25 Ağustos 2021 Çarşamba

Ateş ve Su (İnsan Nasıl İnsan Oldu?)


Ateş ve Su

(İnsan Nasıl İnsan Oldu?)

 

1853 yılında İsviçre’de şiddetli bir kuraklık olmuştu.

Vadilerde ırmakların suyu azalmış, göllerin suları çekilerek çamurlu dipleri meydana çıkmıştı. Zürih Gölü kıyısındaki Obermaylen kasabasının halkı, sudan bir parça toprak koparabilmek için kuraklıktan faydalanmaya karar vermişlerdi.

Bunun için suyu çekilen araziyi, bir bentle gölden ayırmak gerekti.

İşe başlandı. Şık giyinmiş şehirlilerin pazar günleri mavi ve yeşil sandallarla geziye çıktığı yerde, arabacılar atlarını dehleyerek bende toprak taşıyorlardı. Toprak hemen oradan, kurumuş gölün dibinden alınıyordu. Birdenbire kazmacılardan birinin küreği, yarı çürümüş bir kazığa çarptı.

Derken ilk kazığın ardından bir ikincisi, üçüncüsü bulundu. Bir zamanlar insanların burada çalışmış oldukları anlaşılıyordu. Küreğin toprağa hemen her vuruşunda yeni taş baltalar, olta iğneleri, çanak çömlek kırıkları çıkıyordu.

Arkeologlar olaya el koydular. Bulunan her kazığı, gölün dibinden çıkan her şeyi inceleyerek, vaktiyle Zürih Gölü’ndeki göl evlerinden yapılmış kasabayı olduğu gibi açığa çıkardılar.*

 

****

Kazık temeller üzerinde kurulmuş bu tür göl evlerini, yıllar önce ÜTAG araştırma yazısı olarak, “Canik’in Ahşap Camileri” (çivisiz çantı tekniği) bahsinde yazmıştık.** Aynı teknikle inşa edilen göl evlerine günümüzde hâlâ Terme çayı havzasında rastlamak mümkündür.

Zürih gölüne dönecek olursak, arkeologlar İsviçre’de Nevşatel yakınındaki bu kuruyan gölün bendini incelediler. Yapılan incelemeler, gölün dibinin birkaç katmanda  oluştuğunu göstermiştir.

Gölün dibinde bir katı diğerinden ayırmak kolaydır. Altta bir kat kum, onun üstünde ev, kap kacak ve alet kalıntılarıyla çamur katı, sonra yeniden kum tabakası bulunmaktadır. Bu durum, birkaç kat biçimine tekrar etmektedir. Yalnız bir yerde, iki kum tabakası arasında kalın bir kömür tabakası vardır. Bu kömür tabakası sayesinde binlerce yıl öncesine ait bir katman, köyün çürümeden günümüze ulaşmış kalıntıları olarak tespit edildiler.

Bilim adamları, tabakaları inceleyerek gölün tüm tarihini öğrendiler. Çok eski zamanlarda gölün kıyılarına gelen insanlar, köylerini burada kurmuşlardı. Yıllar sonra göl suları kabarmış, kıyıyı basmıştı. İnsanlar su altında kalan köylerini bırakıp gitmişlerdi.

Yapılar suda çürüyüp harap olmuştu. Gölün dibinde bulunan kalın kömür tabakası, eski bir yangın kalıntısıydı. Eşyalar tutuşarak suya düşüyordu. Su onları söndürüyor yani koruyordu. Böylece zedelenmeden gölün dibine çöküyorlardı. Orada eşyaları başka bir bela bekliyordu: Çürüme tehlikesi. Fakat yanarak kömürleşmeleri, onları bu tehlikeden kurtarmıştı. İncecik bir kömür kabuğu, eşyaları çürümekten korumuştu.

Ateş ve su bir araya gelip, muhteşem bir koruma zinciri kurmuştu.

Eşyalar ateşten ayrı, sudan ayrı etkilenselerdi, yok olup giderlerdi.

Fakat ateşle su birlikte işliyordu.

Bu sayede binlerce yıl öncesine ait eşyalar, hiç etkilenmeden günümüze kadar gelmişti. Dokuma işi, çok dayanıklı olmayan bir keten parçası bile korunabilmişti.

İşte bu sayede bilim insanların binlerce yıl öncesine ait verilere ulaşabiliyor, insan yaşamının tarihöncesi dönemini aydınlatabiliyordu.

 

 

****

Günümüzün ateşi aynı ateş değil.

Suyu da aynı suya benzemiyor.

Yakıp yok ediyor.

Yıkıp öldürüyor.

 

Oysa insan doğaya egemen olmuştu, artık kolay kolay doğanın gazabına boyun eğmeyecekti. Dağlara hükmetmiş, okyanusları birbirine bağlamıştı.

İnsan yüce ve çok akıllıydı.

Consalo Pisarro, müfrezesiyle birlikte karlı And Dağları’ndan geçiyordu. Düşmemek için, çıkıntılara dikkatle basarak, dengeyi kaybetmemek için de kollarını açarak yürüyorlardı. Yeni Dünya’nın bulunuşu, misafirlere de, ev sahiplerine de, pahalıya mal olmuştu. Hele ev sahiplerinin durumu çok kötülemişti. Bir zamanlar yeryüzünde IRMAK devri vardı. O devirde, bir kabileden diğerine, ırmak yoluyla gidilirdi. Sonraları denizlerin fethedilmesiyle, DENİZ devri başladı. Deniz devrini, kıtaları birleştiren OKYANUS devri izlemişti. Bundan sonraki devir ne devri olacaktı? Pencereden kuşların uçuşunu izleyen Leonardo da Vinci, bunu artık seziyordu. ... Bruno’nun ölümü insanın sonu değildi. Ve Giardino Bruno, ölümü bunun için böyle mertçe karşılamıştı.***

 

(M. İlin – E. Segal’in “İnsan Nasıl İnsan Oldu” eseri burada sona eriyor. Kitapta insanın nasıl insan olduğu ve doğaya egemen olabildiği anlatılıyor. Sonra insanın nasıl insanlıktan çıktığı, kendi elleriyle doğayı tahrip ettiği ve insanların mahvına sebep olduğu gösteriliyor.)

 

 

 

[*] M. İlin – E. Segal, İnsan Nasıl İnsan Oldu, Say Yay. 12. Baskı, İst. 2001, s. 52

[**] ÜNYE TARİH ARAŞTIRMA GRUBU, Canik’in Ahşap Camileri, Ünyekent, 13.04.2020, http://www.unyekent.com/k41-canik-dergisi/h11747-canik-in-ahsap-camileri.html

[***] M. İlin – E. Segal, Age, s. 470 ve 535

 

 

 

25.08.2021, Ünyekent

http://www.unyekent.com/yazi/2575-ates-ve-su.html


 

17 Ağustos 2021 Salı

Coğrafya Kader Değildir


Coğrafya Kader Değildir

 

Orman yangınlarının ardından sel felaketini yaşadık.

Can ve mal kaybımız artarak devam etti.

Hâlâ da devam ediyor.

Beraberinde şu tartışmaya tanık olduk...

Coğrafya kaderimiz mi?

 

Karadeniz’de yaşayanlar iyi bilir, her sağanakta sel veya su taşkını endişesi duyarız.  İster istemez ünlü İslam bilgini İbni Haldun’a atfedilen “Coğrafya kaderdir” deyişi aklımıza gelir.

 Oysa İbni Haldun Mukaddime adlı eserinde coğrafyanın insan üzerinde etkilerini ele alırken öyle bir çoğunun anladığı gibi “kaderci” ve teslimiyetçi bir anlayış öne sürmez.

Aksine coğrafyanın insan üzerindeki etkilerini siyasi ve fiziki açıdan derinlemesine inceler, zaman ve mekân ötesi bir tespit gerçekleştirir.

“Yaşadığı yerin havası, nemi insan sağlığına etki eder” diyen bilgin, “Siyasi mekanizmanın düzgünlüğü ya da bozukluğu da insan hayatının tüm akışını etkiler” der.

İbni Haldun’un bu sözünü hem politika açısından ele almak gereklidir hem de coğrafi koşullar açısından...

Eserleri ve yaşamıyla İbni Haldun, modern tarih aktarıcılığının, sosyolojinin ve iktisadın öncüleri arasında yer alır. Yalana, abartıya ve yaranmaya dayanan dönemin tarih aktarıcılığı yerine, "bilime dayanan tarih” anlayışını getiren kişidir ki onun tarihçiliğinde kadere ve safsataya yer yoktur.

 

Karadeniz Coğrafyası

 

Her mevsim yağışlıdır ancak yazın denizden gelen termik özellikler nedeniyle son dönemde yağışların su taşkınlarına ve sellere dönüştüğü bir iklim tipinden söz ediyoruz.

“Son dönemde!” diyoruz...

Çünkü bu süreç “küresel ısınma” yanında yaşadığımız coğrafyayı bizzat kendi ellerimizle tahrip ettiğimiz gerçeğini de içermektedir...

Hangi tahribattan söz ediyoruz?

Öncelikle HES’lerden, borulara soktuğumuz akarsulardan...

Maden arama gerekçesiyle kesip yok ettiğimiz ormanlardan söz ediyoruz.

Daha önceki yıllarda istisnai bir durum olan sel felaketinin artık her yıl yaşanmakta olduğuna dikkat edersek, coğrafyanın kaderini kendi ellerimizle nasıl katlettiğimizi daha iyi anlarız.

Tartışılan konu HES ile ilgili...

Regülatör kapaklarının patlayıp patlamadığı, bu düzeneklerde çok miktarda su tutulup sel ve taşkınlara neden olup olmadığı tartışılmaktadır.

HES (Hidro Elektrik Santrali), akarsuları normal yatağından kopararak borulara sokmuştur. Suyun debisini ayarlamak için dağ eğiminin tıraşlandığı bilinmektedir. Doğaya aykırı her müdahale gibi, HES’ler de doğal felakete davetiye çıkarmaktadır.

Bu tür uygulamalar, akarsu yatağına inşaat yapmak gibidir, sakıncalıdır...

Onlarca canın sel suları altında can verdiği Bozkurt ilçesine akan derenin HES’i, EPDK tarafından 49 yıllığına bir elektrik üretim firmasına verilmiştir.

Akarsu yatağına kurulan kenti bir felakete karşı korumak yerine, felaketin boyutlarını büyütmek için ne gerekirse yapılmış sanki...

Facia “Geliyorum!” demiş.

Ünye ve Fatsa’da da durum çok farklı değil.

Maden arama bahanesiyle kesilen ağaçlar, kuruyan göller ve çölleşen dağlar...

Sonuç:

Önüne ne gelirse alıp götüren bir sel görüntüsü.

Zaten ince olan toprak tabakasının heyelanlarla iyice topraksız hale gelmesi..

Yağışı ve yeşilliği bol olan bir coğrafyanın yoksullaşması! 

(Sen öyle yaparsan, doğa da böyle yapar işte! Coğrafyanın kader olması böyle bir durum olsa gerek...)

 

Emperyalist Ekonomizm

 

İbni Haldun’la başladık, O’nunla bitirelim.

İbni Haldun, “Coğrafya Kaderdir” adıyla basılan eserinde "Adaletsizlik medeniyeti mahveder." diyor.

Neden sıcak ve soğuk iklimler her cihetten “geri” kalmışken, iklim koşulları ılıman olan Batı medeniyetleri gelişmiştir? Gonçarov’un Oblomov adlı eserinde de aynı konuya değinilir: “Batı’da hayaller gerçekleştirmek için kurulur, Doğu’da ise gerçeklerden kaçmak için!”

Bakın Diyanet işleri Başkanı sel felaketiyle ilgili ne diyor?

“Bize düşen Allah’ın takdirine rıza göstermektir.”

Ya tedbir, ya akıl.

Onlara ne oldu?

Ne yapmamız isteniyor?

Başımıza gelen felaketleri kabulleneceğiz, yapılan akıl dışı uygulamalara ses çıkarmayacağız.

İbni Haldun’un sözünü ettiği adaletsizliğin yaratılmasında en büyük etken emperyalist ülkelerin çıkar hesaplarıdır, vahşi kapitalizmdir, kâr hırsıdır...

Coğrafyanın bu kaderi yenmesinin önündeki tek engel bunlardır...

 

 

 

18.08.2021, Ünyekent

http://www.unyekent.com/yazi/2563-cografya-kader-degildir.html

 


 

11 Ağustos 2021 Çarşamba

Arkeolojik Emperyalizm V (Son)

 



Arkeolojik Emperyalizm V (Son)

 

 

Gertrude Bell’in Anadolu’ya ayak bastığı tarihten itibaren Osmanlı siyasetindeki önemli değişimleri O’na bağlayanlar oldu. Örneğin II. Abdülhamid’e yapılan 31 Mart darbesi bile O’na yorulacaktı. 

Oysa O’nun asıl fonksiyonu I. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkacaktı. Osmanlı coğrafyasını karış karış gezen, notlar tutan ve Arap kabilelerinin şefleriyle bire bir görüşen bir kişi olarak İngiltere’nin işine o dönemde yarayacaktı.

 

I. Dünya Savaşı Sonrası Gertrude Bell

 

Savaş sonrası Gertrude Bell’in gezileri ve kazı faaliyetleri durdu. En büyük dostu ve desteği, Hicaz Emîri Hâşimî Hüseyin’in büyük oğlu Faysal’dı.  Daha sonra Irak Kralı olan I. Faysal, Hicaz’ı yöneten Mekke emirinin oğluydu ve İngilizlerle anlaşmıştı. Mart 1920’de Suriye kralı ilan edildi. Ancak dört ay sonra devrildi, tekrar İngilizler’den yardım istedi.

1921’de Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek için Churchill tarafından Kahire Konferansı düzenlendi. Bell, konferansa katılan tek kadındı. İngiltere’nin stratejisi tamamen Bell’in araştırmalarına dayanıyordu.

 

Elinde Cetvelle Irak Sınırını Çizdi

 

Kahire Konferansı’nda Bell’in fikriyle yepyeni bir ülke kuruldu: Irak... Bell babasına yazdığı bir mektupta “Ofiste tüm bir günü Irak’ın güneyindeki çöl sınırını belirlemekle geçirdim,” diyene Bell, Faysal’ın Ağustos 1921’de Irak’a kral olmasını sağladı. Faysal, bu iyilik karşısında görevde olduğu 12 yıl boyunca İngiltere ile ittifak yaptı.

Daha sonra Bell, General P. Cox’un sorumluluğunda, 1923’ten itibaren de Irak’taki İngiliz devlet komiseri olan Sir H. Dobbs’un yanında Bağdat istihbarat servisinde görevini sürdürdü. Burada İngiliz menfaatlerini korumak üzere onun Arap aşiretlerinin tutum ve eğilimleri üzerindeki tavsiyeleri uygulanıyor, yeni kurulan Irak’ın kuzey kısmının Türkiye ile birleşmesini önleyecek tedbirler alınıyordu.

 

Bağdat Müzesi

 

Gertrude Bell, ajanlık faaliyetlerini yoluna koyduktan sonra yeniden arkeolojiye döndü. 2003’teki ABD işgali sırasında yağmalanan Irak Ulusal Müzesi’nin kurulması için 4 yıl çaba sarf etti. Bağdat’a bölgenin en önemli müzesinin kurulmasına ön ayak oldu.

Bağdat müzesi tamamlanınca, Gertrude Bell'e adanmış bir plaket dikildi. Bell, Arapların anısına saygı ve sevgi duyacakları bu müzeyi 1923 yılında kurmaya başlamıştı. Irak Eski Eserler Onursal Müdürü olarak, harika bir bilgi ve özveriyle en değerli objeleri orada bir araya getirdi. 12 Temmuz 1926'da vefat ettiği güne kadar, kavurucu çöl sıcağında bu proje üzerinde çalıştı. Kral Faysal ve Irak Hükümeti, bu ülke için yaptıkları karşılığında minnettarlık duyarak, müze girişine O’nun adını verdi ve büstünü taşıyan bir plaket diktiler.

 

Ve Hazin Son...

 

Bağdat’ta bir millî müze kurulması için çalışması yanında diğer politik faaliyetleri, Bell’in sağlığının iyice bozulmasına sebep oldu. Yakın çevresinin İngiltere’ye dönmesi tavsiyesine uymadı. Hasta ve yalnızdı. Üvey kız kardeşinin ölümünü duyunca, morali iyice bozulmuştu. 58 yaşındaydı, ruhen ve fiziken çökmüştü.

12 Temmuz 1926 gecesi, Bağdat’taki evinde ölü bulundu.

Yüksek dozda uyku ilacı alarak intihar ettiği, hatta politik sebeplerle öldürüldüğü söylendi. Ortadoğu’yu cetvelle çizen kadın, bir odada sessizce can vermişti.

Bağdat’taki İngiliz Mezarlığı’na gömüldü.

Gertrude Bell, geride zengin bir kütüphane, Arabistan’la Anadolu’da çektiği fotoğraflar ve bölge hakkında ayrıntılı bilgiler içeren notlar bıraktı.

Hayatı hakkında bir çok eser yazıldı, belgeseller çekildi. Akademi ödüllü Nicole Kidman'ın Gertrude Bell'i canlandırdığı "Çöl Kraliçesi" filmini ünlü Alman Yönetmen Werner Herzog yönetti.

Tarihe geçen her insan gibi hırslıydı. Bir kadının o dönemde ve bu coğrafyada tek başına yapabileceğinden çok fazlasını yapmıştı. Kindardı; hayatındaki en büyük aşkı  Binbaşı Dick Doghty-Willie, Çanakkale’de Türklere karşı savaşırken ölmüştü, Türkleri sevmedi. Ülkesi tarafından Üstün Hizmet Madalyası’yla onurlandırılması, kendince “vatansever” olmasının gereğiydi.

 

Öteki Casus Arkeologlar

 

O dönem Gertrude Bell ve Lawrence dışında arkeoloji adına casusluk faaliyetinde bulunanlar da vardı: Michael Buch, Leonard Wooley, Dave Hogart, Delbrueck Herzfeld bunlardan bazılarıydı. Elbet de bütün arkeologları o dönemde casus saymak doğru değildir. Örneğin çok başarılı araştırma ve keşiflere yol açan M.E.L. Mallowan, uzun süre Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında çalışmış ve eşi ünlü polisiye romanları yazarı Agatha Christie en sevilen cinayet romanlarını bu esnada yazmıştı.

David Price adlı Amerikalı akademisyen, bugün dahi Amerika’nın arkeoloji alanında saha araştırması yapan görevlilerin CIA bünyesinde istihbarat faaliyeti yürütmekte olduklarını yazmıştır.  (Archaeology Magazine, 56/5, 2003)

 

Günümüzde Ortadoğu

 

George Clooney’in CIA Ajanı Bob Barnes’i canlandırdığı Syriana filmi, günümüz casusluk faaliyetlerinin Ortadoğu’daki “görünür” halidir. Filmin senaryosu, CIA istasyon şefi Robert Booker Baer’in 2002 yılında yazdığı “See No Evil” adlı otobiyografik kitabından uyarlanmıştır.

Özetle söylersek, dün Gertrude Bell’in cetvelle çizdiği coğrafyayı bugün birileri farklı yöntemlerle çizmeye çalışıyor.

Emperyalist bölüşüm (böl-yönet politikası), günümüzde arkeolojik çalışmalara gereksinim duymayacak kadar pervasız.

Yabancı ekiplerin elinden önemli bir çok kazı alanı alındı, ama...

Arkeolojinin millileştirilmesinden bahsedenlerin bizzat kendileri, söz konusu coğrafyada binlerce yıllık kültürel mirası emperyalistlerden daha fazla tahrip ediyorlar.

Çatalhöyük, Göbeklitepe, Troya ve Ephesos gibi dünyanın en önemli arkeolojik alanlarında yaklaşık on yıldır doğru dürüst bir kazı yapılmıyor. Bilimsel kazıların yerini teşhire yönelik düzenlemeler, oldukça tartışılan restorasyonlar aldı.    

Multidisipliner bir bilim olan arkeoloji, elbet de uluslararası bir işbirliğini de zorunlu kılar. Bu işbirliği emperyalist amaçlarla değil, bilimsel çabalarla kendini var eder. Eğer bu konuda kendimizden eminsek, katılımcılardan yana bir kaygı duymamız yersizdir. İsrail’de sürdürülen arkeolojik çalışmaları bu tür faaliyetlere olumlu bir örnek olarak verebiliriz. 

Ortadoğu arkeolojisinde bile, bilimsel varoluştan söz etmek mümkün.

İşte bu nedenden dolayı arkeoloji, dünya kültür mirasıyla birlikte ele alınır.

 

 

Kaynaklar:

İslâm Ansiklopedisi, BELL, Gertrude Lowthian.

M. R. Ridley, Gertrude Bell, London 1941.

Semavi Eyice, “Anadolu Arkeoloji Tarihinden Portreler: 1-Gertrude Bell”, Arkeoloji ve Sanat, I/2, İstanbul 1978, s. 7-10.

The Dictionary of National Biography, Oxford 1961, II, 74-76.

Martin Stanley, Britannica Ans.

Atila Türker, Seminer II, 202o Güz Dönemi Ders Notları,

11.08.2021, Ünyekent

http://www.unyekent.com/yazi/2552-arkeolojik-emperyalizm-v-son.html


 Gertrude Bell Şeyh Abdul Rahman Cami kemerli nişi içinde.

11 Kasım 1918. Bağdat Barış Kutlaması. Gell bu fotoğraftakileri numaralandırarak isimlendirmiştir.

 Kahire Konferansı-1921
Winston Churchill, Gertrude Bell , Arabistanlı Lawrence...

1926 Gertrude Bell ve Lionel Smith- kazılardan sonra arkeolojik buluntuları tasnif ediyor.

Bağdat Müzesi, 1927

Bağdat'taki İngiliz Mezarlığı'nda Gertrude Bell'in tabutunu taşıyan, Union Jack bayraklı, siyah kol bantlı Pall taşıyıcıları (Yüksek Komisyon personeli)

Gertrude Bell'in Bağdat'taki İngiliz Mezarlığı'ndaki çiçeklerle çevrili mezarı

 Bağdat müzesinde Gertrude Bell'e adanmış plaket ve büstü.

 Gertrude Bell'in Bağdat'tan yazdığı mektuplar..

Casus Arkeologlar


 

4 Ağustos 2021 Çarşamba

Arkeolojik Emperyalizm IV


Arkeolojik Emperyalizm IV

 

 

Gertrude Bell , (1868 - 1926)

Yahut “Çöl Kraliçesi”...

Başka bir deyişle:

Elinde cetvelle Ortadoğu’nun bugünkü haritasını çizen kadın!

 

1870’lerin sonunda, bölgede “arkeolog” olarak bulunan ilk İngiliz istihbaratçı Lawrence değil, onun hocası sayılan ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu’nun sınırlarını bizzat çizen bir kadın, Gertrude Bell’dir.

Lawrence’ı önceki bölümde anlatmıştık.

Gertrude Bell ile devam edelim.

Tam adıyla söylersek; Gertrude Margaret Lowthian Bell...

14 Temmuz 1868’de İngiltere’de, Washington Hall, Durham’da doğdu.

Doğumundan kısa bir süre sonra annesini kaybetti. Daha sonra üvey annesi olacak Mary S. Bell onun hem en yakın dostu olacak hem de birçok eserini yayınlamasına yardımcı olacaktı. Dadıların ve eğitmenlerin nezaretinde İngiliz geleneklerine göre sıkı bir eğitim alan Gertrude Bell muhafazakar bir aileye mensuptu. O zamanın şartlarında kadınlar üniversiteye gitmiyordu. Gertrude ailesini ikna etti ve Oxford Üniversitesi’ne girdi. Dört yıllık okulu yarı sürede, birincilikle bitirdi.

 Mezun olduktan sonra 1892’de önce İran’da büyükelçi olan amcasının yanına gitti, daha sonra iki kez dünya turuna çıktı.

1899'da, pantolonu olmadığı ve eteğinin çok hantal olduğu için iç çamaşırlarıyla tırmandığı La Meije dağında dağcılığa başladı. Daha sonra İsviçre’de Alplerin en yüksek noktasına tırmandı. 1902’de Alplerde ekip olarak fırtınaya yakalandılar. Bellerindeki halatla birbirine bağlı üç kişi tam 53 saat boyunca bir yamaçta sallandılar. Bell’in dirayeti ve verdiği moralle tüm ekip sağ kurtuldu.

Ailesinin zenginliği Anadolu ve Irak’taki birçok arkeolojik çalışmayı finanse etmesini sağladı. Anadili İngilizce’nin yanı sıra 6 dil daha öğrendi; Türkçe, Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca ve İtalyanca... İslam coğrafyasını gezdi, gözlemlerini kitaplaştırdı. Coğrafyadaki bütün aşiretlerle tanışıp dost oldu. Bu yönüyle Gertrude Bell, “Çöl Kraliçesi” olarak ünlendi, İngiliz İstihbaratı’nın en güvenilir elemanı sıfatıyla Ortadoğu’nun kaderini belirledi.

 

Aşkları ve Hayal Kırıklıkları

 

Gertrude, 24 yaşında, Henry Cadogan adlı Tahran Elçiliği'ndeki bir memura aşık oldu ve nişanlandıklarını duyurdular. Ancak Gertrude'nin ailesi, onunla evlenmesine izin vermedi. Cadogan yaklaşık bir yıl sonra zatürreden öldü. Bu, Gertrud’un hayatında yaşadığı ilk hayal kırıklığı oldu.

Bell 1907’de Anadolu’daydı. Kiliselerle ilgili bir araştırma yapıyordu, Konya’ya geldi. Burada İngiltere’nin Konya Askeri Konsülü Binbaşı Dick Doghty-Willie ile karşılaştı. Binbaşı evliydi. Gizli buluşma ve mektuplaşmaların ardından İngiliz Binbaşı 1915’te Çanakkale Savaşı’nda hayatını kaybetti. Gertrude muhtemelen bu olay nedeniyle Türkler’i sevmedi hatta nefret etmeye başladı.

1920'lerin başında, Irak İçişleri Bakanlığı'nın İngiliz danışmanı ve Kral Faysal'ın kişisel danışmanı Ken Cornwallis'le yolları kesişti. O’na da aşık oldu ama hem kendisinden 15 yaş küçüktü hem de evliydi. Gertrude için  Cornwallis tam bir hayal kırıklığı oldu. Ken Cornwallis 1925'te boşandıktan sonra bile Gertrude’la gönül ilişkisine girmedi.

Lawrence ile ilişkisi asla duygusal tonda olmadı. Her ikisi de Oxford'a gitmiş ve Modern Tarih okumuşlardı. Her ikisi de akıcı Arapça konuşmuş ve Arap çöllerinde yoğun seyahatleri olmuştu. I. Dünya Savaşı öncesi yerel kabilelerle bağlar kurmuşlar, arkeolog ve tarihçi Lt. David Hogarth tarafından 1915'te Kahire'deki Ordu İstihbarat Karargahına atanmaları sağlanmıştı. Gertrude, Lawrece’in patronu, güvenilir dostu ve hamisiydi.

 

Yurtdışı Gezileri ve Ortadoğu Çalışmaları

 

Gertrude Bell 1893-1899 yılları arasında Almanya, İtalya, İsviçre ve Fransa’da seyahatler yaptıktan sonra 1899’da Kudüs’e gitti. Buradan 1900’ün Haziran ayında yola çıkarak Suriye’yi dolaştı ve Cebelidürûz’a gitti. 1902-1903’te Hindistan, Cava, Burma, Çin, Japonya ve Amerika’yı dolaştıktan sonra Ortadoğu gezisini 1905’te tekrarlayarak aynı yerlerden bir daha geçti ve bu gezilerde gördüklerini bir seyahatnâme biçiminde değil, daha çok çöl insanlarının yaşantı ve duygularını dile getiren bir üslûpla The Desert and the Sown başlığı altında bir kitap halinde yayımladı (London 1907; Almanca’sı: Durch die Wüsten und Kulturstätten Syriens, Leipzig 1908).

1905 yılında Filistin ve Suriye’ye yaptığı gezide Antakya-İskenderun üzerinden Anadolu’ya geçti ve Konya’da Binbirkilise denilen bölgede incelemeler yaptı. Bizans kiliselerini inceledi. Bu seyahatlerde çadır kurup at üstünde güç erişilir yerleri dolaştı. Bu sayede dağılmakta olan Osmanlı Devleti’nin durumunu yakından görüp inceledi.

1907’nin Nisan’ında İzmir, Manisa, Miletos, Isparta üzerinden İç Anadolu’ya ulaştı. Sir W. M. Ramsay ile buluşarak birlikte kazılar yaptılar. Bu çalışmalar sonunda her ikisinin imzası ile The Thousand and One Churches (Binbirkilise) adlı hacimli ve bol resimli kitap yayımlanmıştır (London 1909).

1909 başlarında Halep’ten yola çıkarak güneye iner ve çölü geçip Fırat’ın batısında olan Ühaydır Sarayı harabesine ulaşır. Daha sonra birkaç defa daha gittiği bu çok önemli kale ve saray kalıntısına dair The Palace and Mosque of Ukheidir adıyla büyük bir kitap yayımlamıştır (Oxford 1913). Bu saray üzerindeki çalışmalarından önce Bağdat, Musul, Cizre, Diyarbakır, Harput, Malatya, Darende, Tomarza, Kayseri, Ereğli’den Konya’ya kadar yolculuğunu ve yolda gördüklerini Amurath to Amurath (London 1911, 1924) adlı kitabında anlatmıştır. 1911’de yine Ühaydır’da çalışmalar yaptıktan sonra Bağdat’tan kuzeye çıkarak Nusaybin ve Mardin üzerinden Silvan’a giden Gertrude Bell yolu üstündeki Nestûrî kiliselerini inceler; Silvan’da da çalıştıktan sonra Diyarbakır üzerinden Viranşehir’e, oradan Re’sül‘ayn’a ve Harran’a geçer. Buradan sonra uğradığı Kargamış’ta  T. E. Lawrence ile tanışır.

1913 yılı sonunda Şam’dan ayrılarak Necid çölüne girdi. Kızıldeniz ile Basra körfezi arasındaki araziyi geçerek kırk günde Hâil’e vardı. Buradaki aşiretin başındakilerle tanışarak I. Dünya Savaşı’nın başlamasından beş ay önce Bağdat’a ulaştı.

 

I. Dünya Savaşı ve Gertrude Bell

 

I. Dünya Savaşı’nda Lawrence ile birlikte, Osmanlı idaresine karşı Arap ayaklanmasını hazırlayanlar arasında bulunmak üzere Kahire’ye gönderildi. Kargamış’ta kazı yapan İngiliz arkeologlarından L. Wooley ile Osmanlı Devleti’nin çeşitli yerlerinde (Girit, Tesalya, Anadolu) yıllardır dolaşan arkeolog D. Hogarth da aynı serviste idi. Ayrıca burada savaştan önce Anadolu’yu baştan başa gezen Anadolu arkeolojisi uzmanı Sykes de bulunuyordu. Miss Bell 1916’da bir süre Kahire’deki bu istihbarat bürosunda çalıştıktan sonra Mezopotamya’daki İngiliz başkumandanlığı emrine verilerek General Sir Percy Lake’in yanına gönderilip Basra’da görevlendirildi.

Gertrude Bell’e doğrudan resmi bir görev verilmemiş olsa da Ortadoğu’da Osmanlı’ya karşı İngiliz saflarında çalışabilecek Arap kabilelerini tek tek raporlamıştı. Bu raporlar askeri eylemlerde kullanıldı. İngilizler bu sayede Şam ve Halep’i ele geçirdi. Musul’a girmek üzerelerken Osmanlı teslim oldu ve 1918’de Mondros Ateşkesi imzalandı. Birkaç ay sonra İngiltere Gertrude Bell’e “Üstün Başarı Nişanı” verdi...

 

 

(Devam Edecek; I. Dünya Savaşı Sonrası ve Gertrude Bell’in hazin sonu!)

 

 

Ünyekent, 04.07.2021

http://www.unyekent.com/yazi/2537-arkeolojik-emperyalizm-iv.html


Gertrude Bell , (1868 - 1926)
Gertrude Lowthian Bell Arabistan’daki kıyafetiyle çadırı önünde-1902

Kral Faysal, şürekâsı ve Bell piknik yaparken.

1913 yılı sonunda Şam’dan ayrılarak Necid çölüne girdi. 
Kızıldeniz ile Basra körfezi arasındaki araziyi geçerek kırk günde Hâil’e vardı.


Akademi ödüllü Nicole Kidman'ın Gertrude Bell'i canlandırdığı 
"Çöl Kraliçesi" filmini ünlü Alman Yönetmen Werner Herzog yönetti.