Alevilik Üzerine (4)
Kırklar Cemi
Ünye’de Sahilköy
Mahallesi'nde üç, Gocuklu Mahallesi'nde
bir, Erenyurt Mahallesi’nde iki olmak üzere Ünye’de 6 cemevi bulunmaktadır.
Alevîler, Hz. Muhammed'in
son Peygamber olduğuna, Ali bin Ebu Talib'nin ise (Hz. Ali) Veliliğine (ya da
İmamlığına) inanırlar. Alevîler, dini ritüellerini (ibâdetlerini) Cemevi'nde
yaparlar. Kırklar Cemi denme nedeni, kamil insan olmanın Dört Kapı-Kırk Makam’dan
geçerek gerçekleşebileceğine inanmalarıdır. (Halk arasında kırklara karışmak,
“ermek” şeklinde dile getirilir.)
Kadir Gecesi'yle bağlantılı
olarak üç gün ve Muharrem ayında ise on iki gün oruç tutarlar. Muharrem'den
sonra da üç gün Hızır Orucu tutarlar.
İbadet
“Lâ-ilâheillallah, Muhammed
Resullullah. Aliyyun Veliyullah, Veliyyun Aliyullah” biçiminde şahadet
getirmeleri bu inancın sonucudur.
Ali’nin Peygamber’in vâsisi ve imamı, Muhammed’in mürşidi olduğu da
ileri sürülür. Kesin olan, Ali sevgisinin, tarihsel gelişim sonucu her şeyin
üstünde tutulduğudur. Nitekim, Allah, Muhammed, Ali üçlüsünü bir sayan inanç da
bunun sonucudur.
On İki İmam (İmamiye)
Ali, Hasan, Hüseyin,
Zeynelabidin, Muhammed Bakır, Cafer-i Sadık, Musa Kazım, Ali Rıza, Muhammed
Taki, Ali Naki, Hasan Askeri ve son imam Mehdi. On ikinci imam olan Mehdi
ölmemiştir, uygun gördüğü bir zamanda ortaya çıkacak ve insanlığı esenliğe
kavuşturacaktır.
Alevilere göre “Dört Kapı
Kırk Makam” İslam’ın temel öğretisidir, genel kurallar bütünü, Allah'a giden
yolda geçirilmesi gereken aşamalar bütünüdür.
Dört Kapı – Kırk Makam
Dört Kapı ve Mertebeleri
şunlardır:
·
Şeriat (Bel Kapısı
/ Mü’minlik Mertebesi),
·
Tarikat Kapısı (Yol Kapısı / Zâhidlik
Mertebesi),
·
Hakikat Kapısı (İl Kapısı / Âriflik Mertebesi),
·
Marifet Kapısı (Gök Aman – Yer Ana / Mûhiplik Mertebesi).
“Kul, Tanrı’ya Kırk Makam’da erer, ulaşır, dost
olur. Bu makamların onu şeriat içinde, onu Tarikat içinde, onu
Hakikat içinde, onu da Marifet içindedir.” (Makâlât-Hacı Bektaş-ı Veli)
Dört Kapı’dan geçerek kırk
makama ulaşmakla “Kamil İnsan” olunur.
Tasavvuf ehli olmak bu
yolculuğun gereğidir.
Bu mistik (gizemli) yolculuğa
çıkan yollar, Batıni anlayışıyla döşenmiştir.
Fütüvvet, her tasavvuf
ehlinde bulunması gereken niteliklerdendir.
Sufi, derviş yahut mürit
olmak, oldukça zorlu bir sınavdan geçmeyi gerektirir.
Ancak, bu meşakkatli yol,
biçimsel bir uygulama değildir; öz’e ilişkindir.
İnancı, dört kapıya, kırk
makama ayırmak, insanları kurallara boğmak değil, tam tersi sayısız seçenekler
sunmaktır. (Rıza Zelyut, Öz
Kaynaklarına göre Alevilik, AKY Yay. 1990, s. 35)
Tasavvuf
Alevilerin tasavvuf anlayışı
Sünni kesimden farklıdır; var olan her şey, Tanrı’nın zahiri (hayali)
görüntüsüdür. Bu görünümler gerçek bir varlığın (Tanrı’nın) bir aynaya yansıyan
görüntüsü gibidir. Canlı-cansız her varlık Tanrı’dan bir parçadır. Hallacı Mansur’un Enel Hak (Ben Tanrıyım) deyişini, 922 yılında Sünni din adamları
anlayamamış ve onu öldürmüşlerdir.
Batınilik
Kur'an bu makama şu ayetle
işaret eder: "O, ilktir, sondur, zâhirdir, bâtındır. (Hadid, 57/3)
Batınilik ve Tasavvuf
Batıniliğin
iki önemli örneği olarak biri XIII. yüzyılda Babaî Hareketini, diğeri de XV. yüzyılda Rumeli‘de ve Anadolu‘da Şeyh Bedreddin isyanını
gösterilebiliriz. (Ahmet Yaşar Ocak,
Kalenderîler, Türk Tarih Kurumu Yay.)
Şeyh Bedreddin’in eseri Varidat; içe doğanı ve insanın gönlüne düşeni (varid olanı)
anlatır. Şöyle ki, hak yolcularının her şeyi doğru görüp doğru
değerlendirmeleri için onların iç dünyalarında tecelli edeni görmeleri gerekir.
İbadet etmekten amaç, ezeli ve büyük varlığa gönüllerin yönelmesi ve
kapılmasıdır. Yoksa dünya umuruna dalmış bir kalp ile bin sene namaz kılmış ve
oruç tutmuş da olsan hiçbir sevap kazanamazsın.
Fütüvvet
Yine Diyanet’e göre Fütüvvet
kavramı Sünni tasavvuf çerçevesinde ortaya çıkmış ve gelişmiştir. (Bkz. İslam
Ansiklopedisi)
Fetâ
sözlükte “genç, yiğit, cömert”; fütüvvet ise “gençlik, kahramanlık, cömertlik”
anlamlarına gelir. Tasavvuf kaynaklarında, II. (VIII.) yüzyıldan itibaren önde
gelen sûfîlerin fütüvvet kelimesini tasavvufî bir terim olarak kullanmaya
başladıkları kaydedilir.
Gerek Horasan’da gerekse Irak’ta fetâ denilen ve en belirgin
vasıfları cesaret, kahramanlık, cömertlik ve fedakârlık olan kişilere büyük bir
hayranlık duyulmaktaydı.
Genel olarak fetâ ve fütüvvet kelimeleri sûfî ve tasavvuf
anlamında kullanılmakla beraber tasavvufta bu terimlerden çok defa sûfîde
bulunan fedakârlık, diğerkâmlık, iyilik, yardım, insan severlik, hoşgörü ve
nefsine söz geçirme gibi ahlâkî nitelikler kastedilir.
Bu anlamda fütüvvet, bir önceki bölümde (3.Bölüm) bahsettiğimiz gibi Ahi Evran ve Ahilik kurumunun temel felsefesidir.
Tarih boyunca Alevîler için kullanılan bu kavramın ilk olarak, Şah İsmail’in babası olan Şeyh Haydar zamanında ortaya çıktığı görülür. Osmanlı kaynakları bu kavramı, Safevîleri destekleyen Türk boyları için kullanmışlardır.
“Kızıl-başlıkta inanç daha
ziyade göreneğe ve ananeye dayanır. Bu bakımdan Alevilerin itikatlarını, ya
kendileri ile beraber olup duyarak, görerek anlamak yahut mukaddes saydıkları
kitaplarından, deyiş ve âyet dedikleri nefeslerden, yâni dinî ve hece vezni ile
söylenmiş, dörtlüklerden meydana gelen şiirlerden istidlâl etmek icap eder.” (A. Gölpınarlı). Yalnız burada, bu
şiirlerin, özde kimi ayrılıklar göstermekle birlikte Yunus’a, hattâ Ahmet
Yesevî hikmetlerine dek uzanan bir birikimden yararlandığını, Bektaşilikle
beslendiğini de belirtmek gerekecektir. Bu nedenledir ki zümre edebiyatlarını
sınıflarken Alevi-Bektaşi halk edebiyatı biçiminde bir ayrıma gidilmektedir.
Sonsöz Yerine
Sünni camiada Kızılbaş deyişi
aşağılayıcı bir kavrama dönüşmüştür. Anadolu
Alevi toplulukları için “dinden çıkmış”, gayri ahlaki (sapkın) adetlere
bulaşmış insanları ifade etmek için kullanılır olmuştur. Ayrıştırıcı bir algıya
dönüşen bu çabanın izleri bugün bile sürüp gitmekte, tarihteki örneklerine
benzer biçimde kitlesel kıyımlara kadar varmaktadır.
Yakın zamanda yaşadığımız Kahramanmaraş
ve Çorum katliamları, Sivas Madımak’ta 33 canın yakılması gibi olaylar, 1300
yıl önce yaşanan Kerbela kıyımını
anımsatıyor.
21.09.2022, Ünyekent
https://www.unyekent.com/kose-yazilari/alevilik_uzerine_4_kirklar_cemi-3471.html