Böyle mi kalsaydı?
1970’li yıllardan kalma Ünye Büyük Cami’nin üç ayrı
görüntüsünü paylaşmış değerli hemşerim İsmet
Küçükoğlu...
“Böyle mi kalsaydı? Der dururum!” demiş altında.
Ve art arda yorumlar gelmiş, yaklaşık otuz tane.
“Keşke!” diyenler olmuş çoğunlukla…
Böyle kalsaydı demeye getirmişler.
Sadece iki kişi aksini savunmuş…
“Böyle kalsaydı gelişemezdik” demiş
bir hemşerim.
Diğeri “Eskiye rağbet olsaydı, bitpazarına nur yağardı...”
diyerek öğütlemiş:
“Gelişin beyler artık nostalji devri
geride kaldı!”
Ünye Büyük Cami
Şehrin merkezinde adına yaraşır biçimde Ünye’nin en eskilerinden
ve en büyük camisiymiş. 39 Depremi nedeniyle ağır hasar gören Orta Cami yeniden
inşa edilince, “büyük” olma niteliğini kaybetmiş. Üstelik bu yarı kâgir bina
Orta Yeni Camii yanında oldukça eski ve yıpranmış görünmekteymiş. Tümüyle Ünye
taşından inşa edilen ve kubbesiyle İstanbul’un anıt camilerini andıran Orta
Yeni Camii karşısında ihtişamını yitirmiş, kiremit çatısı ve ahşap
sundurmasıyla sönük kalmıştır.
2011 Şubat’ında Ünye Tarih Araştırma Grubu olarak değerli
çalışma arkadaşım Ahmet Kabayel’le birlikte
Orta Yeni Camii’ni yazmıştık. Bu vesileyle Ünye’nin diğer camilerini de kaleme
aldığımız çalışmamızda Büyük Camii’nin Osmanlı Döneminde ilk yapımında ahşap
cami olarak inşa edildiğini yazmıştık. Değerli araştırmacı Yazar Mehmet Karayalman’nın da ifade ettiği
gibi “Ünye’nin ilk cuma camisidir” ve çarşının ilk camisi konumundadır. Ünye’de
Müslüman nüfus arttıkça cemaate yetmez duruma gelmiş. Yarı ahşap, kâgir bir
yapı olarak yeniden inşa edilmiş, defalarca onarım görmüştür.
Eskiden evimiz çarşıdaydı. Orta Cami ile Büyük Cami arasında
yer alıyordu. Büyük Cami onarımına ve değişimine o dönemde de tanık olmuştuk.
Örneğin, 60’lı yıllarda Çınarlık Mahallesine giden caddeye bakan cephe abdest
alınan dar bir avluya bakıyordu. Üstü açık, yüksek duvarlı, uzunlamasına
muslukların yer aldığı o avlu iptal edildi, üstü kapatılıp caminin giriş kısmı
yapıldı. Abdesthane, Hükümet Caddesine bakan tarafta taşındı. Oraya bir
şadırvan yapılmıştı. Eskiden mezarlıkmış ama birkaç mezar kalmıştı bizim
çocukluğumuzda. Musalla taşı eskiden de oradaydı, bahçeyi biraz genişlettiler.
Minarenin dibine “büfe” görünümlü iri bir kulübe kondurdular. Tespih, takke,
esans gibi şeyler satılıyordu. (Küçükoğlu’nun paylaştığı fotoğrafta büfe
görünüyor. Çarşamba günleri bahçe duvarı kaldırımına seyyar satıcıların açtığı
tezgâhlar da görünmektedir.)
Cami ve çevresi böyle kalmalı mıydı?
Ezcümle böyle gelmemiş ki böyle kalsın.
Öte yandan gelişmenin ölçütü, böyle kalıp kalmamasında da
aranmamalı.
Fotoğrafta görünen, caminin ilk hali değil.
O halini çok iyi biliyorum, güzel-estetik bir yapı değildi.
Buna rağmen otuz hemşerim neden paylaşılan fotoğrafın altında
“keşke o haliyle kalabilseydi” diyor?
Çünkü yaşanmışlık var işin içinde, her birimizin hayatının bir
parçası o görünenler.
Bizden bir parça, yaşadığımızın kanıtı, bizi var eden
argümanlar.
Eskilerin “yaşat ki yaşayasın” dediği türden.
Bitpazarına nur yağar mı bilemeyiz ama eskinin bir değeri var…
Efesli filozof Heraklitos’un
dediği aynı suda iki kez yıkanılmıyor.
Çünkü sen, eski sen değilsin ve yıkanacağın su da aynı su
değildir.
Bilimde ve felsefede değişim
esastır, kaçınılmazdır.
Geçmiş Muhafaza Edilmeli mi?
Nostalji devri geride kaldı, diyelim haydi…
Geçmişi boş ver!
İşimize bakalım, geleceğe yönelelim.
Oysa öyle olmuyor işte…
Geçmişi olmayanın, aslını bilmeyenin geleceği de olmuyor.
Neyi, nasıl koruyacağımızı bilmemiz, sorgulamamız gerekiyor.
Yıllar önce tamamen yıkılıp yerine yenisi yapılan Hacı Osman Ağa Camii ile ilgili bir araştırma
yapıyorduk Ahmet Kabayel’le. Yıkım
kararını veren dönemin Belediye Başkanı rahmetli İsmail Cerrahoğlu ile görüştük:
“Neden taşınmaz kültür varlığı olan camiyi yıktırdınız?”
dedik.
Rahmetli Başkan Cerrahoğlu, camin bulunduğu Ortaokul yokuşunun
o dönem çok dar olduğunu ve o yıl orada bir çocuğun araç altında ezilerek can
verdiğini söyledi.
Çok eski ve köhne olan ahşap cami taşımaya değmez, yoldan
çekilmesi ise imkânsızmış…
Kendisi de mimar olan başkanın bu harap yapıyı muhafaza etmek
yerine, zamanın koşullarına uygun yeni bir cami yapmayı tercih ettiklerini
söylemişti.
Yine de sorgulanması, muhafaza edebilmenin yolları
aranmalıydı.
O yıllarda kültür varlıklarını koruma kurulları henüz
oluşmamıştı.
Neyi Nasıl Muhafaza Edeceğiz?
Artık kültür varlıkları yok edilmiyor, korunuyor.
Kültür mirası olarak tüm dünyaya ait bir eser olarak kabul
ediliyor.
Dünyada güzel örnekleri var “muhafaza” etmenin…
Bırakın bir binayı, adamlar kocaman bir şehri muhafaza etmeyi
becermişler.
18. Yüzyıldan kalmış kentlerini yıkmamışlar, olduğu gibi ayakta
kalmasını sağlamışlar.
Avrupa’da savaşın harabeye döndürdüğü yapıları bile birebir inşa
edip ayağa kaldırmışlar.
Floransa’yı, Venedik’i gördüm, her biri bir müze kent…
Kentteki yapılar muhafaza etmeye değer.
Eskiyi yıkmamışlar, restore etmişler.
Yüzlerce yıl önceki gibi kalmasını sağlamışlar.
Böyle kalırsa “gelişemeyiz!” dememişler.
Devasa apartmanlar, modern çarşılar kurmuşlar ama eskilerin
yıkıntıları üzerine değil, biraz öteye yeni bir kent inşa ederek başarmışlar.
Nostaljiyi bırakmadan sağlamışlar gelişmeyi.
Biz bu gerçeği biraz geç algılamışız.
Belki de anlayamamışız.
Hızla tüketmişiz yeşil alanları, eski yapıları yıkıp betona
dönüştürmüşüz.
Ünye’yi karakterize eden, bahçe içinde altı taş, üstü ahşap
iki katlı eski evleri yıkıp yerine çok katlı beton yapılar dikmişiz.
Elimizde yeşil alan olarak bugün sadece mezarlıklar kalmış ve
şimdilik kaydıyla Çamlık dediğimiz mesire alanı.
Sonuç
Ünye Büyük Camii 70’lerdeki haliyle kalmalı mıydı?
Yıkılması kültürel anlamda büyük bir eksiklik sayılmazdı, bana
göre.
Çünkü özgün değildi.
Mimari açıdan belli bir tarzı temsil etmiyordu.
Eklentileri vardı, iyice yıpranmıştı.
Köhnemiş bir yapıydı.
Yine de çeki düzen verilip, çevresiyle birlikte korunabilirdi.
Caminin arkasındaki ağaçlar, yanındaki yeşil alan ve yan
taraftaki Beylik horu korunabilirdi. Burası şehrin eski merkezi ve bedestanı olarak
muhafaza edebilirdi.
Daha geniş ve modern bir şehir merkezi olarak yeni bir alan
tespit edilebilir, modern yapılar orada inşa edilebilirdi.
İlle yıkılması gerekiyorsa…
Yıkılanın yerine yapılan her daim daha işlevsel, özgün ve
kültürel açıdan yetkin olmalı ki eskiyi yıktığımıza değsin!
Örneğin Saray Camii…
Öyle bir yapıyı yıkmak cinayet olmaz mıydı?
Yerine ne dikersen dik!
O nedenle restore etmeyi yeğlemiyor muyuz?
Ağacı, yeşili bol, az yıkımlı, bol yapımlı yıllara…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder