26 Aralık 2018 Çarşamba

Ülkemizin Tarihi Zenginliği - 2


Ülkemizin Tarihi Zenginliği - 2


Ülkemizde "alan çalışmaları"nda bulunmuş bilim insanlarından Melbourne Üniversitesi arkeoloji profesörü Antonio Sagona, Türkiye'nin eski çağlardaki kültürel yapısına ilişkin önemli saptamalarda bulunmuştur. Çalışma arkadaşı, Stony Brook Üniversitesi'nde arkeoloji ve eskiçağ tarihi profesörü Paul Zimansky ile birlikte ülkemizin coğrafi konumunu, fiziksel özelliklerini ve biyo-iklimsel koşullarını değerlendirerek, Anadolu'nun iki kıta arasında insanlık oluşumuna sağladığı muazzam katkıyı bilim dünyasına sunmuşlardır.
"Alet kullanan ilk insanların Afrika'da ortaya çıkışından, MÖM yaklaşık 11.000'de Buzul Çağı'nın gerilemesine kadar olan süreyi kapsayan Paleolitik Çağ, Avrupa'da yüzyıldan uzun bir süredir büyük ilgi uyandırmaktadır. Buna karşın Türkiye'de Paleolitik Çağ araştırmaları göreli olarak daha yeni bir alandır ve kazıları kısıtlı sayıdaki buluntu ve yerinin yanı sıra, bu dönemle ilgilenen uzman sayısı da azdır. [...bugün] yaklaşık 200 buluntu yeri listelenmektedir. Ancak Anadolu, özellikle Homo erectus ile akrabalarının geniş bir coğrafya içindeki hareketliliği göz önüne alındığında, dünyanın tarihöncesi açısından çok büyük bir potansiyele sahiptir."    
(A. Sagona, P. Zimansky, Arkeolojik Veriler Işığında Türkiye'nin En Eski Kültürleri MÖ 1.000.000 - 550, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2015, s. 9)

***
Ülkemizde kazılara katılan sözünü ettiğimiz bu iki bilim insanı dışında uluslararası düzeyde bir çok katılım mevcuttur. Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri (TAY) projesi kapsamında yaklaşık 200 tarihöncesi buluntu yeri tespit edilmişse de, bunların çok azı bugün kazılmaktadır.
Yapılan kazıların önemli bir bölümü yol, yapı yahut baraj yapımı gibi nedenlere bağlı olarak gündeme gelen "kurtarma kazları" niteliğindedir.
1968 Keban Barajı alanı kurtarma kazıları buluntuları tüm dünyanın ilgisini Anadolu^ya çekmiş ve Türkiye'de bir "arkeoloji patlaması" yaşanmıştır.
Oysa ülkemizdeki kültür mirası , uygarlık tarihinin çok küçük bir dilimini temsil eden ve daha çok kolay algılanır anıt yapıların bulunduğu Efes, Bergama, Boğazköy gibi büyük ören yerleriyle özdeşleşmişti. Buna karşın uygarlıkların doğuşunu ve gelişimini ortaya koyan dönemler göz ardı edilmiştir. Zaten bu kazıların başlangıcı, Cumhuriyet'in kurulduğu ilk dönemde Mustafa Kemal Atatürk tarafından bizzat teşvik gören Alişar, Alacahöyük, Ahlatlıbel ve Troya gibi kazı yerleridir. Aralarında Ünyeli hemşehrimiz Prof. Dr. İsmail Kılıç Kökten'in de bulunduğu Cumhuriyet Dönemi Türkiye kazılarının temelini atan Remzi Oğuz Arık, Hamit Zübeyir Koşay, Arif Müfit Mansel ve Şevket Aziz Kansu gibi isimlerdir.
1923-1938 yılları arasında (Atatürk Dönemi) Türkiye topraklarında Türk bilim insanları tarafından başlatılan bu kazıların bütçeleri Türk Tarih Kurumu tarafından karşılanmıştır. Ancak Ahlatlıbel ve Alacahöyük kazılarının masraflarını Mustafa Kemal Atatürk kendi şahsi parasından karşılamıştır.
Atatürk Dönemi'nin ardından araştırmalar mevcut alanlarla sınırlı kalmış, 1950'li yıllardan sonra çok az yeni bilginin üretildiği durağan bir döneme girilmiştir.
Osmanlı'nın don dönemde yaşadığı tarihi eser yağması Cumhuriyet Dönemi'nde büyük ölçüde engellenmiş ancak ülkedeki arkeolojik gelişmeler 1950 sonrası durma noktasına gelmiştir. Bu süreçte Anadolu'nun tarihöncesi ve öntarih çağları, Balkan, Ege ve Yakındoğu uygarlıklarının arkasında kalarak önemsizleşmiştir.
Durağan dönem, 1968'de Keban Barajı kurtarma kazıları nedeniyle aşılmıştır. Kısa zamanda epey yol alınmasın karşın Türkiye halen, arkeolojik bakımdan bölgenin en az araştırılmış ülkesi konumundadır.
Son dönem kazılarında ortaya çıkan buluntular, tüm dünyanın ilgisini ülkemize çekmektedir. Son kazılarla birlikte ülkemiz topraklarında gelişen birçok yeni ve özgün kültürü yeni yeni tanımaya başlıyoruz. Sınırlı imkanlara karşın son otuz yıl içinde ortaya çıkan sonuçlar, dünya uygarlığının gelişim sürecini derinden etkileye devam etmektedir. öyle ki bu gelişmeler, dünya uygarlığının gelişim sürecine bakışımızı tümüyle değiştirecek kadar önemli ve çarpıcıdır.
Şanlıurfa yakınlarındaki Göbekli Tepe kazıları gibi, düşünce sistemimizi zorlamaya başlayan buluntular ortaya çıkmıştır.

****
Şayet Cumhuriyet'in ilk dönemindeki araştırmalar kesintiye uğramamış olsaydı, bu aşamaya çok daha önceki yıllarda ulaşmış olacaktık.  İ. Kılıç Kökten'le birlikte başlayan Antalya Karain Mağarası kazıları, Anadolu'da bulunan ve alet kullanan "ilk insan" konusunda önemli bir kaynaktır. Çok fazla tahrip görmesine karşın, İstanbul Küçük Çekmece Gölü yakınında Yarımburgaz Mağaraları da dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri (barınak) kabul edilmektedir.
Anadolu'da Doğu'dan Batı'ya yayılım gösteren eski yerleşimler, Mezopotamya'nın Bereketli Hilal'inden daha derin izler barındırmaktadır. Ne yazık ki bunların bir kısmı yeterince araştırılamadan (ortaya çıkarılmalarına fırsak kalmaksızın) sular altında kalmıştır. Örneğin baraj gölü suları altında kalan Nevali Çori, Göbekli Tepe'den önce bulunan "T" şekilli taş yapıların ve erken Neolitik Dönem'in ilk ip uçlarıdır.
Sular altında kalan Zeugma ve Allianoi antik kentleri, Rumkale, Hasankeyf, Lidar höyük, Samsat, Tille, Horum (Urima), Botan Vadisi-Başur Höyük ve daha nicelerini saymak mümkündür.
Hemşehrimiz Kılıç Kökten'in 70 yıl önce el attığı arkeolojik araştırma alanlarından biri de Ünye'deki Cevizdere sekileridir.... Sel suları, arıtma tesisleri  ve çöp ayrıştırma üniteleri ile boğuşan tarihi bölgemiz, 70 Yıldan bu yana araştırılmayı beklemektedir.

(Devam Edecek.)
      
Fotoğraflar:
Prof. Dr. Kılıç Kökten Antalya Karain Mağarası Gezisi-1966
Nevali Çori, Şanlıurfa-Hilvan Atatürk Barajı
Türkiye'nin Tarihöncesi Yerleşimleri
Zeugma Antik Kenti Kurtarma Kazıları


Ünyekent, 26.12.2018





19 Aralık 2018 Çarşamba

Ülkemizin Tarihi Zenginliği - 1


Ülkemizin Tarihi Zenginliği - 1


Kuzenim haber verdi...
Mısır kraliyet rahibinin 4.400 yıllık mezarı bulunmuş.
Her yeni buluntu, insanlık için atılmış yeni bir adım gibi...
Tıpkı Ay'da ilk adımı atan Neil Armstrong'un "Benim için küçük, insanlık için dev bir adım!" dediği türden.

****
The New York Times’in haberine göre, Mısır’da başkent Kahire’nin güneyindeki antik bir kent olan Saqqara’da Mısır kraliyet rahibinin iyi korunmuş mezarı bulundu.
Mısır'da beşinci hanedanlık döneminden kalma mezar, Milattan Önce 2.500 ila 2.350 yılları arasını kapsıyor. Aynı mekanda 45 adet heykel de bulunmuş.
Dikkatimi çeken ayrıntı; mezarın "iyi korunmuş" olduğudur.
İyi korunmuş olması ne anlama geliyor?
Şimdiye kadar ehil olmayan ellerden gizlenebilmiş...
Açığa çıkarılamadığı için tahrip görmemiş, talan ve yağmaya uğramamış!
Arkeologlar tarafından tespit edilerek, usulüne uygun bir biçimde açığa çıkarılmıştır.
Şüphesiz, uygun bir biçimde tasnifi ve teşhiri sağlanacaktır...
Önce bilim dünyasına, sonra da ziyaretçilere sunulacaktır.



****
Bu tür haberlerle karşılaşınca, ister istemez aklımıza ülkemizdeki arkaik mekanlar ve tarihi eserler geliyor.
Yıllar önce yeğenlerimden biri gezmek için Almanya'ya gidiyor....
Berlin'deki Bergama Müzesini ziyaret ettiğinde ülkemizden götürülen tonlarca tarihi eseri görüp şaşırıyor.
"Orada oturup az daha ağlayacaktım" diyor.

****
Bergama Müzesi (Pergamonmuseum), Berlin'deki Müzeler Adası'nda bulunan beş müzeden biri...
Müzenin ene önemli eseri Bergama Zeus Sunağı...
Bergama Zeus Sunağı ya da Zeus Altar'ı MÖ 2. yüzyılda, İzmir'in kuzeyinde bulunan antik Pergamon şehrinde Pergamon Krallığı'nı yöneten Attalos hanedanı tarafından yaptırılmış mermerden anıtsal dinsel yapıdır.
At nalı biçimdeki bu yapı Bergama Akropolü üzerinde bulunur.
35,64 m genişliğinde 33,4 m derinliğindedir.
Yapının ön tarafında bulunan merdivenler 20 metre genişliğindedir.
Dışında ve iç mekanlarında bulunan mermer kaplama üzerindeki freskler sanat tarihinin en önemli yapıtları arasında sayılır. Dış cephe freskleri antik Helen dünyasının Olympos tanrıları ile devler -Gigantlar- arasındaki savaşı, iç alandaki freskler Pergamon'un kuruluş söylencesi olan Telefos söylencesini anlatır.
Bu görkemli yapının kalıntıları 1870'li yıllarda Alman mühendisi Carl Humann tarafından, o zamanın Prusya'sına götürülmüştür.
(Özellikle Bergama ve Milet'ten alınan eserlerle oluşturulan koleksiyonun Almanya'ya yasal olarak getirilip getirilmediği konusu halen tartışılmaktadır.)



Türkiye'den götürülen eserler arsında; Bergama Zeus Sunağı, Milet'in Market Kapısı, İştar Kapısı ve Mshatta Alınlığı gibi yapılar ve bu yapılara ait eserler, gerçek yerlerinden ayrıntılı bir şekilde toplanarak bu müzede yeniden birleştirilmiş, Bergama Müzesi'nin adını dünya genelinde meşhur etmiştir. Sergilenen diğer eserlerin başlıcaları; Bergama Athena Tapınağının Girişi, Bergama'dan Athena Heykeli, Halep Odası'dır. Bunun yanı sıra, Türk Çinisi ve halılarından da örnekler mevcuttur.
Bergama Müzesi, Alfred Messel tarafından tasarlanmış ve Ludwig Hoffmann denetimindeki inşaatı 1910'da başlamıştır...
20 yıl sonra da, 1930'da tamamlanmıştır.
Müze yılda yaklaşık 850,000 insan tarafından ziyaret edilmektedir. 2007 yılında 1.135.000 kişi tarafından ziyaret edilmiş ve Almanya'nın en çok ziyaret edilen sanat müzesi olmuştur.

****
Değerli yeğenimin Berlin Müzesindeki duyarlığı boşuna değil.
O eserler Almanya'ya taşınmamış olsaydı, ne olurdu?
Aynı konu "Klasik Arkeolojiye Giriş" dersinde de karşımıza çıktı.
Hocamız, Zeus Sunağını kastederek "Bu eserler tümüyle yok olabilirlerdi!" diyor...
"Mermeri kireç taşına dönüştürmeyi sevdiğimizi" söylüyor ki, inanması zor...
Eserin "iyi korunmuş olması" bir anlamda daha iyi anlaşılıyor... 
Peki elimizde mevcut değerler hangi konumda?

Haftaya devam etmek umuduyla...

(Berlin'deki Bergama Müzesi'ne ait kaynak bilgi; söz konusu dersten ve Wikipedia'dandır.)


19.12.2018, Ünyekent

12 Aralık 2018 Çarşamba

Yerel Seçimlere Giderken


Yerel Seçimlere Giderken


Üç ay sonra 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri'nin üzerinden beş yıl geçmiş olacak ve 31 Mart 2019'da sandık başına gideceğiz.
Yeniden yerel yöneticilerimizi seçeceğiz.
Beş yıl süresince ilimizde ve Ünye'de neler oldu, neler yaşandı...
Beş yıl önce seçtiğimiz yerel yöneticiler neler vaat etmişti...
Bugüne kadar ne yaptılar?

Sorgulanması gerekenler budur!
Ama biz bugün neleri konuşuyoruz?

****
Beş yıl önce Ordu "Büyükşehir" olarak yerel seçimlere her zamankinden farklı bir formatta girdi...
Bu yeni "hizmet" biçimi, "Büyükşehir Belediye Başkanlığı" adında yeni bir makam getirdi.
Hepimizin bildiği gibi, Ordu'ya ve bize pek hayırlı gelmedi.
Seçtiğimiz BŞB Başkanı istifa etti yahut ettirildi.
İşin o kısmına girmeyip, Ünye'ye "Büyükşehir" farklılaşmasının getirdiği bir "artı" var mıydı...
Yoksa bizden bir şeyler mi eksiltti? 
Öncelikle bu konuyu konuşmalıyız.
Sonra da Ünye'ye seçtiğimiz Başkan Çamyar'ın neler vaat ettiğini ve beş yıl tamamlanmadan akıbetini ve tabi neler yaptığına bakmak gerekiyor...
Bakmak gerekiyor ama bakamıyoruz.
Çünkü Çamyar da görevinden el çektirildi.
Seçimlere bir kaç ay kala biz bugün neyi konuşuyoruz?

****
Dört yıl önce, 2015'te Ünye Belediyesi'nin bir yıllık icraatını değerlendirirken şöyle demişiz:

"Hatırlatalım isterseniz, beş yıl önceki seçimlerde ana başlık şuydu:
Büyükşehir, Büyük İlçe, Hedef 2023 Vizyonu...
Beş yıl içerisinde "Büyükşehir"le birlikte Ünye neler kazandı, ne hale geldi, görüyoruz...
Ünye'yi Türkiye'nin "vizyon şehri" yapacaklarını söylemişlerdi.
Acaba öyle mi oldu?
Vizyon şehri ne demek?
Uyguladığı kent modeliyle örnek olan kent demek.
Bakıyoruz Ünye'de beş yıllık uygulama sonrası öyle bir durum yok.
Yok diyoruz, çünkü şimdiye kadar gerçekleşmiş bir "öncü" faaliyetimiz olmadı.
Hatta emsallere göre hayli geride sayılırız.
Örneğin...
Hala kültür sarayımız yok!"

(Bkz. "Vizyon Şehri Ünye" 28 Nisan 2015 tarihli Ünyekent)

O zamandan bu yana hiç bir şey değişmemiş.
Akabinde şöyle devam etmişiz:
"Kültür Sarayı Projesini, nasıl olacağı bilinmeyen bir kentsel dönüşüme havale etmiş durumdayız. Her dönem daha ileri bir tarihe endekslenen doğal gaz bağlantısı, inşaatı bittiği halde açılışı yapılamayan Ünye Devlet Hastanesi, adından söz edip de başlanamayan Ünye - Tokat duble yolu, yılan hikayesine dönen Organize Sanayi Bölgesi ve bir türlü genişletilemeyen Ünye Limanı gibi faaliyetler bunlardan bir kaçı. Ünye bu alanda iş yapmaktan çok işin edebiyatını yapmakla meşgul..."  

"Ünye Hastanesi" dışında hemen hepsi olduğu gibi kalmış. Yerel seçimlere bir kaç ay kala biz bugün bunları bile konuşamıyoruz.

****
Konuştuklarımız daha çok şunlar...
İktidar Partisi'nden kim aday olacak?
İhtimal odur ki, yukarıdan kimi "tayin" edeceklerse, gelecekteki Başkanımız o kişidir!
Muhalefet adaylarına pek şans tanınmıyor.
Beş yıl önceki seçimlere bakarak, önümüzdeki seçim sonuçlarını tespit ediyoruz.
Büyükşehir'inki tamam, Eski Enerji Bakanı Hilmi Güler...
Ünye'ye kimi "Başkan" tayin edecekler?
Ya daha önce seçilenlerin icraatı ve akıbeti...
Hiç önemli değil!


Not: Yazı İşleri Müdiremiz Sn. Hacer Öztürk'e karşı Ünye Devlet Hastanesi Başhekimi'nin tavrını üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum... Bırakınız bir gazeteci ve hanım olmasını, herhangi bir vatandaşımız dahi olsa öyle bir hakareti uygun görmüyor, kınıyorum.


12.12.2018, Ünyekent


5 Aralık 2018 Çarşamba

Hukuk Devleti

Hukuk Devleti


Kasım'ın son haftasında kızımın yemin töreni için Antalya'daydık.
Kızım avukatlık stajını tamamlamış, sertifikasını alarak artık mesleğine başlayacaktı...
Antalya Barosu'nda yemin töreni için yerimizi aldık...
Baro Başkanı etkili bir açılış konuşması yaptı. Zaten başka konuşma olmadı. 16 avukat adayı yeminlerini ettiler ve her birine sertifikaları verildi.

****
Elbet heyecanlıydık, gurur duyduk. Eşimin törende hissettirmeden gözyaşı dökeceğini düşünmüştüm, yanılmamışım... Benimse aklımdan geçenler buraya sığmayacak kadar yoğun...
Öncelikle kızımın mesleği öğrenmesinde emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Avukatlık mesleği yahut "hukuk insanı" olmakla ilgili ritüellere gelince...
Mesleğe ilk adımı atan 16 insan o anda ne düşünür, bilemiyorum...
"Hukuk" söz konusu olunca, benim gözümün önünden bir film şeridi gibi şunlar geçti: Üniversite yıllarında ilk gözaltına alınışım, tutuklanmam... Ardından gelen 12 Eylül yargılamaları, askeri mahkemeler ve uzun süren tutsaklık yılları.
Bunlar gelip geçti gözümün önünden; kaderin cilvesi işte... Yıllar sonra buradayım. Hayatımın bu en önemli durağında, kızım ve ben.
Bir hukuk insanı olarak kızım...
Ona refakat ederken ben!
Ve ardından gelen düşünceler...

****
Tek soruya takılıp kalıyor düşüncelerim; acaba bir hukuk devletinde mi yaşıyoruz?
"Hukuk kurallarına önce kendisi uyan, keyfi yetki kullanımına izin vermeyen, işlem ve eylemlerini hukukilik denetimine tabi tutan" bir devlete sahip miyiz?

Yemin töreninden bir sonraki gün, Ergenekon Savcısı, 235 sanıklı Ergenekon Davası'nda mütalaasını açıkladı: "Örgütün varlığı ispat edilemedi" dedi ve tüm sanıklar için terörden ceza verilmemesini istedi. Yani FETÖ'cülerin kumpasıyla başlayan Ergenekon Davası, 11 yıl sonra çöktü! Bu zaman zarfında 2 bin kişi hakkında takip yapıldı, 588 kişi tutuklandı, 60 bin telefon dinlendi, 1360 kişinin ifadesi alındı. Bunlardan 7'si ifade veremeden öldü, 7'si de kanser oldu... TC'nin 26. Genelkurmay Başkanı "terörist" sıfatıyla tutukladı. vs. vs. Ergenekon Davası'nın mimarı üç savcı Zekeriya Öz, Cihan Kansız ve Fikret Seçen, şu an FETÖ'cülükten firardalar...

****
Yıllar sonra bu duruma bakıp, "adalet yerini buldu" diye sevinecek miyiz?
Evet ne oldu, nasıl oldu da adalet "tecelli" etti...
Davanın açıldığı dönemde belliydi, "bu iş bir yere varmaz!" demiştik. Yazdığımız bir çok makalede Ergenekon sürecinden söz etmiş, iddianamesini 12 Eylül'ün yargı mantığına benzetmiştik. Ünyekent'te 18 Nisan 2012 tarihinde yazdığımız  "'Ben Demiştim!' Demeden" başlıklı yazıda, bazı hezeyanlara ve intikam duygularına değinmiştik. (O hezeyanların sahibi M. Türköne gibiler ve Ergenekon'a alkış tutan sözde solcu bazı kalemler şimdi mahpusta!)
Ergenekon'un da çok sayıda mağduru oldu; Yarbay Ali Tatar ve Kerim Kırca gibi intihar edenler... Türkan Saylan ve Kuddusi Okkır gibi kanserden ölenler ve sahte delillerle yıllarca mahpus yatanlar...
Bu yahut diğerleri, fark etmiyor... Her durumda yara alan haktır, adalettir, hukuktur... Dersimli Seyit Rıza'nın "Evladı Kerbelayız, ayıptır, cinayettir" çığlığı hala kulaklarımızdadır. Hukuk Devleti'nde bu tür mağduriyetlerin olmaması gerekir.

"Kuvvetler Ayrılığı" önüne engeller konulmuşsa...
"Yargı Birliği", "Yargı Bağımsızlığı" ve "Eşitlik" ilkesi zedelenmişse...
"Hakim Tarafsızlığı", "Tabi Mahkeme ve Hakim Güvencesi" yara almışsa...
"Hak Arama Hürriyeti" ve "Laiklik" ilkesi zaafa uğramış ise...

Ülkede hukuksuzluk hüküm sürüyor demektir. Hukuksuz bir ülkede "hukukçu" olmak, nasıl bir durumdur?

****
Ama asla karamsar değiliz!

Antikçağ düşünürü Platon, günümüzden yaklaşık 2.400 yıl önce "sivil toplum"dan söz ederken aklın üstünlüğünü öngörmüştü.
Biz ise aklı üstün kılamadığımızdan olsa gerek, Teşkilatı Esasi'den bu yana "Hukuk Devleti olma" yolunda yeterli mesafe alamamışız.
Ama asla karamsar değiliz, adaletin tesisini yine hukuk yollarına başvurarak gerçekleştirmek üzere buradayız.  
Siyasi yandaşlık hukuku, iktidar baskısı, ideolojik taraflılık bugün evrensel hukukun üstünde görünse de...
Yılmamalıyız!
Gerekirse sil baştan, Teşkilatı Esasiye Kanunu'nu yeniden tesis edebiliriz...
97 yıl önce köhnemiş bir imparatorluğun yıkıntılarından atalarımız bir hukuk devletine yol açabilmişse, biz de aynı yoldan ilerleyebiliriz.


05 Aralık 2018, Ünyekent

27 Kasım 2018 Salı


Eski İskele


Birkaç hafta önce Ünye körfezindeki çekilme nedeniyle Eski Ünye İskelesi'nin "kurtarılması" gündeme geldi.
Kent Konseyi'nin  önerisine Ünye Kaymakamının duyarlı yaklaşımını okuduk yerel basınımızdan...
Kıyılarımızı koruma açısından olumlu bulduğumuz bu yaklaşımlara en son, hemşehrimiz Türkiye Teknikerler Birliği Ordu İl Başkanı Musa Kıranlı da katıldı.
Olayın "meteorolojik" yönüne değinen Sn. Kıranlı, bir yönüyle denizin çekilmesinin "doğal atmosferik" olay olduğunu, bunun dışında çekilme nedenlerinin "bilimsel yöntemlerle araştırılmasını" ve "açıklama yapılmasını" öneriyor.
Aklın yolu birdir.
Dolunay ve lodos gibi atmosferik olaylara "müdahale" imkanımız yok.
Kaldı ki, Hollanda gibi ülkeler, doğal tehditlere rağmen ayakta kalabiliyor.
Biz de ise kıyılarımıza olumsuz bir müdahale, doğrudan bir "kıyım" söz konusu...
Asıl engellenmesi gereken budur.

****
Diğer yandan...
Ünye Eski İskelesi'ni "kurtarma" önerisi var ki, bu nasıl olacak?
Körfeze yapılan dolgular mı kaldırılacak...
Körfez, iş makineleriyle İstanbul'daki Haliç gibi bir işleme mi tabi tutulacak?
Tam anlayamadık!

Bir de, iskeleden geriye az bir kısım kaldı...
Son kalıntının da tümüyle yok olmasının önüne nasıl geçeceğiz?
(Bir dönem dört tarafına renkli ışıklar falan konulmuştu, en "esaslı" müdahale buydu... Diğer öneriler Allah'tan uygulama imkanı bulamadı. Örneğin iskele üzerine "kafe" benzeri bir şey kondurularak, iskelenin "yaşatılması"... Sağına soluna ilaveler yaparak, sahilde gelin-damat hatıra fotoğrafı stüdyosu...  Üzerinde çiçekli, zafer takı bulunan park uzantısı gibi öneriler... Denizin içindeki bu kalıntıyı "çirkin" bulanlar ve temizlenmesi gerektiğini düşünenler de vardı. Ünye bağlantılı yönetmenimiz Mustafa Altıoklar ise, Çakırtepe'den bakarak, terkedilmiş bu iskele üzerine "bir sinema filmi" yapılabilir demişti.)  

****
Belediye Başkan Adayları

Artık son durağa gelindi. Ordu Büyükşehir Belediyesi Başkanlığında belirlenen ilk isim Eski Enerji Bakanı Hilmi Güler... Diğer adaylar da bu hafta belirlenmiş olacak.
Ünye'de iktidar partisinin belediye başkanı adayı henüz belirlenmedi.
Onca isim arasından kimin çıkacağına nasıl karar verilecek?
Sn. Güler gibi, "yukarıdan" bir belirleme mi olacak...
Delegeler aracılığıyla "temayül" yoklaması mı yapılacak...
Yoksa anketlere bakılarak kamuoyunda adı en çok geçen mi aday olacak?
Muhtemelen bu hafta belirlenecek.
(Tuhaftır, Ünye'de iki dönemdir rekabet Belediye Başkan adayları arasında değil de, iktidarın aday adayları arasında cereyan ediyor!)

****
Eski Enerji Bakanı Hilmi Güler'in böyle bir göreve getirilmesi "3 Dönem" kuralı gereği "eski" unsurlara mı dönülüyor, sorusunu akla getiriyor.
Yeni ve istekli olanlarla, eski ve sadakatli olanlar arasındaki rekabet.
Uzun dönemli iktidarlarda "sil baştan" uygulaması kaçınılmazlığı...
Ve Ünye'de iktidarın aday adayları çokluğuna bakarak, siyasetin de ekonomi kadar enflasyonize olduğu sonucuna varıyorsunuz.
(Eski Başkan Çamyar'dan boşalan yere vekaleten gelen M. Yaşar Sezgül'e yeni görevinde başarılar diliyoruz. Bir dönem öncesini hatırlatan düzenlemeleri ilgiyle izliyoruz. Dört aylık süre, kısa ama etkili bir dönem olacağa benziyor.)

****
Dr. Ali Coşkun'un Karikatür Kitabı

Ünye Devlet Hastanesi Klinik Biyokimya Uzmanı Dr. Ali Coşkun, ikinci karikatür albümü "Kızıl Elma" okuyucularıyla buluştu. Türk Tarihi'nin önemli olaylarını karikatürle vermeye çalışan Sn. Coşkun'u kutluyor, çalışmalarında başarılar diliyorum. Tanıdığımız isimlerden Prof. Dr. Sait Kapıcıoğlu'ndan sonra aynı camiada bir başka isme rastlamak kıvanç verici...

****
Kadına Şiddete "Ha-yır!" 

Ünye'de "Kadına Şiddet" konusu çeşitli kuruluşların değişik etkinlikleriyle ele alındı. Sosyal Hizmet Müdürlüğü'nden, Ünye Kent Konseyi kadınlar Kolu'na kadar bir çok kuruluşun bu konudaki duyarlı davranışı, umarız toplumuzda beklenen etkiyi yaratır.

***
Saadet'te Özgür Şahin'in 3. Dönemi

 Saadet Partisi Ünye İlçe Teşkilatı 6. Olağan Genel Kurul Toplantısı’nda mevcut başkan Özgür Şahin, 3. defa ilçe başkanı seçildi. Toplantıya davetlerinden dolayı .teşekkür ediyor, Sn. Şahin'e yeni çalışma döneminde başarılar diliyoruz. .


28.11.2018, Ünyekent

20 Kasım 2018 Salı

Kirli Süreç


Kirli Süreç


Yerel seçime az bir zaman kala Ünye Belediye Başkanı'nı görevinden aldılar.
İçişleri Bakanlığı talimatıyla görevinden (makamdan) uzaklaştırıldı.
Oysa ortada hukuki bir "soruşturma" falan yok...
Öyle olsaydı İçişleri yerine Adalet Bakanlığı'nın savcıları devrede olurdu...
Ki, doğrusu da budur.
"Soruşturmanın selameti açısından" makamdan el çektirirlerdi...
Ama öyle olmadı...
Bir süre önce müfettişler geldiğini duymuştuk.
Normal bir durum.
Ünye Belediyesi'ni incelemeye aldılar.
(Özellikle muhalif belediyelerin başına gelen bir uygulama!)
Ünye'dekinin normal olmayan yanı şu:
Seçimlere az bir zaman kala, teftiş sürerken Başkan görevden alındı!
(Üstelik görevi başındaki başkan "hizmete devam etme" niyetiyle, önümüzdeki seçimlerde başkanlığa yeniden talipti, yani "aday adayı" idi.)
Adaylık başvuruların sonuçlanmasına günler kala...
"Hayır" arkadaş, denildi:
"Sen bu görevi bırakacaksın!"

****
Üzüldüm sadece...
Ünye bu muameleye layık değil.
Böyle olmamalıydı.
Daha önceki dönemde de Belediye'ye müfettişler gelmişti.
Teftişlerini yaptılar, raporlarını yazıp ilgili mercilere ilettiler...
Kimse görevden alınmadı.
Adli yahut idari bir işlem de yaşanmadı.
Şimdi neden böyle oldu...
Henüz teftiş sona ermeden Başkan niye görevinden alındı?
Kim bilir...
Belki Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı gibi istifası istendi de...
İstifa etmedi mi?

****
Bir ay önce, "Başkan İstifa Etmeli mi?" diye yazmıştık...
Hatırlarsınız...
O yazıda "Başkan'ın görevden azledildiği söyleniyor!"demiştik.

Keşke doğru çıkmasaydı.
"Söylenti" olarak kalsaydı.
"Çirkin bir dedikodu" deyip geçseydik.
Şimdi çok daha çirkin bir durumla karşı karşıyayız.

****
Görevden uzaklaştırılan Başkan, "kirli bir süreç" dediği bu durumu şöyle açıklıyor:
"Parti içerisindeki bazı kesimlerin bizimle alakalı yürüttükleri işlem ve eylemlerin sonucudur."
Evet, gerçekten de "kirli" bir süreç bu...
Merak ediyoruz, kim bu kirli sürecin mimarları?
Kendisi gibi iktidar partisinden biri yahut birileri mi...
Belediye başkan adayı olmasını istemeyenler mi?
Zira bu kirli süreci kurgulayanlar...
Başkan'a göre kendisinin adaylığı konusunda çaresiz kalanlar!
Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda kişiler.

Anlaşılan kimsenin "Parti" ile sorunu yok...
Sorun, Ünye'deki aday adaylarıyla ilgili...
Bakanlık kararıyla görevden uzaklaştırılmış olunsa da...
Henüz  zirve'nin bundan haberi yok.

Kirlenen  sadece yaşanan süreç değil.
Yaşanacak olanlar da nasibini alıyor vesselam!
Ünye'de siyaset hiç bu kadar ayağa düşmemişti. 


21.11.2018. Ünyekent

14 Kasım 2018 Çarşamba

Ünye Körfezi


Ünye Körfezi


Kasım ayının ikinci haftasında, nispeten yağışlı havaların ardından Ünye Körfezi'nde bir şey dikkatimi çekti. Her kış olduğu gibi, bu kışa girerken de denizde belirgin bir gerileme göze çarpıyordu. Her yıl ilk baharla birlikte deniz bir miktar kabarıyor ve körfez her zamanki halini alıyordu. Ama baktım bu defa biraz farklı...
Körfez iyice sığlaşmıştı.
Yalı sahiline çekilmiş sandallar körfezden çıkarken her zamanki rotalarını terk etmişlerdi. Kıyıya paralel iskeleye doğru gidiyor ve iskele yanından açığa yöneliyorlardı.
Dalgalar sığlaşan körfezin orta yerinde kırılmaya başladı. Çok yakında körfez iyice dolacak ve güzelim körfez bataklığa dönüşecekti.

****
Bu satırları dört yıl önce yazmıştım, 19 Kasım 2014'te...
Tabi başka yazdıklarım da var Ünye Körfezi üzerine.
İşte Ünyekent'te gözüme ilişen bazıları...

Ünye Körfezi Ölüyor mu? (19 Kasım 2014)
Yeniden Ünye Körfezi Üzerine (25 Kasım 2015)
Sahilime Dokunma (27 Nisan 2016)
Kıyı İhlalleri ve Turizm (13 Eylül 2017)
Ünye'ye Kıymayın Efendiler (22 Şubat 2017)
Ve daha onlarcası...
Az çok yerel basınımızı takip ederim, çevreye duyarlıdır ama ısrarla bu konuyu gündeme getirdiklerine pek tanık olmamıştım.
Yanılmışım.
Bu hafta başında şaşırtıcı bir haberle karşılaştım.

****
Haber şöyle...

"Ünye Kaymakamı Ümit Hüseyin Güney, Ünye’deki doğal liman görüntüsünün yok olmaya yüz tuttuğunun ifade edilmesinin çok ürkütücü bir durum olduğunu belirterek, şöyle konuştu:  “Ünye’de Atatürk Parkı’nın olduğu yerin doldurulması neticesinde sahilin dolmaya başladığı ve Ünye’nin doğal liman görüntüsün yok olmaya yüz tuttuğu dile getiriliyor. Bu çok ürkütücü bir durum. Atatürk Parkı’nın olduğu bölgedeki o dolgunun belki de kaldırılarak ya da önünü tıkayan kısmın açılarak buradaki sirkülâsyonun kum doluyorsa da boşalabileceği çökertme sisteminden kurtulması gerekiyor. Bu talebinizi gerekli yerlere ileteceğiz. Önemli olan sahili kurtarmak. Zaten sahili kurtardığımızda iskele de kurtulur. Bütün halk adına kent konseyi olarak siz sorunları bize dile getiriyorsunuz. Biz de ne yapılması gerekiyorsa o adımları atacağız.”
Ünye Kent Konseyi'nin talebi üzerine Kaymakam Güney tarafından böyle bir tespit yapılıyor ve "önlem" alınacağı ifade ediliyor.
Ne güzel...
Böyle bir "çevre duyarlığı" karşısında "Bunca zamandır boşuna yazmamışız!" diye düşünmem gerekirdi.
Lakin, "Neden şimdi?"  diye de soruyorum.

****
Madem konu gündeme geldi...
Yıllar önce körfezin ölmesine neden olan amilleri şöyle sıralamışız:
"Öncelikle denize yapılan dolgular, sonra dere baksları, kanalizasyonlar ve nihayet akarsuların erozyonla taşıdığı maddeler..."
Şu şekilde de sonlandırmışız:
"Ünye’nin en karakteristik özelliği, bir sahil kenti olması ve bir “körfez”e sahip bulunmasıdır. Ünye’nin zamana yenik düşen tarafı, Ünye körfezidir. Önlem alınmazsa, bataklığa dönüşecektir... Ne yazık ki en karakteristik özelliği olan sahilini Ünye hoyratça kullanmaktadır. Başta belirttiğimiz gibi şayet önlem alınmazsa Ünye körfezi kentsel dönüşümü göremeden bataklığa dönüşecektir."
("Ünye Körfezi Ölüyor mu?" Ünyekent, 19 Kasım 2014)

Görüldüğü gibi, meseleyi "Atatürk Parkı dolgusu" ile sınırlı tutamayız.
Önceki yazılarımızda değindiğimiz gibi...
Kıyı Kenar Çizgisi İhlallerini...
Sahil yağmasını...
Beton dökülerek gasp edilen kumsallarımızı...
Halka ait kamu arazilerini...
Ve Belediye binalarının bugünkü durumunu da sorgulamak gerekir.

Meseleyi sadece "Atatürk Parkı dolgusu" ile sınırlandırmak, yerel seçimlere çeyrek kala başka hesaplara yelken açmak demektir.

14 Kasım 2018, Ünyekent

6 Kasım 2018 Salı

Göbekli Tepe


Göbekli Tepe


Kim derdi ki 2015 yılının Nisan'ında, Ünye'den bir grup arkadaşla kalkıp görmeye gittiğimiz Göbekli Tepe bir gün karşıma ders konusu olarak çıkacaktı...
(Cevap: Yıllar sonra yeniden üniversiteye başlarsan, başına her şey gelebilir!)

****
Göbekli Tepe'yi ziyaret ettiğimizde, Kazı Başkanı Prof. Dr. Klaus Schmidt erken denecek bir yaşta hayata veda etmişti. Ortaya çıkardığı eserleri devralan kişi yahut kuruluşlar bölgede apar topar düzenlemelere gitmiş, kazı alanını ziyaretçilere açmıştı. Dünyanın bu en eski tapınağını yakından görebilmemiz için tahta iskeleler kurulmuş, tapınağın üstü tümüyle örtülmüştü.
Tepe'de bulunan bir yatır nedeniyle "Göbekli Tepe" diye anılan bu plato hakkında son yıllarda onlarca makale yazıldı, her geçen gün yeni bir kitap yazılıyor...
Göbekli Tepe konusunda biz de boş durmadık, ziyaretimizden birkaç ay sonra Ünyekent'te Göbekli Tepe hakkında şunları yazdık:

**** 
"Yaklaşık 12.000 yıl önce, Fırat ve Dicle Nehirleri arasında kalan bölgede, insanlık tarihinin en önemli değişimlerden biri yaşanmaktaydı." diyor Alman arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt...   
Dünyanın ilk mabedi kabul edilen Urfa - Göbeklitepe'deki kazı çalışmalarına başkanlık yapan Schmidt ömrünün son yıllarını bu değişimi keşfetmeye adamıştı:
"İnsanoğlu avcı - toplayıcı bir yaşam tarzından, yerleşik hayata, çiftçi - üretici düzene geçmek üzereydi. Binlerce yıl öncesinin avcı toplayıcılarının bu geçiş döneminde, sandığımız gibi mütevazı ve basit bir yaşam tarzıyla yetinmemiş olduklarını, aksine görkemli bir evre yaşadıklarını, Göbeklitepe'de bize bıraktıkları izlerde görebiliyoruz."[ Klaus Schmidt, Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı GÖBEKLİ TEPE / En Eski Tapınağı Yapanlar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, s. 11, İstanbul 2014] 
1995'te başlayan Göbeklitepe kazıları, 2007 yılında Schmidt sayesinde tüm dünyanın dikkatini bu bölgeye çekti...
Klaus Schmidt, geçirdiği kalp krizi nedeniyle 20 Temmuz 2014’te (60 yaşında) hayata gözlerini yumarken insanlık tarihi yeniden ele alınıyordu.
Aslında Göbekli Tepe'deki buluntular, bölgedeki kazıların başladığı yıldan çok daha önce bulunmuş ve Urfa Müzesi'ne konulmuştu. Ancak Göbeklitepe'nin etkileyici anıtsal buluntularının dünyanın bilinen en eski tapınağına ait olduğu Schmidt tarafından keşfedildi.
2010 Yılına gelindiğinde, bilinen tarih öncesi dönemde önemli değişiklikler yaşandı. Anadolu'nun Taş Devri insanının avcı -toplayıcı yaşam tarzı yeniden ele alındı ve Üst Paleolitik kültürel buluntular yeniden değerlendirilmeye başlandı.
[29.12.2015, Ünyekent; Karadeniz Arkeolojisi ve Ünye Kalesi]   

****
Söz konusu yazıyı "Neden Ünye Kalesi?" sorusuna bağlayarak, Tıpkı Urfa Göbeklitepe gibi, Ünye Kalesi de kendini keşfedecek bir Klaus Schmidt beklemektedir." diyerek sonlandırmışız.
Anadolu Arkeolojisinin duayen isimlerinden Herald Hauptmann ile birlikte uzun yıllar başta Lidar Höyük ve Nevalı Çöri olmak üzere çeşitli prehistorik merkezlerde çalışan Klaus Schmidt, 1995 yılından itibaren Göbekli Tepe kazı ve araştırma projesinin alan yöneticiliğini sürdürmüş, Prof. Hauptmann'ın emekli olmasından sonra  Göbekli Tepe'nin kazı başkanlığını üstlenmiştir.
Klaus Schmidt Göbekli Tepe'yi sadece bilim dünyasında değil, kamuoyunda da tanınmasını sağlamıştır.  UNESCO tarafından 2011'de Dünya Mirası Geçici Listesine alınan Göbekli Tepe, 2018'de kalıcı listeye girmiştir.
"T" şeklinde antropomorfik anıtsal dikili taşın ilk örneğini, günümüzde baraj suları altında kalan Nevalı Çori'de gören Schmidt, 1994'te Göbekli Tepe'ye yaptığı ilk ziyaretinde yüzeyde görülebilen benzer eserlerin bir köy mezarlığına değil, Neolitik dönem "T" biçimli dikilitaşlarının üst kısımları olduğunu anlamış ve bölgede günümüze kadar devam eden araştırma projesinin ve kazıların başlamasını sağlanmıştır.
Klaus Schmidt Neolitik Devrim'in arifesinde avcı-toplayıcı topluluklarının sanıldığı kadar basit standartlarda yaşamadığını, bir kült merkezi olarak Göbekli Tepe'nin anıtsal boyutlarda mimari yapıya sahip olduğunu, büyük taş yontular, sembolik motifler ve stilize edilmiş canlandırmalarla en azından bu bölgedeki toplulukların oldukça gelişkin ve çok yönlü bir sosyal yapının temsilcileri olduğunu ortaya koymuştur.
Mısır Piramitleri ve İngiltere'deki Stonehenge'den  yaklaşık 7 bin 500 yıl daha eski olan Göbekli Tepe'de birbirine benzeyen 20 adet tapınak olduğu tespit edilmiş olup, şimdiye kadar altı tanesi kazılabilmiştir.
Son günlerde sadece "ders konusu" olarak değil, yeni mekan düzenlemesiyle de Göbekli Tepe yeniden gündemde...
Üstelik bu defa ziyaretçi akınlarını kucaklayabilecek düzeyde bir yapılaşmaya gidildiği anlaşılıyor.
Anlayacağınız, gidip görülesi yerler arasında!
Aynı duyarlığı "arkeolojik kazı" konusunda görmek temennisiyle...     

07 Kasım 2018, Ünyekent



31 Ekim 2018 Çarşamba

Yakarsa Dünyayı Garipler Yakar


Yakarsa Dünyayı Garipler Yakar


"Müslüm" filmiyle yeniden gündeme gelen, belki de ülke gündeminden hiç düşmeyen bir fenomenin yaşam öyküsü bu... Gösterime girmeden, çoktan belleklerde yerini aldı, filmi görmek için hazırız.

****
Aslında "arabesk" tarzı yapımları hiç sevmedim. Belki sanat olup olmadıklarının tartışıldığı entelektüel ortamın etkisi... Belki de dinlediğim müzik tarzıyla örtüşmediğinden. Bir dönem Ahmet Kaya ve Fatih Kısaparmak şarkılarına bile uzak durdum, "özgün müzik" dense de arabesk duruyor diye. Sezen'in kimi parçalarına da öyle...
Yıllarca TRT'de çalınması "yasak" edilmiş olsa da, en çok dinlediğimiz müzik türüydü arabesk... Evde, sokakta, işe giderken, iş yerinde, eve dönerken en çok işittiğimiz sesti.
Şimdi istisnasız her yerde.

****
Şayet sinemada izleme fırsatı bulursam, baştan sona arabesk müziğe bulanmış bu yapımı sonuna kadar izleyebilir miyim, bilemiyorum...
Batı sinemalarında, Hollywood yapımlarında başarılı örneklerini izlediğimiz biyografik filmler oldu; Oliver Stone'un The Doors'u (Jim Morison'u anlatır), Clint Eastwood'un Bird'ü (Charly Parker'i anlatır), Oliver Dahan'ın La Vie En Rose'u (Edith Piaf), Taylor Hackford'un Ray'i (Ray Charles) ilk aklıma gelenler.
Listeyi uzatmak mümkün.
Her biri izlenme rekoruna ulaşmış bu biyografilerde özgün bir yan bulunmaktadır.
Müslüm Gürses'in hayatını anlatan Müslüm'e gelirsek...
Daha çok sanatçının çocukluk ve gençlik yıllarına odaklanmış...
Şarkılar sanatçının kendi sesinden değil de, onu oynayanların sesinden verilmiş.
Yani Müslim Gürses şarkıları, onu oynayan Şahin Kendirci ve Timuçin Esen tarafından yorumlamış.
Bazı popüler parçaları ise bu yapımda yer almamış.
Bu haliyle film, sanatçının klasik hayran kitlesini fazla memnun etmeyeceğe benzer.
Eleştirmenler filmi olumlu yaklaşıyor, oyunculukları başarı buluyorlar.
Filmin iki yönetmeninden biri olan Can Ulkay'ı, Ayla ve Sarıkamış'ın Çocukları adlı filmlerden tanıyoruz.
Sarıkamış'ın Çocukları, 29 Ekim akşamı TV'de gösterildi. Yer yer amatör kaçsa da, duygusal tonu ağır basan bir filmdi.
Ayla, nispeten daha profesyonel bir yapımdı.
Son filmi Müslüm'e gelince, ben yapımın film boyutundan çok başka bir boyutuyla ilgiliyim.

****
"Müslüm" filmiyle yeniden gündeme gelen, belki de ülke gündeminden hiç düşmeyen bir fenomenin yaşam öyküsü bu, diyerek başlamıştık söze...
Asıl merak etiğim, Müslim Gürses'in popüler olduğu dönemde edindiği "özgün" hayran kitlesi... (Büyük olasılıkla film bu sosyal olguyu ıskalıyor. Şayet yanılıyorsam, konuya yeniden döneceğim demektir.)
Her konserinde ortalığı kasıp kavran, olay çıkaran, kendini tıraş bıçağıyla doğrayan bir hayran kitlesinden söz ediyoruz...
Kendisi hayata veda etti (rahmet diliyoruz) ama ardında bıraktığı hayran kitlesi ayniyle duruyor.
Müslüm Baba'nın "Yakarsa dünyayı garipler yakar!" diye tarif ettiği o hayran kitlesi nasıl bir şeydir?

****
1850'nin Avrupa toplumu için bir düşünür şöyle diyor:
"Bugünkü kuşak, Musa'nın çöllere götürdüğü Yahudilere benziyor. Fethetmek zorunda olduğu sadece yeni bir dünya değildir, yeni bir dünya ile boy ölçüşebilecek olan insanlara yol açmak için kendini de feda etmesi gerekmektedir."
30 küsur yıl sonra 15 Aralık 1887'de bu düşünürün en yakın arkadaşı artık zamanın  geldiğini söylüyor:
"Eski devlet felsefesinin çöküşü öylesine bir hal alacak ki, düzinelerle taç kaldırımlarda yuvarlanacak!"
Müslüm'ün hayran kitlesi, bana bu düşünürlerin tahlillerini hatırlatıyor.
Yaşadığımız dünya, o tarihte anlatılanlardan çok farklı değil.
Bir de bu durumu, şu görkemli sarayları inşa edip içinde oturanlar görebilse.   

31Ekim 2018-10-31