29 Mayıs 2024 Çarşamba

İktidar ve Ekonomi

 


İktidar ve Ekonomi

 

Dokuz yıl önce, 1 Temmuz 2015’te değerli hemşerim, varlığıyla gurur duyduğumuz Prof. Dr. Öner Günçavdı’nın “Yolun Sonu” adlı kitabından söz etmiştim.

Özellikle Ünyeli okuyucularımdan çok sayıda “görüş” ve eleştiri beklemiştim.

Ama yanılmışım...

Ülke ekonomisi okuyuculardan o yıllarda da fazla ilgi görmemiş.  

Öğrencilerin iktisat derslerinden biliriz; fazla kuru ve ruhsuz bulunur bu konu, sadece öğrenilmesi gereken bir “ders” gözüyle bakılır.

Oysa 23 yıl iktidarda kalmayı başaran AK Parti, bir ekonomik krizle, 2001 Şubat kriziyle iktidara geldi.

Gidişi de bir ekonomik krizle olacak dersek, kehanette bulunmuş olmayız.

Bu nedenle ekonomik krizi önemsiyoruz…  

Günçavdı’nın kitabından söz ederken meselenin daha çok bu yönüne dikkat çekmiştik. 

 

Dokuz Yılda Ne değişti?

 

Biri erken seçim olmak üzere üç genel seçim, iki de yerel seçim geçirdik.

Günçavdı’nın kitabında altı çizilen konuların hemen hepsi, daha ilk seçimle birlikte doğrulandı.

2019 Yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara belediyelerini kaybeden iktidar partisi tökezledi, son yerel seçimle birlikte birinci parti olma özelliğini de kaybetti.

24 yıldan bu yana açık ara 1. Parti durumundaydı iktidardaki AK Parti…

İlk kez 31 Mart 2024 seçimlerinde 2. Parti konumuna düştü.

Değerli hemşerimiz Günçavdı’nın “Yolun Sonu” dediği bu muydu?

Dokuz yıl önce ortaya attığı tezleri güncellemekte yarar var… 

Günçavdı, AK Parti iktidarını iki temel döneme ayırıyor:

Birinci dönem; 2002-2007 dönemi ki buna "nispi yükseliş" dönemi demek yanlış olmaz.

İkinci dönem 2008'den 2014'e uzanan dönemdir ki, uygulanan ekonomi politikalar açısından "yolun sonu" dediği dönem bu yıllarda ortaya çıkıyor.

2014 yılı “uygulanan ekonomi politikalar açısından” gerçekten yolun sonu muydu?

Bu dönemde iktidarın temel açmazı neydi?

Soruların cevabı “Yolun Sonu” adlı eserde çözüm önerileriyle birlikte getiriliyor.

 

İktidarın Yeniden Dağıtım Politikası

 

Ülkemizde her iktidar kendi zenginlerini oluşturdu. AK Parti iktidarında da öyle oldu. "Yeniden dağıtım" denilen kavramın popüler söylemdeki ifadesi "yandaş sermaye"dir.

 

"İktisadi sistemin önceliklerini göz ardı ederek, salt siyasi amaçlara yönelik olarak uygulanan kaynak tahsislerinin ülkemizdeki geçmiş deneyimleri istisnasız finansal kriz ile sonuçlanmıştır. Bu bakımdan, bugünlerde siyasi güç tarafından tercih edilmiş iktisadi faaliyetlere yönelik talebi canlı tutmaya çalışan yeniden dağıtım politikasının nasıl sürdürüleceği, hâlihazırda AKP iktidarının en temel açmazını oluşturmaktadır."

[Prof. Dr. Öner Günçavdı, Yolun Sonu, "Türkiye'nin Büyüme, Faiz, Bölüşüm Açmazı ve Yeni Türkiye Söylemi" Efil Yayınevi, Haziran 2015, s. 11]

 

Sonuçta Günçavdı şu saptamayı yapıyor:

İktisadi büyümeyi elde kalan iki sektörle; inşaat ve ticaret sektörü ile sağlamayı düşünen Türkiye, iktisadi politikalar açısından yolun sonuna gelmiştir.

 




2008 Kriziyle Bozulan Denge

 

2 Kasım 2002'de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi 2007 yılına kadar IMF gözetiminde başlatılan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı uygulamaları ve uluslararası kurumlarla yapılan anlaşmalarla birinci döneme damgasını vurdu.

Ak Parti iktidarının ilk döneminde, daha önceki yıllarda uygulanan Dünya Bankası patentli Kemal Derviş restorasyonları etkili oldu ancak çok sürmedi, 2008 kriziyle birlikte bu dönem kapandı.

"Teğet geçtiği" söylenen 2008 Dünya Krizi ise söylendiği gibi teğet geçmemiştir. Ülke ekonomisi tarihinde görülmemiş oranlarda cari açıklara maruz kalmıştır. 2013 Haziran'ında patlak veren Gezi Parkı Olayları ile birlikte hükümetin ezberi bozulmuştur.” [Age. s.7]

İktidarını seçim başarılarını siyasetin muhafazakârlaşmasına bağlayan Günçavdı, bu durumun giderek toplumsal çatışmalara ve kaçınılmaz olarak otoriter yönetimlere yol açabildiğini ifade ediyor.

Yeni Türkiye anlayışının doğurduğu "Yeni Devletçilik" uygulaması, mevcut gelirin hatta servetin yeniden dağıtımını amaçlayan ve iktisadi yapıya müdahale ederek ülkenin sosyal yapısını değiştirmeye zorlayan bir uygulamadır. Daha müdahaleci ve baskıcı olması bu yüzdendir.


 

İktidar Partisi Düşüşe Geçiyor

 

Hükümetin düşük faiz politikası, dışa açılma, cari açık, enflasyon ve ekonomik büyüme stratejileri bir dizi iktisadi soruna yol açmıştır.

Servet dağılımı ve gelir eşitsizliği dengelenemez hale gelmiştir.

İktidarın zaafı, seçim başarılarının önüne geçmiştir.

Bu durum ana muhalefet partisinin işine yaramış, CHP 1977’den bu yana yakalayamadığı oy oranına bu dönemde ulaşmıştır.

Gelinen noktada bu değişimin müsebbibi CHP midir?

Kerameti ana muhalefet partisinde aramak, doğru bir tespit midir?

Sanmıyoruz… 

Nitekim henüz iktidara gelmeden, yerel yönetimlerdeki uygulamalarıyla daha ilk günden mevcut iktidar partisi belediyelerinden “farklı” görüntü vermeyen bir muhalefet görmekteyiz.

Muhalefetin siyasi iktidarı ele geçirmesiyle de sorunlar çözülmeyecektir.

Tabi ülkenin iktisadi sorunlarına, bozulan sosyal ve kültürel yapısına gerçekçi çözümler getiremediği sürece.  

Sözü Prof. Dr. Öner Günçavdı ile sonlayalım:

 

"Bugün ülkemizin maruz kaldığı iktisadi sorunlara çare olacak yeni bir büyüme hikâyesinin daha nitelikli (katma değeri yüksek üretim), daha katılımcı (istihdamı yaratıcı), daha çok katma değer yaratan (yüksek büyüme) ve nihayetinde elde edilen nimetleri hakça dağıtmayı (adil ve tüm kesimleri kapsayıcı bir gelir dağılımı) hedefleyen bir hikâye olması gerekmektedir. Elbette çevremizde ortaya çıkan yeni dünya konjonktüründe bu hedefleri dikkate alan bir hikâyenin başrol oyuncusu inşaat değil, aksine sanayi olacaktır. Önümüzdeki dönemde ekonomi yönetiminde, bu amaçları ve bu aktörü önemseyen ve teşvik eden bir anlayışa ihtiyaç duyulmaktadır." [Age. s. 352] 

 

Daha iyi bir Türkiye her zaman mümkün!

Esenlik dileklerimle.

 


29.05.2024, Ünyekent


22 Mayıs 2024 Çarşamba


 

Kozmos yahut Evrenin Sonsuzluğu

 

“Ben Carl Sagan... Su, kalsiyum ve organik moleküllerin toplamıyım. Siz de öylesiniz, yalnız adınız başka. Ama hepsi bu kadar mı?” diye soruyor Gezegen Araştırmaları Laboratuvarı başyöneticisi ve Cornell Üniversitesi Uzay Bilimleri ve Astronomi Bölümü öğretim üyesi ünlü yazar Carl Sagan.

Mariner, Viking ve Voyager uzay araçları yolculukları ve araştırmalarında başrolü oynayan, Uluslararası Astronomi Ödülünü kazanan bu ünlü bilim insanı, “Amerikan Astronomi Derneği Gezegenler Bilimi Bölümü”, “Bilimin İlerleyişi Derneği” ve “Amerikan Jeofizik Birliği” başkanıdır.

Dr. Sagan dört yüz bilimsel ve popüler makale yayınlamıştır. Yazarı olduğu bir düzineden fazla kitabı vardır. Evrende Akıllı Yaşam (Intelligent Life in the Universe), Kozmik İlişki (The Cosmic Connection), Cennetin Canavarı (The Dragon of Eden), Dünyanın Fısıltıları (Murmurs of Earth) bunlardan bazıları.

Carl Sagan için, yukarıda özetlenen bunca önemli ve onurlu görevi yüklendiğini söylemek yeterli mi, hepsi bu kadar mı?

1975'te “İnsanlığın Refah ve Huzuruna Büyük Katkıda Bulunmuş Kişi” ve 1978'de Pulitzer Edebiyat ödüllerini alan Carl Sagan tüm insanlığa şu mesajı iletiyor:

Kozmosun keşfi, kendi kendimizi keşif yolculuğudur... Biz hem gökyüzünün, hem yeryüzünün çocuklarıyız. Bu gezegen üzerindeki varlığımız süresince tehlikeli bir evrimsel yük sırtlamış bulunuyoruz. Bu yük torbasının içinde saldırıya ve töreye yatkınlık, liderlere baş eğme ve yabancılara düşmanca davranış gibi kalıtsal eğilimler yer alıyor.

Fakat aynı zamanda başkalarına karşı şefkat, çocuklarımıza karşı sevgi, tarihten bir şeyler öğrenme ve giderek zekâ ve yeteneklerimize bir şeyler katma eğilimlerine de sahibiz; bunlar da hayatta kalmamıza ve refahımızı sürdürmeye yarayan etkenler... Yapımızdaki bu eğilimlerin hangileri üstün gelecek bilmiyoruz...

Bizi Kozmos'un enginliklerinde kaçınamayacağımız bir hedef beklemekte. Dünya dışı akıllı varlıkların bulunduğuna ilişkin henüz açık belirtiler yok. Bu, bizimkine benzer uygarlıklar acaba hiç durmamacasına kendi kendilerini yok mu ediyorlar, diye bir soru getiriyor aklımıza.

Yerküremize uzaydan baktığımızda, ulusal sınır diye bir şey göremiyoruz.

Uzaydan gezegenimizin incecik mavi bir hilâl, sonra da yıldızlar kenti arasında bir ışık noktası olarak göründüğünü izleyince; etnik, dinsel ya da ulusal şovenist davranışların sürdürülmesi akıl almaz bir duruma dönüşüyor...

Hayatın hiçbir zaman başlama olanağı bulunmadığı dünyalar var.

Kozmik felaketlerin yakıp yıktığı dünyalar da var. Biz talihliyiz, hayattayız, güçlüyüz. Uygarlığımızın ve türümüzün refahı elimizde olan bir şey. Eğer yerküre adına bizler söz sahibi değilsek kim olabilir? Varlığımızı sürdürmede karar veren bizler olamazsak kim olabilir?”

Carl Sagan’ın en çok okunan eserlerinden biri olan “Kozmos Evrenin ve Yaşamın Sırları” adlı kitabına Dr. Turhan Bozkurt tarafından yazılan Önsöz’den aktardım bu pasajı…

Sagan bu yapıtında Kozmos’un yapısıyla yeryüzündeki yaşam arasında bağ kurarak insanın ne olduğunu, nereden geldiğini ve ne yapması gerektiğini açıklıyor.

Koskoca evrende ki buna bilim dünyasında kozmos deniyor, uzayı fethe hazırlanan insanı sorguluyor Sagan…

Bu çabasından dolayı ünlü yazarın adı, gözlemlenebilir evrendeki yıldızların sayısıyla ifade ediliyor. Sagan sayısı denilen bu sayı gökyüzündeki yıldızları sıralıyor. Oldukça iyi tanımlanan ancak belirsiz bir çokluğa tekabül eden bir sayıdır bu... Çünkü evrende sonsuz sayıda yıldız gelişmiş teleskoplarla gözlemleniyor ve her geçen gün yeni yıldızlar keşfediliyor. Örneğin 1980’de Sagan, 10 sekstilyon yıldıza tekabül ederken, 2003’te 70 sekstilyon, 2010’da 300 sekstilyon olduğu tahmin ediliyor. Sayılara vurulduğunda kozmosta ne kadar çok yıldız olduğu ve keşfedilen yeni yıldız sayılarının çığ gibi büyüdüğü görülmektedir.

[1 Sekstilyon (1021)= 1 000 Kentilyon, 1 Kentilyon (1018)= 1 000 Katrilyon, 1 Katrilyon (1015)=1 000 Trilyon]

 

Carl Sagan Kimdir?

 

Carl Edward Sagan (9 Kasım 1934 - 20 Aralık 1996), Amerikalı bilim insanı, gök bilimci ve astrobiyologtur. Astrobiyolojinin öncülerinden olan Sagan, asıl ününü bilimin popülerleşmesi yolunda yapmıştır. Popüler bilim kitapları, makaleler ve ödüllü televizyon dizisi Cosmos (Kozmos) ile dünya çapında tanınmıştır.

Sagan’ın ünlü olmasına neden olan bilimi popülerleşme çabası, belki de en çok eleştirilen yanıdır. Bilimi sevdiren, benimseten ve herkes için anlaşılır kılan Sagan bir yandan takdir edilirken, diğer yandan akademik çevrelerden olumsuz eleştiriler alır.

Çalışmaları abartılı bulunur ve bazı konularda intihale başvurduğu ileri sürülür.

ABD’nde 90’lı yılların başında Sagan Dünya'nın önde gelen astronomi bilimcisi olmasına rağmen, ABD Ulusal Bilimler Akademisi tarafından adaylığı reddedilmiştir.  

Oysa 1999 yılında yayınlanan üç ayrı biyografi, Carl Sagan'ın Bilimler Akademisi adaylığı için sahip olduğu akademik çalışmaların, akademiye kabul edilen diğer bilim insanları ile eşdeğer olduğunu kanıtlamaktadır.

Sagan’ın Bilimler Akademisi üyeliğine seçilmemesinin sebebi, medyada tanınan biri olması, biraz da kıskanılmasıdır. Popüler bilim, akademik çevrelerde o dönem aşağılık bir uğraş gibi görülmektedir.

Ülkemizde ise Sagan’ı eleştirenlerin başında, kendisi de medyatik bir kişi olan Jeolog Prof. Dr. Celal Şengör gelmektedir.

Bilim dünyasında Sagan’ı yerenler kadar övenler de mevcuttur. Kendisi gibi popüler bilimle ün yapmış bir yazar olan Isaac Asimov, Sagan'a yazdığı mektupta şöyle demektedir:

The Cosmic Connection’ı yeni bitirdim ve her kelimesini sevdim. İyi yazar olma konusunda sen benim idealimsin çünkü doğal bir tarzın var. Yazdıklarını okuduğumda ne söylediğini duyuyorum. Kitapla ilgili bir şey beni tedirgin etti. Senin benden daha akıllı olduğun çok açıktı. Bundan nefret ediyorum.”

Isaac Asimov, Sagan’a Mektup, 1973


 

Sagan Etkisi

 

Akademik çevrelerin popüler bilimcilere saldırısı, birçok bilim insanını bilimin popülerleştirilmesi alanında çalışmaktan alıkoymuştur. Popüler bilimden uzak durmaya meyilli olma hali, bilimde Sagan Etkisi olarak bilinmektedir.

Nobel Ödüllü Arthur Kornberg, ekolog Barry Commoner ve kendisi gibi Nobel Ödüllü olan Paul Ehrlich hakkında, araştırmalarını popüler bilim aracılığıyla halka anlattıkları için şunları söylemiştir:

“Onlar artık bilim insanı değildir. Yazar ya da girişimci olmuşlardır.”

Kültürel antropolog Margaret Mead, Yeni Gine'de yaptığı çalışmaları popüler bir dille Blackberry Winter isimli kitabında anlattığı için kariyer bilimcisi Bronislaw Malinowski tarafından suçlanmıştır. Mead bu suçlama karşısında Yeni Gine yolculuğunu 3 ay ertelemiş ve suçlamayla ilgili konuya odaklanmıştır.

1950'lerden başlayan ve 2010'lu yıllara dayanan taciz artık gücünü yitirmiş hatta 2000’li yıllarda popüler bilim çalışmaları yükselişe geçmiştir.

Akademik alandaki başarılarını popüler bilim alanında da sürdüren ünlü isimlerden biri, Kudüs İbrani Üniversitesi’nden Yuval Noah Harari’dir. Sapiens: İnsan Türünün Kısa bir Tarihi, Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi ve 21. Yüzyıl için 21 Ders kitapları 60 dile çevrildi ve 27,5 milyondan fazla sattı.

 



Soluk Mavi Nokta

 

Carl Sagan, Cornell Üniversitesi'nde 1994'te verdiği derslerin kaydından oluşan Pale Blue Dot: A Vision of the Human Future (Soluk Mavi Nokta: İnsan Geleceğinin Bir Vizyonu) adlı yapıtta insanları düşünmeye davet ediyor:

“Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. Evrenin sonsuzluğu karşısında dünya küçük bir sahne… Bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferlerle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular. Böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık noktası tarafından yıkılıyor. Gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi.”

 

Kozmos Evrenin ve Yaşamın Sırları

 

Sonsuz uzay boşluğunda kendi yolunu arayan insana yüklediği işlevi ünlü yapıtı Kozmos’ta Sagan nasıl ortaya koyuyor? Eserin final paragrafıyla verelim:

 “Kendisi konusunda bilinçlenmeye başlayan bir Kozmos’un bölgesel temsilcileriyiz. Kökenlerimizi araştırabilmeye başlamışız. Harcında yıldız bulunduranlar yıldızlar hakkında kafa yoruyor; on milyar milyar milyar atomun örgütlenmiş toplulukları atomların evrimini inceliyor; en azından bizim diyarda beliren bilincin buralara gelinceye dek geçtiği uzunca yolu saptamaya çalışıyor. Bizim sadakatimiz türlere ve gezegenedir. Biz yerküremiz adına konuşuyoruz. Varlığımızı sürdürme yükümlülüğümüzse, yalnızca kendimize karşı değil, aynı zamanda Kozmos’a karşıdır da. Yaşam kaynağımız olan o eski ve engin Kozmos’a...”






 

Yararlanılan kaynaklar:

Carl Sagan, Kozmos Evrenin ve Yaşamın Sırları

Carl Sagan, Soluk Mavi Nokta: İnsan Geleceğinin Bir Vizyonu

Dr. Çağrı Mert Bakırcı-Evrim Ağacı: "Sagan Etkisi" ve Ötesi

 

 

22.05.2024, Ünyekent

 

15 Mayıs 2024 Çarşamba

Çocuk ve Zaman

 


Çocuk ve Zaman

 

İki hafta önce “Zaman” adlı yazımızda sözünü ettiğimiz gibi, 3 – 5 yaş grubu çocuklara Ünye’nin tarihi konusunda bir sunum yapmamız istendi.

Zor bir görevdi, okul öncesi çocuklarına zamanı anlatmak neredeyse imkânsızdı.

Çocuklarda zaman algısının ağırlıkla 4 yaş civarında başladığı bilinse de bu yaştaki çocukların bir yetişkinin anladığı zaman algısından ya da takvim algısından daha farklı bir anlayışa sahip oldukları biliniyor.

Örneğin çocuk o günün, pazar günü olduğunu bilebilir ama bu, dünün cumartesi, yarının pazartesi olacağını ya da o günün tarihini vb. bildiği anlamına gelmiyor.

Sadece babası evde olduğu için o günün pazar olduğunu biliyorlarmış.

Benzer şekilde 5 yaşında olduğunu bilmesi, 3 yaşındaki bir çocuğun ondan daha küçük olduğunu bilmesi demek değilmiş. Birçok kez tekrarlandığı ve tekrarlatıldığı için kaç yaşında olduğunu biliyorlarmış. Ama “Ne demek 5 yaşında olmak?” diye sorarsanız, muhtemelen sadece 5 yaşında olduğunu tekrar edermiş.

Zaman kavramı çocuklarda 7 yaş sınırına kadar net değilmiş. 7 yaşında bir çocuk ayların adlarını doğru sayabilir hatta mevsimlere göre de sıralayabilirmiş ama “Aralıktan sonra hangi ay gelir?” dendiğinde bocalayıp, “bitti” diyebilirmiş.

3 yaş grubu için durum çok daha nazik.

 

Ünye’de Zaman ve Mekân

 

Anaokulu’nda yapacağımız sunumun adıydı: Ünye’de Zaman ve Mekân…

Kime sorsanız fazla iddialı bir konuydu. Ama bir avantajımız vardı; miniklerin başöğretmeni deneyimli bir eğitmen, profesör... Anlatacağımız mekânları birkaç gün önceden gezip görmüşler. Bir çeşit ön çalışmasını yapmışlar anlayacağınız. Üstelik felsefe konusuna da el atmışlar.

Geçen hafta Doğan Kuban hocayı anarken “Türkiye’de felsefe yok!” deyişine değinmiştik ya... Felsefenin yokluğa inat anaokulunda felsefe dersleri vermeye başlamışlar. Dünyada nesli tükenen beyaz kutup ayısı üzerinden, çocukları felsefeyle tanıştırmışlar.

 

Çocuklar İçin Felsefe

 

Çocuklar için Felsefe, kısaca P 4 C çocuklara yöneltilen sorularla çocukların düşünmesini sağlayan, felsefi araştırmayı dersin merkezine koyarak öğretme ve öğrenmeye yönelik bir yöntem…

1970’li yıllarda ABD’de Montclair Eyalet Üniversitesinde Felsefe Profesörü olan Matthew Lipman tarafından soruşturma temelli eğitim stratejisinin bir parçası olarak tasarlanmış.

“Geleneksel eğitim anlayışının yarattığı en büyük hayal kırıklığı, akla uygunluk idealine yaklaşan insanlar yaratmadaki başarısızlığıdır… Mevcut ders programında, öğretim yönteminde, öğretmen eğitiminde, teste dayalı eğitim anlayışında akla uygun bir düzen inşa etmemiz gerekiyor, böyle bir dünyanın ortaya çıkması için nasıl bir eğitime ihtiyacımız var, böyle bir eğitimin ortaya çıkması için nasıl bir ders programı oluşturmamız gerekiyor.” (Lipman, Philosophy Goes to School, s.16-17)

Lipman’a göre; iyi bir rehberle felsefe yapmaya erken yaşlarda başlamanın çocukların zihinsel ve duygusal açıdan gelişmelerindeki önemi büyük. Erken yaşlarda başlayan bu eğitimde, çocukların zihinleri yargılarla dolmadan, zihnin yargıları nasıl işleyeceğine dair donanıma sahip olması hedefleniyor.

UNESCO tarafından onaylanan bir pedagojik program olan P 4 C, argüman oluşturmak için mantıklı hamleler kullanarak kritik öneme sahip düşünceyi geliştirmeyi amaçlıyor. Fikirlerin paylaşılması ile 4C: işbirlikçi (collaborative), yaratıcı (creative), özenli (caring) ve eleştirel (critical) olmanın temelini oluşturuyor.

 

Çocuklar İçin Tarih

 

Genel olarak tarih, okul öncesi çocuklar için zor bir öğrenme alanı olarak görülmekte. Okul öncesi döneminde çocukların sosyal bilimler eğitiminden uzak durdukları ve toplum bilimlerini kavrayamadıkları biçiminde bir algı vardır. Çünkü tarih soyut kavramları içinde barındıran bir bilim dalıdır. Henüz somut kavramlar döneminde olan 3 -5 yaş dönemi çocuklar için öğrenilmesi zor bir alanmış gibi görünür.

Ancak son yıllarda tarih bilimi küçük çocuklar için de oldukça ilgi çekici ve heyecan verici olabiliyor. Uygun yöntemlerle çocuklara tarih bilinci kazandırmak, çocukların sosyal, duygusal ve bilişsel gelişiminde etkili olduğu saptanıyor.

Sorun, henüz okuma-yazma yetisi olmayan küçüklere, tarih öğreniminin nasıl bir yöntemle verilebileceğidir.

Zaman ve mekân kavramı olmayan çocuk, tarihle nasıl buluşabilir?

Profesör Penelope Harnet, yaptığı bir araştırma projesinde 5, 7, 9 ve 11 yaşlarındaki çocuklara tarih konulu resimler göstermiş ve çocuklara bu resimlerde ne görebildiklerini sorarak yaş gruplarına göre nelere dikkat ettiklerini tespit etmiştir.

En küçük yaş grubu olan 5 yaşındakiler dikkatlerini çeken birçok resim olduğu halde gördüklerini tanımlamakta zorlanmıştır. Diğerleri resimlere çok dikkatli bakmışlar ve görebildikleri şeylere dair pek çok detay sunmuşlar. 11 yaşındaki çocuklar ise daha az detay sunmuş ama gözlemlerini daha özlü bir şekilde ifade etmiş. Bu yaş grubu çocuklar gözlemlerinin pek çoğunu sentezleyebiliyor ve resimlerde neler olup bittiğine dair sonuçlara varabiliyorlar. Bu durum çocukların tarih anlayışlarındaki ilerlemenin nasıl olduğuna dair ipuçları vermektedir.

5 yaş grubu çocuklarda kronolojik düşünme becerisi olmasa bile gelişmekte olan bir zaman algıları olduğu, geçmişin yaşanan zamandan farklı olduğunu anlayabilmektedirler.

Örneğin bir masalın başlangıcında bu yaş grubu “evvel zaman içinde” ifadesini duyduğunda, anlatılanların geçmişte ve kendilerininkinden çok daha farklı bir zamanda gerçekleştiğini algılayabilmektedir.

Ülkemizde MEB’in 2013 okul öncesi eğitim programı kapsamında tarih ve sosyal bilgiler alanında değerlendirilebilecek kimi becerilere çocukların bilişsel ve dil gelişimini içeren kazanımlara yer verdiği görülmektedir.




 

Dünyada Okul Öncesi Tarih Eğitimi

 

Ülkemizdeki bu duruma karşın, ABD’de küreselleşme doğrultusunda gittikçe önemi artan sosyal bilgiler öğretimini vatandaşlık eğitiminin ayrılmaz bir parçası olarak görme eğilimi çok daha önceden ağırlık kazanmıştır. Dahası, okul öncesi dönemde sosyal bilgiler öğretiminin verilmemesi ya da ihmal edilmesi durumunda, ilerleyen dönemlerde çocukları ülke vatandaşlığına hazırlamada başarı sağlamanın mümkün olamayacağı ileri sürülmektedir.

Bu bağlamda tarih öğretiminin nasıl olması gerektiğine dair önemli katkılardan birini de ABD'li filozof ve eğitim kuramcısı John Dewey yapmıştır.

Dewey, “Niçin çocuklara daha canlı ve etkisi daha büyük olan ve devamlı olan gerçeği vermiyoruz?” diyerek, çocukların öğrenmesinde konuların somutlaştırılmasına dikkat çekmiştir. Bunun en kestirme yolu, çocukların somut gözlemlerine dayanan çevre faktörlerinden ve yakın aile ilişkilerinden (anne-baba, kardeş ve yakın akrabaları) hareket etmektir. Çocuk için en somut varlık öncelikle kendisidir, ardından ailesi, komşuları ve yaşadığı çevre gelir.

1920’lı yıllarda ülkemize de gelen Dewey, Türkiye için çağdaş bir eğitim programı önermiş ve bu program 1950’li yıllara kadar uygulanmıştır.






 

Anaokulu Sunumu

 

Çalışma arkadaşım Ahmet Kabayel’le Haznedar Anaokulunda gerçekleştirdiğimiz sunumun merkezinde, 3 – 5 yaş grubu çocukların eğitim gördüğü binanın kendisi vardı.

Haliyle çocuklar içinde bulundukları okul binasını tanımakta tereddüt etmediler.

Ardından okul binasını biraz daha uzak plana alarak Cumhuriyet Meydanı’na yöneldik: Tarihi çınar ağacı, Saray Camii, Hükümet Konağı ve Atatürk Anıtı…

Anıtın 60 yıl önceki siyah beyaz fotoğrafına ve önündeki çocuklara odaklandık.

Çocuklardan biri, sunumu birlikte yaptığımız Sn. Kabayel’in 6 yaşındaki görüntüsüydü. Fotoğraf O’nun için de sürpriz oldu. Zaman ve mekân kavramını arkadaşımız Ahmet Kabayel üzerinden çocuklara aktardık.

Sunum, eski ve yeni Ünye görüntüleriyle sona erdi.

Umarız, yetişkin hemşerilerimizin bilincinde yeterince yer almayan bu karşılaştırma, küçük dimağlarda karşılığını bulmuştur.

Esenlik dileklerimizle.

 

15.05.2024, Ünyekent

 

8 Mayıs 2024 Çarşamba

Doğan Kuban

 


Doğan Kuban

 

 

Neden Böyleyiz?

Bu soruya en güzel cevabı veriyor Pandemi döneminde sessizce kaybettiğimiz değerli hocamız Doğan Kuban

“Toplumda kültür yok. 200 küsur üniversite var ama hoca yok, cehalet kurbanı olarak devam ediyoruz, vasatlık her yerde. Bir kültürün birikmesi, bakkaldan mal almaya benzemez. Kentli olmak, kente her taşınanın kentli olduğu anlamına gelmez. Kentli olmak, çağdaş uygarlığı bütünüyle olmasa bile, biraz anlamış olmak demektir.”

Ne kadar kentli olduğumuzu tartışırken, daha çok beton yapılar çıkıyor karşımıza…

Öte yandan bu ülkede ağaç ve orman katliamı var, su katliamı var, insan ve özellikle kadın katliamı var, hepsinin üzerinde, hayvanlarıyla birlikte doğa katliamı var, kent yaşamı katliamı var.

Ülkede “gelişme” adına ileri sürülebilecek tek faaliyet inşaat sektörüdür.

Bitmeyen bir aşkımız var, “beton aşkı!”

Oysa “en tehlikeli şey inşaatçılıktır” diyor Kuban

“Çünkü inşaatçı aslında bir şey üretmez, arkasında entelektüel bir gelişme yoktur. İktidar, eğitime-sanayiye para harcayacağına, ekonomiyi inşaata indirgiyor, halkı istismar ediyor, cahil bir kitle para kazanmış oluyor, bu kadar, inşaatçılık ülkeyi batıracak.”

Ve ekliyor:

“Türkiye cehaletiyle övünen bir ülke!”

 

Kültür Yok, Felsefe de Yok!

 

Toplumda kültür olmayınca felsefe de olmuyor.

Yine Doğan Kuban’dan örnekleyelim:

“Türkiye’de felsefe olmadığı için, eleştiri kavramı gelişmedi, az gelişmiş toplumda eleştiri yaptığı zaman, küfür etmiş sayılıyorsun!”

En çok bundan mustarip oluyoruz…

Bir eksiği yahut aksaklığı ifade ettiğimizde persona non grata (istenmeyen kişi) ilan ediliyoruz, toplumdan soyutlanan kişi durumuna getiriliyoruz.

“Yahu bırak şunu!”

Bu ülkede nice değerler hep bu şekilde harcanmadı mı?

Biz yine de bu insanlara hak ettiği değeri vermek zorundayız.

Üç yıl önce hayata veda eden Prof. Dr. Doğan Kuban da bu değerlerden biri…

Hocaların hocası, Türk mimar ve Türkiye’nin ilk mimarlık tarihçisi Doğan Kuban’a iki yıl önce bu sütunlarda değindik.

Yürürler Konağı ve Prens Ahmet Bey adlı, 13 Nisan 2022 tarihli yazımızda değerli hemşerimiz Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’dan bahsederken Doğan hocaya değinmiştik.

Ahunbay’ın 1975’de Prof. Dr. Doğan Kuban denetiminde yaptığı "Osmanlı Mimarlığında Sultan Ahmed Külliyesi ve Sonrası, 1609-1690" konulu doktora çalışması nedeniyle Kuban’dan bahsettik.

Şimdi değerli hocamızın anısına konuyu biraz daha geniş ele alalım.

 

Prof. Dr. Doğan Kuban (1926-2021)

 

10 Nisan 1926’da babasının Fransız Harp Akademisi'nde öğrenci olduğu sırada Paris'te doğdu. Altı yaşında yurda döndü, Lise öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra dayısı mimar Mehmet Emin Onat’ın teşvikiyle mimarlığa yöneldi.

“Mimariye olan merakım mimar olduktan sonra başladı” diyen Kuban, “Aslında mühendis olmak istiyordum.” diyor.

Son kitabı ‘Osmanlı Mimarisi’ için yapılan bir söyleşiden yararlanarak aktarıyorum bu bilgileri…

“Öğrencilik yıllarımda İstanbul Teknik Üniversitesi Türkiye’nin en şöhretli ve sınavla girilen tek okuluydu. Üniversiteye girmeye karar verdiğim yıllarda, sonradan üniversitenin rektörü olan, Anıtkabir’in mimarı Emin Onat ne olmak istediğimi sordu. “Gemi-inşaat mühendisi” dedim. “Türkiye’de gemi mi yapılıyor, ne yapacaksın” dedi. “Ne olayım peki” dedim; “mimar ol” dedi. Ben de mimar oldum.”

İşte böyle başlamış Doğan hocanın mimarlık serüveni…

1949 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden Yüksek Mimar olarak mezun oluyor. 1952'de aynı kurumun Mimarlık Tarihi ve Rölöve Kürsüsüne asistan olarak atanıyor. Türkiye'de ilk restorasyon dersini veren Paolo Verzone'nin çevirmenliğini yapıyor.

Mimarlık öğrenimi görüyor ama daha çok mimarlık ve sanat tarihi üzerinde uzmanlaşıyor. Yeni binalar inşa etmek yerine, var olanların tarihini yazmaya çalışıyor:

“Tarih çok küçük yaşlardan beri ilgimi çekerdi, sürekli tarih ve felsefe kitapları okurdum. Bir gün yine Emin Onat’a, mimarlık tarihi asistanı olmak istediğimi söyledim. O zaman okula İtalya’dan bir profesör gelmişti; Paulo Verzone. Fransızca bildiğim için kendisinin asistanı oldum. Mimar oldum ama tarihçiliği tercih ettim. Bana mimar olmaktan başka bir şey gerekiyormuş; ben de tarihçi oldum. Restorasyon yaptım, eğitim verdim, yarışmalara girdim, ödüller aldım, mimarlığı da bırakmadım ama hobi olarak kaldı benim için.”



Yurtdışı Çalışmaları ve Uzmanlaşma

 

İtalya’da Rönesans mimarisi üzerine çalıştı Doğan Kuban, Michigan Üniversitesi’nde İslam sanatı dersleri verdi. Washington’da Anadolu Bizans mimarisi üzerine çalışmalar yaptı. Anadolu Türk mimarlığı konusuna odaklanırken birbirinden farklı uzmanlık alanlarını birleştirdi.

Konuyu öyle açıklıyor:

“Kubbeyi anlamak için dünyanın her yerinde yapılmış kubbelere bakmak gerekir. Ne kadar benzer, ne kadar ayrı olduklarını incelemelisiniz. Rönesans’ı, Bizans dönemini bilmeli, İslâm geleneği içinde neler olduğuna bakmalı, neyin, niçin yapıldığını iyi kavramalısınız. Dolayısıyla bütün ömrüm boyunca karşılaştırmalı bir sanat tarihi ve mimarlık tarihi üzerinde uzmanlaşmayı tercih ettim.”

İTÜ Mimarlık Bölümü öğretim programında "Modern Mimarlık Tarihi"nin ayrıntılı olarak yer almasını sağlayan Kuban, doçentliğinden 1993 yılında emekli olduğu tarihe kadar bu kurumda sırasıyla şu görevleri yaptı:

Mimarlık Tarihi ve Rölöve Kürsüsü, Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Kürsüsü ile Restorasyon Ana Bilim Dalı başkanlığı, 1974-1977 arasında da İTÜ Mimarlık Fakültesi dekanlığı görevlerini üstlendi.

 


Kuban’ı Anma

 

22 Eylül 2021 tarihinde, 95 yaşında hayata veda eden Prof. Dr. Doğan Kuban için Pandemi nedeniyle İTÜ Taşkışla’da tören yapılamadı.

Sessizce toprağa verildi.

Yedi ay sonra, 8 Nisan 2022 tarihinde her yıl Doğan Kuban’ın doğum yıldönümünü kutlama geleneğini bir anlamda sürdürmek amacıyla bir anma töreni düzenlendi.

İTÜ Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Anabilim Dallarının gerçekleştirdiği bu anma töreni 2023 yılında yinelendi.

8 Nisan 2024’te de üçüncüsü düzenlendi.

Ölüm yıldönümünde “veda” etmek yerine, doğum kutlamasıyla anıldı Doğan hoca…

Doğan Kuban’a yaraşır bir tutumla.

Unutulmaması ve unutturulmaması dileğiyle…  

08.05.2024, Ünyekent