın yerel yönetici unsurları, yönetilen unsurlardan ayrı olmalıdır. Sömürgeleri elde tutmanın en eski ve en garantili yöntemidir bu.
Daha önce aynı dili ve geleneği paylaşan, etik yapılanması ve kültürü aynı olan Raunda halkı bir tür yapay ırksal ayrımcılığa tabi tutuldu. Rwanda Oteli filminde değinildiği gibi, burun deliği mesafesi daha dar olanlar, ince ve uzun sayılanlar Tutsi, diğerleri Hutu olarak kabul edilip, herkese ırkını gösteren kimlikler dağıttılar. Sayıca az olan Tutsi'ler, Hutulara göre çok daha iyi işlerde çalışıp, daha rahat bir yaşam sürdüler. Eğitim ve diğer sosyal olanaklar, giderek Hutulara kapandı.
İkinci Dünya Savaşı sonrası (1945), gelişen yeni sömürgecilik siyaseti gereği, Belçika Raunda yönetiminde bazı değişikliklere gitti. Ulusal Bağımsızlık ateşinin alevini hisseden diğer emperyalist güçler gibi, bazı reformlar yaptı. Diğer yandan sert tedbirler aldı. Sayıca fazla olmaları nedeniyle, seçimlerin galibi olabileceğinden, Hutular "siyaseten" önemsendi. Ülke yönetimi Birleşmiş Milletler'e bırakıldığı halde, Belçikalılar iktidara gelen Parmehutu hareketini, eski yönetimin uzantısı Tutsilere karşı her alanda destekledi. Tıpkı İngilizlerin Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki gibi, Belçika Raunda ve Brundi'yi sert, acımasız yöntemlerle sindirdi.
Tarih tersine dönmüş, bu defa Belçika desteğiyle Hutular terör estirmeye başlamıştır.20 ila 100 bin arası Tutsi öldürülmüş, 150-200 bin kadarı komşu ülkelere sığınmıştır.
1980'li yıllarda komşu ülkelerdeki Tutsi nüfüsu 500 bini aşmıştır. Eğitimli ve kalifiye olmaları nedeniyle, gittikleri yerde sivrilen, organize olan Tutsi muhacirleri, Raunda Yurtsever Birliği (RYB) ' ni kurarak, önce diplomatik kanallardan mücadeleye başlarlar. Politik bir çözüme ulaşılamayınca, Uganda'daki kamplarından çıkarak, 1990' da başlayıp iki yıl süren bir iç savaşa neden olurlar.
1992'de geçici bir barış anlaşması imzalandı. Interahamwe adı verilen, yerel yarı - askeri örgütler, bu aşamada sadece Tutsi olanları değil, ılımlı Hutuları da fişlediler. Silah alımına güçleri yetmediği için, Çin'den yüz binlerce satır sipariş ettiler.
6 Nisan 1994 'te tarihin gördüğü en kanlı katliamlardan birisi radyoda yapılan anonslarla başlar. O gün, bir Hutu olan devlet başkanının uçağı düşürülür. Interahamwe üyeleri ellerindeki listelere bakarak, eğitimli Tutsi ve ılımlı Hutular başta olmak üzere kıyıma başlarlar. Kanada ordusuna bağlı bir komutan, bizzat Birleşmiş Milletler Sekreteri ( Kofi Annan'ı arayarak) katliamı bildirmiş, ancak müdahale edilmemesi yönünde emir almıştır. Öldürülen 10 BM askerini sebep gösteren ABD ise, BM Barış Gücü askerlerinin çekilmesini sağlar. Katliam haberi üzerine Tutsiler (KYB) , ülkenin doğusundan girerek başkent Kigali'ye ilerlemektedir. Tam bu aşamada Fransa, katliamlara verdiği destekle yetinmeyip, bizzat askerleriyle Kigali'nin batısından Kongo'ya kadar olan bölgeyi ele geçirmiştir. KYB güçlerinin buraya girmesine engel olan Fransızlar, Hutuların Tutsileri katledişini organize etmişlerdir. İşte tam bu noktada katliamların ivmesi birden artar. O andaki olayları aktaran bir gözlemcinin anlattıkları aynen şöyledir:
"Hutu milisleri, neredeyse ellerine geçen her aletle, balta, bıçak, satır, taş ile Tutsileri öldürmeye başladılar. Parası olan Tutsiler kurşun parası vererek, acısız ölümü satın alıyorlardı, olmayanlar ise en acımasız şekilde öldürülüyordu. Öldürmekten yorulan Hutular, Tutsilerin kaçmasını önlemek maksadıyla aşil tendonlarını kesiyor, dinlendikten sonra katlimlarına devam ediyorlardı. Kilisede rahipler, hastanede doktorlar, ellerindeki Tutsileri cellatlarına teslim ediyorlardı."
100 gün içinde bölgede, bir milyona yakın insan katledilmiştir. Karşı katliamdan korkan 2 milyon Huttu ülkeyi terk etmiştir. İşlenen katliamların boyutu önce "soykırım" olarak nitelendirmekten kaçınan Batı dünyası önceleri BM'de soykırım sözcüğünü içeren tüm önergelerde değişiklik isteyerek, belgelerden çıkartılmasını istemişlerdir. Ardından olayı hafife alarak geçiştirmeye çalışmışlardır:
"Fransa ve ABD'nin özellikle bölgede katliamı başlatan Hutu'ların engellenebileceği zamanlarda Birleşmiş Milletler'i işlevsiz kılmaya yönelik diplomatik girişimleri bu iddialara temel teşkil eder. Ayrıca Fransa Eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand "O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil." şeklinde açıklamada bulunmuştur. ( Le Figaro, 12 Ocak 1998)
1992 yılında Ruanda Cumhurbaşkanlığı Muhafızları'nı eğitmek için bölgede bulunan emekli Ulusal Jandarma Müdahale Grubu Komutan Yardımcısı Thierry Prungnaud, devlet radyosu France-Culture'e verdiği mülakatta "1992 yılında Fransız askerlerinin Ruandalı sivil milislere atış eğitimi verdiğini gördüm." diyerek Fransa'nın henüz anlaşılamayan sorumluluğuna değinmiştir. Emekli komutan, mülakatı yapan gazetecinin 'Fransa'nın Ruandalı milisleri eğittiğini reddettiğini' hatırlatması üzerine "Fransa bunu her zaman inkâr etti, başka şeyler gibi. Ama önemli değil, ben doğruluyorum." şeklinde cevap vererek benzer iddialara destek vermiştir."
Batı Dünyası'nın kendi ağzı ile "soykırım" a bakış açısı budur.
Olay,günümüzün Irak'ından fazla ırak değil. Bosna ya da Çeçenistan duruyor hemen ardında…
Kim haklı, ölenler mi, öldürülenler mi? Onları böylesi bir vahşete kim yönlendiriyor?
Olayların ardında yatan gerçek ne?
1914 - 15'te Anadolu'da ne olmuştu? Kim ne iddia ediyor 93 yıl öncesine ait?
1994'te Ruanda'da ne olmuştu?
Evet 93 yıl ila 13 yıllık bir geçmiş...
13 yıllık geçmiş dün gibi, belleklerimizde...
Ya 93 yılın ardından görülmek istenen hesap nedir?
Hepimize güzel ve katliamsız bir dünya, iyi seyirler...
Ahmet Derya Varilci
Ünye, 17/03/2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder