25 Ocak 2022 Salı

Güneş Dil Teorisi


Güneş Dil Teorisi

 

 

Türk Tarih Tezi’nin en önemli dayanağı “Güneş Dil Teorisi”dir. Ülkemizde Tanzimat’tan 1930’lara kadar uzanan süreç içerisinde Türk ulusçuluğu daha çok dil politikaları ekseninde biçimlenmiştir. Dil ile ulus arasındaki bu ilinti, farklı dönemlerde değişik biçimler alarak günümüze kadar gelmiştir. AB uyum süreciyle birlikte ortaya çıkan anadil tartışmaları ve bu alanda benzer politikaların yeniden üretilmesini zorunlu hale getirmiştir.

Bu girizgahtan sonra 1930’larda bizzat Atatürk’ün katılımı ve öncülüğünde oluşturulan Güneş Dil Teorisi’ne göz atabiliriz. 

 

Neden Türk Dili?

 

“1930’lu yıllarda Kemalist ulusçuluk “dil” ile “ulus”u nerdeyse eşitleyen bir söylem benimsemiştir.” diyor, KTÜ’de öğretim üyesi Prof Dr. Hüseyin Sadoğlu. (Bkz. Türkiye’de Ulusçuluk ve Dil Politikaları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, s. 214.)

Toplumsal yapılanmalarla birlikte biçimlenen ulus-devletlerin kültürel kimlikleri, sosyal bilimlerin başlıca inceleme alanlarından biridir. Sorun yeni bir “Türk Ulusu” yaratmak olunca, konunun çerçevesi iyice genişler. Güney Çin Denizi’nden Asya’nın bozkırlarına, Altay dağlarından Karadeniz’e uzanan geniş coğrafyada, birbirlerine pek benzemeyen ve aslen Türk oldukları kabul edilen toplulukların tek ortak paydası dildir.

Uluslaşma süreci içinde Türk topluluklarının konuşa geldiği dil ve dilin işlevleri kaçınılmaz olarak yeni Türkiye Cumhuriyetinin de ulusçuluk akımlarına damgasını vurur.

               

Güneş Dil Teorisinin Ortaya Çıkışı

 

Güneş-Dil Teorisine ilişkin ilk bilgi, 1936 yıllında III. Dil Kurultayı ile birlikte ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet gazetesi 23 Ağustos – 1 Eylül arasında kurultay ile ilgili 15 haber yayınlamıştır. Batı tarafından dikkate alınabilir olmaya ilişkin vurgu, kurultaya katılan 15 yabancı bilim adamının varlığıdır. Kurultaya Atatürk’ün katılımını ve açılış konuşmasını Afet İnan kurultayda şu şekilde ifade etmiştir:

 “Atatürk’ün kılavuzluğu meşalesi ile kurulmuş olan tarih tezimizle şimdi üzerinde uğraştığımız dil çalışmalarımız arasındaki muvaziliği bütün canlı kesinliği ile ve pek güzel ifadelerle belirtti. Hakikaten bizde dil ile tarih, Atatürk’ün irşad ve idaresinde yekdiğerini ikmal eden çok ileri önemli milli iki ilim unsuru olmuşlardır.” (Cumhuriyet, 25.08.1936)

Oysa dil çalışmalarının daha öncesi vardır.

Atatürk, Afet İnan’ı çeşitli tetkiklerde bulunmak üzere Avrupa’ya gönderir. Üstün ırk teorilerinin Avrupa’yı çalkaladığı bir dönemde Türkler, “sarı ırk” görülmekte, Anadolu’daki varlığı küçümsenmektedir. Tam da bu aşamada Atatürk’ün Ulus gazetesinde  Türk Dili üzerine yaptığı araştırmalar imzasız olarak yayınlanmaktadır.  2 Kasım - 7 Aralık 1935 tarihleri arasında Ulus gazetesinde isimsiz çıkan Güneş-Dil Teorisi’ne ilişkin makaleler hakkında Afet İnan, Mustafa Kemal’e bir mektup yazar; “Ulus gazetesindeki dil yazıları sizin bulduklarınıza benziyor” der.

Gelen mektup, yazıların bizzat Atatürk’e ait olduğunu açığa çıkarır:

“Ben bildiğin gibi dil ile meşgul oluyorum. Sen giderken basılmış olan ilk broşürü tashih ve tadil ettirerek yeniden bastırttım. Bunun bir de ufak özetini broşür halinde bütün Ulus okurlarına dağıttılar.” (25 Kasım 1935 tarihinde Atatürk’ün gönderdiği mektup.)

Atatürk’ün talimatıyla Güneş-Dil Teorisi öncelikle Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nde okutulmaya başlanır. İbrahim Necmi Dilmen, Hasan Reşit Tankut, Saim Ali Dilemre, Agop Dilâçar, İsmail Hami Danişmend, Ragıp Hulûsi Özdem gibi dilbilimciler konu üzerinde çalışmaya başlar.

Amaç, Türk dilini yabancı dillerin egemenliğinden kurtarmak, Türk Dili’nin kendi köklerine dönmesini sağlamak ve diğer dillerle olan ilişkini tespit etmektir.

 

Güneş Dil Teorisi


 

1-      X: İlk insanın bulunduğu mıntıka; buradan kendisini saran harici âlemdeki (obje) leri temaşa ve tetkik ediyor. (G) güneştir; ilk insanların bütün dikkat ve alâkasını üzerine çeken güneş oluyor.

2-     Harici âlemi teşkil eden  (obje) ler, insanın bulunduğu yere göre büyüklük, küçüklük, parlaklık veya sönüklük, yakınlık veya uzaklık itibariyle farklı bulunurlar. Başka başka dairelerdeki noktalar onları gösterir.

 

Kaynak: Güneş - Dil Teorisi: Ulus Dil Yazıları, K. Atatürk, 1935, Alaca Yay, s. 171

 

Dilsel verileri çözümlemek için öncelikle sözcüklerin ilk köklerini (kökeni yahut etimolojisi) bulunmalı, hangi kökten geldiği tespit edildikten sonra biçim ve anlamları belirlenmelidir. Dil nasıl oluşur? İlk oluşan birim köklerdir. Bu kök, ilk insanın ilk totemi olan güneşten çıkmış bulunmasına ve ilk “ağ” sesiyle ifade etmiş olduğuna dayanır.

“Ata” kelimesi üzerinde lengüistik çözümleme ise, Güneş-Dil Teorisi kapsamında sık sık karşılaşılacak denemelerdendir; “ATA=ağ+at+ ağ, TATA= ağ+ at+ ağ, DEDE= eğ+ ed+ eğ”, yapılan incelemelerden çıkan sonuç Ata’nın morfolojisi ve manasının bir olduğudur.

Dilin evrimi üç döneme ayrılır:

1-      Kökler Çağı (yaratıcı çağ),

2-     Gövdeler çağı (türetme evresi),

3-     Çekim çağı (flexion-yeterlilik dönemi)

 

Sonuç

 

Köklere inildiğinde Türk dilinin evrensel niteliği anlaşılır. Dönemin dilbilimcilerinin de katkısıyla (Sir Denisen Roz, Dr. Phil H. F. Kvergic, vb.) Sümer, Hitit, Akad ve  Etrüskler aynı kökten türeyen dillere sahip topluluklardır. Dolayısıyla aralarında soy, sop ilişkileri mevcuttur.

 

Haftaya: Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi Eleştirileri; Atatürk Kafatasçı mıydı?

 





 

26.01.2022, Üntekent

http://www.unyekent.com/yazi/2949-gunes-dil-teorisi.html

 


 

12 Ocak 2022 Çarşamba

Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi


Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi

 

 Osmanlı İmparatorluğu’nun “çöküş” döneminde, Osmanlı Tarih Yazıcılığı’na alternatif bir tarih anlayışı ortaya çıktı. Batı’da Fransız Devrimi’nin “ulusalcı” dalgası çok geçmeden Osmanlı aydınında yansımasını bulmuş; Türkçülük akımı olarak “Jön Türkler”, “millî edebiyat” ve “yeni lisan” gibi hareketlerin doğmasına neden olmuştu.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, bu akımların etkisi kaçınılmaz olarak yeni ulusun  oluşmasında belirleyici öğe durumuna geldi. 

1928’de o zamanki adıyla "Türk Tarih Encümeni"olan Türk Tarih Kurumunun başkanı Mehmet Fuad Köprülü, o dönemde benimsenen tarih anlayışını  şu şekilde açıklıyordu:

 

“Daha İslamiyet’ten önce yazıları ve yazılı edebiyatları olan Türklerin Müslüman olduktan sonra yeni dinin etkisiyle, geçmişlerini unutmaları çok dikkat çekici bir olaydır. Yeni dinin yarattığı taassup havası, özellikle medeni gelenekleri koruyacak olan aydın sınıf üzerinde etkili olmuştur. İslam öncesi Türk dini inançları olan her şey hemen yok edilmiş, eski kıymetler yerine yeni kıymetler konmuştur. Yalnız halk kitlesi eski geleneklerini, eski kıymetlerini saklamıştır ki, aradan uzun asırlar geçtikten sonra bile eski inanç kalıntılarını bulmak daima mümkündür. Türklerdeki yüksek sınıfın yeni bir yabancı medeniyetle temas eder etmez onun cazibesine kapılarak milli kıymetlerini unutması ve geçmişi ile derhal bağlarını kesmesi, kültür tarihimizde daima tesadüf edilen bir hastalıktır.”

 

Modern Türk tarihçiliğinin kurucusu kabul edilen Köprülü haklıdır. İslamiyet öncesinde de Hint ve Çin medeniyetlerinin de etkisiyle kendi kültüründen uzaklaşan bir Türk kavmi söz konusudur. Batılılaşma döneminde de Batı kültürüne ram olunmaktadır. Bir toplumun kültürel yapısı her ne kadar kolayca ortadan kaldırılamıyorsa da, milli kültürün unutulması yahut unutturulması mümkündür.

Tarih, milli kültürün taşınmasında en önemli elemanlardan biridir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e atfedilen Türk Tarih Tezi, Türklerin kendi kültür değerleriyle buluşmasının en önemli aracıdır. 

Tanzimat dönemine kadar aktarmaya dayalı Osmanlı tarihçiliği yerine, araştırmaya dayalı Türk Tarih Tezi ikame edilecektir.

Türk Tarih Tezinin en önemli dayanaklarından biri Türk Dili’dir.

Arpça, Farsa ve ardından Batı dillerinin tahakkümü altında ezilen Türkçe’nin köklerine inerek, tarihte Türk diliyle benzerliği olan kadim toplulukları araştırmak ve akrabalıklarını keşfetmek gerekir.   

 

Cumhuriyet Dönemi Tarih Yazıcılığı

 “Resmi Tarih Anlayışı” denilerek kimi çevrelerce reddedilen, dönemin tarih çalışmalarının ortaya çıkışı Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 1922-1926 yılları arasında olmuştur. Türk tarihi, Anadolu tarihi ve Türk düşünürleri ve yazarları hakkında kitapların yayınlanmasıyla başlayan bu çalışmalarda, Sümerler ve Hititlerin Turani kavimler olduğu ileri sürülmüştür. [Bkz. 1922 yılında Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti (Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü) tarafından yayımlanan Pontus Meselesi isimli kitabın girişi.]

1928’de Afet İnan’ın, Atatürk’e Türklerin sarı ırka mensup bulunduğu ve Avrupalılara göre ikinci dereceden bir insan tipi olduğunu yazan Fransızca bir kitap göstermesi üzerine, Atatürk’ün konuyla ilgilenilmesi talimatı verdiği ve kendisinin de tarihle yoğun bir şekilde ilgilenmeye başladığı ileri sürülür. [Bkz. Türk Yurdu dergileri, muhtelif sayılar.] Bunun için, önce kütüphane kurmakla işe başlanır. Bunu büyük bir anket takip eder. Türkiye’de tarihle uğraşanlar, Türk tarihi ile ilgili kitapları incelemeye memur edilirler.

Tercüme edilen kitaplar, raporlar halinde Atatürk’e sunulur. Bu çalışmaların ilk ürünü olarak, Türk milletinin dünya tarihindeki yerini ve rolünü belirten “Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı eser 1930 yılında bastırılır. Bir sene sonra da Türk Tarihi üzerinde çalışmalar yapmak üzere “Türk Tarih Heyeti” kurulur (15.04.1931). Atatürk, bu heyete, Türk tarihini belgelere dayanarak yazmalarını, gerçeklerin dışına çıkmamalarını, Türklüğü acuna duyurmalarını söyler ve “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.” der.

 

Türk Tarih Kongresi

“Nisan 1930 yılında yapılan Türk Ocakları’nın VI. Genel Kurultayında Atatürk’ün direktifiyle Merkez Heyeti’ne bağlı 16 kişilik bir Türk Tarihi Tetkik Heyeti’nin kurulmasına karar verilmiştir. Bu kurum 1935 yılında Türk Tarih Kurumu adını almıştır. Atatürk ve Afet İnan’ın tarih çalışmaları 1929’da başlamıştır. Türk Tarih Kurumu bu çalışmalar neticesinde doğmuş, kurum ilk kongresini (1931) Atatürk’ün yakın alakası ve takibi altında başarmıştır. Türk Tarih Tezi ilk olarak bu kongrede ortaya atılmış ve münakaşa edilmiştir. Türk Tarihinin Ana Hatları’nı ve Türklerin medeniyete hizmetlerini tetkik etmek ve yazmak vazifesi Tarih Kurumu’nun başlıca işi olarak Atatürk tarafından verilmiştir.” [Afet İnan, “Atatürk ve Tarih Tezi”, Belleten, C.3, S.10, 1939, s.243]

26.09.1932 tarihinde Ankara’da Türk tarih profesörleri ve öğretmenlerinin katılmasıyla ilk kez Türk Tarih Kongresi toplanır ve Türk Tarih Tezi bu kongrede ele alınır. Türk Tarih Tezi şu temele dayandırılır:

“Türk milletinin tarihi şimdiye kadar sanıldığı gibi yalnız Osmanlı tarihinden ibaret değildir. Türk’ün tarihi çok daha eskidir ve temasta bulunduğu milletlerin medeniyetleri üzerine tesir etmiştir.”

Bu tez ile Türk tarihi, Etiler, Sümerlerden başlatılmakta ve en eski uygarlıkların Türklerden çıktığı hipotezi ispata çalışılmaktadır.

Batı dünyası, Türklerin Anadolu coğrafyasına girip burayı Türkiye haline getirmeye başladıkları tarihlerden itibaren, kendilerinin 1815 Viyana Kongresi’nde adını koydukları ve siyasî literatüre soktukları Şark Meselesi’ni uygulama alanına koymuştur. Burada hedef sadece devlet olmamıştır, bütün Türk varlığı olmuştur. Türk milleti ve vatanını hedef alan iftiralar yöneltilmiştir. Bu iddiaları şöyle sıralamak mümkündür:

1- Türklerin sarı ırktan oldukları, dolayısıyla Avrupalılara göre ikinci sınıf insan sayılmaları gerektiği,

2- Türklerin medenî kabiliyetten mahrum oldukları, dolayısıyla medeniyet düşmanı oldukları,

3- Türklerin yaşadıkları toprakların kendilerine ait olmadığı iddialarıdır.

 

“Hasta adam” Kendi Küllerinden Asla Doğmamalıdır

 Batı dünyası, Türklerin önce Avrupa ve Balkanlar’dan, daha sonra da Türkiye’den tamamen atılmaları, yok edilmeleri gerektiğini düşünüyordu. İngiliz devlet adamlarından Gladston, Batının gerçek niyetini, Türklerin kötülüklerini kaldırmanın tek bir çaresi vardır, o da yeryüzünden vücutlarının kaldırılmasıdır sözleriyle ortaya koymuştur. [Azmi Süslü, Atatürk ve Tarih, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1998, s. 136]

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan yeni dünya düzeninde ve dünyanın yeniden paylaşılması üzerine inşa edilen konjonktürde Anadolu’da bir Türk ulusu yaratmak hiç te kolay değildir.

Güçlü lider, üstün ırk teorilerinin Batı’da alıp yürüdüğü konjonktürde Atatürk: “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır” demektedir.

Bu minvalde Atatürk, Türk tarihinin ilmî esaslara göre araştırılması, tarih şuurunun uyandırılması için çalışmaları bizzat başlatmıştır. Atatürk’ün bu çalışmaları üç noktaya yönelmiştir. Birincisi, Türk ve Dünya tarihini eski, yanlış, ideolojik yaklaşımlardan kurtarmak. İkincisi, dünya medeniyetine Türk medeniyetinin yapmış olduğu katkıları ortaya çıkarmak. Üçüncüsü ise, Türk tarihini ilmî metotlarla modern, orijinal bir tarih haline getirmektir.Bu üç hususu ise Atatürk “tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır” şeklinde ifade etmiştir. [Bkz. Türk Tarih Kongresi Tutanakları.]

 

Türk Tarih Tezi’nde Belirtilen Hususlar

1- Türkler, brakisefal ve beyaz ırktandır. Beyaz ırkın anayurdu Orta Asya’dır

2- Medeniyetin beşiği Türklerin anayurdu olan Orta Asya’dır.

3- Anayurtları olan Orta Asya’dan değişik sebeplerle göç eden Türkler böylece dünyaya medeniyeti yaymışlardır.

4- Anadolu’nun ilk yerli halkları da Türklerdir, dolayısıyla buranın ilk sahipleri Türklerdir.

5- Türklerin İslâm Medeniyetine katkıları araştırılmalıdır.

6- Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile ilgili iddialar araştırılmalı, gerçek ortaya çıkarılmalıdır.

 

 Devam edecek:

Haftaya Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi eleştirileri, Atatürk Kafatasçı mıydı?

 

 12.01.2022, Ünyekent

http://www.unyekent.com/yazi/2909-turk-tarih-tezi-ve-gunes-dil-teorisi.html

  

 




 

5 Ocak 2022 Çarşamba

Türkçülük Akımı ve Ziya Gökalp


Türkçülük Akımı ve Ziya Gökalp

 

 Yusuf Akçura, Osmanlı İmparatorluğu’nun tekrar eski gücüne kavuşabilmesi için devletin resmî olarak benimseyebileceği muhtemel üç ana düşünceyi (Üç Tarz-ı Siyaset: Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük) öne sürdü.

Türkçülük Akımı’nın diğer önemli ismi Ziya Gökalp’in de benzer bir üçlemesi vardır:

Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak…

 

Ziya Gökalp Türkçülüğü

23 Mart 1876’da Diyarbakır’da doğdu. Cumhuriyet’in kuruluşunun üzerinden bir yıl geçmeden 25 Ekim 1924’te İstanbul’da yaşamını yitirdi. Buna karşın Cumhuriyet’in ideolojik temelini oluşturan bir unsur olarak yer aldı. 

Asıl ismi Mehmet Ziya’dır. Babası Diyarbakır’da yerel bir gazetede çalışıyordu. Eğitimine Diyarbakır’da başladı. İslami bilgisini amcasından aldı. 18 yaşındayken intihara teşebbüs etti. Bir yıl sonra İstanbul’a gitti, Baytar Mektebine kaydoldu. Burada İbrahim Temo ve İshak Sukûti ile tanıştı, Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı.

Muhalif eylemleri nedeniyle 1898’de tutuklandı. Cezaevinde bir yıl kaldı, sonra 1900'de Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. Orada 1908'e kadar bazı memuriyetlerde bulundu. II. Meşrutiyet’in ilanının ardından İttihat ve Terakki'nin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilciliğini yaptı. "Peyman" gazetesini çıkardı. 1910’da İttihat Terakki İdadisi'ni kurdu ve sosyoloji dersleri verdi. "Genç Kalemler" dergisini çıkardı.

 

İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet İdeolojisine

1912'de Ergani Maden'den Meclis-i Mebusan'a seçildi, İstanbul'a taşındı. Türk Ocağı'nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmua'da yazılar yazdı. Türkçülüğün Esasları’nı oluşturacak fikirlerinin bir bölümü de ilk defa bu yazılarda ortaya koymuştur. Diğer yandan Darülfünun-u Osmani'de (İstanbul Üniversitesi) sosyoloji dersleri vermiştir.

Gökalp’e göre Türkçe konuşan, “Türk’üm” diyen ve samimî olarak kalbinde bu düşünceyi taşıyan her fert Türk’tür. Gökalp, milleti; “Aynı dili konuşan, aynı dine iman eden ve ortak bir geçmişi olan insan topluluğu” olarak tanımlar.

Gökalp’in Türkçülük akımında ayırt edici bir başka özelliği Turancılığı’dır.

Türklerin Osmanlı’dan ibaret olmadığını, Türk dilinin de yalnızca Osmanlıca olmadığını savunan Gökalp,  Türklerinin Doğu Asya’dan Pasifik’e kadar uzanan büyük eski bir ailenin bir kolu olduğunu ileri sürer. Kaynak olarak Ahmed Vefik Paşa’nın Ebul Gazi Bahadır Hanın “Şecere-i Türkî” adlı eserini Çağatayca’dan Osmanlı Türkçesine çevirdiği eserini gösterir.

Ahmed Vefik Paşa, “Lehçe-i Osmanî” adlı lügat kitabında da Türkiye Türkçesi ile diğer Türk lehçeleri arasında benzer ve farklı yönleri göstermiş ve dilin bir milletin birliği için ne derece önemli olduğunu izah etmeye çalışmıştır.

Masallarla ve destanlarla desteklemeye çalıştığı Turan düşüncesini “Kızıl Elma” adlı masal kitabında işlemiştir.

 "Vatan ne Türkiye'dir Türklere ne Türkistan

Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!"

 Turan coğrafi olarak Türkistan demektir. Terim olarak ise Türkçe konuşan toplulukların siyasi birliği veya işbirliği demektir. Gökalp’a göre Türk siyasi tarihinde birliği ilk olarak Hun imparatoru Mete; son olarak da Emir Timur gerçekleştirmiştir.

Kızılelma Türk dünyasının yeni Meteleri, Alp Arslanları, Emir Timurları ve Fatihleri olmaya aday Türk gençlerini hayat yolunun başından itibaren milli şuurla yetiştirmek için yazılmış bir manzumeler toplamıdır. Bu eserler okundukça her Türk genci milli şuurla geleceğe doğru yürüyecek; bu milletin bağrından yeni önderler çıkmaya devam edecektir.

 

Ziya Gökalp Sosyolojisi

Ziya Gökalp, Türkiye’yi Sosyoloji ile tanıştıran kişidir. Durkheim’dan etkilenen Gökalp, ülkemizde sosyolojinin kurucusu olarak bilinir. Dönemin önde gelen bir Türk Milliyetçisi olarak sosyolojiyi entelektüel bir temel oluşturmada esas almıştır. Bir sosyolog olarak Gökalp milli kültür unsurlarını keşfetmeyi görev bilmiş, Türk ailesinin evrimi ile İslam öncesi Türk dini ve devleti üzerine bir dizi çalışmaya girişmiştir.

Gökalp’ın modernleşmiş İslam düşüncesine ait teorisi ilahi kaynaklı olmasından ziyade, sosyal kaynaklı uzlaşmaya dayanan ve bundan dolap seküler değişime paralel olarak değişebilen İslam kurallarının bir kısmına yönelikti.

Türkleşmek İslâmlaşmak, Muasırlaşmak adlı eserinde Gökalp, “Üç Cereyan”dan söz etmektedir:

 

“Memleketimizde üç fikir cereyanı vardır. Bu cereyanların tarihi tetkik olunursa görülür ki mütefekkirlerimiz iptida “muasırlaşmak” lüzumunu hissetmişlerdir. Üçüncü Sultan Selim devrinde başlayan bu temayüle inkılâptan sonra “İslâmlaşmak” emeli iltiha-k etti; son zamanlarda ortaya bir de “Türkleşmek” cereyanı çıktı.”

(Ziya Gökalp, Türkleşmek İslâmlaşmak, Muasırlaşmak, Ötüken Neşriyat, 2014. s. 15 )

 

İnsan toplumlarının bütün fertlerini birbirine bağlayan, yani kişiler arasındaki uyumu sağlayan kurumlar "hars (kültür) Kurumları"dır. Bu kurumların tamamı o cemiyetin "hars"ını (kültür) oluşturur.

Bir cemiyetin üst tabakasını başka cemiyetlerin üst tabakalarına bağlayan kurumlar ise "medenî kurumlar"dır. Aynı türden olan bu gibi kurumların tamamı "medeniyet" (uygarlık) adını verdiğimiz bütünü oluşturur.

Ziya Gökalp, söz konusu düşüncelerini ayrı ayrı ele almaz. Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı eserinde yaptığı gibi bu fikirlerin uygulanabilirliğini tartışma yoluna gitmez. Gökalp, devletin ve milletin kurtuluşunu bu üç fikrin uzlaşmasında arar.

Ancak Gökalp’ın Türkçülük düşüncesi tüm eserlerinde baskın öğedir. İslâmcılık ve medeniyetçilik düşüncelerini, Türkçülük düşüncesini zenginleştirecek bir araç olarak görmektedir.

 

Gökalp Sonrası Türkçülük Akımı

Osmanlı çatısı altında Türkçülük akımını oluşturanların başında gelen Ziya Gölap, Cumhuriyet’in ilanından bir yıl sonra yaşamını yitirdi. Cumhuriyet’in kurulmasında fiili varlığı olmasa da, Cumhuriyet’e giden yolda fikirleriyle etkili oldu. O’nun düşünceleri Cumhuriyet’in kuruluş ideolojisi haline geldi. Türk Tarih Tezi ve Tarih Kurumu’nun oluşması O’nun düşünceleriyle vücut buldu.  

Atatürk’ün öncülüğünde kurulan Türk Tarih Kurumu başkanları, sırasıyla Yusuf Akçura ve O’nun gibi Rusya’dan (Türkî Cumhuriyetlerden) gelen Zeki Velidi Togan ve ardından kuruma başkanlık eden İbrahim Kafesoğlu’nun da Ziya Gökalp’tan etkilenmemeleri mümkün değildir. Üçü de bazı farklara rağmen Gökalp ile ortak noktaları bulunmaktadır. Örneğin Kafesoğlu’nun üçlemesi “Vatan, miller, devlet” üçgeni Ziya Gökalp’tan etkiler taşır. (Bkz. Prof Dr. İbrahim Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, Ötüken Neşriyat)

Gökalp’ı “ırkçı-Turancı” olarak nitelendirenler ise, Diyarbakırlı olması nedeniyle Türk olmadığını, aslen Kürt olduğunu ileri sürmektedirler. Bu nedenle olsa gerek, Gökalp’ın Türk kavramı ırki olmaktan ziyade hissidir.

  

(Devam edecek: Haftaya Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi)

 

Ünyekent, 05.01.2022

http://www.unyekent.com/yazi/2891-turkculuk-akimi-ve-ziya-gokalp.html