31 Aralık 2020 Perşembe

Ünye Kalesi’nde Ne Yapılmalı?


Ünye Kalesi’nde Ne Yapılmalı?

 Geçen hafta “Ünye Kalesi'nin dehlizlerinde sikke, çömlek ve gülleler bulundu.” haberi üzerinden, kalede “Ne yapılmalı?” konusuna girmiştik.

Konu, aslında doğrudan taşınmaz kültür varlığının korunmasına ve sergilenmesine ilişkindir.

Bu konuda en yetkin kaynağımız, yıllar önce Ünye Müze Evi’ni oluştururken yardımlarını esirgemeyen değerli bilim insanı Ünyeli hemşehrimiz Prof. Dr. Zeynep Ahunbay’dır.

Müze yapmak üzere Ünye’de eski bir evin restorasyonuna giriştiğimizde, bize kendileri yol göstermişti.

Ünye Kalesi’nde yürütülen çalışmalar, bize yeniden hocamızı hatırlattı.

Değerli öğretim üyemiz Dr. Ayla Baş’ın Restorasyon ve Konservasyon Dersi için hazırladığımız “Ünye Kalesi ve Arkeolojik Alanların Korunması ve Sergilenmesi”, adlı çalışmamızda da, bu nedenle gündeme geldi.

Ve Ahunbay hocamızın “Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon” adlı eseri, söz konusu çalışmanın ana kaynağını oluşturdu.

Şimdi bu çalışmamızda yer alan ayrıntılara geçebiliriz.

 

 Giriş

 

Ünye Kalesi, Ünye-Niksar karayolu üzerinde, ilçe merkezine 6 km. mesafede yer alan, 1. dereceden sit alanı ve “Anıtsal Eser” olarak tescillenmiş taşınmaz kültür varlığıdır. Kale’nin kimler tarafından, hangi tarihte kurulduğu bilinmemekle birlikte, “Tahrir Defterleri”nden Osmanlı’nın son döneme kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır. Üzerindeki kalıntılardan ise tarihi geçmişini Hellenistik Dönem’e kadar götürebilmekteyiz.

“Kalenin ana girişinin sol tarafındaki kayalıkta Hellenistik bir kaya mezarı görülür. Mezar odası girişi bir mabet cephesi şeklinde yapılmış, üçgen alınlıklıdır, akroterlerde kanatlarını açmış üç kartal figürü vardır. Mezar odasına diyagonal bir merdivenle çıkıldığı kalan izlerden anlaşılmaktadır. Mezar odasının aşağısında kaya cephesinde değişik yüksekliklerde arcosoliumlar görülür.” [Prof. Dr. Mehmet Özsait -25. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 2. Cilt, Haziran 2007, Arkeolojik Verilerin Işığı Altında Ünye, s. 293-307]    

1990’lı yılların sonunda ve 2008 yılında yüzey temizliği yapılan kale kısmi onarım görmüştür. Antik Çağ’da iki anıtsal kapısı olduğu tespit edilen Kale’nin giriş bölümüne 70’li yıllarda yeni bir duvar ve bir giriş kapısı (propylon) inşa edilmiştir.

2008 yılında yüzey temizliğini yapan firma, Kale’nin sorumlusu bulunan belediyeye gezi parkuru ve bazı bölümlerin rekonstrüksiyonu gibi işlemlerin yer aldığı bir proje sundu. İlgili kurum, bu projeyi mali güçlükler nedeniyle kabul etmemiştir.

2020 yılı itibariyle Kale’de bugün su sarnıçları temizliği yapılmaktadır. 

 

 Arkeolojik Alanların Korunması Bağlamında Ünye Kalesi

 

Yukarıda mevcut durumunu özetlediğimiz Ünye Kalesi’nin öncelikle “Arkeolojik Alan” tespiti üzerinden korunması sağlanmalıdır. Her ne kadar ilgili kurumların (Anıtlar Bölge Kurulu ve Müze Müdürlüğü) izni ve görevlendirdikleri bir arkeolog olsa da, şimdiye değin yapılan çalışmalar muazzam bir tahribat içermekte ve bilimsel yöntemlerden oldukça uzak görünmektedir.

Şöyle ki, belediyenin uhdesinde olan arkeolojik alan, gerekli izinlerin alınması sonrası şirketlere ihale usulü verilmektedir. Zaten defineciler tarafından kaçak kazılarla talan edilen kale ve çevresi, “temizlik” adı altında bilinçsiz bir talana daha maruz kalmaktadır.

Akademik kurumlar tarafından yapılan arkeolojik kazılar bile, bilim çevrelerince “tahrip” olarak değerlendirilirken, rastgele şirketlerin sebep olduğu tahribat miktarını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Ünye Kalesi gibi Pontos Kaleleri söz konusu olduğunda, Amasyalı coğrafyacı Strabon’un sözünü ettiği Mithradates’in “Kayıp Hazineleri” akla gelmektedir. Definecilerin iştihasını kabartan bu düşünce, Ünye Kalesi’ndeki tahribatın başlıca nedenleri arasındadır.

[Konuya ilişkin bakınız: Strabon, Geographika, Antik Anadolu Coğrafyası, 1993, Arkeoloji ve Sanat Yay]

Ayrıca Plinius ve Appianos da Mithradates hazinelerinin Roma’ya gönderilen kısmına değinirler ki, bu asıl hazinenin küçük bir bölümüdür.

[Aktaran: Murat Arslan, Mithradates VI Eupator, Odin Yay. 2007]

Şimdi konuya uluslararası koruma çevrelerinin nasıl baktığını görelim.

Çağımızın koruma anlayışına göre tarihi eserler ve anıtlar insanların ortak mirasıdır ve insanlık tarihini belirler.

Çağdaş onarım kurallarının öncüsü kabul edilen İtalyan Camillo Boito (1836-1914), bu konuda ileri sürülen ve her biri ayrı bir bakış açısının ürünü olan anlayışı sentezleyerek, 1883’te günümüz koruma kavramının temellerini atmıştır. Boito’nun açıkladığı ilkelerin başında şu belirleme yer alır:

“Anıtlar tüm insanlığın tarihini belgelerler. Bu nedenle onlara saygılı davranılması gerekir. Yapılacak herhangi bir değişiklik yanıltıcı sonuç ve hükümlere yol açabilir.”

[Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon, Yem Yay, 5. Baskı, 2009]

1956 yılında UNESCO tarafından çıkarılan “Arkeolojik Kazılarda Uygulanacak Uluslararası İlkeler Tavsiye Kararı” ile kazıların bilimsel çerçevesi ve yayın gerekliliği kadar arkeolojik buluntuların, kalıntıların ve alanların korunmasına yönelik temel yaklaşımlar da tanımlamıştır.

[Zeynep Eres - Arkeolojik Kazı, Koruma, Sergileme ve Toplum İlişkisi Kırklareli’nde Tarihöncesi Arkeolojik Alanlar Üzerinden Bir Deneyim. Arkeoloji ve Sanat 144, 2013]

Bu bağlamda, Ünye Kalesi’nde henüz arkeolojik bir kazı kararı alınmamış bile olsa, yapılacak her türlü işlemin nasıl dikkatlice yürütülmesi gerektiği belirtilmiştir. UNESCO’nun kararlarında ayrıca arkeolojik kazıda gelecek kuşaklar için rezerv alanların bırakılması, açığa çıkan kalıntıların korunması sorumluluğu, hem kazı sırasında hem de sonrasında alanın nasıl korunacağının tanımlanması gereği vurgulanmış, toplumun bu konuda eğitilmesi ve böylece arkeolojik kalıntılara ve alanlara sahip çıkmasının önemi belirtilmiştir.

1964 tarihli Venedik Tüzüğü ise, koruma alanında uluslararası düzeyde ortak kabul gören temel ilkeleri oluşturmuş ve kazı ile ilgili esasları belirtmiştir. Arkeolojik kalıntıların sürekli korunmasının yanı sıra yıkıntı halindeki anıtın toplum tarafından anlaşılmasını kolaylaştıracak ancak anlamını bozmayacak her çareye başvurulması gerektiğini belirtmiştir.

Rekonstrüksiyon (yeniden yapım, ayağa kaldırma) kesin olarak reddedilmiş, yalnız anastylosis (kazıda bulunan birbirinden ayrılmış mimari parçaların bir araya getirilerek kalıntının kısmen ayağa kaldırılması) bir koruma ve sergileme yöntemi olarak kabul edilmiştir.

1990 yılında ICOMOS’un çıkardığı “Arkeolojik Mirasın Korunması ve Yönetimi” tüzüğü arkeolojik mirası ve arkeolojik alanları bir yönetim işi olarak tanımlamıştır. Korumaya ilişkin her ayrıntının; saptamadan belgelemeye, yayımlamadan koruma ve topluma sunuma kadar, her aşamanın bütüncül bir planlama politikası çerçevesinde ele alınması gereğini ortaya koymuştur.

Venedik Tüzüğü arkeolojik alanda yalnız anastylosise izin verip her türlü yeniden yapım uygulamalarını (rekonstrüksiyon) reddederken, ICOMOS’un tüzüğü yeniden yapımların “deneysel araştırma” ve “yorum” gibi iki önemli işleve hizmet ettiğini belirtip, bunun koşullarını tanımlamaktadır.

[Bkz. Zeynep Eres, Age.]

 Haftaya:  Ünye Kalesi Projeleri ve Koruma Zaafı

 







Ünyekent 30.12.2020

http://www.unyekent.com/k41-canik-dergisi/h17774-unye-kalesi-nde-ne-yapilmali.html