3 Kasım 2008 Pazartesi

Fil Mezarlığı ya da Sebile Hanım Konağı

Hasan Şimşek arkadaşımız bu evi restore etmek üzere satın aldığı zaman, hepimiz orada ne yapmak istediğini merak etmiştik. Ahşap iki sütun üzerine çıkması olan bu yapının önünden her geçtiğimde, terk edilmişlik ve yalnızlık duygusuna kapılırdım... İyiden iyiye harabeye dönen bu eski konak, bir zamanlar kim bilir kaç hayata tanıklık yapmıştı? Kimlerin mahremiyetini gizlemiş, acılarına veya mutluluklarına ortak olmuştu?
-Ne yapacaksın burayı? Diye, sorduğumda, her zaman kullandığı yerel şiveyle:
-O’lum, sonunda düşceksiz buraya! Yaşlanursak kim uraşcak biznen? Hep birlikte galcamız bi huzur evi işte...
Demişti Hasan Şimşek. Haksız da sayılmazdı. İleride her birimizin sığınacağı, ömrümüz olursa bizlerle ilgilenecek yerlerin olmasında fayda vardı.
Sadece gurbettekilerin değil, bu kasabada yaşayanların da ömrü ahirinde böyle mekanlara ihtiyacı vardı. Bir ölçüde yaşlı fillerin sürüden ayrılarak ölüme gittikleri mekanlar gibi…
Öleceğini hisseden filler, içgüdüsel olarak böyle bir mezarlığa yönelirlermiş. Filler dışında, ölümle bu kadar içli dışlı olan tek yaratık insanlar olsa gerek. Fillerle aynı yazgıyı paylaşan insanların başında galiba Eskimolar geliyor. Yaşlanan Eskimo üyesi, üretim sürecinden düşünce, klanın diğer mensuplarına yük olmamak için ölümü tercih ediyor ve ücra bir yere (fil mezarlığı gibi) götürülerek, ölüme terk ediliyor. Anthony Quinn’in oynadığı “Vahşi Masumlar / The Savage Innocents” (1960) filmi, ağırlıkla bu konuyu işliyor. Bir başka film, 1983’te Cannes’da en iyi yönetmen seçilen Shohei Imamura’nın “Narayama Türküsü / Narayama Bushiko”dur. Eskimoların vahşi (ilkel) klanı yerine, bu defa Uzakdoğu’nun (Japonya) ataerkil yapılanışı ve yaşlıların Narayama Dağı’nda ölüme terk ediliş öyküsü vardır.
Hasan Şimşek’in annesinin adını verdiği bu güzel yapının filler mezarlığıyla, Eskimolarla yahut Narayama Dağı ile hiçbir ilgisi yok. En azından ilgisi olmamalı diye düşünüyorum.
Yine de bana bunları anımsattı.