15 Aralık 2007 Cumartesi

ÇEKEREK KIYILARINDA



Cumhuriyet’in ilk yıllarında Çekerek kazası, Hacıköy adında bir köymüş. O tarihte Sivas’a bağlı olan Zile ilçesi’nin bir köyü iken, 1928’de Sorgun’a bağlanmış. 1944’te Yozgat’a bağlı bir ilçe olmuş. Adı, ilçeden geçen ırmakla anılmış: Çekerek.

Zekeriya Temizel’in yazdığı anı-roman türündeki son kitabı adını işte bu ilçeden alıyor:

Çekerek Kıyılarında.

Temizel’i aslında bir çok Ünye’li tanır.

1964’tü galiba. Aslen Fatsa’lı olan bir diş teknisyeni, bazı nedenlerden ötürü, ikamet etmek için Ünye’ yi tercih etmişti. Gelip, şimdiki Kabayel işhanı, Hizmet TV’nin olduğu binaya yerleşmişlerdi.. Biz ise, bu dişçi amcanın, Ali Faik Gündüz beyin kiraladığı yerin yanında, bitişiğinde oturuyoruz. Eşi Gülten Abla neredeyse okul öğrencisi yaşında. Ablama arkadaş gelmişti. Zeki adında kundakta bir oğulları vardı. Sonra üç oğlan çocukları daha olacaktı.

Sevgili ağbeyim Zekeriya, işte bu dişçi amcamın kayınbiraderiydi. Gülten ablamın bir iki yaş küçüğü. Gerçi aile arasında biz ona daha çok Fikret derdik. Aslen Sivas’ın Yıldızeli kazasındandı. O dönemde Lisedeydi. Yıllarca referans kaynağım oldu. İlk kulaç atarak yüzme stilini bana o öğretti, Şimdi iskeleti kalmış eski iskeleden köprüye yüzmeyi, kavgada neden yürekli olunmasının gerektiğini bana o öğretti. Önüme geniş bir ufuk açtı. Sağ olsun.

Temizel, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okurken, eniştesi Fatsa’ya döndü. Belki bu nedenle birçok defa Fatsa’ya ve köyleri olan Kabakdağ’a gidip, kaldım.

Temizel’in çalışkanlığı yanında keskin zekasından ve gözlemciliğinden etkilenmemek mümkün değildi.

Hiç unutmam, aya ilk ayak basıldığı tarihte Fatsa’da, Zekeriya ağabeyle beraberdik ( Temmuz 1969 ). Onun memuriyet, benimse Üniversite yıllarımda ve sonrasında bağlantımız tamamen koptu. Gülten ablalarla, benim ailemin ilişkileri zaman zaman kesintiye uğrasa da hiç kopmadı.

Derken, İstanbul Defterdar’ı, Gelirler Genel Müdür’ü oldu. Ardından, Ecevit Hükümeti'nde Maliye Bakanlığı yaptı.

Her Cuma günü Cumhuriyet Gazetesi'ndeki köşesinden yazmaktadır.

Çekerek Kıyılarında, işte bu insanın gözlemlerine dayanan bir anı-roman.

Ünye ile Zile arasında uzanan bir coğrafya.

Ülkemiz ne kadar küçük değil mi? Tıpkı insan yüreği gibi; küçücük.

Ama bu yüreğin kucakladığı kocaman bir dünya var. O küçücük yüreğe gerektiğinde tüm dünya sığmakta.

Üstelik ağız, dil bilmeden. Sınırları, mayınlı tarlaları aşarak.

Henüz Çekerek Kıyılarında’yı edinemedim, okumadım. Ya Cücür’den sipariş vereceğim, yahut internetten satın alacağım. Kitaptan ufacık bir bölüm buldum, bir yerden ve işte onu aktarıyorum…

Nınadüğ ile Esme nene adında, iki yaşlı kadının öyküsü var, bu kısa alıntıda. Mekan Çekerek Irmağının kıyısı:

“Nınadüğ ile Esme Nene’nin günlerce ne konuştukları herkesin merak konusu olmuştu. Esme Nene, Kürtçe’den başka, Ninadüğ de çerkesçe ve Rusça’dan başka bir dil bilmezdi. (….) Bazen Esme Nene, bazen de Ninadüğ konuşurken gözlerinden sicim gibi yaş boşalıyor, diğeri de sanki anlatılanı anlamış gibi gözyaşı dökmeye başlıyordu. (…) Kucaklaşmaları da bir garip olurdu. Esme Nene, Nınadüğ’e kollarının yetiştiği yerden, yani belinden sarılır, Nınadüğ de onun başını kollarıyla sarardı. Ne konuşuyorsunuz nına diye –çerkesçe- sorduğumda, Nına bana ‘Ne olacak küçüğüm sürgünümüzü’ derdi… ‘Ama o seni anlamıyor ki.’ ‘Olsun. O kendine, ben kendime anlatıyorum. Hikayelerimizin acıklı ve birbirine benzer olduğunu biliyoruz ya. Hem sürgün anlatılmaz ki, yürekte hissedilir.’

Kafkas Dağları’ndan sökülüp atılmış bir Çerkez nınası ile Dersim derelerinden koparılmış bir Kürt (Alevi) nenesini, kaderlerinin bir araya getirdiğine inanırdım. Bu iki dağlıyı burada birleştiren kader, bu birleşmeden mutlaka bir şeyler çıkarmasını planlamıştır diye düşünürdüm.”

Güzel düşünmüşsün sevgili ağbeyim, Eline yüreğine sağlık.

Ahmet Derya Varilci
Ünye, 18/04/2007


"Anlatmaya çalıştıklarım, aslında bizim kuşağın büyük çoğunluğunun ortak anıları. Yaşadıkları, ancak, anlatmaya değer bulmadıkları anılar. Zaten ne zaman bu konular konuşulsa hemen ortak noktalar çıkıverirdi. Bu anıları anlamlı kılan ise, yaşandıkları dönemin özelliğiydi. Bu dönem, çağdaşlaşmaya, sağlıklı bir ekonomik sistem kurmaya çalışan genç Türkiye’de parasal ekonomiye sistem sıkıntılarının yaşandığı dönemdi. Bu anıları yazarken, parasal ekonomiye geçişte toplumun geniş kesiminin çektiği sıkıntıları, ödenen bedelleri hatırlatarak, bazı kesimlere büyük haksızlık yapıldığına yönelik abartılı anlatımların haksızlığını da ortaya koymaya çalıştım." (Kitabın arka kapağından.)


Not: Bu yazının bir ay sonrasında gittiğim Ankara'da ilk işim kitabı aramak oldu. Kardeşim Leyla ve yeğenim Umut'la DNR'ın Kavaklıdere'de açılan yeni binasına gittik. Orada bulamayınca, çoğu kez yaptığım gibi Dost Kitabevi'nin yolunu tuttuk. Kitabı orada buldum, satın aldım, okudum. Yukarıda yazdıklarımda en küçük bir fazlalık olmadığını gördüm. Eklenmesi gereken bir çok konu vardı. Belki gelecek sefere...
(Foto: DNR'ın girişinde, "cafe" deyiz. Karşımızda Kuğulu Park.)

2 yorum:

  1. Kitabı en yakın zamanda alıp okuyacağım...

    YanıtlaSil
  2. Eline emegine yüregine saglik Ahmet, Yazilarini
    okudukca, seni yeni yeni tanidigimi anliyorum.
    Cekerek Kiyilarini da en kisa zamanda edinecegim.
    Gönül dolusu selamlar.
    Fikri Terzioglu

    YanıtlaSil