Nikbinlik
Şairin dediği gibi:
Dert çok,
Hemdert yok!
Yüreklerin kulakları sağır…
Kendi ellerimizle tüketiyoruz dünyayı.
Bir avuç sermayedarın kâr hırsı yüzünden doğayı
katlediyoruz.
Adına “Küresel Isınma” dediğimiz kirlettiğimiz çevre…
Yok ettiğimiz ormanlarla geliyor felaket…
Çöle dönüştürüyoruz dünyayı.
***
Dünya artık eskisi gibi güvenilir değil.
Yağmurlar bereket getirmiyor.
Her yıl Karadeniz’de sel felaketleri yaşanıyor.
Sadece malımıza değil, canımıza zarar veriyor yağışlar.
Doğu Karadeniz’de geçtiğimiz hafta selde sekiz canı kurban
verdik…
Suya kapılıp kayboldu insanlarımız.
Göz göre göre her yıl yaşanıyor bu felaket…
***
Henüz mürekkebi kurumadı…
Birkaç hafta önce betona dönüşen hayattan söz ettik.
Sahile yapılması düşünülen bisiklet yolundan…
Deniz kıyısına döşenen betonlardan söz ettik…
Ve Ünye Çamlığı’na dokunulmayacağına dair söz verildiği
halde, kıyısından köşesinden başlanan betonlaştırma projesinden söz ettik…
Yine bir dönem önce başlayıp, bu dönemde de devam eden
“Cevizdere’yi Çöplüğe Dönüştürme” projesi vardı yazdıklarımız arasında…
Hemen hepsi, bu güzelim memleketi cehenneme çevirme hamlesiydi…
(Bir dönem önce de OMV santrali ile ilgili yazıp çizmiştik.
“Hiçbir şey için geç değil!” denmişti ama geçmiş olsun… Olanlar oldu!)
Bu sene de Ünyeli fındık üreticisi perişan oldu…
Pazara inmeden ürünü, selle birlikte tarladan denize uçtu!
Yani olanlar oldu!
****
Aslında bugün “iyimser” olacaktım.
Yazıya başlık olarak seçtiğim “Nikbinlik” adlı şiirde yazdığı
gibi:
“Güzel günler göreceğiz çocuklar / Güneşli günler / Göreceğiz
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere / Süreceğiz.” diyecektim.
Ama öyle olmadı.
(Şair dediğimde iki isim gelir aklıma öncelikle: Nazım
Hikmet ve Necip Fazıl… Tabi bu iki ismin de Deniz Askeri Lisesi’nden
öğretmenleri Yahya Kemal’i burada anmadan geçemeyeceğim, şairlerin şairi odur!)
Haberler “iyimser” olmamı engelliyor.
Gelinen noktada insanlık
topyekûn küçük bir virüse teslim oldu.
Asıl iyimserliğimin akamete uğramasına neden olan etken bu
yazdıklarım değil…
Ölüm orucunda sona yaklaşan iki insandan söz etmek
istiyorum.
Avukat Ebru Timtik
ve Aytaç Ünsal…
Çoğunlukla düşünce ve tavrına katılmadığım ama bazı
duyarlıklarını takdir ettiğim gazeteci Ahmet
Hakan’ın 18 Ağustos 2020’de Hürriyet gazetesindeki köşesinde yazdığı konuya
ilişkin yazısını olduğu gibi aktarıyorum:
İKİ AVUKATIN ÖLÜM ORUCU
“ÖLÜM orucu” denilen kahrolası yönteme de karşıyım, bu
yönteme romantik güzellemeler yapılmasına da. Bu yöntemin tamamen gündemden
çıkmasını istiyorum. Bu yönteme meşruiyet kazandıracak bir girişimde bulunmak
istemiyorum.
*
Durumum büyük bir içtenlikle böyle olduğu halde...
Cezaevinde bulunan iki avukatın, günlerdir ölüm orucunda olduğuna hatta ölümün
kıyısına gelip dayandıklarına dair haberler karşısında bir insan olarak
etkileniyorum. Şöyle bir ikilemdeyim: Bir yandan ölüm orucu yöntemine meşruiyet
kazandırılmasını istemiyorum, bir yandan da iki avukatın ölmesini istemiyorum.
*
Böyle bir ikilemin galibi ise tabii ki “hayat” oluyor.
Buradan yetkililerimize sesleniyorum: Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal adlı iki
avukatın ölüm orucuna son vermelerini sağlayacak girişimlerde bulunun lütfen…
****
Doğaya, çevreye, ağaçlara ve bitkilere duyarlı, hayvan
haklarına saygılı herkese sesleniyorum buradan...
Lütfen bu iki insana karşı da duyarlığımızı köreltmeyelim.
Duymazlıktan gelmeyelim.
Ünyekent,
26.08.2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder