Kelebeğin Rüyası
(Ünyekent - 15.03.2013'te yayınlandı)
Kelebeğin Rüyası’na girmeden önce Günlerle Gelen’e bir anekdotla başlamak istiyorum.
2001
yılı Temmuz ayının son haftasında Urartuların kalbi Tuşpa’ya, günümüzdeki
adıyla söylersek Van’a gitmiştik. Bir hafta boyunca ve Van Gölü ve çevresini gezdik.
Başta Van Kalesi olmak üzere çevredeki diğer Urartu kalıntılarını gördük. Halime
Hatun Kümbeti, Akdamar Kilisesi, Hoşap Kalesi ve Selçuklu mezarlarını ziyaret
ettik. Gezimiz sırasında dikkatimizi çeken bir yer daha oldu; Gevaş’ta terk
edilmiş bir film platosu…
Yılmaz Erdoğan’ın ilk filmi Vizontele’nin
çekildiği yerden söz ediyorum. 2000 – 2001 yapımı Vizontele’nin senaryosu
aslında Hakkari için yazılmış ama çekimler için daha kolay bir mekan olması
nedeniyle Gevaş tercih edilmiş.
28
Temmuz 2001 Cumartesi günü Van’daki gezimizin ikinci durağı, Van Gölü’nün güney
kıyısıydı… Edremit, Gevaş, Cemle Hatun Kümbeti ve Akdamar Kilisesi’ ziyaret
edecektik. Edremit küçük bir sahil kasabası, Gevaş’ın yanından geçip giderken
yaklaşık bir yıl önce gösterime giren Vizontele’nin bu küçük kasabada
çekildiğini öğrendik.
Filmin
çekimlerinin yapıldığı platformu görmek istedik. Sorduk soruşturduk, platoyu
zor da olsa bulduk. Belediye binasının gizlediği, itfaiyenin bulunduğu bir ara
yerden geçip filmin çekildiği alana ulaştık. Terk edilmiş bir mahalle izlenimi
veren bu alanı briket dökümhanesi olarak kullanmaktaydılar. Filmde izlediğimiz
tek katlı evleri, hele açık hava sineması olarak çekim yapılan yazlık sinemayı
görünce heyecanımız arttı. Filmde belediye başkanının (Altan Erkekli) eşi ve
çocuklarıyla birlikte sinema izlediği kerpiç dama çıktık. Platodaki evlerin
çoğu duruyor ama terk edilmişliğin getirdiği bir metruklük içindeler. Evler
demir kon strüktür üzerine kontrplaktan yapılmış ve boyanmış. Sanki kasabadan
ayrı, adeta gizlenmiş bir yer gibi…
Bir
yandan filmdeki karakterlerin nerede ne yaptığını kafamızda canlandırırken,
kulağımıza bazı replikler çarpıyordu.
- Bu radyonun resimlisidir. Şimdi
Zeki Müren şarkı söylüyor ya…
- eee.
- Onu hem dinleyecek hem de
göreceksiniz.....
- Peki Zeki Müren de bizi
görecek mi?
(Kısa bir sessizlik ...)
- Vallahi ben de bilmiyorum...
Deli
Emin’in (Yılmaz Erdoğan) “i-hi” ettiği sahneler eşliğinde uzunca bir zaman
kalıyoruz Vizontele filminin çekildiği yerde. Çok değil, 10 ay önce arı kovanı
gibi işleyen bu mekânı terk ederek yeni bir sessizliğe büründüğünü görüyorum.
Üç yıl sonra aynı mekân yeniden şenlenecek, bu defa Vizontele Tuuba’ya ev sahipliği yapacaktır.
Kan Şiiri
Muzaffer
Tayyip’in “Önce öksürüverdim, öksürüverdim hafiften / Derken ağzımdan kan geldi
bir ikindiüstü durup dururken” diye başlayan Kan adlı şiirinden daha önce
bahsetmiştim. 14 Yaşımdayken tutmaya başladığım şiir defteri bu şiirle
başlıyordu ve bu şiirle aramda ilginç bir bağlantı bulunduğuna inanırım.[1]
Kendisi
de şiirle iştigal eden Yılmaz Erdoğan’ın
son filmi Kelebeğin Rüyası genç
yaşta tüberkülozdan ölen Zonguldaklı iki şairi anlatmaktadır; Muzaffer Tayyip
Uslu ve Rüştü Onur.
Yılmaz
Erdoğan, filmin senaryosunu 2004 yılında tamamladığı Vizontele Tuuba’nın hemen
ardından başlar. Araya Organize İşler
(2005) ve Neşeli Hayat (2009) girer.
Nihayet filmi 2012 yılında çekmeye karar verir. 22 Şubat 2013 tarihinde vizyona
giren Kelebeğin Rüyası’nı ilk
fırsatta izlemek şart oldu.
Kelebeğin Rüyasını
izliyoruz…
Filmi
8 Mart Cuma günü Fatsa’da izledik. Önce Ünye’deki sinemayla görüştüm iki sefer,
olmayınca rotayı Fatsa’ya çevirdik. Biraz pahalı olduğu için Ünye’de “kafa”
tabir edilen yapımların niçin getirtilmediğini daha iyi anladık. [2]
Film
birbirinden muhteşem görüntülerle başladı. Sinema salonunun ses düzenini
saymazsak, her şey dört dörtlüktü…
Milli
Şef dönemi; İkinci Dünya Savaşı yıllarında “Mükellefiyet Yasası”nın köylüleri
maden ocaklarına sürdüğü, ezanın Türkçe okunduğu[3] ve yoksulluğun kol gezdiği bir Zonguldak
atmosferinde başlıyor Kelebeğin Rüyası… Tıpkı Gevaş’ta yaratılan Vizontele
filminin etkileyici atmosferi gibi ama bu defa daha büyük bir prodüksiyonla
karşı karşıyayız. İstanbul – Haliç kıyısında hazırlanan platoda 1940’ların
Zonguldak’ı yaratılıyor. Şehrin o yıllardan kalma binaları, tren istasyonu ve
maden ocakları oluşturuluyor. Ray döşeniyor. Zonguldak’tan orijinal maden ocağı
vagonları getirtiyor. Üstü başı kömür karası, yüzü gözü kir pas içinde ve
elleri kelepçeli köylüler asker nezareti altında maden ocaklarına iniyor.[4]
Dönemin
atmosferine uygun detaylar bunlarla sınırlı değil. Örneğin onca yoksulluğun yanı
başında siyasi yönetimle içli dışlı “ileri gelenler” de var ki, kiloları
yerinde, ekmek karneyle dağıtılırken dondurma yiyebiliyorlar. Halk Evi’nde
Cumhuriyet baloları, tiyatro – opera, danslı gösteriler ve bale çalışmaları
yapılıyor.
Nuri Bilge Ceylan’ın Görüntü Yönetmeni Gökhan Tiryaki’nin elinden bu yapımla birlikte Türk sineması
görsellik çıtasını hayli yükseltmişe benzer. Sanat yönetimi, kostümler ve
görsel efekt ekibi muntazam bir uyum içinde çalışmış. Yönetmenlik mesleğinde
Yılmaz Erdoğan, diğer teknik uygulamalarda olduğu gibi kendini hayli aşmış
görünüyor.
Zonguldaklı
iki şairin; Muzaffer Tayyip Uslu (Kıvanç Tatlıtuğ) ve RüştüOnur’un (Mert Fırat)
yaşam öyküsünün anlatıldığı filmde araya bir de aşk öyküsü yerleştirilmiş.
Kelebeğin Rüyası’nı öne çıkaran duygular; arkadaşlık, aşk ve şiirdir. “Hocam”
dedikleri ünlü şair Behçet Necatigil’le
birlikte (Yılmaz Erdoğan’ın canlandırdığı karakter) üç şair ediyor. Dönemi
güzel yakalamış; kömür madenleri, savaş yılları, yoksulluk ve “Milli Şef”
uygulamaları ekrana yorumsuz bir biçimde getiriliyor.
Kelebeğin
Rüyası’nda her şey mükemmel, film tam bir başyapıt mı? Değil elbet de. Ama
oyuncu seçimi yerinde… Özellikle Mert
Fırat ve Farah Zeynep Abdullah[5] iyi bir performans
gösteriyor. Oyuncu kastında en büyük övgüyü bence bu ikili hak ediyor. Kıvanç Tatlıtuğ, bu ilk sinema
deneyiminde üstüne düşeni yapmış gibi görünüyor. Belçim Bilgin bir parça “liseli” havasına girememiş, rolü gereği kartpostal
kalmayı tercih etmiş… O kadar kusur “kadı kızında da olur” diyelim. Oyuncu
Yılmaz Erdoğan, bu defa “Mükremin”
havasını terk etmiş görünüyor. “Bir
Zamanlar Anadolu’da”nın Komiser Naci’si olmak yani Nuri Bilge Ceylan yönetiminde oynamak Erdoğan’ın oyunculuğuna bir
şeyler katmış olmalı. İyi bir yönetmen, yazar ve şair olmak başka, iyi bir
oyuncu olmak başka bir şeymiş anlaşılan.
Sonuçta,
Yılmaz Erdoğan’ın Kelebeğin Rüyası
kafamdaki “Kan” şiirinin şairine ve Zonguldaklı şairlere (filmde hiç
bahsedilmeyen yazar - şair Kemal Uluser
dâhil) tam uymasa da, yaratılan atmosfer beni başka bir düzleme götürdü ki,
fena değildi.
Dipnotlar:
[1] Kan şiiri, 24 yaşında tüberkülozdan ölen şairin
hayata veda şiiridir. 14 yaşındayken bu şiiri defterine kaydeden birinin 10 yıl
sonra (tam da 24 yaşında) aynı hastalığa düçar olması ilginç bir bağ sayılmaz
mı? Dönemin vebası sayılan “ince hastalık” tüberkülozun Muzaffer Tayyip’ten 40
yıl sonra tedavisi mümkündür. Heybeliada Sanatoryumu değil de, İzmir Tepecik
Göğüs Hastalıkları Hastanesi mahkûm koğuşu dahi olsa…
[2] Beş kişiden aşağı olunca seans iptal
edilebiliyormuş, bereket biz beş kişiydik. Birkaç Fatsalının da takviyesiyle
filmi tenha bir gösterimde izledik. Ünye’den telefon ederek, Fatsa’nın 111
koltuklu sinema salonunda yer bulamayız diye ayırtmaya kalkmamız ayrı olay…
Ünye’de ve Fatsa’da sinema izleyicisi olmak da, sinema salonu işletmek de
gerçekten zor.
[3] Fatsa sinemasının ses düzeninden dolayı tüm dikkatimi
vermeme rağmen duyamadığım kısık sesle okunan bir Türkçe ezan.
[4] Yoğun emek ve masraf gerektiren bu platolar ne
yazık ki Gevaş’taki gibi terk edilmektedir. Hâlbuki Hollywood yapımı ünlü
filmlerin çekildiği mekânlar ve materyaller bugün turizm amaçlı
kullanılmaktadır. Ünlü stüdyoların hiçbirinde bugün film çekilmemesine karşın
her biri turist akınına uğramaktadır.
[5] Farah
Zeynep Abdullah, Rüştü Onur’un Heybeliada sanatoryumunda tanışarak âşık
olduğu ve evlendiği Mediha Sessiz’i
oynamaktadır. Farah Zeynep, iyi bir yönetmen elinde her daim iyi bir oyuncusu
olmaya aday. Sanatoryumun edebiyat meraklısı başhekimini oynayan Engin Şenkan’ı da o kısacık oyunuyla
burada anmadan geçemeyeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder