29 Eylül 2021 Çarşamba

TOPYANI (Üçüncü-Son- Bölüm)

 Yavuz Zırhlısı (Geoben)

TOPYANI

(Üçüncü-Son- Bölüm)

 

Karadeniz Tabyaları ve Ünye

 

Karadeniz’de tabyalar daha çok 19. Yüzyılda görülür. Osmanlı-Rus savaşları sırasında denizden gelebilecek tehlikelere karşı yapılmışlardır. Bu tarihe kadar Osmanlı’nın Karadeniz’de mutlak üstünlüğü söz konusudur. 1460'da Candaroğulları Beyliği'ne son veren Fatih Sultan Mehmet, 1461'de Trabzon'u, 1475'de de Kırım'ı fethederek Karadeniz’i bir Türk gölü haline getirdi. Bu sayede Karadeniz'deki Ceneviz üstünlüğü sona erdi ve İpekyolu'nun tüm denetimi Osmanlı Devleti'ne geçti.

Çarlık Rusya’sının 1739’da Azak’ı ele geçirmesiyle birlikte Karadeniz’de Osmanlı hakimiyeti sona erdi. 1768 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında imzalanan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Rusya Karadeniz’de Osmanlıyla eşit konuma geldi. Rusya’nın bu imtiyazlı durumu 1784’te  Avusturya’nın, 1802’de İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinin katılımıyla genişledi. Karadeniz’de rekabet ve savaşların önü açılmıştı. Karadeniz’deki Osmanlı limanlarının ve kentlerinin hiç biri güvende değildi.

Sinop Yarımadası’nın güneydoğusunda olan Paşa Tabyaları denizden gelebilecek tehlikelere karşı tersanenin emniyetini sağlamak ve limanda bulunan gemileri korumak amacıyla yapılmıştı. Yarı ay şeklinde olan tabyalar 11 top yatağı, cephanelik ve mahzenlerden oluşmaktadır.

1912’de Balkan Savaşı’nda yenilen Osmanlı’ya “Hasta adam” gözüyle bakılıyordu.

Alman savaş gemileri Boğazlardan girip Karadeniz’de Ruslara saldırınca, Rusya 2 Kasım 1914’te Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eti. Bolşevik Devrimi’nin yapıldığı Ekim 1917’ye kadar Karadeniz’in kıyı kasabaları Rus saldırılarına maruz kaldı.

Almanya’nın yanında I. Dünya Savaşı’na giren Osmanlı, Çanakkale’de zafer kazansa da yenik ilan edildi.

Müttefikler, Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra, aralarına Yunanistan ve İtalya da katılmış olarak İstanbul’a girip, Boğazları kontrollerine aldılar. Bu durumda Osmanlı ve hatta Rusya topraklarını istedikleri gibi paylaşabileceklerdi. Bu paylaşımın gerçekleşebilmesi için önlerinde yapmaları gereken bazı işler vardı. Öncelikle stratejik bölgeler olmak üzere hemen işgallere başladılar. Bu işgaller kendi aralarında ki tarihi rekabetin uzantısıydı ve yarış da sessiz bir şekilde sürüyordu.[4]

Karadeniz’e sökün eden İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan donanmalarına “gözlemci” statüsüyle ABD de katıldı. Mayıs 1919’da Anadolu’ya giren Yunan ordusu, sadece Ege’de değil, Karadeniz’deki saldırıların da merkezi durumundaydı.

Düşmanın 1922 yazında Karadeniz’deki gücü şöyleydi: Averoff Zırhlısı, Kılkış Zırhlısı, Limni Zırhlısı, Elli Kruvazörü, Panter sınıfı dört muhrip, Niki sınıfı dört muhrip ve en az iki yardımcı kruvazör.[5]

Karadeniz kıyıları baştan beri İtilaf Devletlerinin kontrolündeydi ve bazı önemli noktalar işgal edilmiş durumdaydı. Türk kurtuluş Savaşı için de en önemli deniz Karadeniz’di. Sovyet yardımı İstanbul’dan ve Almanya’dan getirilen malzeme buradan Anadolu’ya giriyordu. Kurtuluş Savaşı ağırlığını hissettirdikçe İtilaf kontrolü adeta yerini mYunan savaş gemilerine bırakıyor ve onlara zaman zaman yardımcı oluyordu. Yunanistan, İnönü Zaferi’nden sonra bu ablukayı resmileştirdi. Yakalanan subay ve erlere korsan muamelesi yapılacağı, savaş malzemelerine el konulacağını, Türk gemilerini batıracağını ilan ett. Yunan donanması nakliyat yapan Türk gemilerini yakalayamayınca, çareyi limanları bombalamakta buldu ve sahneye Kılkış çıktı. Samsun, Trabzon, İnebolu, Sinop gibi limanları abluka altına aldı, bazen küçük ve bazen de büyük çapta bombardıman yaptı.[6]  

Kıyıdaki önemli kentlerin bombalanmasıyla yerli Rumlara moral, Türklere ise gözdağı verilmek isteniyordu.

2 Haziran 1921’de bir Yunan muhribi İnebolu açıklarında kayıkları aradıktan sonra batıya gitmiş, Ereğli’de bir Yunan muhribinin şehri bombalamak istemesi üzerine kısa bir topçu düellosu olmuştu. Daha sonra Cide, Bartın, Ünye önlerinde Yunan muhripleri tarafından arama ve kontroller yapılmış, Amasra önlerinde Yunan torpidosu tarafından bir kayık tahrip edilmişti.[7]

1 Eylül 1921’de Terme bombardıman edildi ve üç kotra batırıldı.

7 Haziran 1922’de Samsun bombardıman edildi.

22 Temmuz ve 26 Temmuz’da Sinop, 30 Temmuz’da ise İnebolu ve Trabzon bombalandı.

 Bombalanan yerler buraya kadar anlattıklarımızla sınırlı değil. Rize’den Zonguldak’a, Giresun, Gerze, Vona (Perşembe) ve daha bir çok yer bombardımana tabi tutulmuş, aralarında kadın ve çocukların olduğu bir çok vatandaşımız can vermişti.

 

Buna karşılık olarak, Karadeniz’deki mal sevkiyatının tahsis ve tanzimi, düşmanın işgal ve saldırılarına karşı  daha önceden bir çok önlem alınmış; Umur-u Bahriye Müdürlüğü adıyla bir kuruluş teşkil edilmiştir.

Karadeniz kıyıları ikiye ayrılmış ve birinci bölge Samsun Liman Reisliği’ne bağlanmıştır. Samsun Merkez Liman Reisliği’ne bağlı liman reislikleri şunlardı: Hopa, Pazar, Çayeli, Rize, Of, Sürmene, Araklı, Trabzon, Polathane, Büyük Liman, Görele, Trebolu, Giresun, Ordu, Vona, Fatsa, Ünye, Terme, Gebze, Sinop. Zonguldak ise ikinci bölgeye merkez yapılarak adı da Zonguldak Merkez Liman Reisliği’ne dönüştürülmüştür. Bu reisliğe bağlı liman reislikleri de şunlardı: Cide, Kurucaşık, Amasra, Bartın, Filyos, Kilimli, Kozlu, Ereğli, Arpalı ve Akçakoca ve Büyüktuğrul.

Asayişi sağlamak ve savunma gücü oluşturmak amacıyla muhtemelen Ünye’deki tabyaların yenilenmesi ve asker konuşlandırılması da bulunmaktaydı. III. Kolordu Kumandanı Selahattin Bey, Heyet-i Temsiliye’den gelen talimat doğrultusunda Samsun’da 15. Fırka Kumandanlığı’na gönderdiği telgrafta alınacak tedbirleri sıralıyor: “Ünye, Çarşamba ve Bafra mıntıkalarının Fırka ile suret-i muhaberesinin şimdiden tanzim ve kendilerine tefhimi lazımdır.” diyordu.[8]

Bu tedbirler sebebiyle olsa gerek, 1919-1922 arası Karadeniz kıyı bombardımanı kayıtlarında Ünye kentinin adına fazla rastlanmıyor.[9]

Ancak 1915-1917 arası yani Bolşevik Devrimi öncesi Rus Donanması’nın bombardımanlarından Ünye fazlasıyla nasibini almıştır.

 

Rus Donanmasının Ünye Bombardımanı

 

Birinci Dünya Savaşımım çıkması ile Karadeniz sahilindeki Osmanlı kentleri Rus harp gemilerinin bombardımanlarına hedef olmaya başladı. Rus filosunun mayınlama ve kıyı bombardımanlarıyla hedefi, Karadeniz'deki Osmanlı ticaretini ve bu sırada Trabzon üzerinden III. Orduya yapılan askerî nakliyatı durdurmaktı. Bunun için de bazen tek gemi ve bazen de filo halinde hareket etmişlerdir. Mayınlama ve bombalama hareketlerinin hedefi Türk donanmasının çıkışına engel olmak, Karadeniz sahilinde kömür nakliyatım sekteye uğratmak ve Kafkas cephesinin ikmalini aksatmaktı.[10]

Rus harp gemileri 10 Haziran 1915’te Samsun’u bombalamaya gelirken Ünye açıklarında bulunan yük gemilerine de saldırdılar. Ünye liman dairesinin 23 Haziran 1915 tarihli hasar tespit raporuna göre altı tane yüklü gemi bombardımana maruz kalmış bulunuyordu. Saldırıya uğrayan gemilerin dört tanesi sandal iki tanesi de Kotra türü gemiydi. Bunların tamamı Ünyeli gemicilere aitti. Gemilere yönelik yapılan bombardımanda insan kaybı olmazken, hasarın maliyeti toplam 33860 kuruş değerinde tespit edildi. Ünye şehir merkezine ise herhangi bir saldırı olmadı.[11]

Ruslar, yük gemilerine yönelik bu saldırıdan sonra Temmuz ayında Ünye’yi daha kapsamlı olarak bombardımana tuttular. Bu defa Ünye açıklarındaki deniz hedeflerinden başka şehir merkezini de topa tuttular. Şehir merkezinde Belediye caddesi ile Köprübaşı caddesi bombardımandan isabet alan noktalardı. Fakat bombardıman hafif zayiatlarla atlatıldı ve insan kaybı olmadı. Belediye caddesinde dört tane mağaza ve iki dükkan duvarı yıkılırken, Köprübaşı caddesinde de bir ev ve bir tane de mağaza hafif bir şekilde hasara uğradı. Yine belediyeye ait yük iskelesi de hasara uğrayan yerler arasındaydı. Saldırıya uğrayan dokuz hedeften iki tanesi Ünyeli Rumfara ait mağazalardı. Belediyenin 26 Temmuz tarihli raporuna göre şehir merkezindeki hasarın toplamı 6700 kuruş değerindeydi.[12]

Şehir merkezinin bombardımanı günü, Ruslar en büyük zayiatı Ünye açıklarında çeşitli noktalarda seyir halinde veya beklemekte olan yük gemilerine saldırarak yaptılar. Toplam 29 gemi bombardımana maruz kaldı. Bunlardan 22 tanesi karada çekili bir vaziyette dururken, dört tanesi sahilde demirli, bir tanesi Ceviz deresi, bir tanesi Polathane ve bir tanesi de Akçakale’de saldırıya uğradı.

 

Sonuç

 

1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşının başlaması, Karadeniz’deki dengeleri değiştirdi. Osmanlı deniz gücünün zayıflaması, Karadeniz’de Rus donanmasının hakim güç olmasıyla,  Karadeniz kıyı kentlerinin güvenliği sorununu gündeme getirmiştir.

Ünye tabyasının oluşumu ve askeri yapının tahsis edilmesi bu döneme denk gelmektedir. Ünye ve tevâbi‘i kazâlarında mevcûd olan topçu neferâtlarının defter kayıtları da muhtemelen bu aşamada tutulmaya başlanmıştır. Osmanlı Arşivi’nden elde edilen 12 Nisan 1841 tarihli maaş kaydı, Ünye tabyalarının mevcudiyetini doğrular niteliktedir.

Samsun Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 25,04.2012 tarih ve 540 sayılı kararına istinaden tescillenen Ünye Burunucu mevkiinde yer alan bu alandaki tabyaların toprak altında kalan kısımlarının tespiti, yapıların plan ve mimarisinin açığa çıkarılması gereklidir.

Koruma Bölge Kurulu’nun 25 Mart 2021 tarihli toplantısında görüşüldüğü gibi, Ordu Müzesi yahut bir başka akademik kuruluşça söz konusu alanda bir kazı  çalışması yapılması gündemdedir. Süreci hızlandıracak rapor ve belgelerin hazırlanarak, ivedilikle Koruma Bölge Müdürlüğüne iletilmiş olması temennimizdir.

 

 

 ÜNYE TARİH ARAŞTIRMA GRUBU

Ahmet Kabayel-Ahmet Derya Varilci

 

 

 

 

[4] Rahmi Doğanay, Milli Mücadele’de Karadeniz (1919-1922), Atatürk Araştırma Merkezi, S. 306, Ankara 2001

[5] Mithat Işın, İstiklal Harbi Cephesi, TC. Deniz Basımevi, S. 110, 1946

[6] Afif Büyüktuğrul, “Anadolu’ya Sevkiyat” Yakın Tarihimiz, C. II, Sayı 26, Sayfa 411, 1962,

[7] ATASE Arşivi, Kls. 1125, D. 24, F. 3

[8] Mehmet Okur, “Karadeniz Bölgesi’nde Milli Mücadele’nin Örgütlenmesi: Sivil ve Askeri Teşkilatlanmalar”, Karadeniz Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 6/10, (Millî Mücadele’den Milli Egemenliğe Karadeniz Özel Sayısı)2020, s. 202

[9] Bu dönemde Ünye’nin bombalanmamasını, kentteki Rum nüfusuna yoranlar bulunmaktadır. Ünye’nin bombalanması halinde, kentteki Rum ahalinin hedefe konulacağından bahisle “dokunulmazlık” elde edilmiştir.

[10] Osman Köse, Rusların Samsun’u Bombardımanı, (1915), Ondokıız Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 11

[11] BOA. DH.İ.UM. E/37-74-4, Hasar tespit defteri. 10 Haziran 1331 ( 23 Haziran 1915).

[12] BOA. DH.İ.UM. E/37-74-12, Hasar tespit defteri. 25 Temmuz 1331 ( 7 Ağustos 1915).

 

 

29.09.2021, Ünyekent

http://www.unyekent.com/yazi/2649-topyani-ucuncu-son-bolum.html


Samsun Muhribi

30 Kasım 1853  Rusların Sinop Baskını

Topyanı Tabyası Koruma Kurulu Kararı

Topyanı, Ordu Müze Müdürlüğü Raporu

 

22 Eylül 2021 Çarşamba

TOPYANI (İkinci Bölüm)


TOPYANI 

(İkinci Bölüm)

 

 

Osmanlı Arşivi ML.MSF.d. 2531 adlı belgede; Ünye tabyalarında bulunan topçuların maaş defteri bulunmaktadır. Osmanlı Arşivleri, Cumhuriyet öncesine ait durumu belgeleyen en önemli arşiv durumundadır.

1257. S. 19 / (12 Nisan 1841) tarihini taşıyan bu belgede Ünye tabyasındaki değişik rütbedeki askerin ne kadar maaş aldığının dökümü kayıtlıdır.

 

Osmanlıca kaydın bire bir çözümü şu şekildedir:

 

Bâ‘is-i defter-i oldur ki,

Ünye ve tevâbi‘i kazâlarında mevcûd olan topçu neferâtlarının defter-i müfredâtıdır. Ber-vech-i âti zikr olunur.

 

Yüzbaşı

Halil Ağa

100 guruş

Mülâzım Hüseyin Ağa

50 guruş

Çavuş-ı evvel

Kadıoğlu Hasan

25 guruş

Çavuş-ı sâni

Hacıalioğlu İdris

25 guruş

 

Top 1

 

Onbaşı

Yoğurtçuoğlu Nuri

15 guruş

 

Delihüseyinoğlu

Ahmed

10 guruş

Zeynel oğlu Ali

10 guruş

Karzanioğlu Osman

10 guruş

Kehüdâoğlu İsmail

10 guruş

Haydar Hasan oğlu Hasan

10 guruş

Yunus oğlu Mustafa

10 guruş

Ali Reis oğlu Ali

10 guruş

 

Giresunluoğlu

Ahmed

10 guruş

Ahmed Çavuş oğlu Hüseyin

10 guruş

Bekir oğlu Ali

10 guruş

Karaali oğlu İsmail

10 guruş

 

 

Çıngıloğlu Mustafa

10 guruş

Batmaloğlu

Hasan

10 guruş

Küçük Osmanoğlu

Mustafa

10 guruş

Lazoğlu Ahmed

10 guruş

Musa İbrahim oğlu

Hüseyin

10 guruş

 

Top 2

 

Onbaşı

Uzun Hacıoğlu Mehmed

15 guruş

Natıroğlu Ahmed

10 guruş

Kara İbrahim oğlu

Hüseyin

10 guruş

 

Taşçıoğlu Hüseyin

10 guruş

Tuzcuoğlu İbrahim

10 guruş

Kör Mehmed oğlu İbrahim

10 guruş

Masdanoğlu Mustafa

10 guruş

Dervişoğlu Hüseyin

10 guruş

Kara Osman oğlu Hüseyin

10 guruş

Lülecioğlu

Hasan

10 guruş

 

Abdi Efendi oğlu Ali

10 guruş

Hoblak oğlu Mehmed

10 guruş

Mollaoğlu Abdulkadir

10 guruş

Molla Hüseyin oğlu Mehmed

10 guruş

 

 

Top 3

 

Onbaşı

Hacı Çayırezmezoğlu Mustafa

15 guruş

 

Beşiroğlu Mustafa

10 guruş

Harmandaroğlu

Osman

10 guruş

Kulakoğlu

Mehmed

10 guruş

Fırkaoğlu İbrahim

10 guruş

Zoymanoğlu Ahmed

10 guruş

Abdi Efendioğlu Mehmed

10 guruş

 

Yaylaoğlu Mehmed

10 guruş

Hıdıroğlu Mehmed

10 guruş

Tamcıoğlu Halil

10 guruş

Keleşoğlu Osman

10 guruş

Hurşidoğlu

[Hoşnudoğlu] Mehmed

10 guruş

 

Beşiroğlu Hüseyin

10 guruş

Keloğlu Durmuş

10 guruş

Ömer oğlu Mustafa

10 guruş

 

Top 4

 

Onbaşı

Delioğlu Hasan

15 guruş

Koçoğlu Osman

10 guruş

Meydanlıoğlu İsmail

10 guruş

Molla Hüseyin oğlu Ahmed

10 guruş

Delioğlu Mehmed

10 guruş

 

Kalcıoğlu İsmail

10 guruş

Poyrazoğlu Halil

10 guruş

Hacı Hasan oğlu İbrahim

10 guruş

Ekiz Ali oğlu Mustafa

10 guruş

Kürt Ali oğlu Ali

10 guruş

 

Terzi Hacıoğlu İsmail

10 guruş

Tuzcuoğlu Mustafa

10 guruş

Yalakçı Ömer oğlu İdris

Aydınlıoğlu Ahmed

10 guruş

 

Urusoğlu Hsana

10 guruş

 

Top 5

 

 

 

 

Onbaşı

Küçük Osman oğlu Mehmed

15 guruş

Emir Ahmed oğlu Abdurrahman

10 guruş

Seyis (Şibil) Hüseyin oğlu

Ali

10 guruş

 

Tımarcıoğlu Eyyüb

10 guruş

Kuşoğlu Mustafa

10 guruş

Batmaloğlu Mehmed

10 guruş

Delihüseyin oğlu Ahmed

10 guruş

Kara Ahmed oğlu Veli

10 guruş

 

Topçu oğlu Mehmed

10 guruş

Tenbeloğlu Mehmed

10 guruş

Mesud oğlu Şerif

10 guruş

Kara Mustafa oğlu Ahmed

10 guruş

Tımarcıoğlu Hüseyin

10 guruş

 

İsmail Kadı oğlu İsmail

10 guruş

Koçoğlu Ali

10 guruş

 

Osmanlı Arşivi ML.MSF.d. 2531 [3]

[Tabya topçularının maaş defterinde Top 5 de bulunan Seyis Hüseyin oğlu Ali, Şibil Hüseyin oğlu Ali olarak da okunabilir.]

 

 

16 Eylül 1890 Ertuğrul Firkateyni Olayı

 

Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid tarafından Japonya'ya gönderilen ve Türk-Japon ilişkilerinin başlamasında büyük etken olan Ertuğrul Fırkateyni dönüş yolunda batttı: Tarih 16 Eylül 1890.

Şubat 1891'de enkazdan çıkarılan 150 denizcinin cenazesi yeni kurulan bir mezarlığa gömüldü. Felaketin birinci yıldönümü olan 15 Eylül 1891'de Kushimoto Kashinozaki Deniz Feneri yakınlarında, kazanın meydana geldiği yere 400 m uzaklıkta bir anıt dikildi.

Bir başka dikilen anıt 14 Eylül 2014’te, facianın 124. yıldönümünde Japonya'nın Türkiye büyükelçisi, üst düzey yerel yetkililer ve Türk Deniz Kuvvetleri'ni temsilen TCG Oruçreis (F-245) fırkateynini mürettebatının katılımıyla Ünye’de açıldı.

Bu anıtın dikildiği Topyanı’nda, Ünye Türk-Japon Dostluk ve Ertuğrul Fırkateyni Şehitleri Derneği tarafından batık gemide bulunan denizciler anıldı.  

Ve bugün, 16 Eylül tarihi itibariyle olayın üzerinden 131 yıl geçti. Ertuğrul şehitlerini rahmet ve saygıyla anıyoruz.

 

Devam edecek: Gelecek bölüm Karadeniz Tabyaları ve Ünye

 

 

 

ÜNYE TARİH ARAŞTIRMA GRUBU

Ahmet Kabayel-Ahmet Derya Varilci

 

 

 

 

[3] Sabri Bacacı; Osmanlı Arşivi’nden bulup transkribe etmiştir, metnin orijinali (Osmanlıcası) ektedir.

 

 

 

Ünyekent, 22.09.2021

http://www.unyekent.com/yazi/2633-topyani-ikinci-bolum.html








 

16 Eylül 2021 Perşembe

Ertuğrul Firkateyni




Ertuğrul Firkateyninin batışının 131. yıl dönümü anısına:


Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid tarafından Japonya'ya gönderilen ve Türk-Japon ilişkilerinin başlamasında büyük etken olan Ertuğrul Firkateyni'nin dönüş yolunda batmasının üzerinden 131 yıl geçti.

Japonya ve Osmanlı Devleti arasındaki ilişkilerin 1887'de Japon Prensi Komatsu Akihito ve eşinin İstanbul ziyaretinde Sultan II. Abdülhamid ile görüşmesi ve hediyeler sunmasıyla gelişmeye başladı.

II. Abdülhamid'in misafirperverliğine teşekkür için Japon İmparatoru padişaha Krizantem Nişanı hediye etmişti. Buna karşılık Sultan II. Abdülhamid, Japon İmparatoruna İmtiyaz Nişanı verilmesini uygun bulmuş, hem iade-i ziyaret hem de bu nişanı götürmek üzere bir harp gemisinin Japonya'ya hareketini emretmişti. Ancak bunun uluslararası konjonktür gereği pek duyulmasını istemediğinden geminin bir eğitim gemisi olduğu imajı verilmişti. Seyir sırasında denizlerde ve uğranılacak limanlarda Osmanlı sancağının gösterilecek olması ve bunun Müslümanlar üzerinde bırakacağı tesirin, Sultan II. Abdülhamid'in halifelik sıfatını etkin kullandığı Pan-İslamizm politikasının bir parçası olduğu da görülmektedir.

14 Temmuz 1889'da İstanbul'dan hareket eden Ertuğrul Firkateyni'nde 56'sı subay olmak üzere mürettebatla birlikte 609 bahriyeli bulunmaktadır. Gemide görevli subayların işlerinin ehli, birkaç Avrupa dilini konuşan, iyi yetişmiş askerlerdir.

Bahriye mektebinden yeni mezun 14 teğmenin de gemicilik tecrübelerini artırmak üzere gemide görevlendirilmiştir.

Gemi komutanlığına, dönemin Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa'nın damadı olan Albay Osman Bey tayin edildi.

Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa, geminin elverişsiz ve hasarlı olduğu raporlarından padişaha hiç bahsetmediği öne sürülse de padişah II. Abdülhamit Bahriye Nezareti'ne gönderdiği yazılı emirde Japonya'ya hareket ettirilecek geminin her yönden hazırlığının tam yapılması, teknik eksiklikleri varsa giderilmesi yönünde birkaç defa tebligatta bulunduğu ileri sürülmektedir.

Ertuğrul Firkateyni bu koşullarda 14 Temmuz 1889'da yola çıkar.

Firkateynin Süveyş Kanalı'ndan geçerken, 28 Temmuz 1889'da kanalın sığ sularında kuma saplandı ve kanal idaresinin yardımıyla kurtarıldı. Geminin iskeleye bağlıyken rüzgarın şiddetiyle ters yöne dönerek, sahile çarptığı ve dümen bodoslamasının kırıldığı bilinmektedir.

Haberin İstanbul'a ulaşması üzerine Bahriye Nezareti'nin, fırkateyni seferden çekip, Osman Bey'in yanına alacağı birkaç kişiyle bir posta vapuruna binip, Japonya'ya gitmesi teklif eder ancak tamiratın birkaç günde tamamlanacağı öğrenilince bu fikirden vazgeçilir, fırkateyn Süveyş'ten 23 Eylül'de ayrılarak Cidde Limanı'na hareket eder.

7 Ekim 1889'da Yemen'in Aden Limanı'na uğrayıp, burada kömür ikmali yapar.

20 Ekim'de İngiliz işgali altındaki Bombay Limanı'na ulaşan firkateyn, buradaki yerli Müslüman ahali tarafından coşkuyla karşılandı. Gemiyi günde yaklaşık 20 bin, bir hafta içinde ise toplam 150 bine yakın kişi görmeye geldi. Hindistan'da yayın yapan Advocate of India adlı İngilizce gazete, Ertuğrul'un Bombay'a gelişiyle ilgili 29 Ekim 1889 tarihli sayısında, firkateynin Hindistan'ın Müslüman halkı üzerinde geniş bir tesir bıraktığını yazdı. Cuma günü gemi mürettebatından 150 kadar asker ve subayın karaya çıkarak camide cuma namazını eda ettikleri ve bu sırada mürettebatın yolda kalabalık bir halk kitlesi tarafından saygıyla selamlandığı bilgisi de haberde yer aldı. Gemi 8 Kasım'da Sri Lanka'nın başkenti Kolombo'ya ulaştı. Mürettebat cuma namazını eda etmek için topluca gemiden inince halkta müthiş bir coşku uyandı. 300 bin nüfusu olan Kolombo'da yaklaşık 200 bin kişi gemiyi ziyaret etti ve Halife Sultan II. Abdülhamid'e ve Osmanlı Devleti'nin daima payidar olması için dualar etti. Müslümanlar, mürettebatı büyük bir muhabbet ve içtenlikle bağırlarına basıp, ziyafet sofraları hazırladı...

15 Kasım'da Singapur Limanı'na ulaşan firkateynin, burada da Müslümanlar tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı, tayfun mevsimi olması sebebiyle fırkateynin Singapur Limanı'nda 4 ay kadar zorunlu olarak demirli kaldı.

Aynı günlerde İstanbul'dan Miralay Osman Bey'e Tuğgeneral unvanı verildi, geminin uzun süre kalacağını haber alan uzaktaki Sumatra, Cava ve Siyam Müslümanlarını temsilen gelen heyetlerin, Flemenklerin bölge halkına yaptığı zulümleri aktardığı...

 

Firkateyn 15 Mart 1890'da Singapur'dan hareket ederek, sırasıyla Saygon, Hong Kong Limanı, Nagasaki ve Kobe'ye uğrar.  7 Haziran 1890'da ise Yokohama Limanı'na demir atar. Altı ay sürmesi planlanan bu seyir, yaşanan aksaklıklar sebebiyle 10 ay 3 hafta sürmüştür. Gemi mürettebatı, Japon halkı ve yetkilileri tarafından gayet dostane bir şekilde karşılanır. Ertuğrul Firkateyninin komutanı Osman Paşa, yanına aldığı bazı subaylarla Tokyo'ya giderek, Japon İmparatoru Meiji tarafından kabul edilir. Sultan II. Abdülhamid'in mektubuyla diğer hediyeleri takdim eder.

Ertuğrul Firkateyni'nin Japonya'ya gönderilmesinin her ne kadar resmi açıklamalarda iade-i ziyaret, dostane ilişkilerin geliştirilmesi, Bahriye Mektebi öğrencilerinin tecrübe kazanmasına yönelik bir faaliyet olarak gösterilse de Sultan II. Abdülhamid'in o yıllarda olgunlaştırmaya başladığı İslami politikayla da ilişkilendirilebilir.

Sultan II. Abdülhamid'in bu seyahati, Batılı sömürgeci devletlerin himayesine girmek zorunda kalan Asya'daki Müslümanlara yönelik bir birlik mesajı iletmek için fırsattı.

Halifenin sancağını taşıyan bir elçi hüviyetindeki firkateyne uğradığı limanlarda Müslümanların sevgi gösterileri padişahın bunda başarılı olduğunun kanıtıdır. Cidde ve Aden limanlarından sonra uğranılan ve İngilizler ile Fransızların sömürgeleri altında bulunan Bombay, Singapur, Saygon ve Hong Kong'da Müslümanların Ertuğrul gemisine olan teveccühleri sömürgeci devletleri tedirgin etti. Seyahat, Sultan II. Abdülhamid'in Asya'daki Müslüman halklar arasındaki nüfuzunu teyit etmekle birlikte güçlenmesine de vesile oldu. Osmanlı padişahının üzerinde bulunan halife sıfatı, her ne kadar bir unvan olarak kalmış gibi gözükse de İngiltere için hala en önemli bir korku unsuruydu. Müslüman halkta ise her ne kadar sömürge altında yaşasalar da yalnız olmadıkları psikolojinin oluşmasına katkı sağladı. Ertuğrul firkateyninin seyri, bir geminin uğradığı limanlarda ülkesini nasıl iyi temsil ettiğinin ve bunun diplomasi açısından ne derece önemli olduğunun önemli bir göstergesi olmuştur.

Üç ay kadar Japonya'nın Yokohama Limanı'nda kalan firkateynin Japon yetkililerin tayfun mevsimi uyarılarına rağmen Osman Paşa'nın İstanbul'dan gelen hareket emrini geciktirmek istememesi sebebiyle yola çıkar.

Firkateynin hareketinden kısa bir süre sonra giderek şiddetini artıran muhalif bir rüzgarla karşı karşıya kaldı ve hasar aldı. Gemi Oşima Burnu'nun kayalıklarına çarparak battı.

16 Eylül 1890 saat 21.00 sıralarında meydana gelen bu büyük deniz kazasında gemide bulunan Osman Paşa, gemi süvarisi Yarbay Ali Bey ve 54 subayın da içinde bulunduğu 526 mürettebat şehit oldu. Sadece 69 kişi kurtulabilmiş olup, bunların çoğu da yaralı haldeydi. Ayrıca gemidekilerden 13 kişi daha önce kolera ve çeşitli hastalıklar sebebiyle vefat etmiştir.

 

 

Ertuğrul Firkateyni’nin  teknik özellikleri;

Tekne                         : Ahşap

 Draft                           : 7,1 metre

 Makine Tahriki           : Buharlı/ 600 Beygirli/iki kazanlı

 Yakıt                           : Kömür/350 ton kapasiteli

  Silahları                      :  1 adet 203mm Armstrong,

 8 adet 150mm Krupp,

5 adet 150mm Armstrong topu,

 1 adet Whitehead torpido tüpü,

 2 adet torpido bulunmaktadır.

 Mürettebat      : 61 Subay ve memur, 548 erbaş/er toplam 609 kişi

 



[Bu yazı aşağıda gösterilen kaynaklardan yararlanarak ve hiç bir yorum getirilmeden yazılmıştır.]



Kaynaklar:

Erol Mütercimler- Ertuğrul Faciası ve 21. Yüzyıla Doğru Türk- Japon İlişkisi, Anahtar Kitaplar Yayınevi

Osman Doğan, Tarih Boyunca Ünye, Ünye Belediyasi Yay.

Süleyman Nutku - Ertuğrul Fırkateyni Faciası

Erdoğan Şimşek- Japonya’da Batan Güneş Ertuğrul Fırkateyni, Saraçoğlu Yay.

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Ertuğrul Fırkateyni Faciası ve Türk-Japon İlişkisinin Başlangıcı, Derleyen Erol Mütercimler

Osman Öndeş, Ertuğrul Firkateyni Faciası, Aksoy Yay.

Levon Panos Dabağyan, Türk Denizcilik Tarihi ve Ertuğrul Firkateyni, Yedirenk Yay.

Erdoğan Şimşek, Uzakdoğu Elçisi Ertuğrul Fırkateyni,  IQ Kültür Sanat Yayıncılık

Hafız Faik Efendi -İstanbul'dan Bombay'a Bir Osmanlı Fırkateyni'nin Keşif Seyahati, Kitabevi Yayınları

Ömer Ertur, Abdülhamid’in Rüyası Ertuğrul, Profil Kitap

Süleyman Kani İrtem, Ertuğrul Faciası, Temel Yayınları





 

15 Eylül 2021 Çarşamba

TOPYANI Birinci Bölüm


TOPYANI

Birinci Bölüm

 

Ünye’nin Burunucu Mahallesi’ne adını veren çıkıntı (burun), Topyanı olarak bilinir. Böyle söylenmesinin nedeni , denize geniş açıyla bakan bu burunda bir top bataryası yuvasının yer almasıdır. Kentsel sit alanı dışında kalan, mülkiyeti maliye Hazinesine ait, 352 ada, 2 parselde bulunan ve 2012 yılında tescillenen yapının bir tabya parçası olduğu anlaşılmaktadır.

Denizden gelecek bir saldırıya karşı Ünye savunmasında kullanılmak üzere tahkim edilen bu tabyaların bir benzerinin kentin doğu kıyısında da olduğu tahmin edilmektedir.

19. yüzyılda yapıldığı düşünülen bu tabyalar aynı zamanda cephane deposu olarak da kullanılmıştır.  

Samsun Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 25,04.2012 tarih ve 540 sayılı kararına istinaden tescillenen alanda 2014 yılında Türk-Japon Dostluk Anıtı ve Ertuğrul Fırkateyni Anıtı dikilerek bugünkü duruma gelmiştir.

Ünye tarihini yansıtan bu alan, önemli noktalardan biri olarak ziyaretçi akınına uğramakta ve her geçen gün daha fazla ilgi odağı haline gelmektedir. Ordu Müze Müdürlüğünün ilgili raporu gereği bu alanda bir kazı yapılması kaçınılmaz hale gelmiştir.

Kazı konusuna bilahare dönmek üzere, Topyanı’na biraz daha yakından bakalım.

 

Tabya nedir?

 

Tabya, bir bölgeyi savunmak için yapılan ve silahlarla güçlendirilen askeri yapıdır.[1]

Eski Çağın sonları ile Orta Çağ döneminde büyük kalelerin yakınlarında küçük savunma kuleleri ve mevzilerinin yapılması ile var olmaya başlayan tabyaların asıl gelişimi Yeni Çağ’da olmuştur. Ateşli silahların vurma gücü artarken, orduların kuşatma yapabilme sürelerini uzatmak için silah, cephane ve erzak ihtiyaçlarının kısa sürede tamamlanabilmesi, savunma yapılan şehirlerde daha büyük oranda tahkimat yapılması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. 11. yüzyıldan sonra yaygınlaşan tabyalar, özellikle I. Dünya Savaşı'nda sıklıkla kullanılmış ve II. Dünya Savaşı'nda önemini kaybetmişlerdir.

Savunma savaşlarında tabyalar askeri zaferlerin kazanılmasında önemli rol oynamıştır.[2] 20. yüzyılda hareketli savaşın ortaya çıkışıyla statik mevzilerin savunulması ve kuşatma savaşı önemini kaybetmiş, tabyalar ikinci plana düşmüştür.

Tabya sözcüğü, Arapça Ta’biye sözcüğünden türemiş ve donatma, hazırlık, yığmak veya ordu yığmak anlamlarına gelmektedir.

Tabyalar stratejik önem arz eden bir bölgenin, yerin, yolun veya şehrin güvenliğini ve savunmasını sağlamak üzere genellikle bölgeye hakim bir yerde yapılmış askeri tesislerdir.

Kurulum amaçları, düşmanı ileri savunma hattı oluşturarak engellemektir. Şehirlerin ileri karakolu vazifesindedir.

Tabyalar yapı itibarıyla mimari kaygılardan bağımsız olarak sadece sağlamlık ve güvenlik esas alınarak inşa edilmişlerdir. Ana binası ve ulaşım yolları genellikle toprak setlerle koruma altına alınmıştır. Yapıldıkları yerin durumuna göre planlandıklarından dolayı birbirlerine benzememekle birlikte genel olarak şekillerine istinaden yıldız tabya, toprak tabya, hilal tabya, yay tabya şeklinde sınıflandırılmışlardır.

 

Ünye Burunucu Topyanı Tabyası

 

Kıyı şeridinde bulunan 1649 metrekarelik alan üzerindeki Topyanı’nda 7 adet yükselti bulunmaktadır. Üzerleri tamamen toprakla kapalı bu yükseltilerin altında tabyalar olduğu biçiminde değerlendirilmektedir. Söz konusu alanda 3x2 metre ölçülerinde, yontulmuş taşlarla örülü kireçtaşı katkılı, dikdörtgen formlu yapı, bu tabyaların görünür durumdaki halidir. Semerdam çatıya sahip yapının girişi, batı yönünde 1,5 metre yüksekliğinde bir demir kapıyla örtülüdür.

Elimizde bu somut kalıntı dışında, alanın kuzeybatı yönünde, deniz kıyısına yakın bazı yapı kalıntılarına rastlanmaktadır. Çevre sakinlerinden edindiğimiz bilgiler, Topyanı mahallinin bir tabya yahut en azından askeri bir depo olduğunu doğrulamaktadır. Alanın yan tarafında ikamet eden Edip ve Metin Adalı kardeşlerin açıklamaları, burada  Osmanlı Ordusu tarafından kullanılan Alman-Krupp yapımı 10,5 cm FH 98/09 obüs  veya 10.5 cm Feldhaubitze 98/09 toplarından olduğunu göstermektedir. Alman yapımı Rheinmetall tarafından üretilen sabit geri tepme (geri tepme mekanizmasına sahip olmayan) bu toplardan, 18. Yüzyıldan itibaren Anadolu’nun pek çok müstahkem mevkisine konuşlandırılmıştır. Metin Adalı’nın ifadesine göre, Topyanı sahilinin doğu kesiminde, denizin altında çok sayıda top mermisi bulunmaktadır. Yıllar önce dalarak bunlardan çıkardıklarını söylemiştir.

Bu vesileyle geçtiğimiz hafta, 6 Eylül 2021’de vefat eden Metin Adalı’yı rahmetle anıyoruz.

 

 

Devam edecek: Gelecek bölüm Osmanlı Arşivleri Uzmanı ve Araştırmacı Sabri Bacacı’nın katkılarıyla Ünye Tabyalarından maaş alan Osmanlı Askerleri.

 

 

 

 

ÜNYE TARİH ARAŞTIRMA GRUBU

Ahmet Kabayel-Ahmet Derya Varilci

 

 

 

 

[1] TDK Sözlük.

[2] Çanakkale Savaşı’nın seyrini değiştiren Anadolu Hamidiye Tabyası bu konuda önemli bir örnektir. İstanbul’un güvenliğini sağlamak amacıyla başta Fatih Sultan Mehmet olmak üzere birçok Osmanlı padişahı Çanakkale’yi kaleler ve tabyalarla tahkim etti. Kalelerin haricinde boğazı koruyan çok sayıda tabya da inşa edildi. Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid dönemlerinde inşa edilen tabyalarla boğazın güvenliği artırılmaya çalışıldı. İnşa edilen bu kaleler ve tabyalarla 1915 yılında Çanakkale  geçilmez hale geldi. Anadolu ve Rumeli Hamidiye Tabyaları yanında Anadolu Mecidiye Tabyası, Değirmenburnu Tabyası, Domuzdere Tabyası, Ertuğrul Tabyası, Kayalık Tepe Tabyası ve Namazgah Tabyaları gibi daha bir çok tabya mevcuttu. 19'uncu yüzyılda, Rus ordularının istilasına karşı Kanlı Tabya ve Arap Tabya - Kars, Hıdırlık Tabyası – Edirne, Paşa Tabyaları – Sinop ve Aziziye Tabyası – Erzurum, adından çok söz ettiren tabyalardır.