26 Nisan 2023 Çarşamba

Göbeklitepe Tarihin Sıfır Noktası mı?

 


Göbeklitepe Tarihin Sıfır Noktası mı?

  

Göbeklitepe’nin UNESCO Dünya Miras Kalıcı Listesi'nde yer alması ve popülerlik kazanmasının ardından bazıları bu tarihsel mekânı "Tarihin sıfır noktası" olarak nitelendirdi. Bazen de “Zamanın sıfır noktası” denildi.

Göbeklitepe’yi tarihin yahut zamanın başlangıcı saymak doğru mu?

Yeni bir kavram karmaşası yaratmaktan öte gitmeyen bu tanımlamalara neden gerek duyuldu?

Bilimsel bir saptamadan ziyade “reklamcı” jargonuyla yapılan bu ve benzeri tanıtımlar, biraz “havalı” görünmesi yanında ciddi yanılgılara da kapı aralamaktadır.

20 Haz 2017 tarihli bir arkeoloji yıllığında Göbeklitepe “zamanda sıfır noktası” olarak belirtilmektedir.

“The Turkish Ministry of Culture and Tourism refers to Göbekli Tepe as “zero point in time” because the site potentially represents the first transition from hunting and gathering to settled agriculture in the World” (Archaeology Almanac, Editor’s Blog, 20. June 2017, Göbekli Tepe: “Zero Point in Time”)

Blok’ta Göbekli Tepe'den “zamanda sıfır noktası” olarak söz edenin Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı olduğu ve bu belirlemeye neden olarak, Göbekli Tepe’nin potansiyel olarak dünyada avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik tarıma geçişin ilk temsilcisi olması gösteriliyor.

1 Tem 2022 tarihli NTV bülteninde ise, dünyanın bilinen en eski inanç merkezi olması dolayısıyla 'tarihin sıfır noktası' olarak nitelendirildiği ileri sürülmektedir. UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde dördüncü yılını geride bırakan Göbeklitepe, aldığı bu unvan sonrası bir milyon 597 bin 87 kişiyi ağırlamış.

Öte yandan dünyanın bilinen en eski tapınağı olması ve ihtiva ettiği anıtsal mimariden dolayı 'tarihin sıfır noktası' olarak nitelendirilmektedir.



 

Tarihin Sıfır Noktası?

Yeni bir “milat” çağrışımı yapan bu belirleme Göbeklitepe’yi çok özel bir yere koymaktadır. Daha önceki süreci ve diğer gelişmeleri önemsiz sayan bu anlayışa göre Göbeklitepe insanlık tarihinde bir dönüm noktasıdır!

Tarihe ilişkin buluntular bundan böyle Göbeklitepe temel alınarak ifade edilmelidir.

“Göbeklitepe’den de eski!”

“Göbeklitepe’den iki bin yıl sonra…” gibi.

Hatta bu aşamada “tarih” kavramı yeniden ele alınmalı ve tanımlanmalıdır.

Şimdiye değin tarih kavramına yüklenen içerik, teknolojik ve bilimsel gelişmeler ışığında yetersiz kalsa da, bu durumu Göbeklitepe’ye yormak ve misyonu arkeolojik bir kazı sonrası elde edilen lokal buluntulara bağlamak ne derece doğrudur?

Benzer paradigmaları Tarihöncesi Dönemde birçok yerde ve zamanda görmek mümkündür.

Örneğin Nevali Cori, Karahan Tepe gibi Göbeklitepe ile çağdaş hatta daha önceki yıllara ait “T” biçimli anıtsal yapılara sahip mekânlara ne diyeceğiz?

Göbekli Tepe milat mıdır?

“İnsanlık tarihine bütünlüğü içinde bakılmadığından en akıl almaz iddialardan biridir.” diyor Işın Yalçınkaya

Neyin miladıdır? İnsanlık tarihinin mi, yoksa inanç olgusu ya da sisteminin başlamasının miladı mıdır?

Milat, herhangi bir şeyin başlangıcı yani doğuşu anlamına geldiğine göre, homo genusu’nun insanlaşma sürecine geçişi yani insanın soyunun, 2,5 milyon yıl önce ilk kez ortaya çıkışı, insanlık tarihinin miladı değil midir?

Arkeolojik kanıtlara göre öteki dünya inancıyla ölülerin gömülmesi ve mezarlara armağanların bırakılması orta Paleolitik’te başlar, üst Paleolitik’te ise tapınma eylemine evrilir. Dolayısıyla insanlık tarihinde inanç ve tapınma ilk kez Göbekli Tepe’de ortaya çıkmış değildir. (Bkz. Işın Yalçınkaya, İnsanlığın Uzak Geçmişine Dair Doğru Bilinen Yanlışlar.)

Yıllar önce yine bu sütunlarda İnsan neslinin önüne çıkan en büyük buluşlardan biri tekerleğin icadıdır.” demiştik. (Bkz. 16 Ekim 2009, Ünye Kent; Tarih Nedir?)

Evet, en büyük buluşlardan biri tekerleğin icadıdır. Saatte 300 kilometre hız yapan otomobillerin teknolojisi bu birikim sayesinde basit bir bilgi üretimi sürecine indirgenmiştir. Tekerleğin günümüzden 7.000 yıl önce bulduğunu farz edersek, bu süreç hiç de kısa sayılmaz. Ama bir Homo Sapiens’in tekerliği bulabilmesi için en az 45. 000 yıl geçmesi gerektiğini düşünürsek, bilimsel bilginin tarih içinde nasıl ortaya çıktığını daha net anlarız.

 





 Tarihin Tanımı

“Geçmiş zamanlarda yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetlerini yer ve zaman bildirerek, sebep-sonuç ilişkisi içinde anlatan bilim dalıdır.”

Milli Eğitim Bakanlığı’nın lise tarih dersi kitaplarında tarih bu şekilde tanımlanıyor. Oysa insanlığın en büyük buluşlarından biri olan tekerleğin nerede ve hangi tarihte icat edildiği bilinmemektedir.

Son dönemde “tarih nedir” sorusuyla yeniden muhatap olmaktayız.

Tarih, oldukça net (açık) bilgi ve belgelere dayanmak zorundadır.

Bu nedenle “tarih belgedir” anlayışı öne çıkmıştır.

Arkeolojik belgeler, özellikle yazılı tabletler esas alınarak tarih yazının icadına endekslenmiştir.

Tarihte bilinen ilk yazılı antlaşma MÖ. 1280 tarihli Kadeş Antlaşması’dır.

Okunan belgelerden Mısır Kralı II. Ramses’in mi (MÖ 1303 – MÖ 1212), Hitit Kralı Muvatalli’nin mi (MÖ 1295-1272) galip geldiği muammadır.

Ebu Simbel tapınağındaki hiyerogliflerden savaşı Ramses’in kazandığı zannedilirken, yıllar sonra bulunan Hitit kil yazılarında bunun tam tersi okunmuştur.


 

 Tarih Bir Bilimdir

 Tarihi ulusal ya da ideolojik bir malzeme olmaktan kurtardığımız anda, reel ve rasyonel bir araştırmanın kapılarını aralarız ki, tarih denen kavramın bir bilim olduğu sonucuna ulaşırız. Bertrand Russell’ın tanımladığı bilim kavramı, aynıyla Tarih için de geçerlidir.

“Bilim, gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabasıdır.” (B. Russel, Din ve Bilim, YKY Yay.)

Bir başka açıdan bilimsel çalışmayı, Teorik Fiziğin Esasları adlı yapıtında Albert Einstein şöyle görür:

 “Her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabasıdır.” (Albert Einstein, 'The Fundamentals of Theoritical Physics' Science 91-1940)

Bir bilim olarak tarih, bu ilişki ve gelişmeleri yöntemli bir biçimde inceleyen, ayrıştıran ve açıklayan bir bilim dalıdır. Bu anlamıyla tarih, yöntem sorununu önümüze koyar:

“Ne yapacağız, nasıl yapacağız?”

Tarihin yöntemi, tarihi olayları kaynağından araştırarak, ana ve ikincil unsurları, arşivleri, yazılı, görsel ve sözel materyalleri kullanarak doğru bilgiye ulaşmaktır. Bu nedenle verilerin düzenlenmesi, incelenmesi, kritik edilmesi ve sentezlenmesi gerekir. Sadece kaynaklarla yetinmek, arşivciliktir; ham maddeye gömülmektir. Tarihin gerçek bir bilgi ve bir bilim halini alması için, verilerin mutlak suretle doğru bir yöntemle ele alınması, işlenmesi gerekir.

Sonuç olarak, Göbeklitepe’den söz ederken reklam spotları yerine bilimsel verileri kullanmak daha isabetli bir davranış olacaktır. Arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt’in ardından kazılara ve bilimsel araştırmalara değil de, sergilemeye ve tumturaklı sözcüklere ağırlık veren yetkililere buradan sesleniyoruz.

Miladi takvimin esas aldığı “başlangıç” noktası bugün arkeolojik verilerin ışığında anlamını büyük ölçüde yitirmiştir… Ancak kendimize yeni bir milat icat ederken zamanı rasyonel kullanmak ve miladı bilimsel veriler üzerine inşa etmek zorundayız.

 


23.04.2023, Ünyekent


19 Nisan 2023 Çarşamba

Göbeklitepe’ye Bir Gezi

 


Göbeklitepe’ye Bir Gezi

  

2015 yılının Nisan ayı…

Sekiz yıl önce bir grup arkadaşla Ünye’den yola çıktık.

Rotamız Güneydoğu…

Beni en çok heyecanlandıran nokta, Göbeklitepe’yi görecek olmamızdı.

Gecenin ilerleyen saatlerinde; Sivas-Malatya arası bizi karşılayan kar yağışını saymazsak, yolculuğumuz oldukça keyifli geçti.

 

Nisan 2015; Göbekli Tepe-Şanlıurfa


İnsanlık tarihine ilişkin yerleşik bilgilerde önemli değişikliklere yol açan Göbeklitepe kazı çalışmalarının başkanlığını yürütmüş bilim adamı Klaus Schmidt’i yitireli henüz 10 ay olmuştu.

Bilim dünyası bu kazılarda ele geçen buluntuların yorumuyla çalkalanmaktaydı.

24 Nisan akşamüzeri bölgeye vardığımızda, oldukça mütevazı bir düzenlemeyle karşımıza çıkan muhteşem bir insanlık abidesine tanıklık ettik.

O tarihte kazı alanı sunuma yönelik abartılı ve fazla işe yaramayan, bir “uçan daire” modülüne henüz dönüştürülmemişti...  Buna karşın "Göbeklitepe adeta bir çekim noktası oldu."

UNESCO Dünya Miras Kalıcı Listesi'nde yer alması, Göbeklitepe'nin dünyanın en tanınan ve bilinen yerler arasında yer almasını sağlamıştı.

Bazılarının "Tarihin sıfır noktası" olarak nitelendirdiği, dünyanın bilinen en eski ve en büyük inanç merkezindeydik ki tarihin sıfır noktası nitelemesi ne menem bir şeydir, bir sonraki yazımızda değineceğiz…

Göbeklitepe Mısır piramitlerinden 8 bin yıl daha önce yapıldı.

İngiltere’deki Stonehenge'den 6 bin yıl önce inşa edildi.

İnsanlığa ait ilk anıtsal yaşam alanlarından birisi…

Yerleşik hayata geçişlerin ilk izleri için büyük bulgular barındırıyor; yerleşik hayatı simgeleyen ve tarıma işaret eden buğdayın ilk izleri Göbeklitepe'de bulundu, deniyor...

Ancak avcı bir toplum oldukları, evcilleştirilmiş hayvanları ve ehlileştirilmiş tohumları olmadığı da ileri sürülüyor.

Dinler tarihini de etkileyen Göbeklitepe, bilinen ilk ibadet merkezi mi?

 







Göbeklitepe’nin Öyküsü

Göbeklitepe Şanlıurfa kent merkezine 18 kilometre mesafedeki Örencik Mahallesi yakınlarında, adını tepe üzerinde yer alan yatırdan alan bir sit alanıdır. Yatırın olduğu tepedeki ağaca yöre halkı çaput bağlamakta, dilekler tutmaktadır.

Bölge ilk kez 1963'te yüzey araştırmaları sırasında, İstanbul ve Chicago üniversitelerinden gelen araştırmacılar tarafından fark edildi.

1986'da tarlasını süren bir çiftçinin bulduğu heykel, bölgeye yeniden ilgiyi artırdı.

Ve fakat heykel, Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi yetkililerine teslim edilse de ne olduğu pek anlaşılamadı, sadece müzede koruma altına alındı.

Sonra Hilvan'daki Nevali Çori'de kazı yapmak için gelen ve müzede buluntuları gören Alman Prof. Dr. Klaus Schmidt, heykelin önemli olduğunu düşünerek buluntu bölgesinde araştırma yapmaya başladı.

1995'te bölgede Prof. Dr. Klaus Schmidt başkanlığında kazı çalışmaları başlatıldı.

Kazılarda boyları 3 ila 6 metre, ağırlıkları da 40 ila 60 ton olan, yabani hayvan figürlü "T" biçimli dikili taşlar bulundu.

Ayrıca kazılarda 8 ila 30 metre çapında dairesel ve dikdörtgen şekilli, dünyanın en eski tapınak kalıntılarına ve yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait olduğu belirtilen 65 santimetre uzunluğunda insan heykeli gibi, çeşitli tarihi eserler de gün yüzüne çıkarıldı.

 

Göbeklitepe 1995-2005 Kazı Sonuçları

Kazı çalışmaları sonucunda, Göbekli Tepe’de 4 tabaka açığa çıkartıldı.

En üstteki I. Tabaka, tarım yapılan yüzey dolgusu olup, geriye kalan 3 tabaka ise Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’e (PPNA) tarihlenmektedir.

Göbekli Tepe’de stratigrafi en üstten alta doğru şu şekilde izlenmektedir.

I. Tabaka: Yüzey dolgusu

II. A. Tabaka: Dikilitaşlı Köşeli Yapılar (M.Ö. 8.000-9.000).

II. B. Tabaka: Yuvarlak-Oval Yapılar (Ara tabaka).

III. Tabaka: Dikilitaşlı Dairesel Yapılar (M.Ö. 9.000-10.000).

 

Çanak Çömleksiz Neolitik-B Evresi’ne tarihlenen ve yüzey dolgusunun hemen altında bulunan II A. Tabakası’nda dikilitaşlı dörtgen planlı yapılar açığa çıkartılmıştır. Bu yapıların, çağdaşı olan Nevali Çori’de bulunan tapınak yapısıyla benzerlik göstermesi bakımından kültle ilişkili yapılar olduğu düşünülmektedir. Bu evre için tipik olan Aslanlı Yapı’da, karşılıklı olmak üzere, ikisinin üzerinde kabartma olarak birer aslan motifinin işlendiği dört adet dikilitaş bulunmaktadır.

 

Buluntulara İlişkin Tartışmalar

Taşların üzerindeki resimlerde yılan, böcek, tilki, ördek ve kuşlar bulunmaktadır.

Etraftaki kalıntılardan hareketle; boğa, ceylan, yabani keçi, domuz ve tilki avladıkları, yabani buğday tükettikleri anlaşılıyor.

Ancak tarımsal üretime ilişkin ipuçlarına rastlanmamıştır.

Avcı-toplayıcı toplum yapısına sahip topluluklardır. 

Dönemin teknolojisine göre “imkânsız” olarak görülen devasa taş anıtlara ve figüratif eserlere rastlanmıştır.

Yine döneme göre oldukça gelişmiş ve derinlik kazanmış bir inanç sistemine sahip oldukları anlaşılmaktadır.

Göbeklitepe sadece ayinle ilgili bir “tapınma” merkezi değildir.

“T” biçimli anıtlar aynı zamanda bir topluluk kimliğini de ortaya koymaktadır.

Dönemin toplumsal değişimi, insanlar arası ilişkide şimdiye kadar çözümlenememiş yeni bulgular ortaya koymaktadır.

Örneğin erkek egemen bir toplum düzeninden söz edilmektedir.

İnsan ve hayvan figürlerinin çoğu erkektir, cinsel organları belirgindir.

İnsan figürleri biyolojik açıdan bugünkü insanlara benzemektedir.

Şimdiye dek, sadece bir tane kadın figürü bulunmuştur. Bacakları açık olan figürün doğum anı tasvir ettiği belirtilmektedir.

15-20 metre çapında yuvarlak yapılı odacıklar şeklinde inşa edilen yapılar daha sonra toprakla doldurulup iptal edilmiştir. Yüzlerce yıl sonra yeniden üstlerine daha küçük ve sade ama öncekilere benzeyen yapılar inşa etmiştir.

Bu nedenle Göbekli Tepe katman katman yükselmiş, bugüne kadar üstteki sekiz yapıda kapsamlı kazılar yapılmıştır.

Sonar taramalarında, daha altta yine bu katmanlara benzeyen 21 yapı daha olduğu saptanmıştır.

Sit alanının % 90’ı henüz kazılmamış olup, tüm kazıların bitirilmesi 60 yıllık bir sürece denk düşmektedir.

 

Göbeklitepe Üzerine Notlar

Henüz çözümlenememiş birçok sorunun ve sitte daha kazılmayı bekleyen büyük bir alanın söz konusu olmasına karşın, Göbeklitepe hakkında aşırı bir heyecan ve aceleyle çok büyük iddialar ileri sürülmüştür.

Bilgi kirliliğine neden olan konuları şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Avcı-toplayıcılar tarafından inşa edildiği,

2. Avcı-toplayıcıların belirli zamanlarda toplandıkları bir inanç ve şölen merkezi olduğu,

3. Milat olduğu (“Tarihin sıfır noktası?”),

4. Kutsal kitaplarda adı geçen yer olduğu,

5. İnsanlık tarihinin yeniden yazılmasını gerektirdiği,

6. Dünyadaki tek örnek olduğu iddiaları. (Ayrıntı için bkz. Işın Yalçınkaya)

 

Devam Edecek.

 

Yararlanılan Kaynaklar:

 

Klaus Schmidt, Göbekli Tepe - Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı - En Eski Tapınağı Yapanlar, Arkeoloji ve Sanat Yay. 2014

Işın Yalçınkaya, İnsanlığın Uzak Geçmişine Dair Doğru Bilinen Yanlışlar.

Derman Bayladı, Göbeklitepe’nin Keşfi, Bulut Yay. Kasım 2017

Karl W. Luckert, Göbekli Tepe-Avcılıktan Evcilleştirme, Savaş ve Uygarlığa Dek Taş Çağında Kültür ve Din Üzerine Gözlemler, Alfa Basım Yayım Dağıtım, 2017

Göktug Halis, Göbeklitepe Sembolizmi Tas Cağından Bugüne Uzanan Anlamların Analizi, A7 Kitap, Eylül 2019

Atlıhan Onat Karacalı, Neolitik Yakındoğu ve Göbeklitepe mimarisi, Gece Kitaplığı, 2018

  

19.04.2023, Ünyekent


12 Nisan 2023 Çarşamba

Türkiye’de Buğday Üretimi

 


Türkiye’de Buğday Üretimi

 

50 yıl önceydi…

Rahmetli eniştem (teyzemin eşi) söylemişti:

“İğneden ipliğe her şeye zam yapın ama ekmeğe zam yapmayın!” demişti dönemin iktidar sahiplerine…

Yapılan her zammı makul ve mantıklı karşılardı.

Dünya piyasası, iktisadi bunalımlar ve sair…

Zamların zorunlu olduğunu anlamaya çalışır, sohbetlerde usulünce anlatırdı.

Ancak ekmek farklıydı.

Her şeyin fiyatı artsa da ekmek fiyatları belli bir seviyede kalmalıydı.

Fakir fukara, herkesin temel beslenme kaynağıydı ekmek.

Bu noktada, ayarı kaçırmamak gerekirdi.

Ekmeğe zam yapılırken yöneticiler bir kez daha düşünmeliydi! [1]  

2000’li yılların ilk çeyreğinde, yöneticilerimiz ekmeğe zam yaparken bu hassas noktayı düşünüyorlar mı?

 

Ekmek Aslanın Ağzında!

 

TMO 2013 yılında ekmeklik buğdayın fiyatı 720 TL/ton olarak açıklanmıştı.

Buna göre, 2002–2013 yıllarını kapsayan dönemde ekmeklik buğdayın fiyatı % 210 düzeyinde artmış…

11 yıllık döneme denk gelen bu artış, bugün misliyle aşılmış gibi görünüyor.

2023 yılına gelindiğinde bir yılda ekmek fiyatları % 100 arttı.

Bu artış, elbet te ülkemizde uygulanan neoliberal ekonomi politikalarının sonucuydu.

Üstelik devlet ekmeği sübvanse ediyor.

TMO 2021’de 385 dolara aldığı buğdayı değirmencilere 155 dolardan verdi. Aradaki 230 dolarlık farkı görev zararı olarak bütçesine yazdı.

Serbest piyasada 50 KG bir çuval ekmeklik un 335-350 TL arası, TMO unu ise 200-210 TL’den satılıyordu.[2]

TMO’nun 2022’nin ilk aylarında zararı 400 milyon doları aşmış, yıl ortasında 700 milyon doları bulmuştu.

Epeydir ekmeğe zam yapılmıyor, gramajı düşürülüyordu(!)

Bu defa gramajı iyice düşürüldü ve ekmek 5 TL’ye çıkarıldı.

“İkilik” ekmek diye satıldığı için, Ünye’de ekmeğin tanesini 10 TL‘den alıp yiyoruz.

Beş kişilik bir ailenin günlük ekmek tüketimi 5 ekmek civarında.

Ayda 1.500 TL sadece ekmek giderleri tutuyor.

Halk Ekmek kuyrukları boşuna değil…

Bu duruma nasıl gelindi?

Son 30 yılda tarım alanları %20 daraldı.

Daralan tarım arazileri içinde buğday en öndeydi…

16 yıl öncesine göre buğday ekilen alanlar % 25 azaldı.

Oysa buğday bu topraklarda doğmuştu.

Buğdayın anavatanı Anadolu’ydu…

Tüm dünyaya buğday bu topraklardan dağılmıştı.

Ve dünyanın önde gelen buğday üreticisiydik...

Ama bugün…

Ukrayna’dan, Rusya’dan buğday getirtiyoruz.






 

Nereden Nereye?

 

 Türkiye yüzölçümünün %30’u (23,8 milyon hektar) tarım yapılabilir özelliktedir. Bu alanın yaklaşık her yıl 5 milyon hektarı nadasa bırakılmakta, 18,8 milyon hektarı ise ekilmektedir. Ekilen alanın yaklaşık yarısında (9,6 milyon hektar) buğday tarımı yapılmaktadır.

Tarım alanlarının nadas alanları hariç %65,5’i (15,6 milyon hektar) tarla bitkilerine ayrılmıştır. Bu alanın da yaklaşık %74’ünde (11,5 milyon hektar) hububat ekilmektedir. Hububat ekim alanı içerisinde %67,2’lik pay ile ilk sırada buğday, %23,7’lik payla ikinci sırada arpa ve %5,7’lik payla mısır üçüncü sırada yer almaktadır. Bu ürünleri sırasıyla çavdar, çeltik, yulaf ve tritikale (laboratuvar ortamında yetiştirilen buğday ve çavdar melezi) izlemektedir.[3]

Hal böyleyken…

Türkiye’de son 20 yılda tarım alanları %20, buğday ekilen alanlar % 25 azaldı. Topraklarımızın azalmasına rağmen Tarım Bakanlığı’nın geliştirdiği tohumlar, tarım teknikleri ve eğitim çalışmaları nedeniyle üretimde verimlilik arttırıldı ama yetmedi.






 

Buğdayın Yarısı Dışarıdan Geliyor

 

Türkiye son yıllarda (özellikle 2020 ve sonrası), kullandığı buğdayın yaklaşık yarısını yurt dışından ithal ediyor.

Neden?

1- Buğday üretimi diğer tarım sektörlerinde olduğu gibi yeterli devlet desteği alamıyor.

2- Tarım girdileri hızla yükseliyor. Toprak kirası, akaryakıt ve gübre fiyatları, tarım makinaları ve diğer donanımların fiyatı artıyor.

3- Buğday tarımı kârlı bir alan olmaktan çıkınca, işgücü arzı da azalıyor. İşgücü maliyeti diğer ekipmanlar gibi yüksek kalıyor.

4- Tarım alanlarının daralması.

5- Un ve unlu mamullerin dışsatımda (ihracat) kullanılması.[4]

 

Aslında buğday üretiminin yetersizliğiyle ilgili ileri sürdüğümüz bu nedenler, aşağı yukarı diğer tarımsal ürünler için de geçerlidir.  

 

Sonuç

 

Arkeolojik verilere göre günümüzden 12.000 yıl önce beslenmemizin temelini oluşturan ürünlerin yaban ataları ilk olarak Anadolu topraklarında yetişmişti. Buğday, arpa, mercimek, bezelye, nohut...

Ancak Anadolu’nun bu ekolojik ve tarihsel zenginliğine rağmen, Türkiye son yıllarda buğday ithal eden bir ülke konumuna geldi. Oysa Türkiye, tarih boyunca tüm dünyanın etkilendiği savaş dönemleri dışında buğday ithal etmedi.  Neden bu konuma geldik?

Sadece buğday değil, birçok üründe dışa bağımlı bir hale gelme ihtimalimiz var.

Şu anda buğday, mercimek, mısır, fasulye, arpa, pirinç, soya ürünlerinde maalesef dışa bağımlıyız. Hayvan yiyeceği olan samanı yurt dışından alma durumundayız.

Oktay Akbal’ın dediği gibi “Önce Ekmekler Bozuldu!”

Zam furyasından ekmeği istisna tutamıyorsak; kaçınılmaz sonun başlangıcındayız, demektir. 

 

 


12.04.2023, Ünyekent

 



[1] Rahmetle anıyorum kendilerini, bilgili-aydın insanlardı. Bugün çevremize bakıp, bu tür insanları ne kadar özlediğimi fark ediyorum. Eniştem Mazhar Yılmaz, Dayılarım; Yaşar Tokaç, Sami Senayi Tokaç, akrabalarım; Fuat Yönden, Mahmut Şimşek, amcam Hayrettin Varilci ve ismini buraya yazmadığım tüm o güzel insanların özlemiyle…

[2] Haber Türk, 21.12.2021

[3] Buğday Dosyası, TMMOB Ziraat Müh. Odası, 2014

[4] Türkiye dünyanın en önde gelen un ve unlu mamuller dışsatımcısı (ihracatçı) olarak biliniyor. Ekmek tüketimi yüksek bir ülke olmamız yanında, un ve mamuller dışsatımının bu denli yüksek olması, buğday üretimini yetersiz kılan nedenlerin başında gösteriliyor.  


5 Nisan 2023 Çarşamba

Buğdayın Öyküsü


 

 Buğdayın Öyküsü


Buğday, insanlar tarafından evcilleştirilen ilk gıda maddelerinden biridir. Diğerleri arpa, çavdar ve mercimektir. Buğdayın evcilleştirildiği topraklar Anadolu’dadır. Yani buğdayın ana vatanı Anadolu’dur.

Başta buğday, arpa gibi tahıllar ile mercimekgillerin tarımı Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Karacadağ çevresinde başladı. Bu bir rastlantı değil; Karacadağ’da yeni oluşan doğal çevre ortamının avcılıkla geçinen kalabalık insan topluluklarının bir yerden diğerine göç etmeden rahatlıkla geçinebileceği bir ortamı sağlamış olmasıdır.[1]

Güneydoğu Anadolu Bölgesi yabani tahılların ataları bakımından dünyanın en zengin alanlarındandır. Şanlıurfa ve Diyarbakır arasında bazalt ve sönmüş bir volkanik dağ olan Karacadağ’da görülen en eski tahıl, einkorn buğday çeşididir. Son dönem arkeolojik kazılarından anlaşıldığı kadarıyla Buğdayla ilgili ilk tarımsal faaliyet Urfa Karacadağ civarında başlamıştır. Halen buğdayın yabani çeşitleri Karacadağ civarı başta olmak üzere Anadolu'nun bazı bölgelerinde, Suriye ve Filistin’de (Güney Levant) yetişmektedir.


Buğday Nedir?

Buğday (Triticum), buğdaygiller (Poaceae) ailesinden bütün dünyada besin maddesi olarak kullanılan tek yıllık otsu bitkidir. Karasal iklimi tercih eder. Mısır ile birlikte dünya çapında ikinci en fazla ekimi yapılan tahıldır.

 Türkiye'de yetiştirilen buğdaylar tür ve çeşit olarak çok farklıdır. Bir zamanlar "durum" buğdayı daha fazla yetiştirildiği halde son 50 yılda ekmeklik buğday üretimi artış göstermiştir.

                    

Buğdaylar botanik yapıya göre 3 grup altında sınıflandırılır.

A - Ekmeklik Buğdaylar (Triticum Durum):

Ülkemizde yetişen ekmeklik buğday çeşitleri genellikle beyaz-sarı renkli, küçük taneli, yazlık-kışlık ekilen ve nişasta miktarı fazla buğdaylardır.

Aynı çeşitten olan fakat tane rengi kırmızı olan ve kışlık ekilen kızılca, daha küçük taneli olup yazlık ekilenler ve sünter adı verilen buğdaylar da bulunmaktadır.

B - Makarnalık Buğdaylar (Triticum Aestivum):

Memleketimizin makarnalık buğday çeşitleri Trakya, Orta Anadolu ve Güney Anadolu Bölgesi’nde, yetişmelerine göre isim almakta ve gruplaşmaktadırlar. Taneleri daha büyük ve renkleri de koyu sarı, kehribardır.

C - Topbaş veya Bisküvilik Buğday (Triticum Compactum):

Besin maddesi yönünden topbaş buğday çeşitleri fakir topraklarda, ekmeklik çeşitler orta zenginlikteki topraklarda ve makarnalık çeşitler ise zengin toprak şartlarında daha iyi yetişmektedir. Örnek olarak buğday yetiştiriciliği yapılan bir bölgede sırt yerlere topbaş çeşitleri, yamaç yerlere ekmeklik çeşitleri ve taban yerlere ise makarnalık çeşitleri ekmek uygundur.[2]

Türkiye’deki buğdayın yaklaşık 1/3’ü makarnalık buğday; kalanı çoğunlukla ekmeklik buğday; az bir kısmı topbaş buğdaylardır.

Buğday piyasasında buğdaylar diğer karakterlerine göre sınıflandırılır:

Tane sertliğine göre; Sert Buğdaylar, Yumuşak Buğdaylar. 

Tane rengine göre; Kırmızı Buğday, Beyaz Buğday.

Ekilişlerine göre; Yazlık Buğday. Kışlık Buğday gibi.



Buğdayın Evrimi (Evcilleştirme-Islah)

Tarım, binlerce yıl önceki başlangıcından bu yana evrimsel değişimin potası oldu ve bu değişim, bireysel genden tüm topluluklara kadar uzanan biyolojik organizasyonun her seviyesindeki tarımsal çabalara nüfuz etti.

Agro-ekosistemler, bu nedenle, antropojenik etkilerin türler ve topluluklar içindeki ve arasındaki biyotik etkileşimlerin ana belirleyicisi oldu ve evrim ilkelerinin uygulanması için merkezi bir rol üstlendi.

Agro-ekosistemler çiftliklerimizdeki ve bahçelerimizdeki gıda üretim sistemlerini destekleyen ekosistemlerdir. Adından da anlaşılacağı gibi, bir agro-ekosistemin özünde tarımın insan faaliyeti yatar.

Antropojenik etki ise insan kökenli eylemler için kullanılan bir terimdir; doğada insanoğlunun neden olduğu etkileri tanımlamak için kullanılmaktadır.

Tarım geliştikçe, tarla ve padok ortamı, bitki ve hayvanların evrimleştiği kendi doğal ortamlardan giderek farklılaştı. Bitkilerin besin değerleri genel olarak artarken, bitki yoğunluğu ve genetik çeşitlilikte durum değişti ve rekabetteki denge bazı türlerin azalması ile sonuçlanırken bazı türlerde çaprazlama yöntemiyle yeni ürünler elde edildi.

Canlı Bileşen biyotik faktörler veya biyotik bileşenler, başka bir organizmayı etkileyen veya ekosistemi şekillendiren herhangi bir canlı faktör olarak tanımlanabilir. Bu, hem ekosistemlerindeki diğer organizmaları tüketen hayvanları hem de tüketilen organizmaları içerir.






Buğdayın Orijini

Son Buzul Çağı’nın ardından Bereketli Hilal’in içinde yer aldığı Yakın Doğu ve Doğu Akdeniz’i kapsayan bölgede sıcak ve nemli bir iklim hüküm sürmeye başladı. Bölge iklimi yaklaşık 15.000 yıl önce değişime uğradı. 11.500 yıl önce de değişimini tamamladı. Kışları soğuk ve yazları kurak olan, yağışın ve sıcaklığın hem yıldan yıla ve hem de mevsimler arasında büyük değişimler gösterdiği bir karakter kazandı.[3]

Geçiş dönemi ve sonrasında ortaya çıkan bu olumsuz iklim şartlarına uyum sağlayan mekanizmalara sahip, tek yıllık, kendine döllenen, dormant tohumlu bitkiler doğada çoğalmaya, diğerlerinin yerini almaya başladılar.[4]

Bunların en başında yer alan buğday ve yabani ataları; genellikle kırılgan başaklı, cılız ve iğne şeklinde kavuzlu daneli, zayıf saplı ve düşük tohum verimliydiler. Danelerinin kavuzdan ayrılması oldukça zordu.

İnsanlar tarihin bu diliminde avcı ve toplayıcı (yabani tahıl, baklagil, meyve ve yumrulu bitkileri doğadan toplayan) olarak hayatlarını idame ettirmekteydiler. Araştırıcıların ortak kanaatine göre; günümüzden 11.500-11.000 yıl öncesi dönemde Bereketli Hilal’in bir yöresinde, muhtemelen Şanlıurfa’nın Siverek ilçesi sınırlarında bulunan Karacadağ’da yaşayan bir grup insan ilk kez yabani buğdayı yetiştirmeye başladı.[5]

Arkeobotanik araştırmalar, yabani emmer buğdayının   Levant bölgesinin birçok noktasında ekildiğini ve dünyanın diğer bölgelerine Anadolu üzerinden dağıldığını gösteriyor. Bunun nedenleri arasında,  Türkiye'nin güneydoğusundaki emmer buğdayının geç olgunlaşması gösterilmektedir. Güney Levant’ın daha sert, sıcağa ve kuraklığa dayanıklı erken olgunlaşan çeşitlerine göre Anadolu iklimi daha uygundur ve Avrupa ve Asya kıtasına buğday bu topraklardan taşınmıştır. Diğer bir sebep ise, Güney Levant'tan gelen yabani emmerlerin çoğunun  kalın kavislere  (tohumları çevreleyen yaprak benzeri yapılara) sahip olmasıdır, yani bu bölgeden dışarı dağılma şansı pek olmayabilir. Evcilleştirilmiş emmer'in yayılması son derece karmaşıktır ve basit bir süreci temsil etmeyebilir.[6]   

Bölgede yapılan son dönem kazıları ve diğer bilimsel çalışmalar yukarıdaki varsayımı desteklemekte ve aynı zamanda ticari buğdayların ataları sayılan Urartu buğdayı (Triticum Urartu), Ak buğdayanası (Aegilops speltoides) ve Tespih buğdayı (Triticum tauschii)’nın[7] orijinlerinin Güney Doğu Anadolu Bölgemiz ve civarları olduğunu göstermektedir. O dönemde genel olarak erkekler avcılık, kadınlar ise toplayıcılık yaptıklarından, büyük ihtimalle buğday tohumunu ilk defa eken kadınlar olmuştur.

Ortak kanaate göre ilk yetiştirilen buğday kavuzlu ve kültür formlarına göre daha küçük daneli olan Yabani Siyez’dir. Bunu sırasıyla buğday türlerinden Yabani Gernik ve Spelta’nın yetiştirilmeleri izledi.[8]

Günümüzden 10.300-7.500 yıl önceki dönemde doğal seleksiyon ve melezlenmelerle ortaya çıkan tiplerden insan eliyle yapılan seçimler sonucu, daha iri tohumlu ve kavuzlu buğdaylar, sonraları da çıplak daneli kültür formları yetiştirilmeye başlandı. Arkeolojik kazılarla elde edilen bilimsel bulgulara göre buğday ve yabani atalarının yetiştiriciliği, başta Anadolu coğrafyamız olmak üzere kısa sürede yaygınlaştı.

Islah yoluyla evcilleştirilen buğdayın Anadolu’dan diğer coğrafi bölgelere taşınması, tarımsal üretimin başat öğesi durumuna gelmiş ve tüm dünyaya yayılmıştır. Ülkemiz buğday ve yabani akrabaları gen kaynakları bakımından zengindir. Bu nedenle de yerli ve yabancı araştırıcıların cazibe merkezi durumundadır.



Buğday türlerinin incelenmesi, bitkinin orijini ve melezlerinin ülkemizdeki varlığıyla çözümlenebilmektedir. Örneğin Urartu buğdayı, muhtemelen Ak Buğdayanası’nın ya da başka bir yabani formun doğada melezlenmesinden Yabani Gernik oluşmuştur. (Bkz. Resim: Yabani Gernik’in oluşumu.)

Hekzaploid genomlu ekmeklik buğdayların evrimleşmesinde ise; Gernik’in, Tespih Buğdayı ile doğada melezlenmesi ve bir seri mutasyon sonucu, ekmeklik buğdayların atası Spelta türemiştir. Takip eden yıllar içinde doğal melezlemeler, genetik mutasyonlar ve çiftçilerin seçimleri sonucu günümüzdeki ekmeklik buğday tipleri oluşmuştur.


Yararlanılan Kaynaklar:

"Tohum" Belgeseli, EU in Türkiye; 

https://www.youtube.com/watch?v=MEnF3KbCzYI&t=4850s

Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, Tarım nerede, neden, nasıl başladı? Arkeo Duvar, 2022

Prof. Dr. İsmail Sezer, Buğdayın kökeni ve yetiştiriciliği, OMÜ Ziraat Fak.

Moshe Feldman, The Genome to Wide Hybridizationin, 2001

Aaron J Mackey, Genome Biology, 2005

Prof. Dr. HAKAN ÖZKAN, Triticum dicoccoides: An important genetic resource… 2004

Emma J. Devereux, Evolution of Crop Farming IV: Wheat, 2021.


05.04.2023, Ünyekent

 Final: Türkiye’de Buğday Üretimi


[1] Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, Tarım nerede, neden, nasıl başladı? Arkeo Duvar, Sayı 10, Eylül-Ekim 2022

[2] Prof. Dr. İsmail Sezer, Buğdayın kökeni ve yetiştiriciliği, OMÜ Ziraat Fak.

[3] Feldman, 2001; MacKey, 2005

[4] Takebayashi and Morrell, 2001; MacKey, 2005

[5] Harlan, 1981; Heun et al., 1997

[6] Özkan, 2009, Peleg 2011, Fuller, 2012; Aktaran EJ. Devereux (2021), Ekin Tarımının Evrimi IV: Buğday

[7] Bkz. Resim: Buğdayın yabani atalarının başak şekilleri.

[8] Abdel-Aal et al, 1998