25 Ocak 2023 Çarşamba

Anadolu Neolitiği


Anadolu Neolitiği

 

Neolitik Çağ günümüzden yaklaşık 10.000 yıl önce başlayan arkeolojik dönemdir. Anlatacağımız gelişmeler bu döneme özgüdür.

İnsan neslinin en uzun geçmişi “Eski Taş Çağı” olarak bilinen Paleolitik Dönem’dir ki, Neolitik Çağ’ bu dönemin hemen ardından gelen Mezolitik Dönem’in (Yontma Taş Çağı) bir devamıdır.

Neolitik sözcüğünün açılımı, eski Yunancada “Neo=Yeni, Litik=Taş” olup Yeni Taş Çağı anlamına gelir.

Neolitik Dönem, bir başka değişle Cilalı Taş Çağı olarak bilinir.


 

Paleolitik Dönem, insan neslinin ilk kez ortaya çıktığı yaklaşık üç milyon yıl önce başlayan tarihöncesi dönemdir. Bu dönemde insanlar, tamamen doğa koşullarına bağlı olarak yaşamlarını avcılık ve toplayıcılıkla sürdürmüşlerdir. Bu dönemin sonu anlamına gelen Epi-paleolitik evreyle örtüşen Mezolitik Dönem, yerleşik topluma geçişin ve tarımla ilgili denemelerin söz konusu olduğu “arayış” dönemidir.

Ardından gelen Neolitik Dönem ise, günümüzden yaklaşık 10 – 11.000 yıl önce Önasya’da başlayan tarihöncesi sürecin son aşamasıdır.

Neolitik Dönem’in başladığı topraklar bugünkü Irak, Suriye, İsrail, Lübnan, Mısır ve Ürdün’le birlikte Anadolu’nun güneydoğusunu ve İran’ın batısını kapsayan ve Bereketli Hilal adı verilen coğrafya parçasıdır.

Yeryüzünde toprağa ilk yerleşim işte bu coğrafyada başlıyor ve insanlar tarımsal üretime geçiyor.

 

Anadolu’da Neolitik Dönem

 

Yakın bir zamana kadar bilim insanları Anadolu’da Neolitik yaşamın varlığından habersizdi. Özellikle 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da başlayan arkeolojik kazılar Levant Bölgesi’yle eş zamanlı olduğu saptanan buluntulara sahne oldu. Mezopotamya’nın kuzeyinde, Torosların güney yamaçlarında erken tarımsal faaliyete ilişkin bulgulara rastlandı.

Gerçekten de Epi-paleolitik; sosyal, ekonomik ve kültürel açılardan insanoğlunun yaşamında önemli değişimlerin ortaya çıktığı, Neolitik Çağ öncesi kendine özgü bir dönemdir. Son zamanlara kadar genellikle Yakındoğu yönelimli ve eğilimli düşüncelerin etkisinde kalınarak, Neolitik Çağ açısından Anadolu hep göz ardı edilmiş ve Neolitik kültürlerin ortaya çıkışının “Bereketli Hilal”in güneyinde olduğu savunula gelmişti. Oysa Anadolu’daki son Neolitik keşifler arkeoloji dünyasını hayretler içinde bırakmaya başlamış ve şimdiye kadar bizlere empoze ettirilmeye çalışılan fikirlerin hiç te böyle olmadığını göstermiştir. İşte Çayönü, Aşıklı Höyük, Hallan Çemi, Nevali Çöri ve son olarak Körtik Tepe ve Göbekli Tepe gibi Neolitik yerleşimler ve bu yerleşimlerde ortaya konan müthiş sonuçlar, Anadolu’nun önemini ve zenginliğini bir kez daha gözler önüne sermiş bulunmaktadır.[1]   

Tarım yaklaşık 11.000 yıl önce Anadolu’nun bu yöresinde başlamış ve MÖ 8.300’lerde bugünkü Orta Anadolu’ya yayılmıştır. Bu erken dönem Anadolu çiftçilerinin ürünleri göç yahut ticaret yoluyla Avrupa’ya ulaşmış ve neolitik yaşam stratejiyle birlikte kendi genlerini de Avrupa’ya taşımıştır.[2]

Araştırmacılar, erken dönem Anadolu çiftçilerinin atalarının büyük çoğunluğunun (~%90), araştırmadaki Anadolu avcı toplayıcısına bağlı bir popülasyon olduğunu buldu.

Araştırmanın eş yazarı Choongwon Jeong, “Sonuçlarımız, daha önceki arkeolojik kanıtlara genetik destek sağlamasına ek olarak; Anadolu’nun, erken dönem çiftçilerin Bereketli Hilal’den Avrupa’ya geçişinde yalnızca bir basamak taşı olmadığını gösteriyor. Bunun yerine Anadolu, yerel avcı toplayıcıların tarımsal geçim ekonomisine yol açan fikirleri, bitkileri ve teknolojiyi benimsedikleri bir yerdi.” diyor.[3]




 

Neolitik Devrim

İnsan yaşamının bu dönemin en önemli özelliği hızlı ve köklü bir değişim sürecinin başlamış olmasıdır. Bu nedenle “Devrim” olarak nitelendirilir. Önceki dönemde milyon yıllarla ifade edilen insan yaşamında değişim süreci çok yavaş gerçekleşmiştir. Neolitik dönemde ise yeni arayışların başladığı, günümüz kültürünü doğuran öğelerin sürekli biçim değiştirdiği dinamik bir süreç ortaya çıkmıştır. İnsanlığın gelişim sürecinde ilk önemli kırılma noktası diyebileceğimiz bu yaşam biçimi, göçebeliği terk eden avcı toplayıcı toplumları birer üretici konumuna getirmiş ve insanların toplu yaşadığı köylerden kent toplumuna kadar ilerlemesini sağlamıştır.

Neolitik Çağ’ın başlangıcı 1900’lerin başında tarımın başlangıcı ile eşdeğer tutuluyordu. Gordon Childe (1892–1957) tarafından ortaya atılan bu görüş “Neolitik Devrim” olarak adlandırılmış ve uzun süre kabul görmüştür. Ancak bu durumun gerçekleşmesi için iklim ve bitki örtüsünün tarıma elverişli ve insan neslinin kültürel/teknolojik yeterliliğe ulaşmış olması gerekir. Childe, bu koşulların Yakındoğu, Güneydoğu Asya ve Orta Amerika olmak üzere üç çekirdek bölgede, farklı zamanlarda ve birbirlerinden habersiz ortaya çıktığına inanıyordu. Yine Childe’ın teoremine göre, iklimin ısınmaya başladığı bu dönemde insan toplulukları nehir boylarına yerleşmeye, tarım yapmaya ve hayvanları evcilleştirmeye başlamışlardır.

1960’lara gelindiğinde Childe’ın “Çekirdek Bölgeler” kuramı kısmen değişmiştir. Robert J. Braidwood ve ekibinin Yakındoğu’da yaptığı araştırmalar Childe’ın görüşünün aksine son buzul çağının ardından iklimin ılımanlaşmasıyla tarıma başlayan topluluklar, vahalar veya nehir boylarında değil, bol yağış alan dağ eteklerinde yaşamışlardır.

Bu durumda Bereketli Hilal’de tarım topluluklarının başlangıcını saptamak için Toros ve Zağros dağlarının eteklerine yönelmek gerekiyor.[4]

 

Neolitik Dönemdeki tarımsal üretim, yerleşik topluma geçişle aynı zaman diliminde mi gerçekleşti?

 Göbekli Tepe, Hallan Çemi ve Çayönü gibi Anadolu’nun ilk yerleşimlerinin avcı-toplayıcı topluluklara ait olduğu ve tarımsal üretimle ilişkisi olmadığı saptanmıştır.

Durağan-stabil yaşam biçimini temsil eden Neolitik yerleşimlerde de avcı-toplayıcı toplumların izine rastlamak mümkündür.

Günümüzden örnek vermek gerekirse: Angola’daki Thwalar ve Etiyopya’daki Fugalar bir yandan avcı-toplayıcı yaşam tarzını sürdürürken, diğer taraftan komşu tarımcı ve çoban topluluklara çeşitli zanaat hizmetleri sunmaya yönelmişlerdir. Kenya’daki Waatalar ve Kalahari’deki Basarwaların esas geçim stratejileri avcı-toplayıcılık olmakla birlikte, özel durumlarda çeşitli zanaat ve benzeri hizmetlerin sunumuyla geçimlerini temin ederler.[5]

 

Ana Tanrıça İnancı

Toprağa bağlı yaşam, toprağın bereketi ve toprağa dayalı üretimin “ana tanrıça” inancını doğurduğuna dair yaygın görüş, 1990’ların başında, özellikle Güneydoğu Torosların eteklerinde keşfedilen arkeolojik yerleşmeler sonrası yeniden sorgulanır hale gelmiştir. Arkeolojik keşifler, Childe’ın varsayımının aksine Neolitik Çağ’ın, devrim olarak nitelenebilecek ani bir değişim sonucu değil, tüm insanlık tarihi gibi yavaş yavaş ve kültürel birikim sonucu başladığını göstermiştir. 

 

Neolitik Çağ Kronolojisi

Neolitik Çağ, aslında başlangıç ve bitişi kesin tarihlerle sınırlanan bir dönem olmaktan çok tarımın başladığı ve hayvanların evcilleştirildiği bir kültür evresi olarak tanımlanabilir. Bu gelişmeler, dünyanın çeşitli yerlerinde farklı tarihlerde yaşanmıştır.

Neolitik Çağ’daki diğer bir yenilikse çanak çömlek yapımının başlamasıdır. Çanak çömlek yapımının başlaması, tarım ve hayvanların evcilleştirilmesinden sonra Neolitik Çağ’ın üçüncü önemli yeniliği olarak kabul edilmektedir.

Çanak çömlek yapımı Neolitik Çağ’ın ortalarında geliştiği için Neolitik Çağ iki evreye ayrılır:

1- Çanak Çömlek Öncesi Neolitik (İngilizce Pre-pottery Neolithic’in kısaltması olan PPN de bir adlandırma olarak kullanılmaktadır.)

2- Çanak Çömlekli Neolitik.

Çanak-Çömlek Öncesi Neolitik de kendi içinde bölümlere ayrılır: Çanak Çömlek Öncesi Neolitik A (PPNA), Çanak Çömlek Öncesi Neolitik B (PPNB) ve PPNC, PPND…

Çanak Çömlek Öncesi Neolitik A (PPNA) 10.000-8.000

Çanak Çömlek Öncesi Neolitik B (PPNB) 8.000–7.000

Çanak Çömlekli Neolitik 7.000–5.500

 

Çanak Çömlek Öncesi Neolitik yerleşimleri:

Epi-paleolitik Çağ’a ait Natufyen yerleşimlerinin devamıdır. Bu yerleşimlerin bazılarında bu evrede de kısmen yabani tahıl toplayıcılığı ve avcılık devam etmiştir. Bu durum, bir geçiş döneminin yaşandığını göstermektedir.[6]

 

Anadolu’da Neolitik Yerleşimler

Çatalhöyük (Konya), Boncuklu Höyük (Konya) Suberde (Konya), Canhasan (Karaman), Hacılar (Burdur), Kuruçay (Burdur), Erbaba, Beycesultan (Burdur), Ilıpınar (Bursa), Kumtepe (Çanakkale), Limantepe (İzmir), Aşıklıhöyük (Aksaray), Göbeklitepe (Urfa), Norşun Tepe, Tülin Tepe, Değirmen Tepe, Aslan Tepe, Nevali Çöri (Urfa), Hallan Çemi (Batman), Yumuktepe (Mersin) ve Körtik Tepe (Diyarbakır) gibi yerleşimleri sayabiliriz.

 

Devam edecek: Bir sonraki konu başlığı Anadolu’da Tarım

   

24.01.2023, Ünyekent

https://www.unyekent.com/kose-yazilari/anadolu_neolitigi_-3702.html

 


[1] Prof. Dr. Harun Taşkıran; Metin Kartal “Türkiye’de Son Avcı Toplayıcılar”, 2009, Sunuş yazısı.

[2] UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer alan 9 bin yıllık Çatalhöyük'e 9 kilometre mesafedeki Boncuklu Höyük, Anadolu'da tarım ve hayvancılığın ilk izlerini taşıyor. Liverpool Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Douglas Baird "Boncuklu Höyük'ün Çatalhöyük'ün de direkt atası olduğunu gösterir çok önemli deliller mevcut" demektedir.

[3] Makale: Michal Feldman, Max Planck Institute For The Science of Human History. 19 Mart 2019.

[4] Son arkeolojik kazı raporlarında dünyanın ilk tarımsal üretimininin günümüz Filistin topraklarına denk düşen Levant bölgesiyle eş zamanlı olarak Anadolu topraklarında gerçekleştiği ağırlık kazanmaktadır.  National Geographic Society, Where Farming Began, 20 May 2022, 

[5] Michael Bollig,  Avcılar, Toplayıcılar ve Şarkı Söyleyen Demirciler: Afrika'daki Peripatetik Halkların Metamorfozları, (Londra: Praeger 2004), s, 195-232.

[6] Prof. Dr. Veli Sevin, Eski Anadolu ve Trakya, İletişim Yay. 2003, s. 41 (Veli Hoca Childe’ın kuramına karşı çıkarken bazı yönlerden haklıdır. Ancak devrimlerin öyle durup dururken patlak vermediği, ani değişimleri hazırlayan nicel birikimlerin uzun zaman aldığı ve bir birikim sonucu oluştuğu gerçeğini buraya not düşelim.)

25.01.2023, Ünyekent


18 Ocak 2023 Çarşamba

Gıda Arkeolojisi




Gıda Arkeolojisi

 

Gezegenimizde insan türünün beslenme alışkanlığı anne karnında başlar. Yaşam boyu sürüp giden bu gereksinme, tıpkı diğer canlılarda olduğu gibi yaşamsal bir zorunluluktan doğmaktadır. Dolayısıyla insanlar varoluşundan bu yana, tüm canlılar gibi kesintisiz bir biçimde besin maddelerini bulma, üretme ve tüketime hazır hale getirme çabası içinde olmuşlardır.

Bir birey olarak insan varlığı üzerine yoğunlaşan Jean-Paul Sartre’ın varoluşçu felsefesinden, Hans Werner Ingensiep’in antropolojik gözlemlerine kadar insanın insan olma sürecini beslenme faktörüne bağlayan görüşler gıda arkeolojisiyle doğrudan ilintilidir.

Bu nedenle karakterler varoluş koşullarının süreçleri içinde zorunluluklara uyma, karşı koyma, arayış, boyun eğme gibi insanlık durumlarıyla var olagelmişlerdir.

Arkeolojik araştırmalar, avcı-toplayıcı topluluklardan ilk tohumun toprağa atıldığı neolitik devrime kadar uzanan süreçte insanın neyle ve nasıl beslendiği üzerinde yoğunlaşmıştır. Buluntulardan katmanlar arasındaki besin kalıntıları ve insan dışkıları ayrı bir önem kazanmıştır.

 

İnsan Ne Yerse Odur

 

Tam bu noktada sözü Hans Werner Ingensiep’e bırakalım.[1]

Mesele oldukça popüler olan ve genellikle yanlış anlaşılan “İnsan ne yerse odur!” ifadesinin anlamlandırılması olduğunda Alman filozof Ludwig Feuerbach önemli bir çıkış noktasıdır. Feuerbach 1850 yılında Hollandalı kimyager Jakob Moleschott’un gıda bilimi konusundaki yeni ve sıra dışı çalışmasına bir eleştiri yazısı yazmıştı. Moleschott, Justus von Liebig’in yeni organik kimya ve fizyolojisine dayanarak kaleme aldığı kitabında halkı doğru beslenme konusunda bilgilendirmek istemiştir, bu amaç kitabın isminden de açıkça anlaşılmaktadır: “Gıda Öğretisi. Halk İçin.” Vatandaş ve fizyolog Moleschott kendi döneminin toplum eleştirmenliği yapmış olan felsefecileri Feuerbach, Karl Marx veya Friedrich Engels ile benzer şekilde insanın yalnızca materyalist bir zeminde anlaşılabileceği kanısındaydı. İnsanın yalnızca maddeden ibaret olduğunu, başka hiçbir şey olmadığını düşünen Fransız felsefeci ve hekim Julien Offray de La Mettrie’nin 18. yüzyılda çoktan düşündüğü üzere insan, fiziksel bir makinedir ve insanın düzgün çalışması için gerekli olan tek şey maddenin doğru karışıma sahip olmasıdır. Metabolizmaya ilişkin rasyonel, diğer bir ifadeyle bilimsel bilgi nihayetinde insana doğada yeni bir kimlik de kazandırır. Yani burada Tanrı ve din olmaksızın, insana ve doğaya materyalist bir bakış söz konusudur. Bu sebeple, doğru beslenme sayesinde insanın sağlıklı, keskin düşünebilen ve enerjik olabileceği ve hatta doğru beslenmenin halkın kendisini sömüren ve kendisine zulmedenlere karşı siyasi bir devrim yapabilmesi için temel olduğu inanışı geçerliydi. Bundan dolayı Feuerbach; sadece patatesle beslenen İrlandalıların tam da bu kötü bitkisel beslenmelerin sebebiyle biftek yiyen İngilizler karşısında emperyalizmden kurtulma şanslarının olmadığı kanaatindeydi. Bu sebeple gerçek bir siyasi devrim ancak bilimsel temelde doğru bir beslenme ile mümkün olabilirdi. Bundan dolayı Feuerbach yazdığı eleştiri için “Bilim ve Devrim” başlığını seçmiştir. Eskilerin ünlü “Yemek ve içmek bedeni ve ruhu bir arada tutar” ifadesi felsefe alanında da yepyeni bir anlam kazanmış ve Feuerbach “Alman materyalizminin babası” kabul edilmiştir.[2]

Ingensiep, Feuerbach’ın “insanların bitkisel gıdalarla beslenen vejetatif kesimi güçsüzdür” tezine katılmasa da, insanın kendi türdeşlerinden farklı biçimde evrimleşerek nasıl insan olabildiğini yine büyük oranda beslenme faktörüyle açıklamaktadır.

 

Neden Diğer Primatlar Evrimle İnsan Olamadı?

 

19. Yüzyıl Darwin’in evrim kuramıyla çalkalandı. İngiliz biyolog ve doğa tarihçisi Charles Robert Darwin’in natural selection (doğal seçilim) yoluyla evrim kuramını ortaya atması, kutsal kitaplarda yer alan teolojik anlatıları alt üst etmişti. Aydınlanma Çağı’nın düşünürleri karşısında konuyu fazla irdeleyemeyen kilise camiası, sonunda bilimle uzlaşmayı seçti.

Bizde ise konunun tartışılması günümüze kadar sürdü.[3]

Neden günümüzün gelişmiş primatları (insana en çok benzeyen yaratıklar, hominidler) evrimle insan olma yolunda mesafe kaydedemiyor?

Sorunun cevabı milyonlarca yıl önce başlayan “insan olma” serüvenimizde yatmaktadır.

Homo sapiensler, ilk insan benzeri varlıklar olan insansılar (hominid) grubunun bir parçasıdır. Arkeolojik ve antropolojik kanıtlara dayanarak, insansıların 2,5 ila 4 milyon yıl önce Doğu ve Güney Afrika'da diğer primatlardan evrimsel olarak ilk ayrılığın başladığı öne sürülmektedir. İnsansı familyası arasında çeşitlilik olmasına rağmen, bipedalizm yani iki ayak üzerinde yürüyebilme yeteneği hepsinde ortaktır.

Evrim teorisine göre ilk modern insan olan Homo sapiensler, 200.000- 300.000 yıl önce ilk insansı (hominid) atalarından evrilmişlerdir. Yaklaşık 70.000-100.000 önce Afrika'yı terk etmeye başlamışlar ve 50.000 yıl önce de dil yeteneği geliştirmişlerdir.

Bu süreçte birçok insansı türü olmasına rağmen yalnızca Homo sapiens neslini sürdürebilmiştir. Örneğin mağara insanı olarak bilinen Neandertaller ‘in nesli devam etmemiştir.

Evrimleşme sürecinde insanla hayvan arasında yer alan, alet yapımı olmasa da alet kullanımı konusunda mahir sayılan primatlardan bugün de söz etmek mümkündür.[4] 

Neslin tükenmesi evrimin normal bir parçası sayılmaktadır. Diğer insansıların neden evrimleşemedikleri veya hayatta kalamadıklarına dair günümüzde pek çok teori mevcuttur. Beslenme faktörü bunların başında gelir. Yemek bulmak için rekabete girememe, vahşi yaşam koşulları, iklim değişiklikleri ve volkanik patlamalar bunlardan bazılarıdır.

 

Göç Dalgası

 

Modern insanların (Homo sapiens) Afrika’dan göçmeye ne zaman başladığı konusunda bazı belirsizlikler vardır. İlk göç dalgasının 100.000 ila 75.000 yıl önce gerçekleştiği tahmin edilmektedir. İnsanlar alet kullanma, giyinme, konuşma, avcılık için disiplinli işbirliği yapma, ateş yakma ve sığınak kullanma gibi pratiklerde kendisinden daha önceki insan türlerine oranla daha becerikli ve dolayısıyla farklı habitatlara uyum sağlamada daha başarılı oldukları için, bu denli geniş bir coğrafyaya yayılmayı başarmışlardır.

Homo sapiens bu süreçte dilin gelişmesi sonucu organize olmaya, plan yapmaya ve sorunlarını birlikte çözmeye başladı. Sorunların çözüm yollarından biri de yeni yerler keşfetmekti. Afrika’dan ilk göç dalgasının başlama nedeni kesin olarak bilinmese de, ilk akla gelen besin kaynaklarına ulaşma mücadelesinin daha kolay olduğu yerler keşfetme öngörüsüdür. İnsanlar bu gibi endişelerini dil aracılığıyla paylaşıp, plan yapabilmişler ve böylece yeni yaşam alanlarına göç etmeye başlamışlardır. Avcı-toplayıcı topluluklar halinde yaşayan insanın bu ilk evresi binlerce yıl sürmüştür ve insanlığın uzun dönemidir.

Günümüzden sadece 12.000 yıl önce insan, yerleşik toplumsal yapıyı oluşturmayı başardı. O zamandan bu yana toprakta ürün yetiştiriyoruz, tarım-hayvancılık yapıyoruz ve yerleşik olarak yaşıyoruz. Oysa insanın ilk ortaya çıkışı, bilinen en eski aletlerin bulunmasıyla birlikte 3,4 milyon yıl öncesine çekildi. Kabaca hesaplarsak, insan kronolojisinin yüzde doksan dokuzu avcı-toplayıcı toplum yapısıyla yani insanın evrimleşme süreciyle geçmiş.

Bugün de aynı çabayı, insan olma abasını göstermiyor muyuz?  

 

Neolitik Devrim

 

Gordon Childe’ın deyişiyle Neolitik Devrim günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce başladı. Tarım Devrimi olarak da adlandırılan Neolitik Devrim, göçebe yaşam tarzından yerleşik hayata geçişi ve orada doğal kaynakların kullanmaya başlanmasıyla insanların tarımsal faaliyetlerinin temelini oluşturdu.  

Neolitik dönem Son Buzul çağının bitimine, içinde bulunduğumuz jeolojik devir Holosen’in ise başlarına denk gelir. İnsanların yaşam tarzını, beslenme alışkanlıklarını ve birbirleriyle etkileşimini sonsuza dek değiştiren bu dönemde, göçebe insan toplulukları avcı toplayıcılıktan daha yerleşik bir düzene geçerek çiftçi oldular. Bu durum kısmen ve giderek daha fazla bitkinin evcilleştirilmesinden kaynaklanmaktaydı.

Söz konusu geçişin tam olarak ne zaman ve neden gerçekleştiği hala birer tartışma konusu olsa da, avcı toplayıcılıktan tarıma yöneliş tüm dünyada belgelendirilmiş durumda. Tarımsal faaliyetlerin ilk kez, Orta Doğu topraklarında yer alan Bereketli Hilal’de, birden fazla insan grubu tarafından birbirinden bağımsız olarak gerçekleştirildiği düşünülüyor.[5]

İnsanların neden göçebe hayatı bırakıp yerleşik düzene geçtiğine dair çeşitli varsayımlar bulunuyor. Artan nüfusun yarattığı baskının besin rekabetini artırıp yeni besinler yetiştirme ihtiyacını doğurması; tarıma, yaşlı ve çocukları besin üretimine katmak için geçilmesi; insanların ilk evcilleştirme uğraşları sırasında değiştirdikleri bitkileri besin kaynağı olarak benimsemesi daha sonraysa bu bitkilerin insanlara bağımlı hale gelmesi bu varsayımlardan yalnızca birkaçı.

İnsanlar tarımla haşır neşir oldukça, hayvanları evcilleştirip onları bu uğraşa dahil etmeye başlamıştı.  Irak ve Anadolu’da koyun ve keçi güdüldüğüne dair 12.000 yıl öncesine dayanan delillere rastlandı. Evcilleştirilen hayvanların iş gücü olarak kullanılması daha kapsamlı tarımsal faaliyetleri mümkün kılmış ve istikrarlı bir şekilde artan nüfusa et ve süt yoluyla ek besin sağlamıştı.[6]

İnsanlar 23.000 yıl önce gibi erken bir tarihte bitkileri ve tohumlarını toplamaya başlamış, arpa gibi tahılları ekip biçmeleri ise 11.000 yıl öncesi gibi yine erken bir tarihte meydana gelmişti.  Bu tarihten sonra, bezelye ve mercimek gibi protein yönünden zengin diğer besinlere geçilmişti. İlk çiftçiler yetiştiricilikte daha iyi hale geldikçe, depolanması gereken fazladan tohum ve mahsuller de üretilmeye başlandı. Bu durum, daha tutarlı besin mevcudiyeti sayesinde nüfus artışını teşvik etmiş, tohumları depolama ve mahsule bakma ihtiyacı sebebiyle de daha yerleşik bir yaşam tarzı gerektirmişti.

İlk insanın tohumları evcilleştirmesi, çekirdek bölge tabir edilen Bereketli Hilal’in kuzey kesiminde yani Anadolu topraklarında gerçekleşmiştir. Kaliteli tahılın anavatanı binlerce yıldan bu yana Anadolu’dur.

Ne var ki, Anadolu insanı bugün yurtdışından ithal tahıl tüketiyor.

 

Devam edecek: Bir sonraki konu başlığıAnadolu Neolitiği”

 

18.01.2023, Ünyekent

https://www.unyekent.com/kose-yazilari/gida_arkeolojisi_-3693.html



[1] Hans Werner Ingensiep ( 1953 doğumlu ) bir Alman yazar, filozof ve bilimsel literatür editörüdür. Duisburg-Essen Üniversitesi'nde profesördür. Çalışmalarının odak noktası biyoetik, doğa felsefesi ve antropoloji alanlarındaki konulardır. Ingensiep, Friedrich-Wilhelms-University Bonn'da okudu ve burada 1983'te fitohormonların etkileri üzerine doktorasını yaptı. 1983 ve 1986 yılları arasında Bonn Üniversitesi Genetik Enstitüsü'nde araştırma görevlisi olarak çalıştı, daha sonra 1990'dan 1996'ya kadar Essen'deki Kuzey Ren-Vestfalya Bilim Merkezi'ne taşındı. 1995 yılında habilitasyon eğitimini tamamlayarak felsefe ve bilim tarihi öğretme yetkisi aldı. Nihayet 2003 yılında Duisburg-Essen Üniversitesi'nde misafir profesör oldu.

[2] Prof. Dr. Hans Werner Ingensiep, İnsan Ne Yerse Odur-İnsan tabloları, beslenme biçimleri ve kimlik arayışına ilişkin bir makale, 2018, Duisburg-Essen Üniversitesi, Felsefe Bölümü.

[3] Bkz. Evrim Aldatmacası, Evrim Teorisi'nin Bilimsel Çöküşü ve İdeolojik Arka Planı, Adnan Oktar (Harun Yahya), Araştırma Yayıncılık, 7. Baskı, 2013

[4] Hans Werner Ingensiep, Hayvanlaştırma ve insanlaştırma arasındaki büyük maymunlar, 4 Temmuz 2015, geçmişte ve günümüzde primat araştırması, " Etkili maymun – Hayvanlarda zeka, empati ve ahlak hakkında " konferansındaki konuşma, Rottenburg-Stuttgart Piskoposluk Akademisi, Weingarten konferans evi, 3.-4. Temmuz 2015 (video belgeleri).

[5] Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, Neolithic in Turkey. Arkeoloji ve Sanat Yayınları. İstanbul. 1999

[6] Erin Blakemore. National Geographic. 5 Nisan 2019.











 

4 Ocak 2023 Çarşamba

İyi Bir Yıl Dileğiyle…


İyi Bir Yıl Dileğiyle…

  

2023’ün ilk yazısı bu…

İyi bir yıl olmasını dileyerek başlayalım.

Her geçen yıl, bir diğerinden daha zordu.

Zorlukların aşılmasını dileyelim öncelikle…

Sağlık sorunuyla hemhal olanlara sıhhat, açlık çekenlere bereket, herkese bol kazançlar dileyelim…

Her ne kadar yaşadığımız dünyada fazla gerçekliği olmasa da…

Savaşsız, sömürüsüz, barış içinde bir dünya…

Kaygısız, mutlu bir yaşam dileyelim.

Daha adil ve yaşanabilir olsun yeryüzü…

 

(Dilek için vergi alınmıyor ne de olsa. Kimseye dokunmayan bir dileğin yasal sakıncası da olmaz. Dilemekte yarar var, ya tutarsa!)

 

 

Neler Oldu, Neler?

 

Öncelikle Ünye’ye bakalım, 2022’de neler olmuş…

Yılın son günlerinde beklenen oldu…

Cruise gemisi nihayet geldi.

Üstelik iki hafta arayla ikinci gelişini gerçekleştirdi.

Böylece Kruvaziyer Turizmi’ni başlatmış olduk.


 

Kruvaziyer Turizmi

 

Büyükşehir Belediyesinin çalışmaları ile kapasitesi arttırılan, ulusal ve uluslararası yeterliliğe ulaşan Ünye Liman’ı, Ro-Ro seferlerinin ardından bir ilke daha imza atarak ilk kez bir kruvaziyer gemisine ev sahipliği yaptı. 180 yolcu ile gelen Astoria Grande adlı kruvaziyer gemisi 19 Aralık günü Ünye Limanı’na demir attı.  

Kış sezonu nedeniyle olsa gerek, Rusya’nın Soçi limanından kalkan geminin onda dokuzu boştu. Gelenlerin bir kısmı rıhtıma inmiş, rastgele Ünye’ye ve Ordu’ya gidenler olmuştu. Rehberlik zayıf, düzen yoktu. “Yağmur yağdı, böyle oldu” handikabı… Zaten gelenler “teleferik” soruyor, ne denmişse turistlere, o da Ordu’ya ilişkin…

İkinci Cruise gemisi 280 yolcusuyla geliyor. Üç otobüs Ordu'ya, 1 minibüs Ünye'ye…

Al sana kruvaziyer turizmi!

 

(Haber ve yorumlar, yerel basın ve sosyal medyadan aktarılmıştır. Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin resmi sitesinde ise “Ordu Tarihinde Bir İlk” başlığıyla verilmiştir: “Altınordu ve Fatsa’da da benzer çalışmaların yapılacağını söyleyen Başkan Güler, sıradan bir liman olan Ünye’nin artık bambaşka bir çekim merkezi haline dönüştüğünü” belirtiyor.)



 Asarkaya Panorama Kafe Restoran

 

Beğenilen faaliyetlerden de söz etmeliyiz ki, yeni yılın ilk gününde karamsarlığa kapılmayalım. Başlangıçta çok hoşumuza gitmemişti, Asarkaya Korusu’nun ortasına kondurulan beton yapılaşmadan… İnşaat tamamlanınca çevreyle uyumlu bir Panorama Kafe çıktı ortaya.  Sanıyorum herkesten olumlu not aldı. Bir eksiği (aslında fazlası) aşağıda giriş ücreti ödeyerek Kafe’ye ulaşıyor olunması... Piknik yapanlardan alınması ne kadar doğalsa, kafeye gitmek için ücret ödenmesi de bir o kadar anlamsız.

Asarkaya’ya çıkılan yolun asfaltlanması en az Panorama Restoran kadar önemliydi.

Benzer bir anlayışla inşa edilen Çamlık Kafe ise, eskiden orada bulunan restoran ve motelin kapsadığı alana sığmayıp taşması dışında bir fazlalığı yok. Nedense Çamlık’taki ağaçlar hala rehabilite edilmiyor.

 

 

Ünye’de Kültürel Yaşam

 

Kültürel yapı olmayınca sanatsal faaliyet de olmuyor. Ünye’nin köklü bir kültür geçmişi mevcut, Ünye Tarih Araştırma Grubu’nun yazılarında bu konuya detaylarıyla yer verdik. Kamu desteği ne yazık ki en zayıf düzeyini yaşıyor. Örneğin henüz yapım aşamasında olan Kültür Sarayının inşaatı tamamlanamadı.

Buna karşın 2022’de sanat faaliyetleri durmadı.

Yeşil Sanat (Green Art) Derneği kuruldu ve Yalı Kilisesi’nde çeşitli etkinlikler gerçekleşti.

Pandemi sonrası yeniden hareketli yaz etkinliklerine tanık olduk. Pandemi tam anlamıyla bitmemiş olsa da Ünye Cumhuriyet Meydanı’nda stantlar yeniden kuruldu.

Deniz sezonu bir önceki yıla göre daha dolu geçti, plajlar kalabalıktı.

Sahilde futbol etkinliği, park ve meydanda müzik dinletileri yeniden başladı.



 Neler Olmadı?

 

Olmasını istediğimiz ama gerçekleşmeyen dolu şey var.

Umarız yeni gelen yılla birlikte gerçekleşir.

Örneğin Trafik sorunu geçtiğimiz yıl boyunca tartışılıp düzenlemeler getirildiği halde bir türlü çözümlenmedi. Dün yaşlı bir erkekle yanında bir hanım sahil yolunda karşıya geçerken yol vermeyen sürücüyle bağrıştı. Çevre yoluna rağmen, sabahın erken saatlerinde sahil trafiği çok yavaş ilerliyor.

Yavaş ilerleyen bir başka faaliyet Ünye Organize Sanayi çalışmaları… 30 yıldan bu yana yeri bulunamamıştı, şimdi de alt yapısı tamamlanamıyor.

Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi Kültür Sarayı’nın temeli atıldı. Ordu Haber’in haberinde “Ünye ilçesinde 2018 yılında ihalesi yapılan ve inşaatı çeşitli nedenlerden dolayı duran Kültür Merkezi Sarayı’nın 2022 yılı içerisinde tamamlanması planlanıyor” denilmekteydi. Ancak bugün hala yerinde sayıyor.

Buna rağmen Ünyeli sanatçılarımız boş durmuyor. Ünye Sanat Tiyatrosu’nun kurucu elemanlarından Kerim Aydemir, İstanbul Valiliği tarafından 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 100’üncü yılı dolayısıyla hazırlanan ‘’Büyük Taarruz-Çetmili Kara Ali Çavuş ve Oğlu Mehmet’’ belgeselinde başrol oynuyor.

Fatsa ilk Organize Sanayi’ni yıllar önce kurdu, şimdi ikincisi için proje yapıyor.

Kültür Sarayı’nı da yıllar önce inşa eden Fatsa, ikinci saray için kolları sıvadı.

 


Ünye’nin İl Olma Platformu

 

2022’de Ünye için en önemli girişimlerden biri “il yapılma” talebidir.

Talebin en güçlü dayanağı, Ünye’nin tarihi geçmişi ve kültürel birikimidir.

“82 Ünye” veya “Ünye İl Olmalıdır” gibi platformların ortak noktası tarih ve kültürdür. Bu nedenle “Sancak Beyliği’nden Vilayete Ünye” şiarı benimsenmiştir.

İl olma konusunda Ankara merkezli bir başka sivil toplum örgütü de Ünye Medya İletişim Derneği’dir.  “Sancak Beyliği Ünye” adıyla grup kuran dernek, Ünye İl girişimini Ankara’ya iletmeyi amaçlamaktadır.

Tarihi ve kültürel konumuyla Ünye il olmayı hak eden yerleşimlerin başında yer almaktadır. Ağır aksak da olsa Ünye bu yolda emin adımlarla ilerliyor.

İyi bir yıl dileğiyle, saygılar.

 

04.01.2023 Ünyekent

https://www.unyekent.com/kose-yazilari/iyi_bir_yil_dilegiyle-3672.html