29 Şubat 2008 Cuma

Ünye'de Pastacılık ve Şekerciliğin Tarihi'ni yazarken, yaptığımız tarihi araştırmayı ve yazarlığımızı teşrih masasına yatırdık.

Hizmet Gazetesi , 18 Şubat 2008, Yıl 3, Sayı 112

BİR “ARAŞTIRMA” YAZISI
ve
ARAŞTIRMACI–YAZAR ÖYKÜSÜ

Üç bölüm halinde tefrika edilen Ünye'de Pastacılık ve Şekerciliğin Tarihi, bir buçuk yılı aşan bir çalışmanın ürünüydü. Sayın Ahmet Kabayel'le birlikte yaptığımız ortak çalışmalardan biri olan bu çalışma dışında, Ünye'de Tarihi Eserlerin Restorasyonu ve Saray Camisi Restorasyonu gibi ortak çalışmalarımız oldu..
Sayın Kabayel'in, ÜTSO (Ünye Ticaret ve Sanayi Odası) yetkilileriyle yaptığı bir görüşmede, Ünye'de bazı mesleklerin tarihi dökümünü ve günümüze nasıl ulaştıklarına dair bir konu gündeme gelir. Oda, Ünye konusunda muhteşem bir arşive sahiptir. İstenilen belge ve bilgiler hazırdır. Diğer yandan, Ünye esnaflarından Akmet Aktuğ, baba mesleği şekercilik ve pastacılığın araştırmasını önerir. Araştırma sırasında ortaya çıkacak masraflarda yardımcı olabilecektir.
O saat işe koyulan Kabayel, çalmadığı şekerci kapısı, konuşmadığı pastacı bırakmaz. Ahmet Eren'in oğlu İlhan Eren'le görüşmek üzere İstanbul'a gider. Hizmet TV'den aldığı kameramanla Tevfik Pişkin'in Kızı Müzeyyen Hanım'ın kapısını çalar.
Bir süre dinlenmeye bıraktığı bu çalışmasından haberdar olduğum halde, Kabayel’le daha çok Hacı Osman Ağa Camisi taşları ve restorasyonlar konusunda çalışmaktayız. Bazen konuyla ilgili görüş alış verişine girer ama bir türlü yoğunlaşmaya fırsat bulamayız. Bazen önüme koyduğu belge ve fotoğrafları bilgisayarıma yükler, ama her defasında konuyu bilinmeyen bir tarihe ertelerdik.
Derken bir gün araştırma notları ve bir kamera kasetiyle birlikte gelir. Fazla karmaşık bir konu olmamasına rağmen, hangi düzen içinde nasıl yazabileceğimizi belirlemekte hayli zorlanırız. Birlikte yaptığımız çalışmaların alışkanlığı içinde, neredeyse baştan başlamak zorunda kalırız. Bir buçuk yıllık araştırmayı yeniden ele alıp, üç hafta içinde hem yazar, hem de yazdıklarımızı ilgililere teyit ettirerek gazeteye ulaştırırız.
Üç bölümle sınırladığımız konuyu daha da uzatmak mümkündür, ama okuyucuların sabrını zorlamayız. Çalışmamızın sonuna doğru, yayınlanan ilk iki bölümle ilgili tepkileri öğrenme fırsatımız olur. Daha çok günümüze ilişkin son bölümde, yazıcıdan çıkardığımız sayfaları doğrudan ilgili kişilerin bilgisine sunarız. Hem tepkilerini öğreniriz, hem de yanlışlarımızı düzeltme fırsatı buluruz.
İlk olumlu tepki, daha ilk bölümün yayınlandığı sırada, bize bu çalışmamızda en büyük desteği sağlayan Ahmet Aktuğ’dan gelir. Bir önemli eleştiri de, Metin Uzbay’dan gelir ki, zehir, zemberektir. İbrahim Okumuş Usta’nın fotoğrafında kendi görüntüsünün çıkarıldığını görünce, haklı olarak isyan eder. Bir sonraki nüshada kendisinden bahsedileceğimizi öğrenir ve böylelikle “gönlü” alınır.
Ünye’nin diğer eski meslek erbapları gibi, şekerci ve pastacı zanaatçıları da hayli “zorlu” bilgi kaynaklarıydı. Hangi soruda nasıl bir tepki vereceklerini tahmin etmek zordu. Mesleğe yıllarını verdiği halde, görüşme teklifimizi reddeden, yahut görüşüp de fotoğraf çekmemize izin vermeyenler oldu. Önce gönülsüz, sonra canı gönülden mesleğini anlatanlar yanında, bolca hüzünlenenler vardı.
Özellikle son bölümde, yazdıklarımızı kağıda geçirip, ilgili kişilere doğrulatıyoruz. Yazdığımız metni okuyan meslek erbabı bir ağabeyimiz, rahmetli babasıyla ilgili bir anıda takılıp kalıyor. Gözyaşlarını tutamıyor.
Yazımıza ilgi gösterenler, yazdığımız konunun doğrudan içinde yer alanlardı.
Aldığımız tepkiler iki ana eğilimi ifade ediyordu:
Ya takdirle karşılanıp, yaptığımız işin ne kadar önemi olduğu vurgulandı…
Ya da belli belirsiz bir “dudak bükme” hareketi, çok da gerekli olmadığı iması.
Sayın Kabayel ve ben, araştırmacı ve yazar niteliğine sahip birileri sayılmazdık. Ünye’de Pastacılık ve Şekerciliğin Tarihini hazırlarken, başta da belirttiğim gibi, Kabayel’in uzun süren bir araştırması oldu. Konunun araştırma kısmı daha çok ona aitti. Ben araştırmaya daha sonra katıldım. Karşılıklı görüştüğümüz konuyu kaleme alan kişi, daha çok bendim.
Yani Kabayel bu yazıda ağırlıklı olarak araştırmacı…
Bense yazardım.
Onun araştırmacı, benim ise yazar yanım tartışmaya açıktı.
İkimiz bir araya gelince:
Araştırmacı – yazar oluyorduk, kendimizce…

Kötü bir profesyonel olmak yerine, iyi bir “amatör araştırmacı – yazar” olmayı hedefledik.
Okur yazar oranının giderek arttığı ülkemizde, ne yazık ki okuyucu sayısı sandığımızdan daha azdı. Okumayan bir toplumun bireyi olarak, kendi yazdıklarımızın ne kadar okunduğu konusunda daha gerçekçi olmak zorundaydık. Daha verimli, daha yoğun ve yararlı yazmak için bazı etkenler gerekliydi. Takdir edilmek, yazının içeriği üzerine tartışmak yahut eleştirilmek bunlardan bazılarıydı. Hatta haksız olduğunu sandığımız bir eleştiri dahi “hiç olmamasından” daha iyiydi.
Hepsinden daha önemlisi, yanımıza edebiyat öğretmenimiz Mehmet Özyurt’un gelip yaptığımız çalışmanın anlamını bize söylemesiydi.
İçimiz rahattı.
Yıllar sonra ödevini yapmış bir öğrencinin sevincini yaşıyorduk.
Öğretmenimizden geçerli not almıştık.
Ödülümüz buydu!


Yazan : Ahmet Derya Varilci
Kenarından bulaşan : Ahmet Kabayel

Ünye
varilci@gmail.com
ahmetkabayel@gmail.com

Not : Ünye’de Pastacılık ve Şekerciliğin Tarihi adlı çalışmamızın son bölüm’ünde “Alver Eczanesi” olarak yer alan mekanın adını, “Karadeniz Eczanesi” olarak düzeltiyoruz. Bize bu ayrıntıyı hatırlatan ve aynı zamanda bu çalışmada bizlerden yardımını esirgemeyen ÜTSO Başkanı Sayın İsmail Hakkı Kara’ya teşekkür ediyoruz. Ayrıca ikinci bölümde, üstteki büyük fotoğrafın üzerindeki isim, Hasan Tahsin Pişkin değil, Hamit Pişkin’dir, düzeltiyoruz.

Son not : Ünye'de Pastacılık ve Şekerciliğin Tarihi, İkinci bölümde Pişkin Ailesi'ni bize aktaran Sayın Müzeyyen Pişkin'in eşi Reşit Pişkin'den bahsederken:
"Pişkin ailesinden, Ünye’de şekercilik yapan son fert Reşit Pişkin’dir. Ünye’de şekercilik ve pastacılık mesleğinin tarihini ve dolayısıyla Pişkin ailenin öyküsünü anlatan Müzeyyen Hanım’ın eşidir. Müzeyyen Hanım’ın babası Ahmet Pişkin’in yanında şekerci çıraklığı yapar. Aslen Çerkez olan ve kimi kimsesi olmayan bu çocuk, soyadı kanunuyla ustasının soyadını almış, yıllar sonra kızının dest-i izdivacına nail olmuştur." demiştik.
Pişkin soyadını alan Reşit Pişkin, aslında Ahmet Pişkin Usta ile akrabadır. Soyadı kanunu ile Pişkin soyadını almasında, ustası olmasından çok, Ahmet Pişkin'le akraba olması etkili olmuştur. "Kimi kimsesi olmadığı" ise, yanlış bir anlamadan doğmuştur. Pişkin ailesinden özür dileyerek düzeltiyoruz.

Ahmet Kabayel ve Müzeyyen Pişkin

ve Ahmet Aktuğ (Gözde Pastanesi)

21 Şubat 2008 Perşembe

ÜNYE’DE PASTACILIK VE ŞEKERCİLİĞİN TARİHİ

Hizmet Gazetesi, 4 Şubat 2008, Yıl 3, Sayı, 110'da yayınlanmıştır.


ÜNYE’DE PASTACILIK VE ŞEKERCİLİĞİN TARİHİ
BÖLÜM III
ÜNYE’NİN YAKIN GEÇMİŞİNDEKİ ŞEKERCİLERİMİZ:
Niyazi Aktuğ
1911 Trabzon doğar. Babası Halil Efendi, Ünye’den hemşerisi İsmail Soysal’ın çağrısı üzerine Saray Hamamını çalıştırmak üzere Ünye’ye geldiklerinde, Niyazi Aktuğ küçük bir çocuktur. 1927’de 16 yaşındayken Ahmet Eren Bey’in yanına şekercilik ve pastacılık yapmak üzere girer. Çırak olarak başladığı meslekte ustalaşır. Usta çırak ilişkisi içersinde Ahmet Eren, Niyazi Aktuğ’un sadece meslek erbabı olmasını sağlamamış, aynı zaman da evlenmesine, dükkan açıp iş sahibi olmasına da vesile olmuştur. 1942 yılı Niyazi Aktuğ için çok önemlidir. Gemiyle eski memleketi Trabzon’a kız almaya giderken yanında ustası Ahmet Eren vardır. Dönüş yolundayken Ünye, 1942 Erbağ depremiyle sarsılmış, denizde de hissedilen bu olay nedeniyle yolculardan Ahmet Eren’in kızı Semin (İskender)Hanım, korktuklarını söylemiştir.
1945 yılında ustası Ahmet Eren’den ayrılan Niyazi Aktuğ kendi iş yerini açar. Hükümet Caddesinde Gün Fırını karşına düşen blokta, Rasim Sırmabıyık’ın yerini kiralar. 1980’de vefatına kadar, aynı iş yerinde şekercilik ve pastacılık yapar. İstanbul’daki Hayat pastanesinden esinlenerek Yeni Hayat Pastanesi adını verdiği bu iş yerinde oğulları Necdet ve Ahmet’le birlikte olur.

Niyazi Aktuğ - Ahmet Eren'in dükkanında

Niyazi Aktuğ, ustalarından gördüğü bütün şekerleme ve pasta çeşitlerini dükkanında yapar ve satar. Ayrıca, o dönemde Ünye’de yeni imalatına başlanan dökme bisküviler imal eder. Dükkanını açtığı günlerden başlayarak, kendi ürettiği şekerlemeler yanında, Samsun ve İstanbul’dan hazır şeker getirip, dükkanında satmaya başlayan ilk şekerci esnaflarındandır. Dükkanın arka bölmesinde oluşturduğu atölyede, kendi imalatı şekerleme ve pastalar yanında, sattığı ürünleri vitrinde süsleyerek teşhir etmesiyle tanınır. Eskiden beri fırın önlerinde satılmakta olan ve Ünye’nin köylerinde imal edilen, beyaz ve sütlü kahve renginde iki çeşiti bulunan cevizli helva satışına başlar. Diğer helvalardan farklı olarak, hurma pekmezi ile yapılan cevizli helva, sert ve ağza yapışan haliyle hatırlanmaktadır. Eskiden kullanılan tereyağı ve zeytin yağının yerini, sanayi mamulü nebati yağlar alır. Artık markalar dönemine girilmiştir. Vita yağı, Hasip Halim Helvası, Bozkurt Helvası, Arı Bisküvileri, Ender Şekerleri, Besler Bisküvileri raflarda yerlerini alır. En gözde kağıtlı, yaldızlı ürünlerden biri çikolatadır. Hazır mamüllerin satışa sunulmasının öncülerinden biri Niyazi Aktuğ’dur. Bu işlemde öncülük yapma nedenini, biraz da 1947’de bir iş kazası sonucu, elinin yanması ve uzun süre iş göremez hale gelmesinin rol oynadığı söylenir.
Niyazi Aktuğ, son dönemde sattığı milli piyango biletlerini saymazsak, pasta ve şekerleme dışında fazla çeşide girmez. Kendisinden önce bu işi yapanlar gibi bir ara oyuncak satsa da, dondurmacılık yapmaz. Ancak, diğer esnafların avlayarak dükkanında satışa çıkardıkları bıldırcınları, kendisi hiç av yapmadığı halde avcılardan satın alarak dükkanında satar. O dönem, bıldırcın avı yaygındır. Her esnaf, avladığı bıldırcınların fazlasını kafeslere koyarak dükkanlarının önünde halka arz eder. Niyazi Aktuğ’ av merakı olmamasına rağmen bıldırcın satar. Meslektaşı ve komşusu Fikret Gün, avladığı bıldırcınları satan son esnaftır. Özal Döneminde KDV bağlantılı perakende fişinin zorunlu olması ve bıldırcın alan bir müşterinin ısrarla fiş talep etmesi üzerine bıldırcın satışından vazgeçmiştir.
Gün Kardeşler
19. Yüzyıl ortalarında Marmara Deniz’inden yola çıkan bir gemi, Ünye’ye ulaştırmak üzere bazı aileleri taşımaktaydı. Türksüleymanoğlu ailesi bunlardan biriydi. Yıllar sonra Ünye’de fırıncılık, pastacılık ve şekercilik yapacak olan Mustafa ve Rıza Ali Gün kardeşler, işte bu gemiyle gelen Türksüleymanoğulları ailesinin üyesiydiler. Babaları İsmi Efendi öldüğünde Mustafa 7, Ali 4 yaşındadır.
Mustafa Gün Kurtuluş Savaşı sırasında İzmir’de askerdir. Fırında çalışması gerekir. İlk fırıncılık deneyimini, Fırıncı Mahmut Arın’ın babası Hüseyin usta’dan edinen Mustafa Gün, burada mesleğini ilerleterek, simitçilik ve benzeri ürünleri öğrenir. Halen Ünye’de Gün fırınını çalıştıran oğlu İsmet Gün, babasını anlatırken muhaberat bölüğünde gösterdiği başarılarından söz eder. Gazi Mustafa Kemal’in bir emrini teller kopuk olduğu için iletemediklerini, savaş yıllarının yokluğu koşullarında, telgraf tellerini bağlamayı başardığı ve emrin ulaştırılarak ilgili tepenin düşman elinden kurtarıldığını ifade eder.
Fırıncılık mesleğini askerde öğrendikten sonra, Ünye’de fırıncılığa başlayan Mustafa Gün, yanına kardeşi Ali gün’ü de alır. Bugünkü Gün Fırını’nında faaliyete geçen kardeşlerin fırını 1936’te geçirdiği bir yangın dışında hiç kesintiye uğramadan günümüze kadar hizmetini sürdürür. Pandispanya ve Ünye Lokumunu tüm dünyaya tanıtan bu fırını halen Fırıncı Mustafa Gün’ün oğlu İsmet Gün ve oğlu Ayhan Gün çalıştırmaktadır.

Pandispanya ve Ünye Lokumu

Yazar Rıfat Ilgaz, 1923-24 yıllarının çocukluk anılarını anlattığı Sarı Yazma adlı eserinde, Ünye’de Fırıncı Mustafa ile kitap değiştirdiğini yazar. Bu alış verişin hayatını yönlendirerek yazar olmasında önemli bir tuttuğunu söyleyen Ilgaz’ın Fırıncı Mustafa’sı, Mustafa Gün’den başka birisi olmasa gerek. O dönemde iptidaiye bitirip okuryazar olan sayılı kişilerden biridir. Fırıncılık mesleğinde ise, belki de okul bitiren tek kişi Mustafa Gün’dür. Öğrenime verdiği önem, oğlu Lütfi’yi Lise’de okuması için ta Trabzon’a göndermesinden bellidir.
Ali Gün

Fikret Gün


1953’te Ali Gün, kardeşi Mustafa ile çalıştırdığı Gün Fırınından ayrılarak, fırının bitişiğine pastacılık ve şekercilik üzerine dükkan açar. Günsaray adıyla açtığı bu dükkan, aynı ticari unvanla Ünye’de yılarca hizmet verir. Ali Gün’ün üzerinde mesleğin duayenlerinden Ahmet Eren’in etkisi büyüktür. Sadece zanaatını değil, Ahmet Eren işyerini kapatınca, edevatlarının bir bölümünü de Ali Gün’e devreder. O yıllarda esnaflık yapabilmek için en az üç esnaftan referans gereklidir. Ali Gün’ün referansları; Ahmet Eren, Mustafa Ebrüşüm ve Hüseyin Diktepe (Topçu)’dur.
Ali gün, fırıncılık günlerinde başladığı dökme bisküvi işine pasta çeşitlerini ekler, şekerleme işini geliştirir. Şeker kıvamını ve şerbet yapımını el yordamıyla kontrol eder. Parmağı ile kaynayan şerbetin kıvamına bakar, yanmasın diye parmağını suya sokmaz, işine devam eder. Uzun fındıklı kurabiyeleri ile tanınır. Bir başka yönü daha vardır ki, dönemin Saray Caddesi çocuklarının anılarında özel bir yeri vardır. Dörtyol’un üstündeki evine giderken, her Salı günü öğle üzeri, Saray Hamamı önünde yoluna çıkan çocuklar, “Ali Dede, Ali Dede… Sen çok yaşa!” diye tempo tutarak evine kadar eşlik ederlermiş. Amaç, ellerindeki elmanın şerbet kazanına daldırılmasıdır. Her defasında Ali Dede’yi ellerinde elma ile çocuklar karşılar, karşılığını mutlaka alırlarmış.
Ali Gün Bey, 1973 yılında gittiği Hac faraziyesi sırasında ölür. Hacca gidip dönemeyen diğer hacılar gibi Hicaz’da gömülür. Ahmet Eren’in mermer tabyasında son dökülen şeker, Ali Gün’e aittir ve Ünye’de atölye işi, el ürünü son şekerdir.
Ali Gün’ün oğullarından Taylan dışında, diğer iki oğlu da baba mesleğini icra ederler. 1955 yılında büyük oğlu Fikret Gün’ün askerden dönüşüyle birlikte Günsaray adlı iş yerini oğluna devreder. Fikret Gün, yaşadığı dönem gereği hazır şekerlemelerin satıcısı ve pasta imalatçısıdır. 1966’da Sedir Pastanesi olarak adı değişen ve oturma grupları eklenen pastaneyi Oğlu Ali askerden gelene kadar Fikret Gün çalıştırır. Yine bir askerlik dönüşü nedeniyle, 1995’de pastaneyi oğlu Ali Gün’e devreder ve adı Rüyam Pastanesi olarak değiştirilir. Böylece babadan oğla geçen meslek kariyerlerini bir aile geleneği olarak sürdürürler. 2002 yılında kendi mekanları olan yan tarafta daha büyük bir mekana taşırlar. Ünye’de oturma gruplu modern pastane işletmeciliğinin öncülüğünü yaparlar.
Ünye'de pastane niteliğine sahip masalı, sandalyeli ilk pastane Elif Pastanesi’dir. 1968 yılında açılan Elif Pastanesi’nin sahiplerinden biri Recai Sırmabıyık’tır. Asıl mesleği muhasebecilik olan Recai Sırmabıyık, ortağının ayrılması nedeniyle, zorlanır, yanına İbrahim Okumuş’u usta olarak alır ve 14 yıl Ünye’de pastanecilik yapar.

Recai Sırmabıyık - Elif Pastanesi

Niyazi Aktuğ’un yanına 10 yaşında çırak giren Metin Uzbay, 1935 Ünye doğumludur. Dört yıl yanında çalıştığı ustası Niyazi Aktuğ’dan ayrılırak, evde imal ettikleri pastaları seyyar tablalarda satar. 1957’de askerlik dönüşü üç yıl ustası Niyazi Aktuğ’la ortaklık yapar. 1960’da Gür Şekerleme adıyla kendi iş yerini açar. Ortaçarşı’da bugün Sagra’nın bulunduğu yerde açtığı iş yeri bir zamanlar Cevdet Gemici’nin Çamlık Gazoz’u imalathanesidir. Metin Uzbay, bu mekanda otuz yıl pastacılık ve şekercilik yapar. Ünye Lokumunu ticari anlamda piyasa süren O’dur. 1990’da yine aynı cadde üzerindeki yeni iş yerine geçen Uzbay, halen bu mekanda şekercilik ve pastacılık mesleğini sürdürmektedir. Ünye’ye özgü fındıklı uzun pastaları günümüzde hala imal eden zanaatkardır. Üç oğlundan biri olan, Cumhur Uzbay’la birlikte mesleğini icra eden Metin Uzbay’ın küçük oğlu Uğur Uzbay Ziraat Mühendisi, büyüğü Gülhane Hastanesi Farmakoloji ABD Başkanı Prof Tayfun Uzbay’dır.

Metin Uzbay Gür Şekerleme’yi açtığı ilk yıllarda iki masa ve sandalye, koltuk atar. 1965 Yılında Ünye’ye gelen Radar’ın etkisiyle oturma yerleri ihtiyacı doğduğundan, Metin Uzbay mekanını pastaneye uyarlamada gecikmemiştir. Servis yaptığı ilk müşterisi Ahmet Kavaklıoğlu ve eşi Mahmure Hanım’dır.
Metin Uzbay’ın yetiştirdiği Katip Usta (Nevzat Ağaç), bir dönem Bakırcılar arastasında kendi iş yerini açar. Metin Uzbay’ın kardeşi İsmet Uzbay ise, Hükümet Caddesinin Cumhuriyet Meydanı’na bakan köşesinde Filiz Şekerleme adıyla 1963-71 arası faaliyet gösterir. Mesleğini değiştirip ağabeyi gibi denizci olmaya karar verir.
Pastacılık ve Şekercilik mesleğinin sürdürüldüğü iş yerleri daha çok Hükümet Caddesi’ndedir. Cumhuriyet Meydanıyla Döner Çeşme Meydanı arasında kalan bu alanın dışında zaman zaman açılan pastanelerden bazıları Yalıkahvesi’ndedir. Çamlık Gazozu imal eden ve dondurmacılık yapan Cevdet Gemici, belli bir dönem Yalıkahvesi’nde Gülşen Şekerleme adıyla çalışır.
Ünye’de babadan oğla geçen zanaatçılık geleneğinin bir başka örneği Niyazi Aktuğ ustanın oğlu Ahmet Aktuğ’dur. Çocukluğundan itibaren babasının yanında baba oğuldan çok, usta çırak ilişkisi çerçevesinde şekillenen meslek hayatı, ağbeyinin başka mesleğe yönelmesi nedeniyle şekercilik ve pastacılık olarak olarak ortaya çıkar. Ahmet Aktuğ İlkokulu bitirir bitirmez, bu zanaatın içindedir. Babası olan ustasından öğrendiklerini çocuk yaşta uygulamaya koyar. 1980’de babasının vefatından bir yıl sonra, babasından devraldığı Yeni Hayat Pastanesini 50metre öteye, şu an Alver Eczanesi’nin olduğu yere taşır. Ünye’de ilk aynalı vitrin burada kullanılır. Promosyonlu satış ve yaş pasta imalatı Ahmet Aktuğ ile önem kazanır. Pastadan gelin damat çıkaran, düğünlerde ilk açık büfe uygulamasını getiren, atölyesinde ilk elektrikli taş fırını kuran, zaman ve sıcaklık ayarlı ilk fırını Ünye’ye getiren Ahmet Aktuğ’dur.
1992’de Gözde Pastanesi adıyla bugünkü yerine geçer. Ahmet Aktuğ’un Gıda Mühendisliği eğitimini gören oğlu Kenan Aktuğ, muhtemelen askerlik dönüşü babasından işyerini devralacaktır. Tıpkı yıllar önce babası Ahmet Aktuğ’un, dede Niyazi Aktuğ’dan bu mesleği devraldığı gibi devralarak Ünye’de şekercilik ve Pastacılık yapacaktır.
Son dönem Ünye’nin şekerleme satışı ve pastacılık alanında faaliyet sürdüren iş yerlerini saymak gerekirse:
Hanımeli, Nozona, Kardelen, Birtat, Yunus Emre, Torunoğlu Unlu Mamülleri, Gürcüoğlu ve Efe Pastaneleridir. 2006’da açılan Kalek Unlu Mamulleri Fabrikası ise, ÜNSAN ve bir çok fırın sahibinin bir araya gelerek oluşturduğu modern bir tesistir.
Ünye’nin değişen çehresi gibi, bu mesleğin geçmişi de değişimi beraberinde getirir. Her meslekte yaşanan anılar vardır, kulaktan kulağa bir sonraki kuşağa aktarılır. Pastacı ve şekerlemeci Fikret Gün çocukluk yıllarından şu anıyı günümüze taşır…”Sahile yanaşan gemilere, kayık veya çaparlara binip öyle ulaşırdık” diyor. “Pasta, çörek, turşu satar, okul harçlıklarımızı çıkarırdık”. “Bulut yağından ciğer” diye bağırılarak satılan bir ürün vardır. Duyanların dikkatini çeker. Bu ciğer, meğer yağmur suyunda pişirildiği için böyle seslendirilirmiş.
Mesleğin çilekeşlerinden İbrahim Okumuş usta, sık sık iş yerini değiştirmektedir. Bir ara Erzurum’dadır. Fırına getirilen bir tepsi dikkatini çeker. Tepsideki lokumları fırından çıkınca, almaya gelen genç kıza “nerelisin?” diye sorar. Beklediği cevap gecikmez: “Ünyeliyim!” Lokum hamurunun biçiminden ve tepsideki dizilişinden bellidir. Bu lokum Ünye’ye aittir. Ve İbrahim Usta, bu hamurun bir Ünyelinin elinden çıktığını yakalayabilecek kadar usta bir Ünyelidir.
Ünye’de bir çok meslek dalının oldukça eski bir tarihi vardır. Şekercilik ve pastacılık konusunda ülkemizin bir çok yöresinden geride kalmadığı halde, İstanbul gibi büyük yerleşim bölgelerine taşınarak alanında fabrika kuran, markalaşan bir isim çıkmamıştır. Kasko, Mado, Eti, Ülker, Arı, Besler, Ender, Güllüoğlu ve benzeri markaların çoğu çıkış noktaları, Ünye’dekiler gibi mütevazı atölyelerden olmuştur.
Bugün Ünye’de gösterişli vitrinleri, ışıklı tabelaları, geniş ve modern mekanlarıyla şekerleme satılan, pastacılık yapılan iş yerleri vardır. Mesleğin yeni kuşak erbapları, ölçülü ölçekli düzen içinde hamurlarını otomatik mikserlerde yoğururlarken, modern fırınlardan çıkan ürünlerini satarlar. Şekerleme zanaatı ise, elektronik donanımlı modern tesislere bırakılmış, zanaatın tüm incelikleri, o mütevazı atölyelerle birlikte tarihe gömülmüştür.. Büyük sanayi komplekslerinde, dev kazanlarda, elektronik donanımlı fabrikalarda üretilen şekerlemeler, süslü ambalajlar içinde yalnızca şekercilerde değil, bakkallarda, marketlerde, hiper-süper tüm mağaza departmanlarında bol miktarda mevcuttur. Aktuğ Ustalar, Gün Ustalar, Ahmet Eren Ustalar ve Pişkin Ustalardan kalan eski usul şekerlemeler o günlere yetişmiş olanların belleklerinde hoş bir anı olarak kalacaktır. Horoz şekerleri, ceviz helvaları, kuru fındıklı pastalar, unutulmaya yüz tutmuş tatlar arasına çoktan girdiler bile. Eski bayramların sevincini duyumsarken, belki biraz buruk ama mutlaka o günleri yaşamanın mutluluğu içinde damağımızda oluşan o bize yabancı olmayan tadı hissedeceğiz.

Not: Bize bu çalışmamızda ilham kaynağı olmakla yetinmeyip bizi maddi imkanlarıyla destekleyen Ahmet Aktuğ’a, Hizmet TV’ye, bilgi ve belgeleriyle katkıda bulunan; İlhan Eren, Müzeyyen Pişkin, Ahmet İhsan Pişkin, Recai Sırmabıyık, Cevdet Gemici, Yılmaz Okumuş, Metin Uzbay, İsmet Gün ve Fikret Gün’e teşekkürü borç biliriz.
Araştıran ve Yazan:
Ahmet Kabayel - Ahmet Derya Varilci






ÜNYE’DE PASTACILIK VE ŞEKERCİLİĞİN TARİHİ

Hizmet Gazetesi, 28 Ocak 2008, Yıl 3, Sayı, 109

ÜNYE’DE PASTACILIK VE ŞEKERCİLİĞİN TARİHİ
BÖLÜM II
ÜNYE’NİN İLK ŞEKERCİLERİ: PİŞKİN AİLESİ

İlk bölümde şekerciliğin kısa tarihini ve Ünye’nin ilk şekercilerinden Tevfik Bey’den başladık ve Ahmet Eren Bey’i anlattık. Ünye’de şekercilik mesleğinin geçmişinde Ahmet Eren Bey gibi önemli kilometre taşlarından biri Ahmet Pişkin Bey’dir.

Ünye’nin ilk şekercisi olarak bildiğimiz Tevfik Bey 1915’te vefat edince, mesleğini oğlu Ahmet Pişkin Bey devralır. Samsun’da babasından devraldığı iş yerinde şekercilik mesleğini bir süre devam ettirir. 1936 yılında Pişkin ailesi tekrar Ünye’ye döner. Ahmet Pişkin’in yanında şekercilik mesleğini daima birlikte yürüttü kardeşi Hasan Tahsin vardır. Kuzeni Sabri Pişkin ve daha sonra damadı olacak Reşit Pişkin ve İbrahim Okumuş’u da kadroya dahil ederler. Ünye’ye geldiklerinde açtıkları ilk iş yeri, Cumhuriyet Meydanı’nda Çolak Lütfi’nin evinin yanındadır. Daha sonra oradaki iş yerleri yıkılır ve meydana dahil edilir. Bir tarafı mezarlık olan meydanda, Çarşamba günleri Pazar kurulur, ancak bugünkünden çok daha dar bir alandır. Edindiğimiz bilgilerin esas kaynağı, Ahmet Pişkin’in kızı, Müzeyyen Hanım’dır. Müzeyyen Hanım’dan aldığımız bilgilere göre, imalathane olarak Bakırcılar arastasında ve daha sonra aynı arastanın devamında Büyük Cami yakınında iş yerleri kiralanır. Ticari faaliyetlerini ve zamanla yeni iş yeri açma girişimlerini Sabri Pişkin adına düzenlerler. Ama etkinlik daima Ahmet Pişkin Bey’dedir. Hem işletmenin esas patronu, hem de şekercilik ve helvacılığın Ünye’de en önemli ismidir. Ahmet Pişkin, zanaatçılığın yanı sıra Ünye’nin önemli siyasi simalarından biridir.
Ahmet Pişkin Bey, sadece babası Tevfik Bey’den öğrendiği şekercilik zanaatıyla yetinmeyip, gidip gördüğü her yerde şekerciliğe ait uygulamaları da yakından izler. Birinci Dünya Savaşının hüküm sürdüğü yıllarda, iki defa askere çağırılır. Uzun süren askerlik görevleri sırasında, Rusya’da gördüğü şeker imalatı ve kesme makinelerinin aynısını Ünye’de yapar. Rusya dışında, Balkanlar ve Yemen’e gider. Askerliği sırasında, bando mızıka takımında basçı olarak görev yapar. Bir ara bando takımına şef olur, majörlük yapar. Yıllar sonra torunu Ahmet İhsan Pişkin de tıpkı dedesi gibi bir bando ekibinin üyesidir. Ünye Lise Bandosunda trompet çalar. Ancak şekercilik mesleğinden hayli uzak olmasını kaderin bir cilvesi olarak niteleyeceğiz. Şu anda kardeşiyle birlikte muhasebecilik yapan Ahmet İhsan, dedesinden musiki yanını almış, babasının şekercilik mesleğiyle başlayıp muhasebeciliğe uzanan hayatından muhasebecilik kısmını meslek edinmiştir.

Ahmet Pişkin’in Ünye’de uyguladığı Şekerleme zanaatı:
Akide:
Standart, tüm dünyada kullanılan şekerleme türüdür. Hacıyatmaz tabir edilen şeker ocaklarında, kazanlar içinde kaynatılan şeker ve suyun takriben 170 derecede kıvama gelmesi beklenir. Ölçü ve zamanlama göz kararı ve parmak hissiyatıdır. Suya batırdığı parmağıyla kaynama noktasını belirleyen usta, parmağını yakmamak için tekrar su dolu bardağa daldırır. Kazandan alınan karışım, yapışmaması için yağlanmış mermere yatırılarak, susam, fındık gibi çeşniler ilave edilerek, şekil verilir. Makasla kesilerek soğutulur. Ambalajlanır yahut kavanozlara konularak satışa arz edilir.
Akide şekerinin içi boş yapılanı peynir şekeri olarak adlandırılır. Kazandan alınan karışım, bir çengele asılıp çekilerek uzatılır, işlem birkaç defa tekrarlanarak uzaması ve kabarması sağlanır. Bu şekilde hava kabarcığıyla içi boşaltılan ve hafifleyen şeker, kiloya daha fazla girer. Köylü şekeri olarak isimlendirilen bu şekerin tercih edilmesinin bir başka nedeni ,kolay yenmesi, ağızda dağılmasıdır.
Baston şekeri, kuş şekeri, kiraz şekeri, elma şekeri gibi akide çeşitleri kalıpsız olarak yapılır.
Horoz, fil, at, balık gibi şekiller verilmiş şeker çeşitleri kalıp kullanılarak yapılır.
Helva:
Güneydoğu’dan gelen çöven kökünü keserin sapıyla dövüp dağıttıktan sonra kaynatıp şurubu elde edilir. Pişirilmiş toprak küplerde muhafaza edilen çöven usaresi, kaynamakta olan tahin - şeker karışımına azar azar ilave edilerek, bir yandan da karıştırılır. Sade ve cevizli olarak imal ettikleri helvaların cevizlerini kırıp ayıklamak, iki üç aylık bir zamana tekabül eder, hatta sırf bu iş için işçi tutarlarmış. Büyük kalıplara yahut tepsiye konulan helva, soğutularak satışa hazır hale getirilir.
Şekercilik alanında Ünye’ye kazandırdığı birçok ürün yanında, en önemli sayabileceğimiz ürünlerinden biri dondurmadır.
İkinci Dünya Savaşı kıtlık yıllarıdır. Şeker karneye bağlanır. Ahmet Pişkin şekercilik mesleğini terk ederek, Gün Fırınının karşısındaki köşede ( Bugünkü Derman Eczanesi) lokanta açar.

İkinci Dünya Savaşı ve Ünye’de şekercilik mesleğinin sönme noktasına gelmesi:
İkinci Dünya Savaşı’nın tüm dünyada olanca şiddetiyle yaşandığı dönemde, Türkiye bu savaşın uzağında kalmış gibi görünse de, etkilerini doğrudan yaşamıştır. Ünye’de savaş yılları tam bir kıtlık yılları olmuş, başta ekmek ve şeker karneye bağlanmıştır. Bütün dünyada yaşanan şeker kıtlığı, yeni arayışlara neden olur. Şeker pancarı ve şeker kamışından elde edilen şeker, savaş nedeniyle ham madde akışını ve Batı’daki fabrikaların üretimini durdurunca, Batı dünyası nişastadan şeker elde etme yoluna gider. Çok sayıda glikoz ihtiva eden nişasta, normal yapıda tatsız olmasına rağmen, asit ortamda glikozunu açığa çıkararak, tatlı hale gelir. Amilaz enzimiyle bu işlemin vücutta doğrudan yapıldığı ortaya çıkarılınca, nişastadan bu enzim aracılığıyla glukoz elde edilmeye başlanır. Nişasta bazlı şeker olarak adlandırılan glukoz, sanayide nişasta içeren bitkilerden; mısır, buğday, ve patatesten üretilir. Nişasta bazlı şekerler, diğer şekerler gibi doğrudan tüketilmeyip, şekerlemelerin ve unlu mamullerin, dondurma, helva, marmelat, reçel ve bazı içeceklerin (alkollü alkolsüz) yapımında kullanılır.
Şeker ülkemizde 1800’lü yıllardan itibaren, Cumhuriyet döneminin ilk on yılı da dahil Batı’dan ithal edilmiştir. İlk şeker üretim tesislerimiz 1926 yılında Uşak ve Alpullu’da,1933’te Eskişehir’de ve 1934’te Turhal’da kurulmuştur. Bugün sayıları 25’i bulan Şeker Fabrikası, 4 Alkol Fabrikası, 5 Makine Fabrikası, 1 Elektromekanik Aygıtlar Fabrikası (EMAF), 1 Tohum İşleme Fabrikası, 2 Tarımsal İşletme ve 1 Araştırma Enstitüsü mevcuttur. Sermayesinin tamamı devlete ait bir İktisadi Devlet Teşekkülü olan Türkşeker, aynı zamanda tarıma şeker pancarı üretimini getirerek tarımsal kalkınmada önemli bir rol oynamıştır. Ülkemizdeki şeker ihtiyacına tümüyle cevap verebilecek güç ve kapasitedeyken, Türkşeker sanayisinin bugün özelleştirilmekten başka çıkar yolu kalmamıştır.
Çünkü diğer Kamu İktisadi Teşekküllerini taşıdığı zaafları taşımasının yanında, Batı patentli nişasta bazlı şeker, Türkşeker’in gelişimini baltalamıştır. İkinci Dünya Savaşının yarattığı şeker kıtlığında,nişastadan şeker üretme arayışı, giderek ülkemizin ulusal şeker üretimini engeller hale gelmiştir. Şekere uygulanan kotalarla durma noktasına gelen şeker fabrikaları özelleştirme kapsamına alınmış, pancar üreticileri mağdur edilmişlerdir. Cargill, Amylum gibi çok uluslu dünya devi glukoz üreticileri ise, ülkemizdeki ortakları vasıtasıyla bugün, 1945’lerdeki gibi özledikleri bir ortama kavuşmuşlardır.
Her şeye rağmen, 1945 sonrası kıtlığın giderildiği,yaralarının nispeten sarıldığı ve şekercilik mesleğinde yeni atılımların yaşandığı yıllara dönelim.

Hasan Tahsin Pişkin, Tevfik Pişkin (İkinci Tevfik) ve Reşit Pişkin:
1942 yılında Ahmet Pişkin’in vefatından sonra, kardeşi Hasan Tahsin Pişkin lokantacılığı sürdürmez. Baba mesleğine dönüş yaparak, ölen abisinin oğlu Tevfik ‘i de yanına alır. 1947 Ticaret Odası Belgesiyle kayıtlı şekercilik dükkanını bugünkü Şekerbak’ın olduğu yerde açar. Hasan Tahsin’in açtığı işyeri, alelade bir şekerci – pastacı dükkanı olmayıp, oturma grubuna sahip Ünye’nin ilk pastanedir. 1950’li yıllara adım atarken Ünye’de tahta masa ve sandalyelerde oturularak helva, reçel ve ekmek yenen ilk pastanedir.

  • Adnan Menderes (ortada), 1951... Seçimlerden bir yıl sonra.
  • Önünde Meclis Başkanı Refik Koraltan, sağda Dışişleri Bakanı Selim Sarper.
    Sol baştaki Tevfik Pişkin. ( Adnan Menderes’in hemen arkasında)
    Ünye Belediye Başkanı Hüsrev Yürür (hayatta).
    Kenarında saat asılı olan yer Belediye Binası.
  • (Fotoğraf: Ahmet İhsan Pişkin arşivi)
Hasan Tahsin Bey, babasından ve ağabeyinden gördüğü tüm ürünleri buradaki iş yerinde üretmiş, fiilen 1960’lı yılların başına kadar şekercilik ve pastacılık yapmıştır. 1960’lı yıllarda eşini ve çocuklarını yanına alan Hasan Tahsin Bey Fatsa’ya göç eder. Şekercilik mesleğini 1970’te vefat edene kadar Fatsa’da sürdürür. Çocuklarından hiçbiri baba mesleğini yapmaz.

1923 doğumlu Tevfik Pişkin, Ünye’de şekerciliğin duayeni Tevfik Efendi’nin torunudur. Bir dönem Samsun’a giden ve şekerciliği orada icra eden babası Ahmet Pişkin’in yanında şekercilik zanaatını öğrenirken, diğer yandan ilk okulu bitirip, bugünkü meslek edindirme statüsündeki Samsun Tecim Mektebine gider. Günümüzün Ticaret Lisesine benzeyen, dört yıllık bu okulu bitirir. Tevfik Bey, Pişkin ailesine ait bilgileri bize sunan Müzeyyen Hanım’ın abisidir.

Tevfik Pişkin (Siyah Ceketli)
Kabayel ve Müzeyyen Pişkin
Amcası Hasan Tahsin Bey’le birlikte Ünye’de şekercilik zanaatını sürdüren Tevfik Bey, diğer yandan sanat ve edebiyatla uğraşmaktadır. Arkadaşları tarafından “şair” diye anılmaktadır. Çeşitli dergilerde yazıları ve şiirleri yayınlanmış, ödüller almıştır. Sosyal açıdan faal biridir. 1956’da Ünye Ticaret Odası Genel Sekreterliği yapmış, 1961’de Esnaf Kefaret Kooperatifini kurmuş ve 1966 yılında vefat edene kadar kooperatifin başkanlığını yapmıştır.


Sabri Pişkin ve "açılış" belgeleri

1950’de Gelir Vergisi Kanunu çıkınca, esnaf ve tüccarlara defter tutma zorunluluğu getirilir. Muhasebecilik mesleğinin ülkemizde ve Ünye’de öncülüğünü yapanlardan biri Tevfik Bey ‘dir. İki oğlu da, şekercilik ve pastacılık mesleğini değil, muhasebeciliği tercih etmişlerdir.

Reşit Pişkin

Pişkin ailesinden, Ünye’de şekercilik yapan son fert Reşit Pişkin’dir. Ünye’de şekercilik ve pastacılık mesleğinin tarihini ve dolayısıyla Pişkin ailenin öyküsünü anlatan Müzeyyen Hanım’ın eşidir. Müzeyyen Hanım’ın babası Ahmet Pişkin’in yanında şekerci çıraklığı yapar. Aslen Çerkez olan ve kimi kimsesi olmayan bu çocuk, soyadı kanunuyla ustasının soyadını almış, yıllar sonra kızının dest-i izdivacına nail olmuştur.

Tevfik Pişkin, Yalçın Taşçıoğlu ile (Dönerçeşme yakınında)

Hamit Pişkin
I. Bölümde sözünü ettiğimiz Şekerci Ahmet Eren Bey’in bıraktığı iş yerini ve bazı edevatlarını devralan ve orada 5 yıl şekercilik ve pastacılık yapan Reşit Bey’in en iyi olduğu konu dondurma ve pişmaniye imalatıdır.
İş yerinin satılması sebebiyle dükkanını kapatan Reşit Bey, kısa bir dönem Yalıkahvesi’nde dondurma ve pasta dükkanı açtıktan sonra, eşiyle birlikte evde hazırladıkları şeker ve pasta çeşitlerini okul önlerinde el arabası yahut tablalarda satmaya başlarlar.
O dönemde Hidayet Gültekin arabada şekerleme ve pasta çeşitlerini; seyyar tabyalarda “Acem” lakaplı Ali Asker un kurabiyesi, İsmail Çakır fındıklı kurabiye satmaktadır.
Ünye’nin pastacılıkta önemli isimlerinden İbrahim Okumuş, 1908 Bayburt’ta doğmuştur. 1914 Sarıkamış Kuşatması sonrasında Bayburt’u terk ederken yolda anne ve babasını kaybeden İbrahim Okumuş, ablasıyla Samsun!a gelir. Devlet tahsisli eve yerleşirler. Birkaç yıl sonra ablası Arap Usta olarak bilinen bir pastacıyla evlenir. İbrahim eniştesinin yanında pastacılık öğrenir. Yıllar sonra yolları Ahmet Pişkin’le birleşerek, Ünye’ye gelirler.

İbrahim Okumuş'un Ünye'de Yalıkahvesinde1942'de Açtığı Dükkân.

Ünye’de birkaç yıl Ahmet Pişkin’le çalıştıktan sonra, 1942’de Yalıkahvesi’nde, sahilde ve kiliseye yakın bir yerde kendi iş yerini açar. 5 yıl sonra, yine aynı mevkide, Sait Öztürk’ün evinin altına taşınırlar. Oğulları Sabahattin, Bilgin ve Yılmaz’ın da yardımıyla işlettiği dükkanını 1952’de kapatır. Oğullarından hiç biri, baba mesleğini yapmaz. İbrahim Usta ise, kendi başına kurduğu işi bırakıp, başka işletmelerin ustası olarak pastacılık mesleğine devam eder.
Sırasıyla Ali Gün, Niyazi Aktuğ, Metin Uzbay, Recai Sırmabıyık ve Fikret Gün’le çalışır. 1976’da bir trafik kazası sonucu vefat eder.

İbrahim Okumuş Şekerci Metin Uzbay'la

Müzeyyen Hanım, ata mesleği şekercilikten öğrendiği en önemli şeyin, mesleğin inceliklerine ait ayrıntılardan çok, hayatın bütün alanlarını kapsayan şu sözlerinde gizlidir:
“Ne yaparsan yap, sevgiyle yap. Sevgiyle yapılmayan hiçbir şey tat vermez!”




Araştıran ve Yazan
Ahmet Kabayel - Ahmet Derya Varilci




Müzeyyen Hanım, İnönü İlkokulu 1937



(Ufuk Mistepe Arşivi)




Ahmet İhsan Pişkin Arşivi)



Ahmet İhsan Pişkin



(Ufuk Mistepe Arşivi)