13 Ocak 2021 Çarşamba

Ünye Kalesi’nde Koruma ve Sergileme


Ünye Kalesi’nde Koruma ve Sergileme

 

 Tarihi eserleri bulup ortaya çıkarmak kadar, onları korumak ve sergilemek de önemlidir. Bu konuda da bilimsel yöntemler ve uluslararası kurallar söz konusudur.  

Eserlerin nasıl sergilenmesi gerektiği, nasıl korunacağı üzerine inşa edilir. Koruma bazen sergilemenin önüne geçer. Hatta önemli bazı eserleri gelecek kuşaklara bırakabilmek ve gelecekte daha gelişmiş bir teknolojiyle incelenmesine olanak tanımak amacıyla sergilemekten tümüyle vazgeçilen eserler olabilir.

Arkeolojinin dünya çapında ilgi uyandırması, günümüzde her kesimden insanın uluslararası turizm yoluyla tarihi eserlere ulaşmasına olanak sağlamaktadır. Gösterilecek ve gezilecek çok yer vardır. Ancak bu eserler ortaya çıkarılırken ve çıkarıldıktan sonra hızla bozulup tahrip olmaktadır.

Konuya Ünye Kalesi özelinde başladık, “koruma ve sergileme” konusunu Kale’nin tarihine biraz daha yakından bakarak ele alalım.   


Ünye Kalesi Tarihçesi

 Ünye Kalesi tarihini MÖ. III. Yüzyıla kadar götürebilmekteyiz. Buna karşın aralıksız yerleşim görmüş, bir dönem nekropol gibi kullanılmış ve Osmanlı’nın son dönemine kadar Kale’de asker konuşlandırılmıştır.

 “Ünye Kalesi’nin hangi tarihte yapıldığı hususunda kesin bir belge bulunamamıştır. M.Ö. III. yüzyılın ikinci yarısında, Pontos Krallığı’nın güçlü olduğu II. Mithradates (M.Ö. 250–220) zamanında kurulduğu sanılmaktadır. Bununla birlikte, henüz bu görüşü destekleyecek herhangi bir epigrafik belge bulunamamıştır. Yalnız, burada yaptığımız araştırmada, kalenin ana giriş kapısının 50 m. kadar ilerisinde, sol üst kesimde yükselen tahkimat duvarlarının bir bölümünün Hellenistik Dönem taş örgü sisteminde olduğunu gördük. Ayrıca, yukarıda işaret ettiğimiz alınlıklı, akroterli çok güzel bir işçilik gösteren kaya mezarı da kalenin inşa edilişi sırasında yapılmış olmalıdır. Bu da genel durumu itibariyle Hellenistik Dönem yapı özellikleri göstermektedir.” [Mehmet Özsait -25. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 2. Cilt, Haziran 2007, Arkeolojik Verilerin Işığı Altında Ünye, s. 297]

Söz konusu kaya mezarının elden ayaktan uzak, ulaşılması zor olan yüksekçe bir yerde olması nispeten tahrip edilmesinin önüne geçmiştir. Kayaya düzgün bir şekilde oyulmuş olan mezarın girişi Dor düzenli Yunan tapınakları formunda düzenlenmiştir. [Ordu Taşınmaz Kültür Varlıkları Envanteri, 2010, s. 404]

Bilge Umar ise Kale girişi yakınındaki bu mezarı, Bittel’in MÖ. 7. yüzyıla tarihlediği Paphlagonia kaya mezarlarına benzetmektedir. Dolayısıyla Kale’nin kullanımını 7. Yüzyıla kadar götürmektedir. [Bilge Umar, Karadeniz Kapadokiası (Pontos), İnkılap Yay. 2000, s. 92]   

Boğaziçi Üniversitesi Profesörü John Freely, “Çaleoğlu Kalesi, aynı zamanda efsanevi Atmaca Kalesi’dir” diyerek, Ünye Kalesi’ne gönderme yapar. Konu, 15. yy. şair ve yazarı Fransız Jean D’arras’ın tarihte ilk yazılan roman olan (novel) Mélusin’de geçer. [John Freely, Türkiye Uygarlıklar Rehberi II, 2008, Yapı Kredi Yay. 2008, s. 115]

Arrianus’tan Bijişkyan’a, De Clavijo’dan Evliya Çelebi’ye, William John Hamilton’dan Anthony Bryer’e kadar birçok tarihçi-gezgin ve araştırmacının eserinde Ünye Kalesi geçmektedir.

 Koruma ve Sergileme Önerileri

Şimdi asıl sorumuzu sorabiliriz:

Bu denli popüler bir tarih mirası, nasıl olur da uluslararası koruma ve sergileme anlayışı dışında tutulur?

Nasıl olur da, arkeolojik bir kazı veya araştırmanın konusu olmaz?

20. yüzyılın son çeyreği kültürel mirasın kapsamı ve tanımıyla ilgili devrim niteliğinde gelişmelerin olduğu bir süreçtir. Giderek kültürel mirasın sınır ve tanımı değişerek çeşitlenmiştir; önceleri söz konusu edilmeyen kültürel doğal çevre, sulak alanlar, somut olmayan kültür varlıkları, toplumsal bellek gibi açılımların yanı sıra, “sürdürülebilirlik”, “farkındalık yaratmak”, “kültürel miras yönetimi” gibi yeni arayış ve tanımlar da bu süreç içinde gelişmiştir. Hızla küreselleşen ve tekdüze hale gelen dünyamızda, arkeolojik kalıntılar ve kültür mirası giderek toplumsal kimlik ve belleğin korunması bağlamında farklı bir konuma gelmiştir. Öyle ki, günümüz yaşamının vazgeçilmez öğeleri olmuşlardır.

Buna karşın turizme dayalı beklentiler, arkeolojik çalışmaları göz ardı ederek hızlı bir şekilde geniş alanların açılmasını zorlamaktadır. Günümüzde bu karşıtlık, toplumsal katılım ve akılcı bir planlamaya dayalı “kültürel miras yönetimi”yle birlikte ele alınmaktadır.

Bu süreçte karşımıza Açık Hava Müzeleri çıkar.

[Daha ayrıntılı bilgi için Bkz. Mehmet Özdoğan – Arkeolojik Kazı Alanlarının Korunarak Topluma Kazandırılması, Taner Tarhan’a Armağan, 2013, Ege Yay. s. 259-260]

Ülkemizde bu tür açık hava müzelerinin kurulması ilk kez Hamit Zübeyr Koşay tarafından 1940’lı yıllarda gündeme getirilmiş, ancak bunun gerçekleşmesi için herhangi bir çalışma yapılmamıştır.

Bu konuda verebileceğimiz ilk örnek, 1950’li yıllarda Prof. Dr. Halet Çambel’in Karatepe-Aslantaş Projesi’dir.

1975 yılında Prof. Dr. Taner Tarhan’ın Urartu merkezlerinde ortaya çıkan kalıntıların korunması, onarımı projesi hayata geçirilmiştir. Ardından Bahadır Alkım’ın öncülüğünü yaptığı Yesemek gelmektedir.

Boğazköy, 1980; Çayönü Açık Hava Müzesi, 1989-1991; Lalapaşa Dolmeni, 1994; Aşağı Pınar Açık Hava Müzesi, 1999; Kanlıgeçit Açık Hava Müzesi, 2007; Aktopraklık Açık Hava Müzesi, 2009; Aşıklı Açık Hava Müzesi 2006’da kurulumları tamamlamıştır.

Güvercinkayası, Bademağacı, Perge, Thermesos, Nif Dağı gibi çeşitli dönemlere ait kazı projelerinde de koruma ve düzenlemeyle ilgili çalışmalara başlanmıştır.

Sonuç

Ünye Kalesi, Doğu Karadeniz’e hâkim coğrafyada hüküm süren Pontos Krallığı ve onu takip eden kültürlerin mirasıdır. Uluslararası koruma ve sergileme anlayışına uygun bir girişimle oluşturulacak açık hava müzesi, bu önemli mirası, gerçek mirasçılarıyla buluşturacaktır.

Sürecin ilk adımı, kale ve çevresinde gerçekleştirilecek olan arkeolojik kazı ve araştırmalar olacaktır.

 Karadeniz iklim koşullarının yok edici etkisi yanında,  bilinçsizce tahrip edilen kültürel mirasın korunması ancak bu yolla mümkündür.

Avusturyalı bir sanat tarihçisi Alois Riegl’in dediği gibi, "belgesel" ve "eskilik" değerleridir: “Bir sanat eserinin yüzeyi, insanın derisi gibidir. Her türlü yaralanmaya ve yaşlanma sürecine hassas şekilde karşı koyar.  Ama o, kırışıklarıyla, yara beresiyle, kendi kişiliğini ve tarihini yansıtır!” (“The Modern Cult Of Monuments” Modern Anıt Kültü, Daimon Yay. )

Kale’nin konumu gereği, çevreden toplanacak taş eserlerle birlikte Açık Hava Müzesine dönüştürülmesi en uygun çözümdür.

 

 

 

13.01.2021 Ünyekent

http://www.unyekent.com/k41-canik-dergisi/h18027-unye-kalesi-nde-koruma-ve-sergileme.html