21 Haziran 2023 Çarşamba

Göçmen Sorunu

 


Göçmen Sorunu

 

Tarih öncesinden bu yana Anadolu, üzerinden geçen yüzlerce kavime, onlarca uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Afrika’dan yola çıkan ilk insanların yolculuğu Anadolu üzerinden geçer. Homeros’un İlyada ve Odysseia destanları,  Apollonius’un Argonautikası, Mısır hiyerogliflerindeki Deniz Kavimleri, Anadolu’nun antik geçmişini anlatır. İskender’in fetih yolculuğu Anadolu’dan geçer. Perslerin ardından Anadolu’nun yeniden Helen kültürüne açılması, Ksenophon’un Anabasis’i, hepsi Anadolu’ya dairdir.

Roma egemenliğinin ardından Anadolu Türk yurdu olur…

Bir zamanlar bu topraklarda yaşayan Luvilerin, Hititlerin, Kaşkaların varlığını ancak arkeolojik kazılardan ve bu kazılarda ele geçen kil tabletlerden öğreniyoruz.

Bugün de savaşlar, istilalar, göçler devam etmektedir.

Anadolu’nun etnik yapısı her geçen gün farklılaşmaya devam etmektedir.

Tarihin çeşitli dönemlerinde olumlu kültürel gelişmelere ve uygarlıklara beşiklik eden Anadolu, kimi zaman da bu karmaşadan olumsuz etkilenmiştir.

Örneğin Deniz Kavimleri istilası (MÖ. 1200), tarihin ilk imparatorluğu olan Hititlerin dağılıp gitmesine neden olmuş, Anadolu coğrafyasında yazının kullanımı bu zaman diliminde 0rtadan kalkmış, adeta unutulmuştur.

Nispeten yakın tarih diyebileceğimiz Yıldırım Beyazıt’ın 1402 Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilmesi, Osmanlı’ya 13 yıl süren Fetret Devrini yaşatmış, Osmanlı’nın yükselişi Fatih Dönemine kadar duraksamıştır.

 

Günümüze Gelirsek…

Göç denildiğinde, yakın bir tarihe kadar kırsal kesimden kentlere yapılan göçü anlıyorduk. Ancak son dönem Yakındoğu’da, Ortadoğu’da ve komşu ülkelerde meydana gelen karmaşa, ülkemize doğru yeni bir göç dalgası başlatmıştır. Tıpkı Osmanlı’nın son yüz yılında dışarıdan gelen göçlere benzeyen bir demografik yapı ortaya çıkmış, sayısını kesin olarak bilemediğimiz sığınmacılarla ilgili sorunlar ülkemizi ekonomik ve siyasi yönden etkilemiştir.

Hatta bu sığınmacıların büyük kesimine yurttaşlık verildiği, seçimlerde oy kullandırıldığı yolunda iddialar mevcuttur.

Kimilerine göre bu durum etnik ayrımcılığı körüklemektedir.

“Ensar” olduğumuz gerekçesiyle sığınmacıları göndermeyeceğini ifade eden bir iktidara karşın, bu topraklar için şehit düşen atalarının torunları olarak bu duruma karşı çıkan bir kesim bulunmaktadır.

 

Kim Haklı?

 

Kimin haklı olduğunu tespit etmeden önce, çeşitli nedenlerden ötürü bir zorunluluk haline gelen göç olgusuna insani (hümanist) açıdan bakmak gerekir. Göç Hukuku da diyebileceğimiz uluslararası kabul gören bu olgunun, Birleşmiş Milletler çatısı altında özel bir yeri vardır. Acil durumlarda yardım, mültecilerin yeni bir ülkeye yerleştirilmesi, gönüllü geri dönüşlere yardım, göçmen sağlığı, para gönderme ve yasal göç seçeneklerinin desteklenmesi gibi alanlarda faaliyet gösteren Uluslararası Göç Örgütü, Birleşmiş Milletler sisteminin önde gelen uluslararası kuruluşlarından biridir.

Madalyonun bir yüzünde göçmenlerin yaşadığı içler acısı durum vardır.

Madalyonun diğer yüzünde ise, gittikleri ülkeye yaşattıkları tarihsel dram söz konusudur.

Göçmen sorununun günümüzde insani boyutu kadar tarihsel konumu da önemlidir. Örneğin yakın tarihte yaşanan bir Ortadoğu ülkesinin sığınmacılarla ilgili dramatik öyküsü, bu konuda oldukça ders vericidir.


 

Bir Zamanlar Lübnan…

Ünlü tarihçimiz İlber Ortaylı’nın vurguladığı gibi Lübnan, Ortadoğu dünyasının İsviçre’siydi. Lübnan'ın başkenti Beyrut ise, Ortadoğu’nun Paris’i...

Lübnan; yani Fenike bir deyimiyle de Medyen diyarı, Akdeniz’in en üst ülkelerinden biri. Bugün yaşadığımız medeniyetin önemli bir kısmını Fenikelilere borçluyuz.

Kullandığımız camdan, gemiciliğimizden, birçok kimyevi maddelerden, kumaş sanayiinden tutunuz da ticari pratiğe kadar. Akdeniz’in kökeni Fenike alfabesi, o da bir Sami dil alfabesi... Bu aynı zamanda Akdeniz’in limanlarındaki yarı korsanlık ve köleliği de yaşatan bir medeniyetti. Bugün Atlas Okyanusu’na kadar uzanan Cádiz Akdeniz’in her tarafındaki eski şehirler (Kartaca, Leptis Magna, Malta adasının belirli yerleri) bu ırkın eseridir.

İlber Hoca’n ın makalesiyle devam edelim:

Osmanlı devrinde Yavuz Sultan Selim Han’ın fethinden beri Lübnan 400 sene boyunca Türk idaresinde kaldı. Birinci Cihan Harbi’nden sonra Fransız mandası kontrolüne geçti. Manda yönetimi Lübnan’da zaten var olan Fransız kültürünü ve Fransızca düşkünlüğünü geliştirdi ve Lübnan’a eski statüsünü verdi; yani Osmanlıların en başta Keçeçizâde Fuad Paşa’nın, Cevdet Paşa gibilerin Cebel-i Lübnan Nizamnamesi’yle verdiği statüyü; çok milletliliği.

Cebel-i Lübnan ve aşağıda da Beyrut Vilayeti bu ülkeyi oluşturuyordu. 1940’lardaki uzlaşma ve kuruluş çalışmaları bu anlaşma üzerindedir. Cumhurbaşkanı Hıristiyan, Başbakan Sünni olacak. Meclis Başkanı ona göre bir başka gruptan olacak. Şiilerle Dürzilerin payı aynı olacak. Her kalabalık cemaatin bir ya da birkaç bakanlıkla temsiline dikkat edilecek. Mahalli meclisler Lübnan Parlamentosu’nda buluşacak.

Bankacılık ve dünya ticaretinin bütün kilit noktaları oradaydı. Bu mutluluk devam ettikçe mesele yoktu ama 1960’larda başka akımlar ortaya çıktı. O zamana kadar Lübnan’da dengeli bir demografik yapı vardı. Nüfusunun yarıdan fazlası Müslüman, yüzde 40'tan fazlası Hristiyan ve geri kalanı da diğer dinlerden olan insanlardı. Etnik olarak ise nüfusun büyük çoğunluğu Arap'tı.

Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Arapların yarıdan fazlası Müslüman, yüzde 10 kadarı Dürzi, geri kalanı ise Marunî Hristiyan'dı. Yönetim Maruni’lerin elindeydi. Ama üst kimlik Lübnanlı olmak olduğu için, Lübnanlılar bir Hristiyan'ın Cumhurbaşkanı olmasını önemsemiyorlardı. Aynı zamanda Lübnan, Arapça konuşmasına rağmen kendini Arap hissetmeyen Batı tandanslı bir ülkeydi, barış içinde yaşıyorlardı, demokrasi vardı… Kimse kimsenin yediğine, içtiğine, giydiğine karışmıyordu... Ama…

Bundan sonrasını medyadan bir alıntıyla verelim.



Lübnan’ın Hazin Öyküsü

 Lübnan’daki barış günleri uzun sürmedi. Aslında Lübnan, İsrail'in kurulduğu 1948 yılından beri Filistinli mültecileri alıyordu. 1948-1968 yılları arasında, Lübnan'a yaklaşık 200 bin Filistinli mülteci gelmişti. Bu rakam bile Lübnan'ı zorlamaktaydı.

1967 yılında İsrail'in zaferi ile sonuçlanan 6 gün savaşının ardından, İsrail'i terk eden Filistinli mülteciler de Lübnan'a sığınmaya başladılar. Gelenler Araplardı...

Lübnanlıların hem ümmet kardeşleriydi, hem de soydaştılar.

Lübnan halkı Ensar, gelenler muhacirdi...

Üstelik Avrupa ve BM de Lübnan'a mülteciler için para veriyordu...

Birkaç yıl içerisinde, Lübnan'a yüzbinlerce Filistinli mülteci yığıldı.

Gelenler içinde, pek çok militan da vardı.

1970 yılına gelindiğinde 'Kara Eylül Olayları' ile Ürdün'den kovulan yüzbinlerce Filistinli mülteci, akın akın Lübnan'a yerleştiler.

Birkaç yıl içerisinde, Lübnan'a yerleşen Filistinli mülteci sayısı 1,5 milyona ulaşmıştı.

Filistinli mülteciler, artık Lübnan nüfusunun 3'te 1'ini oluşturuyorlardı.

Barış ve huzur içindeki bir ülkenin demografisi değişmişti.

Aslında, Lübnan halkı bu duruma büyük tepki gösteriyordu.  Mültecileri istemiyorlardı. Lakin ülkenin dini grupları "Onlar Bizim Ümmet Kardeşimiz" diyerek, halkı etki altına alıyordu. Ülkede ki hümanist aydınlar ise, batıdan ve İsrail'den aldıkları fonlar ile mülteci lehine konferanslar verip yazılar yazarak mülteci güzellemeleri yaptılar. Değişen demografi, sorunları da beraberinde getirdi.

Mültecilerden önce Müslüman-Hristiyan nüfusu dengede olan Lübnan'da, Müslümanlar büyük çoğunluk haline gelmişlerdi. Kaçınılmaz olarak dini çatışmalar başladı…

Bu dini çatışmalar, uzun yıllar sürecek olan Lübnan İç Savaşı'na dönüştü. Lübnan İç Savaşı ile birlikte ülkenin güneyi, İsrail tarafından kalan kısmı ise Lübnan hükümetinin çağrısı ile Suriye tarafından işgal edildi. Ülkede tam bir kaos hâkimdi.

Hristiyan militan gruplar, Sünni militan gruplar, Şii militan gruplar, bunların dışında Filistin kurtuluş örgütü ve diğer Filistinli militan gruplar, komünist militan gruplar, Baasçı militan gruplar, Dürzi militanlar. Her biri, bir silahlı güç, öte yanda İsrail ve Suriye ordusu...

Barış ve huzurun şehri, Ortadoğu’nun Paris'i Beyrut, tam bir harabe şehre dönmüştü. 1975-1990 yılları arasında süren bu iç savaş neticesinde, 300 bin kişi hayatını kaybetti. Bir o kadarı da yaralandı ve 1 milyondan fazla insan, Lübnan'ı terk etmek zorunda kaldı.

1990'dan bugüne değin hala belini doğrultamayan Lübnan, 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı ile birlikte 2. kez mülteci istilasına uğradı.

Suriye iç savaşı ile birlikte Lübnan, 1,5 milyon civarında mülteciden oluşan yeni bir mülteci istilası ile karşı karşıya kaldı.

Ve nihayet 6 milyon nüfuslu bu küçük ülke, 4 Ağustos 2020'de Beyrut limanında yaşanan patlamanın da etkisi ile resmi olarak iflas ettiğini ilan etti. Patlamada yaklaşık 215 kişi hayatını kaybetti, 6 binden fazla kişi yaralandı ve 300 bin kişi de patlama nedeniyle yerinden oldu.

 

Beyrut’ta yan yana olan Aziz George Maronit Kilisesi
 ve Mohammad Al-Amin Camisi




Lübnan’da Son Durum

Lübnan'da 1975 yılında sadece 1,5 milyon mülteci vardı. Bugün bu küçücük ülkede 3 milyon civarında mülteci bulunduğu sanılıyor.

Lübnan’daki süreci şu şekilde özetlemek mümkün:

Mülteciler, demografik işgal, demografik yapının değişmesi, demografinin bozulması, artan huzursuzluk, ekonomik sıkıntılar, iç savaş, terörizm, kaos ve iflas.

 

(Devam edecek.)

 


Yararlanılan Kaynaklar:

İlber Ortaylı, Ortadoğu’nun renkli ülkesi: Lübnan, Hürriyet, 27.11.2022

Mesut Parlak, Gelecek kuşaklara sorun bırakmayalım, Sözcü, 12.04.2022

B. J. Odeh, Lübnan’da İç Savaş, Belge Yay. 1985

M. Saleh, S. Haddah, Tall-El Zaatar Katliamı ve Lübnan İç Savaşı, Evren Yay. 1977

Claude Zazadze, Lübnan'daki Cennetim; Dhour Choueir, Gita Yayınları, 2021

Amin Maalouf, Doğu’dan Uzakta, Yapı Kredi Yay. 2019 

 




21.06.2023, Ünyekent

7 Haziran 2023 Çarşamba

Ünye Limanı


 

Ünye Limanı

 

Ordu’dan seçilen milletvekilleri netleşince, Ünye adına kendilerine tevdi edeceğimiz sorular da netleşiyor…

Bunlardan biri şuydu:

“Çok sözü edilen kruvaziyer turizminin Ünye’ye bir faydası olacak mı?”

Sorunun geliş biçiminden anlaşıldığı üzere biz limanı daha çok turizm boyutuyla değerlendiriyoruz.

Aslında ticari boyutu da önemli…

Ünye Limanı aynı zamanda bir konteyner limanı olmalı.

Bir zamanlar sıkça tartıştığımız şöyle bir ikilem vardı:

Ünye “turizm kenti” mi olacak, “sanayi kenti” mi?

Sanki ikisi birden olamazmış gibi!

Tabi daha kötüsü hiç birinin gerçekleşmemesi…

Neyse biz konumuza dönelim.

Kruvaziyer turizmi mi, konteyner limanı mı?

Hangisi?

Önce bu iki kavramı biraz daha yakından görelim…

 

Konteyner Limanı Nedir?

 

Dünyanın dört bir yanını dolaşmak suretiyle her gün farklı bir gümrük veya limanda işlem gören konteyner ünitelerinin boşaltıldığı limanlara konteyner limanı denilmektedir.

Dünya üzerinde yaklaşık yirmi milyon adet taşıma amaçlı kullanılan konteyner limanı bulunduğu sanılmaktadır.

Taşımacılığın önemli kısmını deniz yoluyla gerçekleştiren bu limanlar, bir çeşit depolama ve transfer görevini yerine getirirler. Gelen konteyner gemileri boşalttıkları yükü ya diğer konteyner gemilerine transfer ederler yahut karayoluyla gideceği noktalara taşınmak üzere bekletirler. Sirkülasyon bu şekilde devam eder.

Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olmamız nedeniyle çok sayıda konteyner limanına sahibiz. Çünkü konteyner ile yük taşımacılığı büyük oranda denizyolu ile yapılmaktadır.

Uluslararası ticarette önemli bir unsur olan konteyner limanları Ege, Akdeniz ve Marmara’da yoğunlukla bulunmaktadır. Karadeniz bu konuda fazla gelişmiş değildir. Dünya konteyner liman haritası içerisinde ilk 50’de sıralamaya girmeyi başaran Türkiye, konunun önemi üzerine ilerleyen yıllarda da atılımını gerçekleştirecek gibi görünmektedir. (Ayrıntı için bkz. http://denizstrateji.com/tr )

Dış ticaretin önemli unsurlarından olan konteyner limanlarının gelişmiş olması, ülkelerden gelen ve giden konteyner içeriğinin korunaklı bir biçimde yerine ulaştırılması konusunda önem arz etmektedir.

 

Türkiye'de Hangi İllerde Konteyner Limanları Bulunur?

 

Türkiye’de 27 adet konteyner limanı bulunmaktadır. Bu limanların çoğunluğu Marmara, Akdeniz ve Ege denizlerinde görülmektedir. Buna göre hangi illerde olduğuna sırasıyla bakacak olursak;

Mersin: MIP

Marport: İstanbul

Kumport: İstanbul

Mardaş: İstanbul

Borusan: İstanbul

Haydarpaşa: İstanbul

Asyaport: Tekirdağ

Tekirdağ Ceyport

İzmir Petkim SK; Petlim Limancılık

İzmir Alsancak limanı

Nemport: İzmir, Aliağa

Ege Gübre: İzmir, Aliağa

DP World: Kocaeli

SafiPort: Derince. Kocaeli

Limaş: Kocaeli

Evyapport: Kocaeli

Karasu port: Sakarya

Gemport: Bursa

RodaPort: Bursa

Yılport: Gebze, Bursa

Port Akdeniz: Antalya, Konyaaltı

Limakport: İskenderun

Assanport: Hatay

Çelebi bandırma: Balıkesir

Trabzon port: Trabzon

Akçansa port: Samsun

Samsunport

(Kaynak: Milliyet, 04.03.2021)

 

Açıkça görülebileceği gibi önemli konteyner limanlarının bulunduğu kentler, ülkemizin sanayice gelişmiş olduğu bölgelerindedir. Karadeniz’de Samsun dışında bu niteliklere haiz bölge bulunmamaktadır. Trabzon, uzak tarihten bu yana Kuzeydoğu Asya’ya açılan bir liman kentidir ki, ülkeler arası emtia transferinde İran hali hazırda ilk sırada yer alır.

 

Ünye Limanı Konteyner Limana Dönüşebilir mi?

 

Ünye henüz yolun başındadır. Osmanlı döneminin son çeyreğine kadar sürdürdüğü önemli bir liman olma işlevini Ünye 18. Yüzyılda kaybetmiştir. Tersane-i Amire ve Ünye'de İpçilik adlı yazımızda bahsettiğimiz gibi, kentimiz gelişen teknolojinin ve sanayinin gerisinde kalarak, tarihsel misyonunu kaybetmiştir.

1960’lı yılların başında kurulan Ünye Limanı varlığını büyük ölçüde yine bir sanayi yatırımı olan Ünye Çimento Fabrikası’na borçludur. Samsun-Trabzon arasında ihtiyaç duyulan liman arayışına Ünye,  mevcut konumuyla optimum seviyede cevap vermiştir. Coğrafi yapı ve konum itibariyle geliştirilmeye müsaittir.

Şayet seçim öncesi ortaya atılan bir atraksiyon değilse, son günlerde gündeme gelen “Serbest Bölge” statüsü Ünye Limanı için önemli bir adımdır.  

İki hafta önce Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla Resmi Gazete’de yayınlanan ve Serbest Bölge ilan edilen Ünye Cevizdere bölgesi ve Ünye Limanı, sözünü ettiğimiz ticaret ve sanayi girişimlerinin ön adımı olabilir. Ünye-Niksar karayoluyla İç Anadolu’ya bağlanan ve denizyoluyla dış ticarete açılan Ünye, gerekli yatırımların yapılması durumunda konteyner limanına kavuşmuş olacaktır.

Ancak şimdiden “konteyner limanı” olmuşuz gibi davranmak, mistifikasyondan öte bir anlam taşımaz. Onun alt aşaması olan Ro-Ro taşımacılığı ile başlanan faaliyetleri geliştirmek, limanda su derinliği ve rıhtım sayısını artırmak gerekir.

 Ünye limanı 40 bin grostonluk gemilere hizmet veren 5 rıhtıma sahip olabildiği zaman, Ro-Ro gemileri ve konteyner gemileriyle birlikte kruvaziyer gemileri de limana demirleyebilecektir.

Oluşum aşamasında Ünye Konteyner Limanı

Sıradan bir konteyner limanı

 

Kruvaziyer Turizmi

 

Dünya ekonomisinin uluslararası sektörlerinden birisi olan turizm sektörü, günümüzde birçok ülkenin temel gelir kaynağıdır. Geleneksel turizm anlayışı olan deniz-kum-güneş aktivitelerine bir alternatif olarak öne çıkan kruvaziyer turizmini tercih eden turist sayısı, özellikle 1960’lı yılların sonlarından itibaren; yüksek kapasiteli gemilerin kullanılmaya başlanması, yeni destinasyon seçeneklerinin çoğalması, şirketler tarafından yapılan promosyonlar ve gemilerde gerçekleştirilen etkinlik çeşitlerinin artmasına bağlı olarak büyük oranda artış göstermiştir. Bu açıdan bakıldığında, kruvaziyer turizm, son 30 yıl içerisinde, öncelikle Kuzey Amerika bölgesinde, ardından Avrupa’da ve son yıllarda da Avustralya ve Yeni Zelanda bölgesinde yaratılan talep ile turizm endüstrisinin en hızlı büyüyen sektörü haline gelmiştir.

Kruvaziyer turizmi (cruise tourism) nedir?

Üzerinde birçok konaklama, yemek, eğlence seçenekleri bulunan; yüksek hizmet standartlarına sahip; programlanmış belirli rotalarda turistik amaçlı olarak çalışan yolcu gemileriyle gerçekleştirilen turizm biçimidir.

Doğrudan ve dolaylı olarak yarattığı istihdam ve sağladığı katma değer dikkate alındığında, ülkeler için stratejik öneme sahip olan kruvaziyer sektöründe özellikle Akdeniz havzası, dünya kruvaziyer destinasyonları arasında en çok turist çeken bölgelerden birisi haline gelmiştir. Bu olgunun gerçekleşmesinde uygun iklim koşulları kadar, konuk ağırlamaya müsait bir alt yapı, tarihi-turistik cazibe ve zengin kültürel miras öne çıkmaktadır.

Kruvaziyer turizmine açılmak için öncelikle binlerce turisti aynı anda karşılayabilecek bir alt yapının kurulmuş olmamız gerekir. Aksi halde “Neden bu adamlar gemiden inip kenti gezmiyorlar?” diye düşünüp dururuz.

İki bin yolcu kapasiteli Astoria Grande gemisinden bir minibüs Ünye’ye, bir otobüs Ordu’ya kaldırmakla kruvaziyer turizmi yaptığımızı iddia etmek, inandırıcılıktan uzaktır.





07.06.2023, Ünyekent

 

4 Haziran 2023 Pazar

28 Mayıs Seçimi Üzerine Notlar

 

28 Mayıs Seçimi Üzerine Notlar

 

Henüz seçim yeni bitmiş, sandıktan çıkan oylar sayılmış…

Sırtımızda seçim çuvalları, Ünye Adliyesi önündeyiz.

Daha biz kuyrukta beklerken, seçim sonuçları neredeyse belli olmuş.

Islak imzalı tutanaklar parti merkezlerine ulaşmış.

Kimin kazandığı ilan ediliyor:

Erdoğan önde…

“Adam” kazandı yine!

 

Seçim torbasını teslim edip adliye binasından çıkıyoruz.

Yanımızdaki müşahit meydandaki kutlamaya yetişme telaşında…

“Yolumuzun üzeri, seni meydanda bırakırız” diyoruz, bırakıyoruz.

Ünye Cumhuriyet Meydanı ana-baba günü.

Kendimizi yorgun argın eve atıyoruz.



 

Saat 22.00’ye doğru durum oldukça net:

Erdoğan % 52,18

Kılıçdaroğlu % 47.82

 

Çok geçmeden kutlamalar meydandan caddelere dökülüyor.

Sahil yolunda konvoyların ardı arkası kesilmiyor.

Bir yandan da havai fişekler atılıyor.

 

Ordu ve Ünye genelinde seçim sonuçları birinci turla aynı.

Aradan çıkan adayların oyları eşit oranda iki adaya dağılmış…



 

Ordu merkezde (Altınordu):

Erdoğan 3 puan artmış; % 50’den 53’e çıkmış.

Kılıçdaroğlu da 3 puan artarak % 43’ten 46’ya çıkmış.



 

Ünye’de:

Erdoğan % 69 iken, 72’ye…

Kılıçdaroğlu % 24’ten 27’ye çıkmış.

 

Seçim Kutlamaları

 

Kutlamaları anlamak mümkün…

Taraf olanlar sevinçlerini ifade ediyor.

Belli oranda korno basılmasını da anlıyoruz.

Ancak büyük tonajlı kamyonların havalı kornoları sinir bozucu...

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar süren bu durum, kutlama boyutunu aşıyordu.

Aynı durum, kazara muhalefet kazanmış da yapıyor olsaydı…

Emin olun bu sütunlarda yine aynı eleştiriyi bulurdunuz.

“20 yıl, biz bu anı bekledik!” demeleri bile, makul bir neden sayılmazdı.

 

Sadece Ünye’de kutlanmadı Erdoğan’ın üçüncü kez Cumhurbaşkanı seçilmesi.

Ülkenin dört bir yanında ve yurtdışında bazı yerlerde coşkuyla kutlandı…

Seçimler ve kutlamalar Şanlıurfa, Çorum örneğinde olduğu gibi çok az yerde olaylı geçse de, genelde sükûnet hâkimdi.


Ta ki Ordu- Gülyalı'da, seçim akşamı İYİ Parti Sandık Görevlisi Erhan Kurt’un bıçaklanarak öldürülmesine kadar.

Bu vahim olay, tüm kutlama yapanlara mal edilemez elbet de…

Ama seçimlere gölge düşürür.   

“Vatandaşı kutuplaştırmalarının sonucu” olarak kabul edilir.

İYİ Parti Ordu İl Başkanı Melikşah Murat Genç, Ordu’nun Gülyalı ilçesinde işlenen cinayeti şöyle anlatıyor:

“Gülyalı ilçemizde sandık görevlisi arkadaşımız, ıslak imzalı sandık tutanağını CHP Gülyalı İlçe Başkanlığı’na götürüyor. İlçe Başkanlığı’na teslim ettikten sonra evine giderken anayol kenarında zafer kutlaması yapan bir araçtan inen şahıs tarafından kalbinden bıçaklanıyor. Bıçaklayan kişi 17 yaşında bir genç, yakalandı ve şu anda emniyette sorgusu devam ediyor.”

“Olayın öncesinde parti önünde başkalarıyla bir tartışma yaşamışlar, arabayla bir tur daha atıp geri dönmüşler. Tartışmaya karışan kişi değil de bizim parti üyemiz arada kurban gidiyor. Ortamı germelerinin, vatandaşı kutuplaştırmalarının sonucu olan bir hadise… Bu vebale ortak olanları Allah’a havale ediyoruz.” (Kaynak: Medyascope)

 

Kutlamalara Tepkiler

 

Öte yandan Erdoğan’ın üçüncü kez Cumhurbaşkanı seçilmesinin “nesini kutluyorsunuz?” diyenler de vardı.

Yarın ülkede ne değişecek?

Peynir, kıyma, süt ve yumurta mı ucuzlayacak…

Enflasyon mu düşecek?

Sokaktaki sığınmacılar mı toplanıp gönderilecek…

Yüzde kaçımız açlık sınırı üstünde yaşayacak…

Orta sınıfların bile yerlerde süründüğü bir hayat pahalılığı…

Dibe vurmuş bir ekonomi…

% 100’ü aşan enflasyon…

6 Milyonu geçen göçmen akını…

50 bini aşkın yurttaşımızı yok eden deprem…

Ve kutuplaşmış bir ülke…

Neyi kutluyorsunuz?

Diyerek tepkilerini ifade etmişlerdir.

(Kaynak: Sosyal medya)

 

İkinci Tur Seçim Sonuçları  

 

İlk turdan çok farklı değildi.

Sinan Oğan’ın oyları Erdoğan’a ve Kılıçdaroğlu’na eşit olarak dağıtılmıştı.

Erdoğan’ın “İkinci Tur’dan zaferle çıkacağız!” dediği kadar bir “zafer” yoktu.

% 52 gibi, çok da önemli olmayan bir farkla kazanılmış bir seçim…

Ama sonuçta kazananı Sn. Erdoğan’dır.

Kutlamak gerekir.

Ancak kazanan tarafın artık daha kapsayıcı, ülkenin tümünü kucaklayan bir söyleme dönmesi gerekir.

Devlet imkânlarının sonuna kadar kullanıldığı, nefret söyleminin tavan yaptığı bir seçimin ardından, daha “yapıcı” olmalı.

 

Sonuçta bu seçimin artısı, 2 milyon oya dayanmaktadır.

Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla aldığı 2 milyon oy…

Suriye ve Afgan göçmenleri…

Türkiye’de mülk satın alarak vatandaşlık kazananlar…

Almanya, Avusturya ve Belçika’da yaşayan Türkler…

İşte bu kesimden gelen oylarla kazanılmış bir seçimden söz ediyoruz.

 

İstanbul’u Kaybeden…

 

“İstanbul’u Kaybeden Türkiye’yi de kaybeder” tezi, artık doğruyu yansıtmıyor.

Çünkü konuya yurtdışından gelen oylar ve içimizdeki Suriyeliler müdahil oldu.

Aksi halde seçimin kaderi değişebilirdi.

Ama İstanbul’u kaybetme kaosu iktidarın kâbusu olmaya devam ediyor.

Şimdiden iki yıl sonraki yerel seçimlerin hesabı görülüyor.

Dini siyasete alet etme yanında milliyetçi söylemler daha da hız kazanacak.

Ama dibe vuran ekonomiyi düzeltmek mümkün olacak mı?

İşte orası şüpheli…

 

Kılıçdaroğlu için de, Erdoğan için de zor bir dönem olacak.

 

31.05.2023, Ünyekent