28 Temmuz 2021 Çarşamba

Arkeolojik Emperyalizm III

 




Arkeolojik Emperyalizm III

 

Thomas Edward Lawrence (1885-1935)

Yani Arabistanlı Lawrence...

Ve...

Gertrude Margaret Lowthian Bell , (1868 - 1926)

İngiliz İstihbaratının iki önemli casusu...

 

Lawrence’la ilgili önceki bölümde bir giriş yapmıştık.

Bu isimle devam edelim.

Aslında bir arkeolog olan Thomas Edward Lawrence daha sonra Büyük Britanya İstihbarat Servisi'ne bağlı olarak casusluk faaliyetlerine başlamıştı.

“Casus arkeolog” kavramı Lawrence ile birlikte anlam kazandı.

Sarı saçlı, açık tenli ve mavi gözlü bir çocuk olan Thomas Edward Lawrence, 16 Ağustos 1888 yılında Birleşik Krallık’a bağlı Galler’de dünyaya geldi. Babası Baron Edward Robert Chapman’ın bir mürebbiye’den olan gayrimeşru çocuğuydu.

Babası ile sorun yaşayan Lawrence evden kaçtı, orduya katıldı. Daha sonra askerden ayrılmak isteyince babası onu ordudan aldı ve okuması için destekledi. Oxford’a gitti, Gertrude Bell gibi eğitim ve istihbarat hayatı Oxford’ta tarih okumasıyla başladı.

Lawrence’ın yolu Oxford’da bir istihbaratçı olan David George Hogarth ile kesişti. Hogart İngiliz istihbaratı için kritik bir isimdir. Yalnızca arkeolojik kazı çalışması görüntüsü altında yürüttüğü faaliyetler ile değil; Lawrence ve Gertrude Bell’i de İngiliz istihbaratına kazandırması açısından kritik bir isim olarak öne çıkar.

Lawrence, Oxford’ta eğitime başladığında Ashmolean Müzesi Müdürü olan Hogart, ondaki potansiyeli kısa sürede fark etti. Lawrence’a arkeoloji zevki kazandıran Hogart, Ortadoğu’daki birçok kazı çalışmasında onu yanında götürdü. Lawrence bu çalışmalarda Arap dili, kültürü ve yaşam şekli hakkında geniş bir birikim elde etti. Birinci Dünya Savaşı başladığında en büyük destekçisi Gertrude Bell ile beraber bu birikimi Kahire ofisinde kullanacaktı.

 

Osmanlı’da Birinci Dünya Savaşı Siyaseti

 

Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid’in iktidarı döneminde, dış politikada olduğu gibi iç siyasette de ciddi bir denge siyaseti izlenmiştir. Osmanlı padişahı Doğu’da Ermenileri Kürtler ile dengelerken, Arap coğrafyasında aşiretlerin birbiriyle olan rekabetini kullanarak bölgede istikrar sağlanmaya çalışmıştır.

1908’de II. Abdülhamid devrildiğinde Osmanlı toprağı sayılan Arap coğrafyasında değişim rüzgarları esmeye başladı.

Öncelikle Osmanlı’nın İslamcılık akımı çöktü.

Ardından Arap aşiretlerini birbirine karşı dengeleme siyaseti sona erdi.

İttihat ve Terakki Partisi’nin 1908  devrimiyle getirdiği özgürlük  havası kısa zamanda etkisini kaybetti, tersine döndü. Arap Yarımadasında Haşimi ailesine verilen güç daha sonra elinden alınacaktı.

Mekke Şerifi Hüseyin'in yükselişi ve düşüşü bu süreçte gerçekleşti.

Şerif Ali Paşa’nın oğlu Şerif Hüseyin 1853 yılında İstanbul’da dünyaya gelmişti.

II. Abdülhamid, rütbe-i tenzil olarak Devlet-i Şura’da kendisine vezir görevi vermiştir. Bu görevini sürdürdüğü sırada 1908 yılında gerçekleşen İttihat ve Terakki Darbesi ile Mekke Şerifliğine tayin edildi.

Osmanlı’ya liyakatle bağlı olan Şerif Hüseyin başlarda bir isyan fikrine sahip değildi. Osmanlı devletiyle arasının açılmasının ilk nedeni bir Alman projesi olan demir yolu hattının bölge halkına zarar vereceği ve gelir kaybına uğratacağı endişesidir.

Diğer yandan Medine yönetiminin Hicaz yönetiminden ayrılarak doğrudan Dahiliye Nazırlığına bağlanacağı düşüncesi Şerif Hüseyin’i tedirgin edecek ve oğlu Abdullah vasıtasıyla İngilizlerle temas kurmasına sebep olacaktır.

Bu temas genç Binbaşı Edward Lawrence vasıtasıyla sağlanacaktı.

Arabistanlı Lawrence

 

Lawrence’ın pozisyonu ve Birinci Dünya Savaşı’ndaki önemi bugün hala tartışma konusudur. O devrin önde gelen arkeologlarının çoğu İngiliz gizli servisleri için çalışıyorlardı ama Cerablus’taki asıl istihbaratçı bir çok araştırmacıya göre henüz oldukça genç olan Lawrence değil, Gertrude Bell idi...

Lawrence, kimine göre Çölün Kralı kimilerine göre bir efsanedir...

Bir kesim ise Lawrence’ın oynadığı rolü fazla abartılı bulur.

Lawrence ile Bell’in Cerablus ile Karkamış’taki faaliyetleri ayrıntılarıyla bilinmektedir. Her ikisi de bu aşamada ne yaptıklarını, kimlerle görüştüklerini ve günlerini nasıl geçirdiklerini yazdıkları mektuplarda uzun uzun anlatmışlardır. Bell’in satırlarında bazı “tehlikeli” işler ile uğraştığının izleri vardır ama Lawrence’ın mektupları sadece genç bir arkeoloğun hevesini aksettirir.

Lawrence’ın bu süreçte İngiliz İstihbaratı tarafından kullanıldığı açıktır.

İngiliz İstihbaratının yönlendirmesiyle Lawrence, Medine savunmasını yapan Halil (Kut) Paşa’ya gelerek yüklü miktarda rüşvet teklif eder. Halil Paşa, Lawrence’ın teklifini reddeder. Bundan sonra 147 günlük Kut’ül Amare direnişi başlayacaktır. Bu direniş Osmanlı’nın zaferiyle sonuçlanan ender başarılardan biridir.  

Kut’ül Amare’deki Osmanlı zaferinden sonra Lawrence’ın Eylül 1918 yılında Şam’da gerçekleştirdiği saldırı, Osmanlı için ağır bir mağlubiyet olur. Bu saldırıda “esir alınmaması” emrini veren Lawrence, teslim olmuş yaklaşık 5 bin askerin katledilmesinden sorumludur.

Lawrence’ın elde ettiği başarılar bununla sınırlı kalmaz. Dağınık Arap kabşlelerini Osmanlı devletine karşı birleştirerek isyana sevk eder. Ancak savaş sonrası Araplara Lawrence aracılığıyla verilen hiçbir vaadin gerçekleşmediği görülür. Lawrence kendisiyle beraber isyana kalkışan aşiretlere bir millet ve devlet vaadinde bulunurken Birleşik Krallık, Arapları millet bilincine sahip olmayan aşiretler olarak görmektedir. Bu yüzden kontrol altında tutulması zor, tek ve bütün bir Arap Devleti yerine Şerif Hüseyin ve oğullarına çeşitli emirlikler vererek kontrolü altında tutmayı tercih edecektir. Lawrence’ın bütün protestolarına rağmen bu kararın uygulamaya konulmuş olması Krallığın onu çok ciddiye almadığı şeklinde yorumlanabilir.

İlbey Ortaylı’ya göre Lawrence, Arapların bütün Doğu dünyasının aksine İslami dönemlerine hayran olmaktan çok çöl medeniyetine ve Arabistan’ı bağladığı eski Sami uygarlıklara hayrandı.

“Lawrence modern bir Arap milliyetçisi oldu. Zannetti ki İngiltere’yi de bu konuda ikna eder ve Araplara bağımsızlık verilebilir. Tabii ki İngiliz istihbaratı onu kullandı. Görevi de zaten oradaydı. 25 yaşındaki bir askerin, bu görevini istihbarat servisinde yapması normaldi, bütün filologlar ve bilgili coğrafyacılar askerliklerini böyle yapıyorlardı. Ama o çok iddialıydı. Arapçasının düzgünlüğü hatta yer yer zenginliğiyle çölün şeyhlerinden en başta Faysal’ı büyüledi. Faysal tabii ki Arap milliyetçisi değildi. Monarşiye de ne kadar bağlı olduğu tartışılır.” (İlbey Ortaylı, Arabistanlı Lawrence, 23 Mayıs 2020 Hürriyet)

Savaşta gösterdiği yararlılıktan dolayı Albaylık rütbesine kadar yükselen Lawrence daha sonra hatıralarını yazmaya karar verir. Haçlı estetiğine uygun olarak ismini Bilgeliğin Yedi Sütunu (Seven Pillars of Wisdom) verdiği hatıralarını yazar.

Lawrence’ın hayatı David Lean yönetmenliğinde filme alındı. 1963’teki Akademi Ödülleri’nde 10 kategoride aday gösterildi, 7 dalda ödül aldı.

Lawrence’ın ölümü de hayatı kadar gizem doludur, şaibeli bir motosiklet kazasında 46 yaşında yaşamını yitirdi.

 

 (Devam Edecek.)


Ünyekent, 28.07.2021

http://www.unyekent.com/yazi/2525-arkeolojik-emperyalizm-iii.html


14 Temmuz 2021 Çarşamba

Arkeolojik Emperyalizm II

Fotoğraf:
İngiliz casus Lawrence 1909’da 23 yaşında iken
arkeolog Leonard Wooley ile beraber
Karkamış kazılarında.
(Murat Bardakçı Arşivi.)

Arkeolojik Emperyalizm II

  


 Arkeoloji nedir?

Arkeoloji, kısaca kazı bilimidir.

Arkeoloji, geçmiş uygarlıkları, yazılı belgelerle birlikte, anıtlara ve maddi kalıntılara bakarak inceleyen bilim dalıdır.

Bir bilim dalıdır, bizim bildiğimiz....

Ama, fakat, ne yazık ki...

Emperyalizm sözcüğüyle birlikte anılmaktadır.

“Arkeolojik emperyalizm, bu topraklardan İslâm’ın izlerini siliyor" gibi safsatalarla hem sapı samana karıştırıyorlar, hem de "malı götürme" operasyonlarını gizlemeye çalışıyorlar.

Şimdi bu safsata yayıcıları bir kenara bırakıp, terimlerin (kavramların) ne olup olmadığına bakalım.

Emperyalizm nedir? 

Bu sözcüğün maalesef herkesçe kabul edilen bir tanımı yok...

Bu kavram daha çok yayılmacılık (ekspansiyonizm) olarak  ele alınır.

Bir devletin veya ulusun başka devlet veya uluslar üzerinde uyguladığı tahakküm biçiminde açıklanır.

Çağdaş emperyalizm kavramını ise, Bolşevik Devrimi'nin önder ismi Lenin tanımlamıştır.

(İster beğenin, ister beğenmeyin; elle tutulur emperyalizm tanımlaması bu kişiye aittir. Tıpkı “kapitalizm” dendiğinde akla Karl Marx gelirse, emperyalizm dendiğinde de  anılacak isim Vladimir İlyiç Lenin’dir.)

Lenin'e göre kapitalizmin ulaştığı en yüksek aşama emperyalizmdir.

Kapitalizmin bu aşamaya ulaşabilmesi için:

 

1. Üretim ve sermayenin yoğunlaşması, ekonomik yaşamda belirleyici rolü oynayan tekelleri yaratacak kadar yüksek bir gelişme aşamasına ulaşmış olması.

2. Banka sermayesiyle sanayi sermayesinin iç içe geçip kaynaşması ve bu “mali sermaye” temelinde bir mali oligarşinin oluşması.

3. Meta ihracından farklı olarak sermaye ihracının özellikle büyük bir anlam kazanması.

4. Dünyayı kendi aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist birliklerin oluşması.

5. Yeryüzü topraklarının kapitalist büyük güçler arasında paylaşılmasının tamamlanması gerekir.

 

 

****

Emperyalizm kavramını herkes kendi meşrebince açıklasa da olayın özü budur.

Ekonomik açıdan bu sürecin en temel özelliği, kapitalist serbest rekabetin yerini, kapitalist tekellerin almasıdır. Serbest rekabet, kapitalizmin ve genel anlamda meta üretiminin temel özelliğidir. Tekel ise serbest rekabetin karşıtıdır ve serbest rekabet tekele dönüşmeye başlamıştır. Büyük ölçekli işletmeler ortaya çıkmış, küçük ölçeklileri yutmuştur. Üretim ve sermayenin yoğunlaşmasıyla tekeller doğmuştur...

Karteller, işveren birlikleri, tröstler ve onlarla iç içe geçmiş, milyarları çekip çeviren bir düzine banka...

Emperyalizm bu şekilde oluşmuştur, özü itibariyle ekonomiktir ancak sonuçları itibariyle  sosyal-kültürel yapı üzerinde etkilidir. Ulusal duyguları ve dini yapıları kullanması çıkarları gereğidir.

Bu nedenle kavramlar çarpıtılır...

Mistifikasyon ve dezenformasyon  gündeme gelir.

"Paradigmaları yıkıyoruz" söylemiyle yaparlar bunu.

 

 

****

Emperyalist tahakküm sadece arkeoloji bilimini yahut arkeologları kullanarak yapılmaz.

Tarih bilimini, sosyolojiyi, felsefeyi, teknolojiyi vb. kullanarak yahut çarpıtarak da yapılabilir.

Biz konumuz gereği arkeoloji alanında emperyalist tahakkümün nasıl oluştuğuna odaklanalım:

Thomas Edward Lawrence (1885-1935)..

Yani Arabistanlı Lawrence. Aslında bir arkeolog olan Thomas Edward daha sonra Büyük Britanya İstihbarat Servisi'ne bağlı olarak casusluk faaliyetlerine başlamış ve Arapları Osmanlı'ya karşı kışkırtmıştı. Lawrence, Osmanlı topraklarına ilk girdiğinde arkeolog sıfatıyla Anadolu’da arkeolojik kazılar yapmış, Suriye ve Filistin’de araştırmalarda bulunmuştur. Kargamış kazısına 1912-1914 yılları arasında katılmış, Zeugma’da kaçak kazılar yapmış, sonrasında Arabistan’a geçmiştir. Arapların her yönüyle kendisine güvenmesini sağlayan Lawrence daha sonra Arapların Osmanlı'ya karşı İngilizlerin yanında yer almasını sağlamıştır.

 

(Devam Edecek.)

 

Ünyekent, 14.07.2021

http://www.unyekent.com/yazi/2511-arkeolojik-emperyalizm-ii.html

 



 

7 Temmuz 2021 Çarşamba

Hayata ve Şiire Dair


Hayata ve Şiire Dair

                                            Eski dost Erhan’a

 

“bir oğlum olacak adı temmuz

uykusuz

korkusuz

beter mi beter”

 

Hasan Hüseyin’den okuduğu şiiri dinliyordu...

Patlayan tabanlarının tedavisi için İzmir Devlet Hastanesinin mahkum koğuşundaydı.*

12 Eylül rejiminin ayak seslerini kendi tabanlarında duymuş, apar topar götürüldüğü cezaevi hücresinden alınıp hastanenin mahkum koğuşuna bırakılmıştı.

Koğuşta yataklar doluydu.

Getirildiği sedyeyle koğuşun bir kenarına iliştirilmişti..

Burada tanıdık bir ses duymasından dolayı mutluydu...

Ama konu tuvalet ihtiyacına gelince zorlanıyordu.

Ayağa kalkamıyordu.

İhtiyacını giderdiği lazımlığı dökecek kişi, şiiri okuyan tanıdık sesti.

 

****

Sadece Hasan Hüseyin’den değil, Nazım’dan da şiirler söylüyorlardı.

 

“Kalküta'nın damları üstünde güneş

                                      güneş gibi

                                              yükseliyordu.

Sokaktan bir sütçü beygirinin

                    nal ve güğüm sesi geliyordu.”

 

İzmir’de çıkan bir çatışmada tam on üç mermi isabet etmişti vücuduna...

Mucize eseri yaşıyordu ama ayağa kalkabiliyordu.

Sürgüyü dökme işi de ona kalmıştı.

Hemşire yahut hastabakıcıların bu tür koğuşlarda böyle bir görevi üstlenmesi vaki değildi.

Her iki tutukluyu da uzun bir mahkumiyet dönemi bekliyordu.

Her ikisi de 12 Eylül rejiminin mahkemelerinde yargılanacaktı.

Zor yıllardı.

 

****

Sedyeyle getirilen tutuklu, hastane koğuşunda fazla kalmadı.

Bir başka hastaneye cerrahi müdahale amaçlı götürülmüştü.

Götürüldüğü hastanede güvenlik gerekçesiyle işlem yapılmadı.**

Cezaevine iade edildi.

Tedavisi mahpushane koşullarında, revir imkanıyla sürdürülecekti.

Yaklaşık beş ay, tuvalete kucakta taşındı.

Ayak tabanlarındaki hassasiyeti ömrü boyunca hissedecekti.

Diğer siyasi tutuklu ise, hastane koğuşunda en uzun süre kalan mahkum oldu.

Tedavisi cezaevi koşullarında yıllarca devam etti.

Vücudunda açılan yaralar iyileşmedi, onunla birlikte sürdü gitti.

Her gün ziyaretine gelen kız arkadaşı, sabrının sonundaydı...

Ne zamana kadar sürdü bu cezaevi kapısındaki beklemeleri, bilinmiyor...

 

****

İnanılmaz bir sahne değildi yazıldıklarım.

Yaşadığımız hayatın sadece bir parçasıydı...

Dünle bugünü buluşturan küçük bir anekdot.

Hayatla şiirin kesişme noktası.

Yaşadıklarımız.

 

İçeride, dışarıda...

Nerede olursak olalım, bunca bedel özgürlük uğrunaysa:

Şiir hep yanı başımızdaydı.

 

 

 

[*] İzmir Devlet Hastanesi o yıllarda Konak’taydı. Elhamra Sineması’nın yakınında, Varyant adı verilen eski Karantina semtinin düzlüğüne kurulmuştu.

[**] Götürüldüğü yer Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesiydi. Bir süre önce tedavi edilmek üzere hastaneye getirilen Orhan Bakır adlı bir tutuklunun buradan kaçırılması nedeniyle tutuklulara bakılmıyordu.

 

 

07.07.2021, Ünyekent

http://www.unyekent.com/yazi/2498-hayata-ve-siire-dair.html