15 Ocak 2020 Çarşamba

Kanal İstanbul


Kanal İstanbul

“Kanal İstanbul kararı bilimin değil felsefenin alanıdır” demiş, bir yandaş gazeteci yazarımız. “Yandaş” dediğime bakmayın, yandaşlık “kötü” bir müessese değil. Bir ülkedeki yazar taifesinin yüzde sekseni doğal olarak yandaştır. Bu oran hiç abartılı sayılmaz. Gidişatı desteklemek, müesses nizamdan yana olmak “normal” bir durumdur. Üstelik bu yazarlar içinde, bazen, nadiren de olsa beğenmedikleri icraatı eleştirenler bile oluyor!
“Yandaş ve yalaka!” denirse, işte o zaman arıza başlıyor.
Gerçekte böyle bir durum olsa bile, bu tanımın hakaret ibresi yüksek.
Öyle demeyelim de, “kraldan fazla kralcı” diyelim…
Öte yandan “muhalif yalaka” diye bir tanıma değineceğim…
Olabilir mi acaba?
Zaten yazar muhalif, kime yalakalık yapsın ki…
Muhalif derken, kelimenin tam anlamıyla ” karşı” olanlardan bahsediyorum.
Muhalif görünüp, iktidara destek olanları bu kategoride düşünmemek gerekir.
Dediğim gibi, mevcut iktidarlarda muhalefet oranı düşüktür…
Giderek daha da düşüyor bu sayı.

Bir de dönek taifesi var ki, “fırıldak” lakabıyla bilinirler. (Bu ifade bana ait değil, nereden aklımda kalmışsa…)
Ha, unutuyorduk az daha, “hem nalına, hem mıhına” durumunda olanlar da var ki…
Onlar her şeye muhalif!

****
Asıl mevzuya gelirsek.
“Kanal İstanbul bilimin değil, felsefenin alanıdır” diyor, yandaş bir yazar…
İlk bakışta durup birkaç dakika düşünmek gerekiyor.

Felsefe sözcüğünün TDK’deki karşılığı şöyle:
Arapça; 1. isim olarak: Varlığın ve bilginin bilimsel olarak araştırılması. 2. isim olarak: Bir bilimin veya bilgi alanının temelini oluşturan ilkeler bütünü, Tarih felsefesi. Hukuk felsefesi gibi. 3. İsim olarak: Bir filozofun, bir felsefe okulunun, bir çağın öğretisi; “Sokrates felsefesi” gibi. 4. İsim olarak: Dünya görüşü. 5. isim olarak: Bir konuda soyut düşünüş.

Bu durumda felsefe bilimin uzağına düşmüyor, bizzat bilimi oluşturan bilginin temelini oluşturuyor.
Günümüzde ise felsefe, bağımsız bir disiplin sayılıyor ve bir bilim dalı olarak kabul görüyor.
Üniversite kürsülerinde ana bilim dalı olarak yerini çoktan almış durumda.
Yandaş kalemin yazısının içeriğine gelecek olursak…   

“Bilim” diye ileri sürdükleri aslında “kendi istedikleri” diyor. Ortaçağ’ın din adamları gibi bilim dediklerini “mutlak” gördükleri için irdelemiyorlar, “Bilgi nedir, bilim nedir diye sorgulamıyorlar” diyerek; Karl Popper, Thomas Kuhn, Imre Lakatos ve Pul Feyerabend’den dem vuruyor. “Bu dört ismi hiç duymamış olanlar, bu konuda ahkam kesiyor” diyor.

****
“Nesini söyleyim canım efendim, gayrı düzen tutmaz telimiz bizim” diyesi geliyor insanın, Serdari gibi...
Habertürk’teki o tartışmayı izledim. Bilimsel açıdan Kanal İstanbul’un sakıncalarını dillendiren İmamoğlu’ydu…
Konunun felsefesini yapmaktan, işin özünü çoktan bir kenara bırakmışız. Bu haliyle bile Kanal İstanbul, bir imar projesi değil, siyaset malzemesi olduğunu apaçık ortaya vuruyor.
Galiba en çarpıcı açıklama, yazar Bekir Coşkun’dan geldi.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır fethini örnek göstererek, İstanbul’un nasıl Araplaştırıldığını yazıyor… Osmanlı’nın çöküşünü hazırlayacak olan oluşumun ilk nüveleri ta o zamanda atılmış!
“İstanbul’u kaybetti, kendisine ikinci bir İstanbul kuruyor!” diyor Coşkun.
Tabi bu ikinci İstanbul’un mülki sahipliğinde ağırlığı Arabi kesim alıyor.
Bu kesimin alt takımı, zaten varoşlardaki yerini çoktan aldı.
Kanal İstanbul sıradan bir rant projesi değilse, felaket projesine dönüşmesi uzak değil.
Esenlik dileklerimle…  


15.01.2020, Ünyekent