25 Mayıs 2022 Çarşamba

Nerede Kalmıştık?


Nerede Kalmıştık?

 

Epeydir Ünye’nin güncel konularına girmemiştik.

Hatta gelip çatan güzel günlere de değinmedik.

Bahar kendini iyice hissettirmeye başladı.

Pandemi günlerini “sanki” geride bıraktık:

Üç yıl önce kaldığımız yerden devam…

Sahi nerede kalmıştık?

Yoksa erken mi seviniyoruz!

Ne yapsak, ne yapsak, ne yapsak?

Tıpkı bahar canlılığı gibi dayatıyor hayat.

Bir yerden başlamak gerek.

 

Kaldığımız yerden devam ediyoruz o halde.

Artıları ve eksileriyle gördüklerimizi yazmaya…

Görünen doğruları ve görünmeyen yanlışlarıyla…

 

Bir Kez Daha Ünye Kültür Sarayı Üzerine

 

“Antik dünyanın heybetli şehri Efes’te atalardan kalma eski bir yasanın varlığından söz edilir” diyor, Romalı ünlü yazar ve mimar Vitruvius:

“Şartları ağırdır bu yasanın, ama bir o kadar da adildir: Bir mimar bir kamu binasının inşaatını üstlendiğinde, bunun kaça mal olacağını önceden beyan eder. Bu yaklaşık rakam yargıca iletilir ve iş bitinceye kadar mimarın malına el konur...”[1]

Günümüzden 2053 yıl önce kaleme alınan bu eser, kamu ihalelerini üstlenenlerin işi bitirinceye kadar malına el konulacağını söylüyor. Üstelik bu yasanın atalardan kalma eski bir gelenek olduğundan söz ediyor.

Anlaşılan ülkemizde böyle bir gelenekten söz etmek mümkün değil.

İhaleyi alan “hatırlı” kişi, kafasına estiği gibi inşaattan çekilebiliyor.

Bunca yayınlanmış yasa ve uygulayıcı hüküm varken, kazıklarını çaktığı inşaatı birkaç yıl bekleterek “anlaşmayı” bozabiliyor.

Peki devlet ne yapıyor?


Hiç bir şey…

Oh ne âlâ memleket, ne leziz vatan!

(Banka taksitini ödeyemeyen çiftçinin tarladaki traktörüne el koyan devlet, bir avuç müteahhit karşısında çaresiz mi kalıyor?)



 

Asarkaya Panorama Cafe-Restoran

 

Güzel bahar günlerini karşılamak üzere bu hafta sonu Asarkaya’ya çıktık.

Olağanüstü kalabalıktı…

Geçtiğimiz yıl ahşap gözlem terasının olduğu yerde, beton bir yapı inşaatı başlatılmıştı…

Burayı da betonlaştıracaklar diye kaygılanmıştık.

Henüz açılışı yapılmayan, Panorama Cafe-Restoran’ı ziyaret ettik.

Kaygılandığımız kadar değildi.

Doğal ortamı bozmayacak hacimde; dağ lokantasıyla, butik villa konsepti ölçeğinde şirin bir yapı.

Ahşap gözlem terasını biraz daha genişletmişler.

Açılış gününe kadar sadece çay-meşrubat ikramı yapılıyor.

Çalışanlara yeni bir iş kapısı, müşterilere nezih bir yeme-içme alanı oluşturulmuş.

Asarkaya korusu el değmemiş haliyle kalamayacağına göre, en az tahribatla ancak bu kadar, bu şekilde ayakta kalabilirdi. 

Gösterdiği hassasiyetten dolayı Başkan Tavlı’yı ve ekibini kutluyorum.

 

 


Sahiller Ünye’nin Kimliğidir

 

Bir sahil kenti olarak Ünye’nin en özgün tarafı sahidir.

Sahili çıkarıp atarsanız Ünye’nin gerdanından, sıradan bir Anadolu kasabasından farkı kalmaz.

Yani gözümüz gibi korumamız gerekir.

Sahille örtüşen en doğal aksesuar, kıyıya çekilmiş kayıklardır.

Onlar sahilin süsüdür, onlara dokunmayın.

Kıyılarındaki kuma gelince…

Ünye kumu olarak bilinen ince kum, güneşe tutulduğunda parıldar.

Magnetik özelliği olan kumun sağlık mucizelerini sevgili Orhan Yiğit’ten önce de biliyorduk.

Ama O’nun sayesinde güncellendi, yenilendi, tüm dünyaya ilan edildi...

Elle tutulur bir nesne haline geldi.

Ne yazık ki, bu güzel sahili tahrip ediyoruz.

Atatürk Parkı dolgusuyla başlayan kıyı tahribatı, yeni betonlaştırma projeleriyle sürüyor.

Kıyıları güzelleştiriyoruz diyerek, yürüyüş parkuru adına kumsala beton döküyoruz.

Deniz geri çekildikçe, açılan alanı taş, toprak ve betonla dolduruyoruz.

Yapmayalım…

Kıyılarımıza kıymayalım!

 

 


Magnefest Gençlik ve Bahar Festivali

 

Dedik ya, bahar geldi, bir yerden başlamak gerek…

Ünye Belediyesi tarafından bu yıl ilk kez gerçekleştirilen ve geleneksel hale getirilmesi amaçlanan festival, iki yıldır Pandemi nedeniyle yapılamayan Uluslararası Ünye Turizm, Kültür ve Sanat Festivali’nin de habercisi konumundadır.

Şifalı magnetik Ünye kumunu tanıtmayı amaçlayan festival, 21-22 Mayıs günlerinde çeşitli etkinliklerle gerçekleştirildi.

Pandemi öncesi günlere dönüldü, eski günlerin heyecanı yaşandı.

Bu hafta da üç gün sürecek olan Ünye Ot ve Doğal Lezzetler Festivali gerçekleştirilecek.

Hayata yeniden “merhaba!” der gibi, bahara sıkı bir başlangıç yapıyoruz.

Yeniden yenilenen Ünye’ye merhaba.

Bir kez daha kutluyorum Başkan Tavlı ve ekibini.

 

 

25.05.2022, Ünyekent

http://www.unyekent.com/yazi/3241-nerede-kalmistik-2.html

 



[1] Vitruvius, De Architectura (Mimarlık Üzerine), Alfa Yayınları, 4.Basım, 2019, s. 369


 

18 Mayıs 2022 Çarşamba

Suriyeli Sığınmacılar ve Müjde Filmi


Suriyeli Sığınmacılar ve Müjde Filmi

 

 “Suriyeli Sığınmacılar” meselesine girmişken, son günlerde sıkça konuşulan “Müjde” adlı bir filmden söz edeceğim.

Alphan Eşeli'nin yönettiği ve senaryosuna da katıldığı Müjde adlı film, birkaç hafta önce bir internet platformunda yayına girdi.

Başrollerinde Lale Mansur ve Salim Kechiouche'un yer alıyor.

Filmdeki rolü yüzünden Lale Mansur sosyal medyada linç edildi.

Müjde (Lale Mansur), evini taşıttığı Suriyeli bir gence aşık oluyor ve birlikte yaşamaya başlıyorlar.

Linç edilme sebebi bu…

Filmde Türklerin kötü, Suriyelilerin iyi gösterildiği iddia ediliyor.

Öte yandan bu film, Türk toplumunun demografik ve sosyal yapısının “tümden değiştirilmek” istendiği bir aşamada, “bilinçli” bir tasarım olarak yayına girdiği ileri sürülüyor. Filmdeki çoğu detay, Suriyeli göçmenleri Türk toplumuna kabul ettirme çabası olarak yorumlanıyor.

 

Müjde Filminin Detayları

 

Taşınma işlemi sırasında Suriyelilerle İngilizce iletişim kurmaya çalışan Müjde, İngilizce bilen Suriyeli sığınmacı Sayyid’le karşılaşıyor. Bu sahneden hareketle Suriye’den gelenler dil bilen, üniversite mezunu gibi gösterilmeye çalışılıyor. Sayyid müşfik, çalışkan ve evde yemek pişiren bir erkek...

Buradan Suriyelilerin hepsi böyledir sonucuna varılabilir mi?

Said bir istisna olamaz mı?

Aynı sahnede yer alan kavga ve karmaşa durumu, Said’in bir sonraki gün yara bere içinde gelmesi; Suriyelilerin kendi içindeki çatışmasını göstermiyor mu?

Said gibi, filmdeki Müjde tiplemesi de toplumumuzda yer alan kültürlü ama yalnız bir kadın profili olarak fazla rastlanan bir durum değildir.

Bu ikilinin ilişkisinden hareketle, Suriyelilerin Türklerle entegrasyonundan bahsetmek ve buradan yeni bir toplum mühendisliğine soyunmak filmin mantalitesiyle örtüşüyor mu?

Sonuç olarak film umutsuz bir aşk hikayesi…

İyi Suriyeliler ve anlayışsız (linççi) Türkler parametresi filmin odağına yerleştirilmiş olsa da…

Said tek başına Suriyelileri, linççi Türkler de toplumun tamamını temsil etmiyor.   

45 dakikalık bir filmden hareketle “sığınmacılar” sorununu yorumlamaya çalışmak, Suriyeli sığınmacılara ait bir haberi tüm sığınmacılara mal etmek yahut onlara karşı bir hareketi toplumun genel hissiyatıymış gibi yansıtmak ne derece doğrudur?

Öte yandan sığınmacılar konusu bugün sosyal medyada büyük bir öfke fırtınası oluşmaktadır ve bu öfkenin sokağa taşması yakındır. Belki bu gerçekliğe temas ettiği için, filmin “gerçekçi” boyutu olduğunu söylemek mümkündür.

Sorunun özünde iktidar tarafından belirlenmiş net bir politikanın olmaması yatmaktadır. Batı’dan alınan teşvik ve yönlendirmeyle bu işin yürümediğini gören iktidar, bu konuda tam bir açmazın (dilemma) içindedir.[1]

 

Sanat Eseri Olarak “Müjde”

 

Yönetmenliğini Alphan Eşeli’nin yaptığı filmin senaryosu yine Alphan Eşeli, Berkay Öztürk ve Salih Bozcu tarafından yazılömıştır. Müjde’nin görüntü yönetmenliğini Florent Herry, kurgusunu Bilal Çakay üstleniyor. Filmin müzik ve ses tasarımı ise Akın Sevgör’e ait. Filmde ayrıca Burial ve Liana İsmail’e ait olan müzikler de yer alıyor. Ali Ömer Atay ve Demet Müftüoğlu Eşeli’nin yapımcılığında çekilen filmin süresi 45 dakika.

Daha önce, 2013’te 1 saat 52 dakikalık  “Eve Dönüş Sarıkamış 1915”adlı filmle ilk uzun metrajlı filmini çeken  Eşeli, bu  defa “orta metraj” denen 45 dakikalık filmle çıkıyor seyircinin karşısına. (Orta metraj, film dünyasında alışık olduğumuz bir uzunluk birimi değil.)

Yönetmen Eşeli 2015 yılında “Kıyıdakiler” adında bir projede yer aldığını söylüyor. Beş farklı yönetmenin çektiği kısa filmlerden oluşan bu projede savaştan kaçan Suriyeli bir anne ile kızının dramını anlatıyor. Bu film için İstanbul’da yaşayan, savaştan kaçan Suriyelilerle konuşan yönetmen, aralarında kadınlar ve çocukların da olduğu sığınmacılardan çok etkileniyor. 14 dakikalık kısa film “Küçük Kurşunlar” bu şekilde ortaya çıkıyor.[2] Bu kadar kapsamlı bir konuyu o kadar sürede anlatması oldukça zor. Aklının bir yerinde hep Suriye Savaşı’nı daha geniş anlatan bir film yapmak varmış. 2018 yılında Müjde’yi yazmaya başlamış.

Müjde filmi aslında Suriye Savaşı’nı anlatan bir dörtlemenin üçüncü filmi olacakmış. Projenin yalnızca Türkiye’de geçen bölümü Müjde’dir. Prodüksiyon şartları ve imkânlar neticesinde dörtlemede ilk bu film çekiliyor.

Filmin IMDB puanı da ilginç; 10 üzerinden 1,1.

İnternet üzerinden kayıtlı katılımcıların puan verdiği IMDB (İnternet Movie Database) dünyanın en büyük film bilgi bankası bilinir. Yönetmenin önceki filmi “Eve Dönüş Sarıkamış 1915” ise, 7.1 puanla epey olumlu bir puan almışken,[3] Müjde’nin dibe vurması anlaşılır gibi değil.

 

Eleştirinin Eleştirisi

 

Sosyal medyada bu yapımın bu kadar hırpalanması, belki de Lale Mansur gibi bir ismim başrole seçilmesinin sonucudur.

2010 yılında “yetmez ama evet”i savunan, Atatürkçüleri tutucu olarak tanımlayan biri olduğu hatırlanıyor.

Film için: “Tamamen Türk düşmanlığı üzerine kurulmuş”, “Bütün olumlu özellikler Suriyelilerde toplanırken, Türklerle ilgili bir tane bile olumlu yönden bahsetmiyor.” deniyor.  

Türk bayrağının ortaya çıktığı sahneyi izlerken, Lale Mansur’un bayrak açıklaması akıllara geliyor:

“İç çamaşırı gibi balkonlara, camlara neden bayrak asılır.”[4]

Ve sair, ve sair...

Suriyeli sığınmacılar konusunda bunca haklı argüman varken, “Suriyelilerin ‘Müjde’si Lale Mansur” başlığıyla yapılan eleştiriler maalesef ölçüyü kaçırıyor. Bir film eleştirisi olmaktan çıkıp, ırkçılık temelinde şekillenen komplocu bir parodiye dönüşüyor.

Sonuçta 40 dakikalık Müjde filmiyle Türkün olmadığı, laikliğin olmadığı bir ülke yaratılmak istendiği sonucuna varılıyor.

 

 

18.05.2022, Ünyekent

http://www.unyekent.com/yazi/3226-suriyeli-siginmacilar-ve-mujde-filmi.html

 



[1] Gelinen noktada iktidarın tavrı; Erdoğan’ın MÜSİAD toplantısında belirttiği gibi iki ana başlık altında toplanıyor: 1- Ucuz iş gücü olarak “işe yarayan” kesim gönderilmeyecek, 2- Arta kalan kesimden bir milyon kadarı “gönüllü” olarak ülkesine gönderilecek. 

[2] Küçük Kurşunlar, Srebrenica katliamında vurulan dört yaşında bir çocuğun ölmeden önce annesine sorduğu sorudur: “Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?”


 

11 Mayıs 2022 Çarşamba

Suriyeliler Gitsin mi?


Suriyeliler Gitsin mi?

  

Sayıları konusunda net bir bilgi yok.

Üç buçuk milyon mu, beş milyon mu?

(Kimilerine göre son yıllarda ülkemize kaçak yollarla sınırdan girenlerin sayısı on milyonu buluyor. Suriye’den gelenler ise altı milyon civarında.)

Zaman zaman yol kenarlarında, marketlerde rastlaşıyoruz.

Ülkelerinde kalıp savaşmaları gerekirken…

Burada “Ödediğimiz vergilerle keyif çattıkları” söylenen…

Ucuz iş gücü olarak kullanılan, asalak-kemirgen insan gözüyle bakılan bu kesim:

Günter Wallraff'’ın deyimiyle; “En Alttakiler!

Sebep oldukları karmaşayı duyuyoruz haberlerden.

Sosyal medyada yapılan yorumları okuyoruz.

Siyasetini göçmenlerin iadesi üzerine inşa eden siyasi partilerimiz  bile var.

 

Onurlu Geri Gönderiş

 

En son “Bayramlaşmaya giden Suriyelilerin” geri alınmayacağı haberini duyduk...

Neden?

İmtiyaz sağladığı ileri sürülen iktidarın bir denge politikası mı?

Yoksa iktidarın tavrı temelden değişiyor mu?

Sığınmacılar üzerinden yapılan hesaplar tutmadı…

Defolup gitsinler mi?

Yahut ılımlı bir dille söylersek:

Suriye’den gelenlerin “sığınma” sebebi ortadan kalktı mı?

Dışarıdan gelenlerin hepsi geri mi gönderilecek?

Ya ülkeyi terk eden gençlerimiz, bizden olan “okumuş” kesim…

Onlar da, giderlerse gitsinler mi?

 

Sığınmacı mı, Mülteci mi, Göçmen mi?

 

Bu kavramlar sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. Sığınmacı, mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişilere deniyor.

“Göçmen” ise, ülkesinden ekonomik veya diğer nedenlerle gönüllü olarak ayrılan kişi demektir.

Mülteci diye tanımlanan kişi; ülkesinde ırk, din, sosyal konum, siyasal düşünce ya da ulusal kimliği nedeniyle kendisini baskı altında hissederek kendi devletine olan güvenini kaybeden, kendi devletinin ona tarafsız davranmayacağını düşüncesi ile ülkesini terk edip, başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke tarafından 'kabul' edilen kişidir.

Sığınmacı ise; Yukarıdaki nedenlerden dolayı ülkesini terk eden ve henüz sığınma talebi, kaçtığı ülkenin yetkilileri tarafından 'soruşturma' safhasında olan kişidir. İskan Kanunu’nun ilgili maddesine göre "Türkiye'de yerleşmek maksadıyla olmayıp bir zaruret ilcasıyla muvakkat oturmak üzere sığınanlara sığınmacı denir".

Göçmen; mülteci tanımında bulunan nedenlerin dışında, çoğu zaman ekonomik gerekçelerle, ülkesini gönüllü olarak terk ederek başka bir ülkeye, o ülke yetkililerinin bilgi ve izni ile yerleşen kişidir.

Kaçak göçmen; gittikleri ülkenin otoritelerine kendilerini bildirmeden veya iznini almadan o ülkede yaşayanlardır. Türkiye'ye giriş yapanlar durumlarını 15 gün içinde valiliklere bildirmezlerse, kaçak göçmen kabul edilirler ve yakalandıkları zaman sınır dışı edilerek ülkelerine teslim edilirler. Gerekli başvuruyu yapanlar ise Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne (BMMYK) gönderilirler. Böylece de uzun ve zorlu bir süreç başlamış olur.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Bürosu (BMMYK veya diğer yazılımıyla UNHCR), 14 Aralık 1950'de Birleşmiş Milletler Genel Meclisi tarafından kurulmuştur. Bu büro mültecileri korumak amacıyla yapılan uluslararası hareketleri düzenlemek, onlara liderlik etmek ve dünya çapındaki mülteci sorunlarını çözmekle yetkilendirilmiştir.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, ırk, din, politik düşünce ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın ve tarafsız bir şekilde mültecilere ve diğer insanlara ihtiyaçları doğrultusunda koruma ve yardım sağlamaktadır. BMMYK, bütün faaliyetleri arasında en çok çocukların ihtiyaçlarını karşılama ve kadın haklarını yükseltme çabası içindedir.

 

Batı’nın Suriyeli Sığınmacılara Karşı Tavrı

 

Komşumuz Suriye’de “iç-savaş” gibi fiiili bir durum söz konusudur ve yukarıda kavramları açıklanan 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi hükümleri açıktır.

Ne var ki, “sığınmacı” oldukları kanıtlanmış olan Suriyeli mülteciler, gitmek istedikleri Batılı ülkeler tarafından “istenmeyen insanlar” ilan edildiler.

Benzer bir durum İran üzerinden Türkiye’ye giriş yapan ve Batı’ya sığınmak isteyen Afgan yahut Iraklı göçmenler için de sçz konusudur.

Nedense Ukraynalı sığınmacılara farklı davranılmaktadır. 

Başta Kanada, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İsveç, Norveç ve Avustralya olmak üzere 5 ülke bu statüdeki yabancıları ülkesine kabul ediyor.

Ancak hepsinin yaş, eğitim, cinsiyet, sağlık vb. konularda tercihleri var.

Suriyelileri ise hiçbir ülke istemiyor.

Türkiye’ye yapacakları maddi yardımla konuyu halletme çabasındalar.

Sığınmacıların Türkiye üzerinden geçişini engellemek için Batı dünyası araya bir “demir perde” çekti. Ülkesini terk etmiş bulunan sığınmacıların iki seçeneği, var:

Türkiye’de yaşamak veya geldikleri yere dönmek.

Kimse yerini yurdunu kolay kolay terk etmez, köklerini bırakıp her şeye sıfırdan başlama kararı vermez.

Türkiye, 2011 yılından bu yana Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle sayıları milyonlarla ifade edilen kitlesel bir göç hareketi ile karşılaşmıştır.

Buna karşın ülkemizde sağlıklı bir göç yönetiminden söz etmek mümkün değildir.

Sınırlarımızdan giriş yapan ve her geçen gün sayıları artarak çoğalan göçmenler, denetimsiz bir biçimde ülkemizde yaşamaktadır.  “Geçici koruma” statüsü ile Türkiye’de uluslararası koruma altına alınan bu göçmenlerin, toplum ile entegrasyonu, istihdam, barınma ve iaşe maliyetleri gibi sorunları çığ gibi büyümektedir.

Artan hayat pahalılığı, büyüyen işsizlik karşısında “ucuz iş gücü” olarak istihdam edilmeleri yahut “vatandaşlık statüsü” tanınarak seçimlerde oy deposu olarak görülmeleri halinde toplumda var olan tepkilerin daha da artacağı, çelişmelerin çatışma noktasına varacağı açıktır.

 

Sığınmacılara Karşılık Ne Alındı?

 

Avrupa Komisyonu 29 Kasım 2015’te düzenlenen Türkiye-AB Zirvesinde, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar için 3 milyar avro tutarında bir fon oluşturacağını taahhüt etmiş ve ardından 18 Mart 2016 tarihinde yapılan ikinci zirvede ise bu fonun tükenmesi durumunda ek 3 milyar avro daha sağlayacağını açıklamıştı. 3+3 milyar avro olarak planlanan fonun tamamı (6 milyar euro) projelere bağlanmış olup 4,3 milyar avroluk kısmı Türkiye’ye ödenmiştir. AB bu anlaşmada Türk vatandaşları için vize muafiyeti, AB’ye üyelik ve Gümrük Birliği’nin genişletilmesi konusunda vaatlerde de bulunmuştu. (23 Haziran 2021 tarihli Mülteciler Birliği Derneği raporundan.)

TC vatandaşlarının vergilerinden ziyade, AB’nin ve Türkiye’nin karşılıklı taahhütleriyle, bunların yerine getirilmesi yahut getirilmemesiyle biçimleniyor ülkemizde mülteci sorunu.

Son günlerde derinleşen ekonomik buhranla birlikte iktidarın mülteci politikasında da bariz değişiklikler söz konusu.

 

Haftaya: Suriyelilerin “Müjde”si…

 

 

11.05.2022, Ünyekent

http://www.unyekent.com/yazi/3208-suriyeliler-gitsin-mi.htm


İllere göre ülkemizdeki kayıtlı Suriyeliler.

İstila Sessiz mi-Gümbür Gümbür mü?

Mülteci ve Beka Sorunu.

Ne karşılığı Göçmen Deposu Olduk?



UNHCR-Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği 

UNHCR-Merkez Bürosu-Cenevre-İsviçre

11.05.2022, Ünyekent