25 Eylül 2019 Çarşamba

Çamlık


Çamlık


Bir önceki yazımızda yarattığımız Ünye’den söz etmiştik, özellikle 70’li yıllarda hızla betonlaşan, bozulan bir Ünye idi anlatmak istediğimiz.
(Bkz. 18.09.2019, Ünyekent “Bir Ünye Klasiği”)
Oysa güzel şeyler de vardı bu kentin geçmişinde.
Bu kent “klasik” dediğimiz kadim kültürün izlerini taşımıştı bağrında.
Bunlardan biri işte…
“Çamlık” dediğimiz halka ait bir mesire yeri!

****
Birkaç yıl önce, Çamlık’ta neler döndüğünü yazmıştık dilimiz döndüğünce, kalemimiz yettiğince…
Dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı’nın talimatıyla imara açılan Ünye Çamlığı parsellenmiş, bölük pörçük edilmişti.
Her parçası” özel işletmelere” devredilmek üzere “rant kapısı”na dönüştürülmüştü.
Ünye halkı, asli sahibi olduğu yerin müşterisi durumuna getirilecekti.
“Çamlığı yedirtmeyeceğiz!” diyerek, belirtmiştik tepkimizi.
“Kâr” hane projesi, direkten döndü!
O günden sonra oraya tek çivi bile çakılmadı.
Mezbeleliğe dönüşen Çamlık’ta şimdi yeniden “bir çalışma” gündeme geldi.
Ve bugün Büyükşehir Belediyesi Ünyelilerden görüş istiyor.

****
Yerel basınımızda haber şu şekilde yer aldı:
”Ünye Belediye Başkanı Hüseyin Tavlı'nın girişimleriyle Büyükşehir Belediye Başkanı Hilmi Güler'in talimatı sonrası Çamlık'ta yapılması gereken çalışma masaya yatırıldı. Ünye Belediye Başkanı Hüseyin Tavlı'nın davetiyle gerçekleşen toplantıda, Çamlık'ta mevcut imar durumunun düzeltilmesinin önemine işaret edilerek, ağaçların bakımı ve doğal dokunun korunması kapsamında çalışma yapılmasının önemine dikkat çekildi.”
Toplantıya katılanların ortaya koyduğu ortak görüş, Büyükşehir Belediyesi yetkililerince göz önünde bulundurulacak…
Hatta Ünye Çamlığını biçimlendirecek proje, bu “ortak akıl” çerçevesinde vücut bulacak!
Deniyor…
Umarız öyle olur.

****
Bu anlamda “ortak akıl”ın ortaya koyduğu görüş, Ünyelileri temsil eden bir anlayış olarak önem kazanıyor.
Kısaca belirtelim:
1- Ünye Çamlığı, öncelikle Ünyelilerin uhdesinde olmalı, Ünye Belediyesi’ne devredilmelidir.
2- İmara açılan Ünye Çamlığı derhal eski statüsüne dönüştürülmeli ve “yeşil alan” ilan edilmelidir.
3- Eskisi gibi vatandaş hiçbir ücret ödemeden piknik yapabilmeli, yürüyüş, dinlenme ve benzeri ihtiyaçlarını bu alanda özgürce karşılayabilmelidir.
4- Çamlık kıyısı halk plajına dönüştürülmelidir.
5- Mezbeleliğe dönüşen Çamlığa usulüne uygun bir biçimde bakım yapılmalı, ağaçlar elden geçirilmeli ve çevre düzeni yeniden sağlanmalıdır.

****
Vatandaş Nasıl Bir Çamlık İstiyor?
Yerel basında yer alan bir kamuoyu yoklamasında cevaplardan biri şudur:
“Hiçbir şey yapılmasın, bina yıkıntıları temizlensin yeter!”
Evet, tepkisini çoklukla böyle belirtiyor vatandaş…
Korkmuş, çekinik…
Oylarıyla işbaşına getirdiği görevlilere güvenmiyor!

Oysa Çamlık vatandaşındır.
Oradan hiçbir karşılık ödemeden yararlanmak en doğal hakkıdır.

(Havuz falan deniyor ya, ne havuzu? Vazgeçin bu gereksiz sevdadan. Bakımsızlıktan ayakta zor duran çam ağaçlarına özen gösterin. Unutmayın “Kentimiz kültürümüzdür!” diyor, bir mimar duayenimiz… “Kültürümüz kimliğimizdir!” Şimdi hızla kimliksizleşiyoruz bu beton yığını arasında. Biraz nefes almak istiyoruz, birazcık nefes!)


Ünyekent, 25.09.2019


18 Eylül 2019 Çarşamba

Bir Ünye Klasiği


Bir Ünye Klasiği
                                  Yanan- yıkılan her eski Ünye evi, yok edilen tarihtir.

"Klasik, Latincede yüksek sınıftan soy eser demekmiş" diyor Nurullah Ataç, "Günlerin Getirdiği" adlı Güncesi'nde...
Klasik nedir diye sorulunca, işin içine kendi zevkimizi karıştırmadan verebileceğimiz bir tek cevap vardır:
Zamana dayanmış olan eserler!
Klasik eser, yüksek sınıftan soy bir eser olduğu için, yeni yetişenlere örnek olsun diye gösterilir. Amaç, söz konusu eserin bire bir örnek alınması değildir. Öyle olsaydı birbirine tıpa tıp benzeyen eserlerin ötesine gidilemezdi.
Amaç, klasiği bilmek ve onu aşmaya çalışma, yeni ve gelişkin bir düzeye ulaşmaktır.
(Bkz. Nurullah Ataç, Günlerin Getirdiği-Sözden Söze, Bütün Yapıtları, Yapı Kredi Yayınları, 8. Baskı, 2011, s. 53-54)

****
TDK'ye göre Klasik'in ilk anlamı: "Eski Yunan ve Roma Çağı dili ve sanatı ile ilgili olan"dır. İkinci anlamı: "XVII. Yüzyıl Fransız dili, sanatı ve yazarları ile ilgili olan"dır.
Gerçekten de "klasik" sözcüğü ilk kez Antik Çağ Yunan felsefesinin doruğu ve sonu kabul edilen ünlü düşünür Aristoteles'in  Poetika adlı eserinde geçer.
Eski Yunan'da "Klasik Dönem" MÖ. 480-330 yıllarını kapsar.
Aristoteles'in yaşadığı dönem (MÖ.384-322), Klasik Dönem'in bittiği ve Helenistik Dönem'in başladığı bir aşamaya tekabül eder. Helenistik Dönem, Aristoteles'in öğrencisi Büyük İskender'de ifadesini bulur. Sadece eski Yunan'ın değil, Roma İmparatorluğunun da Önasya ve Anadolu'daki sanat anlayışını temsil eder.
XV. Yüzyıl'da İtalya'da ortaya çıkan Rönesans, bu sanat anlayışının "yeniden doğuşu"dur.  
XVII. Yüzyıl Fransa'sında yeniden tanımlanan "klasik" sözcüğü, işte bu anlayışın yeniden ortaya çıkışıdır. Sadece Fransa'yla sınırlı değildir. O dönemde ilk klasik yapıtlardan biri kabul edilen Homeros'un İlyada ve Odysseia adlı destanları, bugün de önemli bir "klasik" eser sayılır.

****
Büyük İskender'in MÖ. 323'de ölümüne kadar Ünye'nin de içinde bulunduğu Samsun, Tokat civarı bağımsız durumda idi. Arkeolog Sümer Atasoy'un "Antik Çağ'da Amisos" adlı eserinde (İstanbul 1994, Doktora Tezi), MÖ. 750-550 tarihinde Büyük Kolonizasyon döneminde kurulan bu kentler, zaman zaman Pers hakimiyetine girse de çoğunlukla otonom yapıdadır. Pers Kralı III. Darius'la savaşmak ve çabuk sonuç almak  isteyen İskender, Doğu Seferi sırasında Karadeniz kıyısına çıkmamıştır. Her ne kadar mitolojik öykülerde İskender'le Amazon Kraliçesi Thalestris'in Karadeniz'de buluşmalarından söz edilse de   bazı kaynaklarda bu durum reddedilmektedir.
(Büyük İskender tarihçilerinden bazıları Amazon Kraliçesi Thalestris'in kendisini ziyaret edip ondan bir çocuk sahibi olduğunu yazmıştır. Ancak Büyük İskender'in diğer tarihçilerinden birkaçı ve en güvenilir ikincil kaynağı Plutarch iddiayı yalanlar. Plutarch yazılarında İskender'in ikincil deniz komutanı Onesicritus'un Büyük İskender biyografisinden Amazon pasajını İskender ile birlikte keşif gezisine katılmış olan Trakyalı kral Lysimachus'a okuduğu bir andan bahseder: Kral ona gülümsedi ve dedi ki "Peki ben neredeydim o zaman?")

****
İskender'in ölümünün ardından Babil'de yapılan toplantıda, İskender'in arşivcisi Eumenes'e Paphlagonia ve Trapezos'a kadar olan Kapadokya verilmiştir. Ancak Diadoklar (İskender'in halefleri) kendi arasında paylaşım savaşına girdiğinden, Kuzey'in satrapı Eumenes ve imparatorluk naibi Perdikkas Karadeniz'de hakimiyet kuramadılar. Bu tarihten sonra Ünye ve çevresinde 200 yıl Pontos krallığı egemen oldu. Pontos kültürü, Klasik Yunan felsefesiyle Pers kültürünün bir sentezidir.
Pontos Kralı VI. Mithridates'in Romalı komutan Pompeius'a yenilmesiyle tüm Karadeniz Roma hakimiyetine girer (MÖ. 67). Rum diye bilinen Roma tebaası ve onların kültür birikimi, 1923-24 Mübadelesine kadar sürer.
Çocukluğumuzun Ünyesi, daha çok o dönemin izlerini taşır. Henüz ayakta olan yüzlerce eski Ünye evi, "klasik" diye bildiğimiz o kültürün ürünüdür.
Bugün kendi ellerimizle yarattığımız bir felaketin eşiğindeyiz.
Özellikle 70'li yıllarda başlayan betonlaşma, klasik yapıların birer birer yok edilmesini getirdi. 
Şimdi elimizde sınırlı sayıda kültürel miras kaldı.
Onu da bilinçsiz bir restorasyonla yok etmeyelim.       


18.09.2019, Ünyekent


11 Eylül 2019 Çarşamba

Perge'nin Antik Sütunları


Perge'nin Antik Sütunları


Perge Antik Kenti, Anadolu'nun en düzenli Roma kentlerinden biri olarak bilinir. Antalya'nın Aksu Mahallesindeki bu görkemli kenti gezerken gördüğümüz yüzlerce sütun, kentten kalanların yalnızca bir bölümü. 1946'da Arif Müfid Mansel tarafından başlatılan kazılarda açığa çıkarılan sütunlar, kenti çaprazlama kuşatan iki büyük cadde boyunca sıralanıyor. Kim bilir bu sütunların ardında bir zamanlar hangi büyük yapılar yer alıyordu. Agorası, stoası, anıtsal çeşmeleri, hamamları ve amfitiyatrosuyla Perge Antik Kenti, Pamphylia Bölgesi hakkında bize önemli tarihi detaylar sunuyor.
Antalya'da Temmuz sıcağına rağmen ayrıntılı bir gezi gerçekleştiriyoruz.   
Sütunların dibindeki plaketler dikkatimizi çekiyor...
Neredeyse her sütunun altında bir plaket var. Plaketin sol tarafında "Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı" yazıyor. Sağ yanında sütunun onarılmasına katkı sağlayanların adı yer alıyor. Dolayısıyla antik kentin ayağa kaldırılmasına katkı sağlayan yüzlerce ismin varlığına tanık oluyoruz.

Ülkemde Bazen Güzel Şeyler de Oluyor!

 Plaketlerde tanıdık bir isim var mı diye bakıyoruz. Bir tanesinde "Onarım Nevhiz Pak'ın katkılarıyla gerçekleştirilmiştir." yazıyor.  "Pak", eşimin kızlık soyadı...
Araştırmaya değer diye düşünüyorum.
Eşimle uzak yakın bir ilişkini bulamıyorum. Aslen eczacı olan Nevhiz Hanım'ın Mustafa Nevzat İlaç A.Ş'nin sahibi olduğunu öğreniyorum.
Şirketin kurucusu Mustafa Nevzat Bey, yaşı ilerleyince işlerini kızı Nevhiz Hanım'a devrediyor. Mustafa Nevzat Bey 1968'de ölünce, şirket tümüyle Nevhiz hanımın kontrolüne geçiyor.
Nevhiz Hanım'ın "Pak" soyadını bir hekimle evlenmesinden dolayı almış, eşi Dr. Engin Pak... Engin Bey bu evlilikten sonra sanayiciliğe adım atmış. Eşi Nevhiz Hanım'ın da desteğiyle ünlü ekmek mayası olan Pak Maya'yı kurmuşlar. İzmit fabrikasında başlattıkları üretim genişlemiş, başka tesisleri de beraberinde getirmiş. Romanya'daki tesis dahil toplam dört fabrikada ürettikleri ekmek mayasıyla dünyanın en büyük üreticilerinden biri olmuşlar.

Nereden Nereye...

Yeniden Nevhiz Pak'ın başında bulunduğu Mustafa Nevzat İlaç A.Ş'ne dönelim...
Bu ünlü ilaç şirketinin kurucusu Mustafa Nevzat'tan, yani Nevhiz Pak'ın babasından söz edeceğim.
Mustafa Nevzat Bey 1879 da Selanik'te doğmuş.
Tıbbiyeyi Şahane'den kimyager eczacı olarak mezun olmuş. İlk görev yeri memleketi olan Selanik'tir. Selanik Askeri Hastanesinde eczacı olarak çalıştıktan sonra, 1909'daki ünlü harekat ordusuyla beraber İstanbul'a gelmiş. Önce askeri hastanelerde çalışmış, sonra tekrar akademik kariyerine devam etmiş. İstanbul Üniversitesi'ndeki görevi 1933 Üniversite Reformu'na kadar sürmüş. O yıl yapılan anlaşmayla Almanya'dan Türkiye'ye akın eden Yahudi meslektaşlarına kürsüsünü bırakmış ve ticarete atılmış. Türkiye'de yerli ilaç sektörünün öncüleri arasında yer almış.
İlk enjekte ampulü piyasaya süren Mustafa Nevzat Bey'dir. Toz insilünden enjekte ampul yapmış, şeker hastalarının halen kullandığı insilün iğnesinin Türkiye'deki mucididir.
Eczacılığımıza yaptığı öncülük, ilaç ticaretine de yansımıştır. Birçok ilacın ruhsatı Mustafa Nevzat İlaç'a aittir.
Pisak soyadını alan Mustafa Nevzat'ın iki çocuğu olur. Biri Nevhiz Hanım diğeri Mehmet Pisak.
Oğlu Mehmet işten güçten uzak bir insandır. Babasının işlerini babası gibi eczacılık mesleğine yönelen kızı Nevhiz Hanım üstlenir.

Mustafa Nevzat İlaç A.Ş'nin Sonu...

Selanik'te başlayan Mustafa Nevzat Bey'in eczacılık öyküsü, ne yazık ki 2012 yılında 700 milyon dolara yapılan satışla son bulmuştur. Ülkemizin en önemli yerli ilaç firması olan Mustafa Nevzat İlaç A.Ş, birkaç yıl önce Amerikalı ilaç devi Amgen'e satılmıştır.
Öte yandan Mustafa Nevzat'ın Selanikli olması, Sabetaycı tezlerine maruz kalmıştır.  
"Beyaz Türk" yahut "Beyaz Müslüman" tanımlamasıyla incelemeye alınan Nevhiz Hanım'ın İlaç Sanayi başka bir yazının konusu...
Perge Antik Kentinde başlayan o güzel yolculuğumuz, yerli ilaç sektörünün trajik konumuyla son buluyor. Şimdilik bu kadar olsun...
Esenlik dileklerimle.

(Nevhiz Hanım ve babası Mustafa Nevzat Bey'le ilgili bilgiler, Gürkan Hacır'ın  29 Nisan 2012 tarihli Akşam Gazetesi'ndeki yazısına dayanmaktadır.) 
  

11.09.2019, Ünyekent
http://www.unyekent.com/yazi/1177-pergenin-antik-sutunlari.html                            



 

4 Eylül 2019 Çarşamba

EYLÜL


EYLÜL

Nihayet aylardan Eylül'ü de gördük. Yaz bitti. "Bu yıl yazdan bi şey anlamadık!" diyenler, yağmurdan selden şikayet edenler çoğunlukta...
Ve Eylül'ü gördük.
"Eylül" denince aklıma Mehmet Rauf''un malum eseri geldi.
Edebiyatımızın ilk "psikolojik" romanı...
Mart 1900'de İstanbul-Boğaziçi'nde tamamlamış Mehmet Rauf  "ilk eserim" dediği bu romanı... 
"Son Üstadım" dediği Halid Ziya'ya (Uşaklıgil) atfetmiş.
(Eserin girişinde "Halid Ziya'ya… İlk eserim son üstadıma …" yazısı yer alıyor.)

****
Romantik duyguları, hayalleri ve yasak aşkları işleyen Eylül romanı sade bir dille yazılmış. Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilen roman, Türk Edebiyatı'nın ilk başarılı "ruh çözümlemesi" romanı olma özelliğini taşıyor.
(Romanda: "Eylül, esef ve özlem ayıdır. İnsan yazın artık geçtiğini anlayıp üzülür, özlem çeker." deniyor ama ayrılık bir köşk yangınıyla geliyor. Her ikisi de evli olan Suad Hanım ve Necib Bey'in yasak aşkları romanın sonunda ölümle bitiyor.)
Belki bu nedenle Eylül denince aklımıza aşk-hüzün, ayrılık ve ölüm geliyor.  

****
"En sevdiğim mevsime geldik.
Yapraklar sararacak.
Sonbahar, hüzündür;
Hüzün ise, ben demektir." diyor, Özdemir Asaf...

"Yalnızın Durumları"nda ise:

"Sen her şeyi süpürebilirsin;
Sonbaharı süpüremezsin." der. 

****
Bir başka şair Cemal Süreya...
                                                                                                     
“Dedim ya…
Eylül'dü.      
Savruluşu bundandı kimsesizliğimin…” diyor, "Eylül'dü isimli şiirinde...                     
Bir başka yerde Cemal Süreya:

"Bir gün aklına gelecek olursam, bana şiir ısmarla.
Eylül’ü konuşalım." demektedir.

****
Eylül'e tabi şairlerden biri de Ahmet Telli'dir. "Ayrılık Ayracı" adlı şiirinin bir yerinde:.                                         
"Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi
Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık" diyor.

****
Ahmet Telli, daha akılcıdır Eylül şiiri faslında:

"İnsana şiir yakışır,
Yeryüzüne yağmur,
Gökyüzüne mavi." der.

****
Turgut Uyar ise umarsızdır Eylül konusunda:

"Eylül toparlandı gitti işte,
Ekim falan da gider bu gidişle." deyişi bundandır.

****
Eylül'ü sevmek için bir çok nedenimiz var aslında. Bağ bozumu, üzüm toplayan eller ve incir yiyenleriyle birlikte gelir Eylül... Bolluk ayıdır bir yanıyla.
Yine de hüzünlenmek için en uygun aydır Eylül...
Sararıp düşen yapraklar, doğanın ölümü...
Ölüm tanrısı Hades'in güzel Persephone'u kaçırarak yeraltı  dünyasına hapsettiği aydır. (Bkz. Yunan Mitolojisinde mevsim döngüsü.*)
Sonuç olarak hepimizin içinde engellenemez bir sonbahar vardır. Bu yüzdendir Eylül'e düşkünlüğümüz. 

                                                                                            
(*)Yunan mitolojine göre yeraltı tanrısı Hades, bir gün yeryüzüne çıkar ve Demeter ile Zeus’un kızları Persephone’yi kaçırarak yeraltı ülkesine götürür. Kızını kaybeden tanrıça, tanrılara ve insanlara küserek yeryüzünden bereketini çeker. Çiçekler açmaz, toprak ekin vermez... Bunun üzerine Zeus, Hades’ten Persephone'yi geri vermesini ister; ancak Hades eşi olarak seçtiği Persephone’yi temelli geri vermeyecektir. Aralarında yaptıkları anlaşmaya göre Persephone yılın yalnızca üçte ikisini yeryüzünde annesinin yanında, kalan üçte birini ise yeraltında Hades’in ölüler ülkesinde geçirecektir. Persephone’nin yeryüzüne çıktığı dönem bahar ve yaz aylarını, ölüler ülkesine döndüğü dönem ise kış mevsimini simgeler. (Kaynak: Aktüel Arkeoloji; Yunan Mitolojisinde Mevsim Döngüsü)

04.09.2019, Ünyekent

 Tekkiraz Dizdar yolu, Ünye'de sonbahar.

Hades ve Persephone
Heykeltıraş: Gian Lorenzo Bernini-
Galleria Borghese-İtalya