27 Eylül 2023 Çarşamba

Belleğin Azmi

 


Belleğin Azmi

 

Salvador Dali farklı bir üslubun ve anlaşılması zor tabloların ressamıdır.

İspanyol ressamı 20. yüzyılın en tanınmış sanatçılarından biri yapan eserlerinin başında Belleğin Azmi (Eriyen Saatler) adlı tablo gelir.

Bu tablo, sanatçıyı en iyi ifade eden eserdir. Aynı zamanda Gerçeküstücü akımın başyapıtlarından biri olarak kabul edilir.

Peki, kimdir Salvador Dali?

Belleğin Azmi nasıl bir yapıttır?

Gerçeküstücü Akım nedir?


 

Salvador Dali (1904 - 1989)

11 Mayıs 1904'te, İspanya'nın Katalonya bölgesinde dünyaya gelen Dali’nin adı, aslında doğumundan dokuz ay on gün önce (1 Ağustos 1903'te) sindirim yolu iltihabından ölmüş kardeşi Salvador’un adıdır. İlk çocuklarının küçük yaşta ölmesini bir türlü kabullenemeyen anne-babası, küçük Dali’ye ölen ağabeyinin adını vermekle yetinmemiş, sık sık ölmüş ağabeyinden bahsetmekte, ilk Salvador'un bir resmini yatak odalarının duvarında tutmakta ve Dali’yle beraber düzenli olarak ilk Salvador'un mezarını ziyaret etmektedirler.

Böylece küçük yaşta ilk travmasını yaşayan Dali’nin kendi kimliği konusunda tereddütleri oluşmuştur. Yıllar sonra hiç tanımadığı ağabeyi hakkında "iki su damlası gibi birbirimize benziyorduk, fakat yansımalarımız farklıydı” diyecekti. [ Salvador Dali (1948). The Secret Life of Salvador Dali. W. W. Norton & Company.]

Yazdığı otobiyografilerin ne kadarı doğrudur, bilinmez ancak kedi hakkında yazdıkları oldukça uçuktur ve hastalıklı ruh yapısını yansıtır.

İngiliz yazar George Orwell, Dali'nin çizimlerindeki sapkınlık derecesindeki hastalıklı özelliğini şöyle aktarır:

"Salvador Dali'nin savunucularının, ona ruhban sınıfına özgü bir tür ayrıcalık tanınmasını istediği anlaşılıyor. Sanatçının, sıradan insanların tabi olduğu ahlak kurallarından muaf olması gerektiği görüşündeler. Sihirli sözcüğü söyleyip "sanat" dediğiniz anda her şey yoluna giriyor: Çürüyen cesetlerin üzerinde dolaşan salyangozlar ve küçük kızların kafasını tekmelemek sorun olmaktan çıkıyor; hatta Dali'nin çektiği (sonradan gösterime girmesi yasaklanan) Altın Çağ" gibi pislik ve dışkıyı normalleştiren bir film bile sorun teşkil etmiyor. Dali'nin yıllar boyunca asalak gibi yaşadığı Fransa'dan tehlikenin kokusunu alır almaz korkak bir sıçan gibi kaçıvermesi bile sorun değil. Yani sınavı geçebilecek kadar iyi bir ressamsanız, her yaptığınız yanınıza kâr kalıyor. Adi suçlar üzerinden düşünürsek, bu düşünce tarzının ne kadar yanlış olduğunu görebiliriz."

[George Orwell (2012). Salvador Dali üzerine notlar/Saturday Book-Haziran 1944. Yoksullar nasıl ölür/İthaki Yayınları. s. 64-75]

 

Belleğin Azmi

Salvador Dali Bellegin Azmi Tablosu, 1931

Bellegin Azmi-Ayrıntı

Salvador Dali'nin Belleğin-Azmi tablosu 1954 versiyonu
 

Dali’nin bu eserinde sıkça görülen semboller arasında yer alan uzun ve eriyen saatler, böcekler, gözler ve vücut parçaları bulunmaktadır. Dali hakkında yazdıklarımızın ardından, ressamın eserlerini anlamamız biraz daha kolaylaşacaktır. Belleğin Azmi (Eriyen Saatler) İspanyol ressamı yansıtan en tanınmış sanat eseridir. Dalí’nin sanatı, rüya dünyası, bilinçaltı, semboller ve irrasyonel düşünceler bu eserde daha belirgindir.

Tablo 1931 yılında yaratılırken, Dali “paranoyak-kritik” yöntemini kullandı.

Bu yöntem, Dali’nin kendini bilinçli olarak psikopatik halüsinasyonlara sokmaya çalışması ile gerçekleşiyor. Böylece, “elle çizilmiş rüya fotoğrafları” olarak adlandırdığı çalışmaları yaratabiliyor.   

Eserlerinde büyük etki yapan yer, Dalí’nin doğduğu Katalonya’dır. Ailesinin Pani Dağı’nın gölgesindeki yazlık evi, Dali’nin ilham kaynağıdır. “Belleğin Azmi” tablosundaki gölgenin Pani Dağı’na ait olduğu düşünülür. Arka planda ise Creus Burnu ve Sarp sahili yer almaktadır.

Dali, çalışmalarında sıklıkla kullandığı böceklerden çok korkmaktadır. Belleğin Azmi’nde yer alan karıncalar da bunlardan biridir.

Resmin ortasındaki sarkık profil, Dalì’nin kendisi olduğu ileri sürülmektedir. Böylelikle tablonun bir oto portre olduğu savunulmaktadır.

Modern Sanat Müzesi MoMa, New York galerisinde sergilenen tablo 24,13 x 33,02 boyutlarındadır. Belleğin Azmi oldukça küçük bir tablodur. 1932’de New York’taki Julien Levy Galerisi’nde ilk sergilendiğinde büyük ilgi toplaması, bu küçük boyutlu tablonun insanlar için ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.




Kanadalı editör Paul Moorhouse Belleğin Azmini şöyle yorumluyor:

“Bu ikonik ve çokça tekrarlanan tablo, zamanın akışkanlığını bir dizi eriyen saat olarak tasvir ediyor; bu saatlerin formları Dali tarafından güneşte eriyen Camembert peynirinin sürrealist algısından ilham alınarak tanımlanıyor. Sert ve yumuşak nesneler arasındaki ayrım, Dalí'nin gerçekliği tersine çevirme arzusunu vurguluyor ve konularına, genellikle doğuştan gelen özelliklerine zıt özellikler kazandırıyor; bu, genellikle rüya manzaralarımızda bulunan bir gerçek dışılıktır. Çevreleri, Dalí'nin sarsılmaz bir hayranlık duyduğu organik çürüme ve çürüme süreçlerine aç bir karınca sürüsü ile çevrilidir. Tablonun ortasındaki eriyen et Dali’ye benzediğinden bu parçayı sanatçının Katalonya'daki evinin kayalık uçurumları arasındaki ölümsüzlüğünün bir yansıması olarak görebiliriz.”

[Paul Moorhouse, Dali, PRC Yay. London 1990]

Aziz Anthonynin Baştan Çıkarılışı-Dalí

Yanan Zürafa
 

Dali ve Sürrealizm

Belleğin Azmi, Sürrealizm denen gerçeküstücü akımın örneklerinden biridir. Eriyen Saatler adıyla da bilinen tabloda anlatılmak istenen şey zamanın dirençsizliğidir.

Zamanın dirençsizliği bu eserde saatlerin erimesiyle anlatılır. Temel konu zamandır ve eserde 4 adet saat bulunmaktadır. Birinin üzerinde sinek vardır, diğeri karıncalar tarafından taşınır ve insan yüzüne benzeyen bir objeyle insanın zaman karşısında çaresizliği anlatmaktadır.

Sürrealizmi en belirgin ifade eden eserlerden biri olması nedeniyle Belleğin Azmi, gerçeküstücülüğün önde gelen temsilcilerinden biridir. Dali bu eserle gerçeküstünü veya gerçeğin kendisinde yansımasını resmetmesiyle ünlenmiş ve akımın önde gelen temsilcilerinden biri olmuştur.

Sürrealizm ya da bir diğer adıyla gerçeküstücülük; aklın, her türlü gelenek ve alışkanlıkların denetiminden sıyrılarak, kabul gören gerçekle bağın kesilmesini ve bu gerçek yerine kişinin, kendince bir gerçek yaratma amacı gütmesini savunan bir düşünce akımıdır.

Sürrealizm; 20. yüzyılın başlarında, Freud’un psikanaliz yöntemi ve görüşlerinden etkilenen Andre Breton tarafından ortaya atılmıştır. Freud’un, ‘’İnsanların edindikleri alışkanlıklar ve arzular bilinçaltında toplanır ve tüm bunlar rüya halindeyken ortaya çıkarlar.’’ görüşünü edebiyata ve sanata uygulayan sürrealizm bu özelliği sebebiyle bilinçaltının bilince karşı olan üstünlüğünü savunmuştur.

Belleğin Azmi’nde insan belleğinin ve kendi bildiği gerçekliğin zamanla kaybolması ifade edilmektedir. Dali’nin yaşamındaki bu paradoks, politik görüşlerine de yansır. Şöyle ki, sürrealizmin kurucusu olarak bilinen Troçkist André Breton yanlısı olarak başladığı sanat yaşamına, ileriki dönemlerde iktidarı kanlı biçimde ele alan faşist Franko yanlısı olarak devam etmiştir.

Dali’yi etkileyen en önemli unsurlardan biri de eşi Gala’dır.


 

Dali ve Eşi Gala

 

Asıl adı Helena Ivanovna Diakonava olan Gala, aslında Salvador Dali'nin yakın arkadaşı Fransız Şair Paul Éluard'ın karısıydı. Üstelik Gala ve Dali ilk kez bir araya geldiklerinde, yanlarında Gala'nın kocası Paul Éluard da vardır.

Dali, kendisinden 10 yaş büyük bu kadını görür görmez, ondan karşı konulamaz bir biçimde etkilenmiştir. Ardından ilk kez, İspanya'nın batısındaki Cap de Creus'ta buluşurlar. Bu buluşmanın ardından Gala, kocasını ve çocuğunu Dali ile birlikte olabilmek için terk eder. O günden sonra Gala, Dali'nin sanatının en büyük ilham kaynağı olur.

Dali ile Gala’nın ilişkisi, bilindiği kadarıyla tuhaf bir şekilde devam etmiştir. “Hastalıklı Ruh”un tezahürü, bu defa bu ikilinin karmaşık ilişkisinde ifadesini bulur. 

10 Haziran 1982'de Dali’nin çok sevdiği karısı, menajeri, modeli ve ilham perisi Gala hayatını kaybetti. Gala'nın ölümünden sonra yaşama isteğini kaybeden Dali, karısının öldüğü ve gömüldüğü Púbol Kalesi'ne yerleşti ve münzevi bir hayat sürmeye başladı.

1983'te Púbol Kalesi'nde yaptığı Serçenin Kuyruğu adlı tablo, Dali’nin son eseri olacaktı. Dali 23 Ocak 1989'da kalp yetmezliğinden öldü ve Figueres'te kendi adını taşıyan müzenin mahzenine gömüldü.

 

Bir Sanatçının Portresi

 

Dahi mi, deli mi olduğu tartışılan bu sanatçının yaşamı ve eserleri bilim dünyasına da ilham kaynağı olmuştur. Dali de ressamlığın yanı sıra heykeltıraşlık, fotoğrafçılık ve filmcilikle de ilgilenmiş, bilime apayrı bir önem vermiştir.

1930'larda ortaya koyduğu eserlerinde ilham kaynağı optik illüzyonlar ve çifte görüntüler, 1940'ta Max Planck'ın kuantum kuramı, 1945'teki Hiroşima faciasından sonra atomun parçalanmasıydı.

1950'lerin başında, atom bombasını bir yana bırakmış, dikkatini Alman fizikçi Werner Heisenberg'in "tanecik"lerine vermiştir.

1953'te, Nature dergisinin 171. sayısında, Watson ve Crick'in DNA yapısını açıkladıkları ünlü makaleyi okuyup Crick'in karısı Odile'in çizdiği çift sarmal yapıyı eserlerine taşımıştır.

Belleğin Azmi, aynı zamanda Albert Einstein’ın görelilik teorisine de bir göndermedir.

 

27.09.2023, Ünyekent

20 Eylül 2023 Çarşamba

İşte Yine Sonbahar

 


İşte Yine Sonbahar

-Değerli büyüğüm Yaşar Karaduman’a-

 

“Sonbahar sanattır” demiş Cemal Süreya…

Diğerleri mevsim!

Sonbaharı sanat yapan neydi?

Galiba terkedilişiydi.

Eylül’dü adlı şiirinde bunun ipuçlarını bulmak mümkün.

Vefasızlıktan dem vuruyor örneğin.

Sanki anlaşılmamış gibi…

Yahut karşısındakini yanlış anlamış…

İşte şiirinden bir bölüm:

 

Eylül’dü……

Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız

Adımlarımızın kısalığı bundandı

Bundandı gözlerimin durgunluğu.

Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,

Ellerin kadar ıssız,

Sen kadar zamansız molalar veriyordum

Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.

Dedim ya… Eylül’dü.

Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.

 

Dört Yıl Önce Yine Bir Sonbahar Gününde…

2019’un Eylül ayında yazmıştım o makaleyi: “Nihayet aylardan Eylül'ü de gördük. Yaz bitti. ‘Bu yıl yazdan bi şey anlamadık!’ diyenler, yağmurdan selden şikâyet edenler çoğunlukta...” demiştim. [04.09.2019, Ünyekent, http://www.unyekent.com/yazi/1159-eylul.html]

Dört yıl sonra bugün değişen fazla bir şey yok!

Bir farkla ki, sen o yıllarda sahilde sonbaharın fotoğrafını çekiyordun.

Sonra…

2022’nin ilk günlerinde, soğuk bir Ünye akşamında yitirdik seni. (7 Ocak 2022)

Eylül’ün hüznü yansımıştı sahilde bir bankta izlerken denizi…

“Hüzün ki, en yakışanıdır bize” diyen Hilmi Yavuz gibi.

Hüzünden beslenen tüm şairler gibi...

 

Bunlardan biri de Özdemir Asaf:

 

"En sevdiğim mevsime geldik.

Yapraklar sararacak.

Sonbahar, hüzündür;

Hüzün ise, ben demektir." diyor,

 

"Yalnızın Durumları"nda ise:

 

"Sen her şeyi süpürebilirsin;

Sonbaharı süpüremezsin." diyor, Asaf.

 

Yani “Uğraşma boşuna, hüznün çözümü yok!” demeye getirmiş...

XVI. Yüzyıl Divan Edebiyatı şairleri gibi:

 

Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib

Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır

 

Hiç mi Olumlu Yanı Yok Sonbaharın?

 Olumlu yanlarına da değinmişiz Eylül’ün…

“Eylül'ü sevmek için birçok nedenimiz var aslında. Bağ bozumu, hasat mevsimi, üzüm toplayan eller ve incir yiyenleriyle birlikte gelir Eylül... Bolluk ayıdır bir yanıyla.”

Ama hüzünlenmek için en uygun aydır Eylül...

Çünkü hüzündür bize en çok yakışanı!

Yaz bitti, günler kısaldı.

Yağmur iniyor üstümüze gün be gün.

Kuşlar da göçüp gitti.

Yapraklar sararıp düşüyor.

Doğada bir ölüm sessizliği...

 

Bes ki hicranındadır hasiyyet-i kat'-i hayat

Ol hayat ehline hayranem ki hicranındadır

 

Mitolojide Sonbahar

Sonbahar ölüm tanrısı Hades'in güzel Persephone'u kaçırarak yeraltı dünyasına hapsettiği aydır. Yunan Mitolojisinde mevsim döngüsü olarak bilinen bu metaforda yeraltı tanrısı Hades, bir gün yeryüzüne çıkar ve Demeter ile Zeus’un kızları Persephone’yi kaçırarak yeraltı ülkesine götürür. Kızını kaybeden tanrıça, tanrılara ve insanlara küserek yeryüzünden bereketini çeker. Çiçekler açmaz, toprak ekin vermez... Bunun üzerine Zeus, Hades’ten Persephone'yi geri vermesini ister; ancak Hades eşi olarak seçtiği Persephone’yi temelli geri vermeyecektir. Aralarında yaptıkları anlaşmaya göre Persephone yılın yalnızca üçte ikisini yeryüzünde annesinin yanında, kalan üçte birini ise yeraltında Hades’in ölüler ülkesinde geçirecektir. Persephone’nin yeryüzüne çıktığı dönem bahar ve yaz aylarını, ölüler ülkesine döndüğü dönem ise kış mevsimini simgeler.

Persephone’nin kaçırıldığı dönem sonbahardır yani güzdür. Çoğunlukla sonbahar yerine güz demeyi yeğleriz. Çünkü bahar canlılığı, hayatı ifade eder. Sonbahar ise, canlılığın son demidir. Ötesi yok; mutlak bir sona eriştir, can çekişmedir.

Sonuç olarak hepimizin içinde engellenemez bir sonbahar vardır. Bu yüzdendir Eylül'e düşkünlüğümüz.

 

 Ünye’de Mevsimler                                                                                          

Dört mevsimin dördünün de en güzel yaşandığı yerlerden biridir Ünye.

Yazı yaz gibi, baharı bahar, alabildiğine çılgın…

Kışı oldukça yoğun…

Aşkların, ayrılıkların yaşandığı yöredir Ünye…

Bazen bir yalnızlıktır, diyesim geliyor.

Onca kalabalığa karşın…

Bir bakarsın tek başınasın.

 

(Senin ardından daha yoğun hissetmeye başladım mevsimleri...

Sonbahar yaprakları gibiyiz, demiştin.

Ağaçta birlikte dursak da, güz gelince tek tek dökülürüz.)

 





20.09.2023, Ünyekent

 

13 Eylül 2023 Çarşamba

Karain’den Ünye Kalesi’ne…

 


Karain’den Ünye Kalesi’ne…

  

Dört buçuk yıl önce; 2019 Şubat’ında Karain Mağarası’nı görme fırsatı buldum...

Konuyu Ünye Kent sütunlarına taşırken, insanın insan olma serüveninde önemli buluntulara sahip bu mağara için ‘tarihin sıfır noktası’ dersek, yanılmış olmayız, demiştim.

O dönem "tarihin sıfır noktası" deyimi oldukça revaçtaydı. Göbekli Tepe için kullanılan bu deyimi Karain için kullanmak bana daha doğru gelse de, bugün bir parça yanıldığımı düşünüyorum...

“İnsanlık tarihinin sıfır noktası” deseydik, daha anlaşılır olurdu.

Karain Mağarası'nın öyküsü "ilk insan" barınağı olarak kullanılan Paleolitik Çağ'ın (Eskitaş Devri) alt dönemlerinde başlıyor...

Yani insanın yeni yeni insan olmaya başladığı dönem.

Sonra sırayla Mezolitik, Neolitik, Kalkolitik ve Tunç Çağı insanları kullanıyor bu mağarayı...

Mağara insanlar tarafından kesintisiz iskân ediliyor…

En son Romalılar tarafından “kutsal alan” olarak kullanılmış.

“Tarih yazıyla başlar” diyorsak…

 Neolitik ve daha önceki dönemleri Tarihöncesi Dönem (Prehistoria) olarak kabul etmek gerekir.

Tarihöncesi ile tarih arasında kalan döneme Protohistorya denir ve Kalkolitik Dönem’e denk gelir. Bakır Çağı da denen dönem MÖ. 5.500-MÖ. 3.000 yıllarını kapsar.

Yazının icadı MÖ. 4.000-3.500 yıllarına rastlıyor ve bu yıllar tarihin başlangıcı olarak kabul edilir.

Kronolojik olarak Kalkolitik Dönemi, Tunç Çağı ve Demir Çağı takip eder.

Ardından Anadolu’da Arkaik Dönem, Roma egemenliği ve Türk dönemi geliyor.

Karain Mağarası bu zamanların tümünü kapsayan, kesintisiz bir yerleşim mekânı olma özelliği taşıyor...

Bu yönüyle Yarımburgaz Mağarasıyla birlikte sadece Türkiye'nin değil, dünyanın en önemli doğal mağaralarından biri olma özelliği taşıyor.

 

Karain-Ünye Kalesi, ne alâka?

Birkaç ay önce Ünye Tarih Derneği grubuyla Ünye Kalesi’ni ziyaret ettik. Yeni haliyle kaleyi daha çok ziyaretçi gezebilecekti, üstelik kaledeki denetimler arttığı için defineci talanına daha az maruz kalacaktı.

Asıl dikkatimi çeken, ziyaretçiler için kaleye bir ahşap bir merdiven döşenmiş olduğuydu…

Karain Mağarasını keşfeden bilim insanı Ünye kökenli İsmail Kılıç Kökten hocamızdan yıllar sonra Prof. Dr. Işın Yalçınkaya, Prof. Dr. Güven Arsebük, Prof. Dr. Harun Taşkıran ve başka bilim insanları da burada arkeolojik kazılar yapmış ve ziyarete açılırken uzunca bir merdiven inşa edilmişti.

Karain Mağarası Antalya'nın 30 km kuzeybatısında, eski Antalya-Burdur karayoluna 5–6 km uzaklıkta bulunan Yağca mahallesi sınırları içinde yer alan yüksekçe bir tepededir.

Denizden yüksekliği 430-450 metredir.

Zirvedeki mağaraya 480 basamaklı bir merdivenle tırmanılmaktadır.

Dört yıl önce Karain’le ilgili yazımda şöyle demiştim:

“Merdivenlerin orta yerinde durup, İ. Kılıç Kökten hocamızı hatırlıyoruz. Üstelik o tarihte buraya böyle "şık" bir merdivenle çıkılmıyordu, o dönem bu tepeye nasıl tırmanabildi? Aynı merdivenlerden Ünye Kalesi için yapılabilir mi.... Ergonomik, yormuyor!”

Aklın yolu birdir, bu satırları yazdıktan yaklaşık dört yıl sonra benzer merdivenleri Ünye Kalesi’nde görmek beni sevindirdi.

Projelendiren, inşa eden ve emeği geçen herkese teşekkür ederiz.

Ünye Kalesi, Karain, Merdivenler ve Kılıç Kökten…

İşte hepsi bir araya geldi şimdi.

Karain Mağarası 77 yıl önce Ünyeli hemşerimiz Prof. Dr. İsmail Kılıç Kökten tarafından keşfedildi. Kökten burada öldüğü yıl olan 1974'e kadar araştırmalarda bulundu.

 

Prof. Dr. İsmail Kılıç Kökten (1904-1974)

30 Ocak 2019 Antalya Karain Mağarası Merdivenleri.

Karainde Stratigrafik yapı. 30.01.2019

Karain Mağarası

Karain Mağarası alt paleolitik’ten geç Roma dönemine kadar görülen kesintisiz yerleşim izleriyle Anadolu arkeolojik çalışmalarında önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Klasik dönemlerdeki kullanım daha çok Adak Mağara (tapınak) niteliğinde olup, mağara alnı ve dış duvarları üzerinde Grekçe kitabe ve nişler bulunmaktadır.

Yeryüzünde bilinen paleolitik mağaraların çoğu sadece bir dönemi temsil ederken Karain alt, orta ve üst olmak üzere kesintisiz bir katmanlaşma (stratigrafi) göstermekte ve bu katmanlardan elde edilen veriler, özellikle Avrupa ve Yakın Doğu arasındaki bağlantılar ve göç yolları hakkında fikir vermesi açısından önem taşımaktadır.

Karain'den ele geçirilen Anadolu'da bilinen en eski insan kalıntılarının yanı sıra mağarada ortaya çıkarılan taşınabilir sanat ürünleri de Anadolu sanatının ilk örnekleridir. (Karain'de bulunan stilize bir insan figürini, cilalanmış bir kaburga kemiğinden yapılmıştır ve Anadolu sanatının ilk örneğini oluşturur.)

Özetle söylersek, Karain’in 300 bin yıllık bir geçmişi vardır ve 10 bin yıllık geçmişe sahip Göbekli Tepe’den çok daha eski bir zamana (alt paleolitik) aittir.

Prof. Dr. Güven Arsebük, bu mağarada 1999'da Neanderthal insan fosili bulmuştur. Ülkemizde ve bu coğrafyada şu ana kadar bulunan ilk ve tek Neanderthal fosili olan bu kalıntı bilim dünyasında epeyce tartışılmıştır.

Buna rağmen insanlık tarihinin “Sıfır Noktası” değildir.

Uzağa gitmeyelim, İstanbul’daki Yarımburgaz Mağarası’ndaki buluntular daha eski bir zamana tarihlendirilmektedir. 

Ünye Kalesi Merdivenleri . 23 Haziran 2023

Ünye Kalesi Tünel Çalışmasında sona gelindi.

Ünye Kalesi Merdivenlerinde dinlenen işçiler.

Ünye Kalesi Merdivenleri Üst Bölüm.

Ünye Kalesi Merdivenleri Orta Bölüm

Ünye Kalesi Merdivenleri Alt Bölüm

Ünye Kalesi Merdivenleri Başlangıcı..


Ünye Kalesi’ne gelirsek…

Kale girişinde bulunan ve üzerinde kartal kabartmalı kaya mezarından ötürü bu yerleşimi Pontus Dönemi’ne kadar götürebilmekteyiz. (MÖ. II. YY.)

Daha öncesi var mı, bilmiyoruz?

Pontus sonrası ağır tahrip gören Ünye Kalesi’nin daha çok mezar alanı gibi (nekropol) kullanıldığını, Geç Roma döneminde inşa edilen kiliseden dolayı “kutsal alan” olarak kabul edildiğini ve Osmanlı Arşivlerinden bu kalenin askeri amaçla kullanıldığını bilmekteyiz.

Daha fazlasına ulaşmak için kalede ciddi bilimsel çalışmalar yapmak ve arkeolojik kazılarda bulunmak gerekiyor.

Tıpkı Karain’de olduğu gibi.


13.09.2023, Ünyekent

6 Eylül 2023 Çarşamba

Parion’da Çocuk Oyuncakları

 


Parion’da Çocuk Oyuncakları

 

Parion, Çanakkale ili Biga ilçesi Kemer köyü sınırları içinde bir antik kenttir. Tahminen MS. II. Yüzyıl’da Romalı kıdemli asker emeklilerinin kente yerleşmesiyle sosyal ve kültürel yapıda önemli bir değişiklik meydana gelmiş; gladyatör oyunları ve asker hayranlığı sonucunda da çocuklar için kukla oyuncaklar yapılmıştır.

Antik adı Propontis olan Marmara bölgesinin güneyinde bulunan Parion antik kenti, jeopolitik konumu nedeniyle tarihin her döneminde bölgede söz sahibi olmak isteyen egemen güçlerin elinde tutmak istedikleri bir yerleşimdir.

 

Parion’un Keşfi

 İlk defa Herodot ve Ksenophon daha sonra da Strabon’un bahsettiği Parion’da İlhan Akşit, 1970’lerde Çanakkale Müzesi adına yüzey araştırması yapmış ancak somut bir gelişme sağlayamamıştır. Bu çalışmaların ardından 1995 yılında Prof. Dr. Cevat Başaran tarafından başlatılan yüzey araştırmaları, 1997, 1999 ve 2002 yılları sonrasında antik kentin varlığını ortaya koymuştur. Prof. Başaran başkanlığında 2005 yılında başlayan sistemli arkeolojik kazılar 10 yıl devam etmiş ve ortaya çıkarılan eserler Parion’u gün ışığına çıkarmıştır.

2008 yılında Parion antik kenti kazıları büyük bir ivme kazanmıştır. Kuzey Troas’ın Parlayan Yıldızı olarak tanımlanan antik kent, Ephesos (Efes) ile mukayese edilir hale gelmiştir. 

2014 yılında Prof. Dr. Cevat Başaran’ın sağlık sorunları nedeni ile Parion kazı başkanlığı görevinden ayrılmasından sonra çalışmalara değerli hocam Prof. Dr. Vedat Keleş tarafından ikinci dönem kazıları olarak devam edilmiştir.



 

Parion Antik Kenti Tarihi

Marmara Denizi kıyı kenti olan Parion, 2005 yılından beri yürütülen çalışmalarda özellikle nekropolis (mezarlık) alanında elde edilen veriler göz önünde bulundurulduğunda bir Troas kenti olduğu kabul edilmektedir. Antik Parion, batısında Lampsakos (Lapseki), doğusunda Priapos (Karabiga) ve güneyinde Skepsis (Bayramiç) gibi önemli kentlerle komşudur.

Eusebios, Parion'un M.Ö. 709 yılında kurulduğunu söylemiştir. Parion isminin kökeni ile ilgili üç görüş bulunmaktadır. Bunlardan ilki Parion kökeninin Paros'tan geldiği, diğeri Erythrailı göçmen Iason ve Demetria'nın oğlu Parius'dan türediği, sonuncusu da ismin Troia prensi Paris'ten kaynaklandığı ve Paris’in şehri anlamına geldiğidir.

Parion M.Ö. 478-477'de Delos Birliği'ne üye olmuştur. M.Ö. 387'de Pers egemenliği altına girmiştir. Büyük İskender'in M.Ö. 334'te Persler'i Granikos Savaşı'nda yenmesiyle Anadolu'da yeni bir dönem başlamıştır. M.Ö. 188'de yapılan Apameia Barışı sonrası önce Pergamon krallığının, ardından Roma’nın egemenliğine girmiştir.

Kentin öneminin farkında olan Roma, Parion’u ilki Julius Caesar ya da Augustus Dönemi’nde, ikincisi de Hadrianus Dönemi’nde olmak üzere iki kere koloni kenti olarak kullanmıştır.

Kentin Hadrianus döneminde ikinci kez elde ettiği statüden sonra mimari faaliyetler hız kazanmıştır. MS. II. Yüzyıl’ın ikinci yarısına tarihlenen tiyatronun mimari bezemeleri ve kabartmaları bu faaliyetlerin doruğunu temsil eder. Kentin zenginliğini ve genişliğini gösteren bir başka ayrıntı, nekropol alanında mezar odalarında ve lahitlerde bulunan hediyelerdir. Nekropol alanında bulunan buluntulardan bazıları oyuncak bebekler ve bebek mezarlarından elde edilen ölü hediyeleridir. 

 

Çocuk ve Oyun

Çocuk ve oyun, iki önemli faktördür insan yaşamında ve buluştukları noktada “insan olma” erdemi ortaya çıkar. Sunay Akın’ın deyişiyle “Uygarlığı ortaya çıkaran, oynayan insandır.” 'Homo Ludens' olmasaydı, bilim ve sanat adında iki kanadı kollarına takarak bilginin rüzgârında uçamazdı insanlık.

“Oyuncak bebek” dediğimizde aklımıza çocukların oynaması için, tekstil, deri, ahşap, kemik, fildişi ve kil gibi farklı türden malzemeler kullanılarak yapılmış insan tasvirlerinden oluşan oyuncaklar gelir. Daha çok pişmiş topraktan yapılan oyuncak bebeklerin günümüze ulaşan örnekleri bazen kutsal alanlarda, mezarlık alanlarında ve atölyelerde bulunmakta, bazı durumlarda da çocuk mezarlarından ele geçmektedir. Tanrı, tanrıça ya da diğer mitolojik karakterlerin tanımlanmasına yarayan, belirgin eşya, giysi, aksesuar ve simgeleri barındırmadıkları sürece ilk olarak oyuncak bebek olma ihtimalleri düşünülen bu figürinlerin gerçek kimlikleri ve işlevlerini ise ancak bulundukları yerin bağlamında değerlendirdiğimizde anlayabiliriz.

“Oyuncak” ve “mezarlık” yan yana düşünülemeyecek kadar tezat terimler olsalar da mezarlık alanlarında ender rastlanan çocuk ya da bebek mezarlarından elde edilen ölü hediyeleri, konunun anlaşılması açısından oldukça önemli bir yere sahip. Öyle ki, Antik Çağ insanının öteki dünya ya da daha açık ifade ile ölüm ve ölümden sonraki yaşam ile ilgili oluşturduğu kült ya da gelenekler bütünü, mezarlara bırakılan bu ölü hediyelerini anlamlandırabilmemizi mümkün kılar.

Oyuncak bebeklerin Hellenistik dönem örnekleri genel olarak oturur vaziyette, çıplak ya da giyimlidir. Bu örneklerden bazıları için Hierodoulos (tapınak hizmetçisi) ya da Afrodit gibi farklı tanımlamalar yapılmakla birlikte çocuk oyuncağı olabilecek örneklerin varlığını da biliyoruz. Çıplak ve kolsuz olmalarının sebebi olasılıkla kız çocukların farklı türde kıyafetler giydirebilecekleri oyuncak bebek olmalarıdır. Bununla birlikte Helenistik ve Roma dönemlerinde hareketli kol bacak yapısına sahip örneklere erkek tasvirleri de eklenmiş, hatta daha geç dönemlerde kukla tarzı oynayan uzuvlu örneklerle birlikte tüm haliyle betimlenen erkek tasvirlileri de yapılmıştır. Kız ya da erkek çocuklar için farklı türleri olan bu oyuncak bebekler, dönemin sosyo-kültürel veya siyasi yapısına göre de farklılıklar yansıtabilmektedir.

Örneğin, Parion örneklerinde de on yaşlarında bir kız çocuğu, iki kanatlı yazı tahtası tutan oturan kız çocuk figürinlerini, oğlan çocuklar ise aynı nitelikte yazı tahtası ya da parşömenini tutan toga giymiş erkek çocukephebe (erkek ergen) figürinlerini oyuncak olarak tercih ediyorlardı.

MS II. Yüzyıl’la birlikte Parion antik kentinde başlayan Veteran (emekli olmuş asker) kolonisi hareketliliği sonucunda kentteki çocuk oyuncak tiplerinde değişiklikler meydana gelmiştir. Örneğin erkek çocuk mezarlarında ip ya da metal tel ile tutturulmuş oynar ayaklara sahip asker ya da savaşçı tipli kukla oyuncak figürinlerinin ön plana çıkmaya başladığını görüyoruz. Gladyatör oyunları ve asker hayranlığı sonucunda çocuklar için bu kukla oyuncaklar yapılmıştır.    

Aynı kültürel hareketliliğin bir diğer sonucu olarak, İtalya’da öncülerini Etrüsk kültüründen alan klineye uzanmış insan betimlemeleri, çocuk mezarlarında, özellikle de kız çocuk mezarlarında rastlanan oyuncak figürin tipi olmaya başlamıştır.




 

Çıngıraklar

 Genellikle hayvan biçiminde, pişmiş toprak, ahşap, kemik ve bronzdan yapılan çıngıraklar, çıkardığı melodik sesle çocukların ilgisini çekip oyalamak, sakinleştirmek ya da uykuya dalmalarına yardımcı olmak için kullanılır. İç kısmı boş olan çıngıraklar, kapatılıp pişirilmeden önce içerisine atılan pişmiş toprak boncuklar sayesinde hareket ettirdikçe ses çıkararak çocuğun dikkatini çekmeyi sağlar. Anadolu’da bulunan örnekleri arasında Parion, Güney-Tavşandere nekropolisinde açılan çocuk mezarından ele geçen üç örneği saymak mümkündür.

              

Oyuncak Hayvanlar

 At, eşek, katır, köpek, domuz, horoz ve kuş gibi Antik Çağ insanının günlük hayatta oldukça haşır neşir olduğu, bununla birlikte sosyal hayatta insanların sempatisini de kazanmış hayvanlar sıklıkla çocuk oyuncakları olarak kullanılmıştır. Bu tür oyuncaklar başlı başına birer hayvan betimlemesi olmakla birlikte, bazen alt kısımlarına eklenen tekerleklerle farklı türde alternatif oyuncaklar olarak da yapılmıştır. Genellikle pişmiş topraktan yapılan bu tür oyuncakların metal ya da ahşaptan yapılmış örneklerine de rastlamak mümkündür.

MÖ 5. yüzyıldan Roma İmparatorluk Dönemi içlerine kadar olan süreçte farklı türde pişmiş toprak hayvan figürinleri de oyuncak olarak kullanılmıştır. Bu konuda belirgin veriler sunan Güney-Tavşandere Nekropolisi çocuk mezarlarından ele geçen farklı türdeki hayvan figürinlerinin de birer oyuncak olma olasılığı yüksektir.

Tekerlekli oyuncak hayvan figürinlerinin Anadolu’daki örneklerinden biri de Güney-Tavşandere Nekropolisinde iki yetişkin bireyle birlikte aynı mezara gömülmüş bir çocuğa ait olan tekerlekli at figürinidir. İp geçirme deliğine sahip olan bu oyuncak at, antik kentte yaşanan kültürel değişime paralel olarak ortaya çıkan oyuncak türlerinden birisi olmalıdır.

 

Aşık Kemikleri

Çocukların vazgeçilmez oyun gereçleri arasında yer alan aşık kemiklerinin çocuk veya genç kadın mezarlarına, ölü hediyesi olarak bırakılmış örneklerine Troas bölgesinde Parion, Assos ve Antandros’un Arkaik ve Klasik dönemlere ait mezarlarında rastlamak mümkündür.

Bunlar, mezarlara bırakıldıktan sonra ritüel odaklı işlevleriyle birer ölü hediyesi formatına bürünseler de aslında mezar sahibi çocukların günlük yaşamlarında kullanmış oldukları oyuncakları ya da oyun gereçleri olup, öteki dünya inancı çerçevesinde, ölümden sonraki hayatlarında da onların yanlarında olması düşüncesiyle mezarlara bırakılmışlardır.

Antik çağlardan günümüze materyal, yöntem ve teknik değişse de çocuk ve onun mutluluğu ile eğitimi olan oyuncaklar insan hayatının ayrılmaz bir parçası olmuştur. Başlangıçta pişmiş toprak, ahşap kemik veya bezden yapılmış farklı türdeki oyuncaklar zamanla metal ya da plastik malzemeli bir evrime sahne olmuş; modern zamanda ise benzer nitelikte elektronik oyuncaklar ya da dijital oyunlara dönüşmüştür.

 

Not: Bu makalede yer alan bilgilerin bir kısmı aşağıdaki kaynaktan derlenmiştir:

Prof. Dr. Vedat Keleş,  Doç. Dr. Hasan Kasapoğlu,  Arkeolog Sadık Tuğrul;

‘Çocuk-ölüm-oyun’ tezatında Parion’da çocuk oyuncakları, Arkeo Duvar, Sayı: 6 / Ocak/Şubat 2022, Sayfa 41-48 

 

06.09.2023, Ünyekent