29 Temmuz 2020 Çarşamba

Betonlaşan Hayat


Betonlaşan Hayat


Romalı yazar, mimar ve mühendis Vitruvius* “İnsanoğlunun ilk kez bir araya gelerek bilinçli toplantılar yapmasının ve sosyal ilişkiler geliştirmesinin kaynağı ateşin keşfidir.” der.
İnsanlık serüveninde ateş kaç milyon yıl önce keşfedildi?
Tam tarihini bilemiyoruz.
Ama bizde betonun ve betonlaşmanın tarihi bellidir.

****
Üstelik her gelişme gibi ateşin bulunuşu da evrimin farklı aşamalarında, farklı yerlerde birbirlerinden habersiz ortaya çıkmış olabilir.
Er ya da geç ateşi bulacaktır insan evladı…
Çünkü ateşin bulunması, insanlığın zorunlu bir evresidir.
Sadece “sosyal ilişkiler” açısından değil, gıdaların da pişirilerek yenmesini sağlamıştır.
Böylelikle insan organizması gelişmiş, insan diğer türlerden daha üstün hale gelmiştir.
İnsanın evrimi öyle kolayca, bir gecede gerçekleşmemiş, atamız sayılan homo sapiens’in milyonlarca yılda dişiyle tırnağıyla kazıyarak geldiği bir süreç olmuştur.  
Görkemli medeniyetlerin temelinde, bu katıksız çabanın ürünlerini görmek mümkündür.
Mağara duvarına işlediği sanatı tuvallere taşıyan, sanatın en hassas ürünlerini veren insanın serüveninden söz ediyoruz…
Bunca çabanın yanında, kendi türüne hiçbir canlı türünün etmediğini eden yine aynı insan türüdür.
İhtiyacından fazlasını üreten, üretilmişe zor yoluyla el koyan, kendi türünü esir eden, köleleştiren, işkence eden, öldüren, yok eden bir türdür insan…
Bizde de betonun tarihi, evrimimizi ortaya koyar!

****
Çocukluğumun geçtiği Ünye’nin sahilinde evler genellikle iki katlıydı. Bahçe içinde, narenciye ürünlerinin yetiştiği şirin yalılardan oluşan bir sahil kentiydi Ünye...
60‘lı yıllarda başlayan hızlı betonlaşma, sahili kuşatan binalarla başladı. Ardından kumsal dolguları ve şimdi de sahile beton dökerek yapılan bisiklet yoluyla sürüyor.
Yeşille mavinin buluştuğu şirin Ünye’de araya beton girdi.
Karadeniz’in incisi bitti.
Nefes alınacak tek yerimiz kalmıştı, Çamlık…
Şimdi onu da imara açmışlar, betonlaştıracaklar.
Betonun diğer boyutu, bisiklet yolu…

****
Beton, Çamlık, bisiklet yolu deyince, akla hemen şu hesap geliyor:
Bisiklet yolu yapılınca Çamlık’a 40,000 m2 beton dökecek projeyi gerçekleştirmek, artık kolay olacak! 
Yoksa Belediye 4,5 km’lik bisiklet yoluna niçin 7,2 milyon TL harcasın?

****
Sosyal medyadan devam edelim:
Bisiklet yolunun bütünü 4,5 km; yani 1 saatlik yürüyüş, bisikletle 15 dakika. Böyle bir yol için bol yıkımlı, hafriyatlı, bol betonlu bir tercih yapmak, hem de 7 milyon 261 bin TL maliyetle, niçin gereksin?
1) 23,000 m2 parke / kaldırım sökülecek.
2) 4,575 m3 kazı yapılacak.
3) 13,000 küsur ton sökülen malzeme kamyonlara yüklenip taşınacak; her bir m2 yol için 3 ton sökülen malzeme taşınacak!
4) Her bir m2 başına 2 ton kırma taş taşınacak, mekâna dökülecek!
5) Yeni yapılacak yolu, tabii, dalgalardan korumak gerek; bunun için 2,500 tondan fazla kaya sahile serilecek; her metre yol için yarım ton kaya!
6) 3,300 m3’ten fazla beton dökülecek; yolun her metresine 2 ton beton! 
7) 26,000 m2 asfalt dökülecek; her metre yola 6 m2 asfalt!

Ünye'yi, şehir içi trafik hızını 30 km’ye indirip, kenara şerit çekip sakin bir bisiklet kenti yapmaktansa, 4,500 metrelik sahilin her 1 metresinde 5 m2 yıkılacak, 1 m3 kazılacak, 3 ton atık taşınacak, yerine 2 ton kırma taş, yarım ton kaya, 2 ton beton, 6 m2 asfalt serilecek!

Neden?

Esas tuhaflık: Bu bisiklet yolu, Ünye’yi bisiklet kenti falan yapmayacak, zira bu yol, karayolunun öte /deniz tarafında! Yani bu yol şehir içinde ulaşım için değil; erişimi zaten zor olan sahilde 15 dakika bisiklet sürmek için; yani adeta 7 küsur milyon liralık göstermelik, süs!
Peki, sadece Ünye trafik hızını saatte 30’a düşürmek ve şehir içinde yolların kenarına şerit çekmek varken, acaba niçin bu masraf, bu tantana?

Çünkü bisiklet yolu, ayrı bir rant hedefi olan #ÜnyeÇamlık adlı ormanlık alana kadar uzanıyor!

Son cümle betonlaşmanın tüm kodlarını açıklıyor. F.L. Wright‘ın "Mimarlık biçim haline gelmiş yaşamdır."  deyişi, bizim buralarda “Betonlaşmanın ranta dönüşmüş bir yaşam biçimi!” olduğunu açığa çıkarıyor.



*Mimarlık Hakkında On Kitap “De architectura libri decem”; Marcus Vitruvius Pollio (MÖ 80-70, MÖ 15), Romalı yazar, mimar ve mühendis. Mimarlık Hakkında On Kitap (De architectura libri decem) ile bilinir. MÖ 1. yüzyılda yaşamış olan Romalı mimar Vitruvius "De Architectura" adlı kitabında başarılı bir mimarlık için "Utilitas, Firmitas, Venustas" (kullanışlılık, sağlamlık, güzellik) etmenlerinin gerekli olduğunu ileri sürmüştür. Rönesans'ta bu tanım, "Comodita, perpetuita, bellezza" (kullanışlılık, süreklilik- kalıcılık, güzellik) olarak benimsenmiştir. 1581'de bir İngiliz yazarı mimarlığı "yapı bilimi" olarak tanımlarken 19. yüzyılda İngiliz eleştirmen John Ruskin mimarlığın "yapılara uygulanan süslemeden başka bir şey olmadığı"nı ileri sürüyordu. Amatör bir eleştirici olan Sir Henri Watton "The Elements of Architecture" (1624) adlı kitabında mimarlığın üç koşula (kullanışlılık, sağlamlık, güzellik) yanıt vermesi gerektiğini belirtir. F.L. Wright'a göre de "mimarlık biçim haline gelmiş yaşamdır."


Ünyekent, 29.07.2020

22 Temmuz 2020 Çarşamba

Yine Yeni Yeniden Yahut Ünye Çamlık




Yine Yeni Yeniden
Yahut Ünye Çamlık

Nilüfer’in söylediği popüler şarkıdır, bilirsiniz…
Ünye Çamlık için aynı şarkı gündemde yine.
Her dönem iktidar değişmeyip, iş başı yapanlar değişse de, gözünü çamlığa diker belediyecilerimiz. Projeler ileri sürülür. İmara açılır. Her dönem bir şeyler döner.
Nedense, o koltuğa oturanların hepsinin iştahını kabartır Çamlık…
Betonlaşmamış, halka ait bir yer; kalan son yerdir.
Orayı da rant hesapları uğruna birilerine peşkeş çekmeye çalışırlar.

****
Arşivime bir göz attım, on yılları bulmuş…
Her dönem birkaç yazı yazmışız Çamlık için.
“Yapmayın, etmeyiz!” demişiz.
Olmadı…
“Size çamlığı yedirtmeyeceğiz” diye açıktan meydan okumuşuz.
Çoluk çocuk, dalmışız Çamlık alanına,
Sesimizi yükseltmişiz!

****
Şimdi aynı teraneyi yeniden koymuşlar sahneye…
Oysa düne kadar Sn. Güler Çamlık’ta herhangi bir yapılaşmaya gidilmeyeceği konusunda açıklamalar yapıyordu.
Ne oldu, neden fikirler birden değişti?
Geçen yıl Çamlık’la ilgili yapılan kamuoyu yoklaması sırasında yazmıştık…
O günden bu güne halkın düşüncesinde bir değişim olmadığını biliyoruz.
O gün yazdıklarımızın aynısını aktarıyorum aşağıya:

….

Ünye halkının ortaya koyduğu görüş, Ünyelileri temsil eden bir anlayış olarak önem kazanıyor.
Kısaca belirtelim:
1- Ünye Çamlık, öncelikle Ünyelilerin uhdesinde olmalı, Ünye Belediyesi’ne devredilmelidir.
2- İmara açılan Ünye Çamlığı derhal eski statüsüne dönüştürülmeli ve “yeşil alan” ilan edilmelidir.
3- Eskisi gibi vatandaş hiçbir ücret ödemeden piknik yapabilmeli, yürüyüş, dinlenme ve benzeri ihtiyaçlarını bu alanda özgürce karşılayabilmelidir.
4- Çamlık kıyısı halk plajına dönüştürülmelidir.
5- Mezbeleliğe dönüşen Çamlığa usulüne uygun bir biçimde bakım yapılmalı, ağaçlar elden geçirilmeli ve çevre düzeni yeniden sağlanmalıdır.

****
Vatandaş Nasıl Bir Çamlık İstiyor?
Yerel basında yer alan bir kamuoyu yoklamasında cevaplardan biri şudur:
“Hiçbir şey yapılmasın, bina yıkıntıları temizlensin yeter!”
Evet, tepkisini çoklukla böyle belirtiyor vatandaş…
Korkmuş, çekinik…
Oylarıyla işbaşına getirdiği görevlilere güvenmiyor!

Oysa Çamlık vatandaşındır.
Oradan hiçbir karşılık ödemeden yararlanmak en doğal hakkıdır.

****
Böyle demişiz 25 Eylül 2019 tarihli Ünyekent’teki yazımızda…
Yazının tamamını: http://www.unyekent.com/yazi/1209-camlik.html adresinden okuyabilirsiniz.

Sağlıklı günler temennisiyle.



22.07.2020, Ünyekent

15 Temmuz 2020 Çarşamba

Ayasofya


Ayasofya

1970 yılıydı.
Kirli gri pardösülü bir genç, önüme bir kâğıt uzattı gülümseyerek.
- Sen de bir imza atmak ister misin?
- Neden ki, imzamı atarsam ne olacak? diye sordum…
- Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılması için, dedi.
Bir an tereddüt ettim, sonra:
- İyi olur, Ayasofya’ya para ödemeden girmiş oluruz!
Dediğimi hatırlıyorum.
Böylece, sosyal-siyasal içerikli ilk imzamı o kâğıda atmış bulundum.
Çift isimle yazıldığı için, adım imza listesinde daha fiyakalı görünüyordu.

****
Aklımda yıllarca yer etti o kirli pardösülü genç ve oradaki imzam, ismim…
O genç kimdi, neden böyle bir kampanyanın parçası olmuştu?
Attığım o imza, adımın bulunduğu kâğıt…
Heyhat bir işe yaramış mıydı?
Akıbeti ne oldu?
Ya o gencin üstündeki pardösü?
Haziran ayının ilk günleri de olsa, yaz sıcakları başlamış olmalıydı…
O gencin üzerinde ne işi vardı?
Genç dediğime bakmayın, ben o yıllarda daha çocuk sayılırdım.
Ünye Lisesi’nde öğrenciydim.
Okulun tatile girmesiyle soluğu İstanbul’da almıştım.
Tarihi yarımadayı keşfetmeye çalışıyordum.
Bir iki hafta sonra 15-16 Haziran İşçi Direnişi patlak verecekti.
Büyük olaylara gebeydi ülkem ve bu sürece İstanbul’da tüm sıcaklığıyla tanık olacaktım.
15 yaşımdaydım, kafamda acayip sorular…
Hareketli yılları yaşamaktaydım bu en fırtınalı yaşımda!

****
Aradan 50 yıl geçti.
10 Temmuz (2020) kararlarıyla Ayasofya’nın, cami olarak ibadete açılmasına karar verildi.  
Konu şimdilik kapanmış gibi görünüyor, karşılıklı salvo atışları sürse de…
Türkiye’de muhafazakar kesimin yaklaşık 60 yıl süren Ayasofya serüveni, bu şekilde son bulmuş oluyordu!

Araya Giren Görüntüler

Bir kasabada saat tamiri yapan bir usta varmış. Kasabalının bozulan saatlerinin çoğunu o tamir ediyormuş. Kendisi olmadığı zamanlarda, dükkâna çıraklıktan yetiştirdiği oğlu bakıyormuş.
Oğlunun dükkâna baktığı günlerden birinde oğul, babasına öğünerek o gün tamir ettiği bir saatten söz etmiş. İki üç ayda bir tamire gelen saati öyle bir tamir etmiş ki, artık o saat sittin sene bozulmayacaktır.
Baba hışımla, “Sen ne yaptın?” diye, çıkışmış oğluna...
“Ben o saati birkaç ay çalışacak biçimde tamir ediyordum, sen temelli yapmışsın. Yaptığını beğendin mi? Müşterinin ayağını kestin dükkândan!”

****
60 yıl süren Ayasofya eylemlerinin ardından, bu öykünün konuyla ilgili bir yanı var mı?
Takdir okuyucunun.

Fatih mi, Napolyon mu, Erdoğan mı?

Napolyon, St. Helen adasında sürgünde bulunduğu sırada “Fatih mi, yoksa siz mi büyüksünüz?” sorusunu soranlara şöyle cevap verdiği rivayet olunur:
“Büyüklükte ben onun çırağı bile olamam. Çünkü ben, kılıçla zapt ettiğim yerleri henüz hayattayken geri vermiş bir imparatorluğun temsilcisiyim. O ise, fethettiği yerleri nesilden nesile intikal ettirmenin sırrına ermiş bir imparatorluğun öncüsüdür.
İstanbul’u fethederek “Fatih” unvanını alan Sultan Mehmet, Ortodoks Hristiyanların merkezi konumundaki Ayasofya’yı camiye çevirerek İslami ibadete açtı.
Ayasofya 916 yıl kilise olarak kullanılmıştı.
Yaklaşık 482 yıl da cami olarak kullanıldı.
Cumhuriyet’le birlikte 1931’de ibadete kapatılan ve restorasyona alınan Ayasofya, 1935 yılında müzeye çevrildi.
85 yıl müze olarak kullanılan Ayasofya, Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde Danıştay desteğiyle yeniden camiye dönüştürüldü. (10 Temmuz 2020)

****
Şimdi İstanbul’un yeniden fethedildiği tezi işleniyor.
Konuya ilişkin en kayda değer değerlendirmelerden biri, yazar Barış Terkoğlu’na aittir:
“Fatih’in 1453’te İstanbul’u fethi ve büyük Ayasofya mabedini cami yapması ile Erdoğan’ın 10 Temmuz 20.53’te Ayasofya’yı cami yapması hem ideolojik hem de sembolik olarak birbirine zıt yönde iki adımdır.”
Biri yaşanan çağı kapatıp, daha ileri bir zamana geçişi sağlamıştır.
Diğeri ise, hep birlikte yaşayıp göreceğimiz bir süreçtir.


15.07.2020, Ünyekent

8 Temmuz 2020 Çarşamba

Kurul Kalesi Buluntuları


Kurul Kalesi Buluntuları


Ordu Kurul Kalesi’nde 2010’da başlayan kazılarda bugüne kadar arkeolojik değer ifade eden çok sayıda buluntu ele geçirilmiş ve Karadeniz Arkeolojisine önemli katkı sağlanmıştır. 
Kazı çalışmaları daha çok İç Kale ön giriş kapısı, kuzey terası ve bu iki sektörü birbirine bağlayan basamaklı alan olmak üzere üç sektörde yürütülmüştür. Kazılarda ele geçen Oturan Kybele Heykeli, Kybele, Dionysos, Apollon heykelcikleri ve çok sayıda çömlek ve sikkeler, Helenistik Dönem ile Pontos Krallığı’na tarihlenmektedir. Bir yangınla sonlanan son mimari evrede ele geçen yüzlerce ok ucu, mızrak, kargı, gülle ve sapan tanesi ise MÖ. 65/64 yılları civarında yaşanılan Roma yenilgisi sonrası kalenin bir daha kullanılmadığını ortaya çıkarmaktadır.
Kurul Kalesi, muhtemelen Kotyora antik kentine hâkim, hinterlandında antik bir limanın da yer aldığı stratejik konumda bir yerleşimdir. Pontos krallarından I. Pharnakes tarafından MÖ 183 yılında Sinope’nin ardından ele geçirilen bu bölgede, Kotyora ve Kerasos kentleriyle birlikte başlayan yerleşim, VI. Mithradates döneminde Karadeniz sahil kesimine hâkim kalelerle yeni bir işlev kazanmıştır. Amasyalı coğrafyacı Strabon bu durumu “Mithradates Eupator ülkesinin sınırlarını genişletmesi ardından 75 kale yaptırdı” şeklinde ifade etmektedir.

Oturan Kybele Heykeli

2016 yılında, Kuzey Terası üzerindeki ana giriş kapısında naiskos formlu bir niş içerisinde, in-situ olarak gün yüzüne çıkarılan mermer Kybele heykeli, yerleşimin askeri fonksiyonunun dışında taşıdığı kültsel kimliğin en önemli kanıtlarından biridir. Kent ve surların koruyucu tanrıçası vasfıyla karşımıza çıkan ana tanrıça heykelinin dışında, farklı sektörlerden ele geçen pişmiş toprak Kybele heykelcikleri ana tanrıça kültünün Doğu Karadeniz’e kadar uzanan diğer kanıtlarını oluşturmuştur.
İn-situ halde ele geçirilen Kybele heykeli (Resim: 1), buluntu yeri itibariyle Ana Tanrıça Kybele’nin kent-koruyucusu, surların koruyucusu özelliği ile birebir örtüşmektedir. Omuzlara düşen saç lüleleri baştan ayrışık biçimde verilmiştir. Uzaklara bakar şekilde işlenmiş göz yapısı, hafif etli dudakları ve dengeli, ince işçilikli genel yüz hatları dikkat çekmektedir. Tanrıça, ayaklarının üstüne kadar dökülen bir khiton ve kalın boğumu kucağından sol ayağına kadar inen khimation giymektedir. Göğüslerinin hemen altında yer alan kuşak elbiseyi sıkmıştır. Karın üzerinde, bacaklarının arasında, ayak üzeri pilelerdeki kıvrımlar göze çarpmaktadır. Sandal giymiş sağ ayağın iki parmağının ucu gözükmektedir. Diğer ayak ise korunamadığından görülememektedir. Tahtın en üst kısmında semerdamlı lahitleri andıran bir nesne durmaktadır. Tahtın arkalığı yedi gözlü ızgara biçimindedir. Tanrıçanın oturduğu kısımdaki minder oldukça dikkat çekicidir. Minderin yan yüzündeki dikişler ve Kybele’nin oturduğu yerdeki çöküntü ince işçiliği gösteren diğer detaylardır. Tahtın ayakları kenarlardaki girintili çıkıntılı işçilik ile hareketlendirilmiştir. Roma istilası ile gerçekleştiği tespit edilen yangından heykel yoğun şekilde etkilenmiş, kıvrımlı kısımlarda yoğun miktarda şekerlenme oluşmuştur. Sağ lüleler, sağ göğüs, sağ ve sol diz, ayaküstü pilelerde bu şekerlenme yoğun biçimde görülebilmektedir. Heykelin başının üst kısmında muhtemelen duvarın üst kısmından düşen bir moloz veya bloğun düşmesi sebebiyle kırıklar mevcuttur. Heykelin iki kolu da kırık vaziyette nişin zemininde bulunmuştur. Bu kısımda ve kolların omuzla birleştiği yerde, uzuvları tutturmak amacıyla oyulmuş zıvana delikleri görülmektedir.
Dağlar, doğal kayalıklar, doğal yaşamla özdeşleşen ve Anadolu’da uzun yıllar tapınım gören ana tanrıça Kybele’ye, tüm bu unsurların bir arada görülebileceği bir yer olan Kurul Kalesi’nde rastlanması, Türk arkeolojisi açısından önemli bir keşif, Pontos Bölgesi arkeolojisi içinse ciddi bir katkı olarak algılanmaktadır.
[S. Yücel ŞENYURT, Atakan AKÇAY, Emirhan BULUT; Kurul Kalesi 2016 Yılı Kazı Çalışmaları, 39. KAZI SONUÇLARI TOPLANTISI 3. CİLT, s. 140]







Dionysos (Bakkhos) ve Diğer Heykelcikler

Olympos’un son tanrısı, hatta on üçüncü tanrısı olarak da kabul edilen Dionysos Şarap Tanrısı olarak bilinir. Ölümlü kabul edilmesi ve anıt mezarının bulunmasıyla diğer tanrılardan ayrılır. Adına her yıl festivaller düzenlenmesi ve elinde üzüm salkımıyla tasvir edilmesiyle yanında, Anadolu’da da Dionysos’un özel bir yeri vardır.
Mitolojiye göre Dionysos, Zeus ve Semele’nin oğludur. Semele, Hera’nın oyununa gelip Zeus’un şimşeğine maruz kalır ve ölür. Zeus, annesinin rahminden Dionysos’u alıp baldırına gizler ve dünyaya getirir.  Zeus, onu Hermes aracılığıyla nymphelerin korumasına Nysa Dağı’na gönderir. Dionysos şarabı ilk kez Anadolu topraklarında, Lydia’da keşfeder ve insanlara sunar. Frigya kralı Midas öykülerinde adı sıkça geçen Dionysos’un Pontos Krallığı döneminde de önemi büyüktür. VI. Mithradates, Eupator Dionysos adıyla bilinir.  
Kurul’da, Kuzey Terası 6/d-e plankareden ve 543.61 seviyesinden ele geçirilen pişmiş toprak bir Dionysos büstü (Resim: 4) (Dionysos Botrys) ve devam eden çalışmalarda, parçaları mekana dağılmış vaziyette üç adet pişmiş toprak Kybele heykelciği yaklaşık 543.58-543.24 metre seviyelerinden ele geçirilmiştir. Üç heykelcikte de ana tanrıça, başında suru temsil eden bir polos taşımaktadır. Ana tanrıçalar, uzun saçları omuzlarından aşağı dökülmüş, dökümlü bir khitonun üzerine kucak kısmında kalın boğumlu bir khimation giyen, sağ tarafında bir anthemionu olan taht üzerine oturmuş vaziyette işlenmiştir. Sol elinde bir tympanon tutarken tahtın kolçağına uzanmış sağ el bir phiale tutmaktadır. Kybele’nin ayakları aslan üzerine basmaktadır. Parçalar halinde ele geçirilen heykelciklerden iki tanesi, restorasyon sonrası neredeyse tamamen ayağa kaldırılmışken bir tanesinde eksikler bulunmaktadır (Resim: 5).
Aynı kazı noktasına yakın bir yerde silindirik gövdeli, belden yukarısı tasvir edilmiş, pişmiş toprak bir heykelcik (Resim: 6) daha ele geçmiştir.

Devam edecek…

[Bu yazıdaki fotoğraflar Prof. Dr. Şenyurt ve ekibinin arşivinden alınmıştır. Yararlanılan kaynak da aynı ekibe aittir.]


08.07.2020, Ünyekent

1 Temmuz 2020 Çarşamba

Kurul Kalesi Yerleşkesi



Kurul Kalesi Yerleşkesi


Ordu il merkezine 13 km. mesafede, Melet Irmağı kenarında ve Bayadı Köyü sınırlarında bulunur. Sivri bir kaya üzerine kurulmuş, 1. derece arkeolojik ve Doğal Sit alanı olup, antik bir yerleşmedir.
 Kurul kalesi Karadeniz Bölgesinde İlk arkeolojik kazı alanıdır.[1] 2010 yılında başlayan kazı çalışmaları 2011 – 2016 yılları arasında devam etmiştir. Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü başkanı Prof. Dr. S. Yücel Şenyurt’un bilimsel başkanlığında bir ekip, Ordu Müzesi ile birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izinleri ve Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin maddi destekleri ile kazı çalışmalarını yürütüyor.
Kazı esnasında bulunan pişmiş toprak çatı kiremitleri, duvar örgüsü, seramik parçaları incelenmiş ve M.Ö. II. ve I. Yüzyılda yerleşim yapıldığı tespit edilmiştir.
Ordu’daki Kurul Kalesi’nde devam eden kazı çalışmalarında arkeoloji dünyası için çok önemli sonuçlara ulaşıldı. Melet Irmağı havzası, Mesudiye, Fatsa ve Ünye antikitesinin açığa çıkarılmasında önemli bir başlangıç kabul edilmelidir.

Ordu Kurul Kalesi

Kurul Kalesi, Karadeniz sahilinin yaklaşık 9 km. güneyinde konumlanmaktadır. Doğu ve Orta Karadeniz bölümlerini birbirinden ayıran Melet Irmağı (Melanthios) Kurul Kalesi’nin doğu eteğinden geçerek Karadeniz’e ulaşmaktadır. Yoğun bir bitki örtüsü tarafından kaplanmış olan kayalığın zirvesi tüm çevreye hakim manzarası nedeniyle daha önceki yıllarda mesire alanı olarak kullanılmıştır. Arkeolojik kazılar, 2010 yılından beri Ordu Müzesi başkanlığı ve Prof. Dr. S. Yücel Şenyurt’un bilimsel sorumluluğundaki bir ekiple yürütülmektedir.[2]
Üzerinde bulunduğu kayalığın doğal yapısıyla uyumlu bir biçimde gelişim gösteren yerleşim dokusuna sahip Kurul Kalesi, kazı verilerine göre VI. Mithradates dönemi Phrourion’larından birisidir.[3] Şimdiye kadarki en erken veriler MÖ. 4. yy’a kadar gitse de bu tarihlere ait bir mimari tabaka henüz tespit edilememiştir. Kazılarda ele geçen sikkeler arasında tanımlaması yapılabilen 278 adet VI. Mithradates dönemi sikkesi, kaledeki en yoğun yerleşimin bu kralın dönemine ait olduğunu göstermektedir.
Ordu Kurul yerleşimi, Pontus bölgesinin kıyı kale yerleşimleri sınıfına giren Ünye Kalesi ve Fatsa Cıngırt Kayası gibi askeri ve kültsel açıdan önemli merkezlerden biridir. Kazılarda ele geçen iki Dionysos büstü, bronz Apollon heykelciği, 2016 yılında bulunmuş olan mermer Kybele heykeli ve diğer pişmiş toprak Kybele heykelcikleri, yerleşimin kültsel özelliğini açığı çıkarır. Kalenin güneyinde yer alan Sunak kayası, bu durumu destekleyen diğer veridir.    

Kurul Kalesi’nin Bölümleri

Kale yerleşimi iki ana sektöre ayrılmaktadır. Zirvenin güneybatı noktasından Kapı Alanı’na kadar olan bölge İç Kale, bu kısmın kuzeydoğusundaki geniş alan Kuzeydoğu Teras Alanı olarak adlandırılmaktadır.
İç Kale’nin en güneyinde Dilek Kayası (sunak) ve onun kuzeyinde ise bir kaya rezervuarı yer almaktadır. Kaya rezervuarının 20 km. kadar kuzeydoğusunda ise basamaklı bir tünel bulunmaktadır.






İç Kale ve Kuzeydoğu Teras Alanı

Zirveye doğru kademeli biçimde yükselen kayalığın üst kısmında, 75x250 m.lik bir genişlik yapan bir bölüm bulunur. Burada İç Kale ve Kuzeydoğu Teras Alanı olarak adlandırılan iki yerleşim sektörü yer alır. Ana kayanın formuna uygun biçimde, İç Kale’ye doğru yükselen bir sur sistemi ile çevrelenen bu bölge, taban döşemeleriyle öne çıkar. Kalenin ana giriş kapısı ön cephesi ve bu alandaki taban döşemeleri ve ikincil kapı geçişlerinin ön cephelerinde daha kolay işlenebilir nitelikteki kum taşları bosajlanarak kullanılmıştır.[4]
İç Kale Kazı Alanı’nda; basamaklı tünel, kaya rezervuarı, Dilek Kayası’nı çevreleyen sur duvarları ve bu sura içeriden eklenmiş mekanlarla bir bütünlük oluşturur. Doğu ve batı teraslarında depolama amaçlı odalar bulunmaktadır. Aynı duvar aksları üzerinde devam eden mekân içi dolgularda yanmış kerpiç parçaları ve ahşap akşamlara ait karbonlaşmış kalıntılar, buradaki son yerleşim evresinin büyük bir yangınla son bulduğunu göstermektedir.
Kuzeydoğu Teras Alanı’nda 1.90 m. genişlikteki dış duvarlara içeriden eklenmiş odalar bulunmaktadır.[5]
2016 yılı kazı çalışmalarında ayrıca kalenin ana giriş kapısı da gün yüzüne çıkarılmıştır. Ön cephesi bosajlanmış kum taşı bloklardan oluşan kapı girişinden doğuya doğru uzanan koridor, kaledeki diğer alanlara geçişin sağlandığı ana arter niteliğindedir.
Kalenin giriş kapısının kuzeyindeki iki odada pişmiş toprak Dionysos büstü, üç adet Kybele heykelciği ve çok sayıda savaş aleti ele geçirilmiştir.
Savaş aletleri yanında, İç Kale’deki basamaklı tünel, giriş kapısına entegre duvar içinde bir niş içerisinde mermerden yapılmış Ana Tanrıça Kybele heykeli in situ halde açığa çıkarılmıştır.[6]
Kalenin muhtelif yerlerinde ele geçirilen sikkeler, kazıda tarihleme konusunu açığa çıkaran en önemli etkenlerdendir. Kurul Kalesi oldukça zengin bir sikke koleksiyonuna sahiptir.

[Bu yazımızda yararlanılan başlıca kaynak ve kullanılan görseller, S. Yücel Şenyurt ve ekibine ait Ordu Kurul Kalesi, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Haberler, Sayı 43, 2017 adlı çalışmadan alınmıştır.]




01,07.2020, Ünyekent




[1] Ordu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü bülteninde yer alan bu ifade yanlıştır. İlk kez 2010 yılında başlayan Kurul Kalesi kazıları Doğu Karadeniz’in ilk bilimsel arkeolojik kazı çalışmasıdır, biçiminde olmalıydı. Çünkü Orta Karadeniz’de Samsun Bafra İkiztepe kazıları ve Batı Karadeniz’de Heraclea Pontika ( Kdz. Ereğlisi) kazıları çok daha önce yapılmış kazılardır.
[2] S. Yücel Şenyurt, Atakan Akçay, A. Emirhan Bulut, Umut Zoroğlu, S. Okan Akgönül, Ordu Kurul Kalesi, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Haberler, Sayı 43, s. 3, 2017
[3] 2017, s.3; Phrourion, “kale” karşılığı olarak kullanılan bir terimdir. Askeri garnizonu bulunan, tahkim edilmiş korunaklı yerleşimler olması yanında, kaleden daha küçük ve genellikle sınır bölgelerini korumak amacıyla inşa edilen yapılardır.
[4] 2017, s.4. Bosaj (Bossage), antik duvar örgüsünde dikdörtgenler prizması biçiminde yontulmuş taş blokların dışa gelen öz yüzlerinin hafif dışbükey ve pürüzlü olarak bırakılması tekniğidir. Bu teknik, daha çok yapıların zemine yakın dış cephelerinde uygulanmıştır. Bosaj tekniğinin, taşın kenarlar boyunca düz ve ince bir şerit bırakılması ya da taşın ön yüzünün tamamının dışbükey olarak işlenmesi gibi yöntemleri vardır. (Arkeoloji Sözlüğü, T. Tekçam, Alfa Yay.)
[5] 2016 yılında Kurul’u Ünyekent’ten bir grup olarak ziyarete gittiğimizde tam da bu alan açığa çıkarılıyordu. Odalardan birinde ele geçirilen çömlek kalıntıları üzerinde çalışıyorlardı.
[6] 2017, s. 5, In situ, bir kültür varlığının kazı sırasında, toprak ya da herhangi başka bir malzemeyle örtülmeden önceki özgün durumu. Buluntunun ait olduğu yerde ve orijinal haliyle bulunmasıdır. (Arkeoloji Sözlüğü,  T. Tekçam, Alfa Yay.)