30 Mayıs 2012 Çarşamba

Kitap: Ünye-Topyanı / Prof. Dr. Sait Kapıcıoğlu


Topyanı


“Ünye Müze Evi Kitaplığına, Saygılarımla!” diyerek, iki kitap göndermiş Prof. Dr. Sait Kapıcıoğlu
             Adıma postaladığı kitaplardan biri hakkında daha önce bu sütunlarda bilgi vermiştim; “Ü-Topya Ünye Çiseleri” adını taşıyordu.
             Diğer kitabın adı “Ünye - Topyanı”.

             Devamı:

http://www.unyekent.com/koseyazi/3606/topyani 

Ünyekent'te bir köşe yazısı...


26 Mayıs 2012 Cumartesi

Günlerle Gelen


İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ
ÜNYE-FATSA
(2) 
Ahmet Derya Varilci

Fatsa’dan Ünye’ye…

Ünye’ye bağlı köylerden Fatsa’ya doğru gelişen nüfus hareketi bazen tersine bir rota izleyebiliyordu. Bir dönem Fatsa’dan gelerek Ünye’de ikamet eden ve dört yıl sonra memleketi Fatsa’ya dönen komşularımız gibi…
Yağmurlu bir bahar akşamıydı, ilkbahar yahut güz… Uzun zaman önceydi, hatırlanması zor. Ablam ortaokul çağındaydı, bense henüz ilkokulun üçüncü sınıfındaydım. Benden bir yaş büyük kız kardeşimle aynı sınıfta okuyorduk. O dönemde Ünye Ortaçarşı’da ikamet ediyorduk. Bitişikteki binaya yeni evli bir çift taşınmıştı. Babam, Fatsa’dan geldiklerini söyledi. Annemin deyimiyle gelen genç bayan, ablama “oyun arkadaşı” olacak yaştaydı. Taşındıkları akşam ablamın biriktirdiği artist resimlerine dalmışlardı. Sivas’ın Yıldızeli’nden olan bayanın yolları nasıl olmuşsa Fatsa’dan bir delikanlıyla kesişmişti. Aile dostluğumuz daha o saat başlamıştı. Bir yıl sonra ilk çocukları dünyaya geldi. Adı gibi kendisi de zekiydi. Yıllar sonra Avukat olacaktı.
Fatsa’dan gelen çiftin Ünye’de başka çocukları da oldu, hepsinin başarılı birer insan olduklarını öğrendim.
Yaklaşık beş yıl sonra Fatsa’ya döndüler.

Neden Fatsa’dan Ünye’ye gelmişlerdi?

Genç çiftin Fatsa’dan geliş sebebi, yaşadıkları bir husumetten dolayıydı. Fatsa-Kabakdağlı olan bey, belaya bulaşmaktansa bir miktar memleketinden uzak durmayı tercih etmişti. Taraflar yatıştıktan kısa bir süre sonra yeniden Fatsa’ya dönmeyi planlıyorlardı ama olmadı.
Dönüş yıllar sürdü.
Ünye’de kurdukları hayat, edindikleri iş ve dost çevresi bu ailenin Fatsa’ya dönüşünü geciktirdi.
Yazları Fatsa Kabakdağı’na fındık toplamaya gitseler de, taşınmaları beş yıl aldı. Beş yıl sonra Fatsa’ya taşındılar. Komşuluk ilişkimiz kesilse de dostluklarımız bitmedi. Bu vesileyle ben iki yaz tatilini Fatsa’da ve köyleri Kabakdağı’nda geçirdim.
Beni bu aileye bağlayan esas etken; ailenin kayın biraderi, çocukların dayısı Zekeriya Temizel idi… Aramızdaki adıyla Fikret Ağabey.
Yaz tatillerinde Ünye’ye, ablasının yanına gelen Temizel, Lise’nin bir kısmını Ünye’de okudu. Fatsa’ya taşınmazdan önce Lise’yi bitirdi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi.

Zekeriya Temizel

Zekeriya Temizel, Kafkasya’dan Tokat’ın bir beldesine göçen Çerkez bir aileye mensuptu. Oradan kalkıp Sivas’ın Yıldızeli’ne yerleşmişlerdi. Çocukluk dönemini kaleme aldığı Çekerek Kıyılarında adlı otobiyografik eserde bu kısım oldukça detaylı anlatır.
Benim nazarımda Zekeriya Temizel, Ünye ve Fatsa demektir.
Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarımda birçok şeyi ondan öğrendim. Ünye-Fatsa arasındaki benzerliği ve karşıtlığı da ilk ondan öğrendim.
Küçük yaşımdan itibaren denizde yüzerdim ama yüzme stilini ilk ondan öğrendim. İlk siyasi tartışmamı onunla yaşadım. İdeolojik yapılanmamın ilk adımı, hayata ve dünyaya bakış açımın belirlenmesi orada oldu… Ünye ile Fatsa arasında.
Ünye iskelesine benzeyen Fatsa iskelesinde ilk ve belki de son kez onunla yüzdüm.
Kabakdağı’na birlikte fındığa gittik. Ünye’deki fındıklıklardan farkı yoktu.
20 Temmuz 1969 tarihinde Fatsa’daydım. Apollo 11 ile aya giden Neil Armstrong’un aya ayak basışını radyodan birlikte dinledik. Armstrong’un kendisi için küçük ama insanlık için nasıl büyük bir adım olduğunun ilk yorumunu Temizel’den aldım.
Üniversite hayatının nasıl bir şey olduğunu ilk ondan öğrendim. Bir yıl sonra Temizel, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi.
Türkiye, dünyada yükselişe geçen 1968 Hareketi’nin yansımalarını tüm sıcaklığıyla yaşamaktaydı.
Ünye ve Fatsa 1972 yılının ilk aylarında sekiz sütunluk manşete taşınmıştı. Akkuş-Tokat arasında Kızıldere’de noktalanan bu süreci daha sonra ele almak üzere, yeniden Temizel’e dönelim.
Yollarımız onunla şimdiye kadar hiç kesişmedi.
1989-92 yılları arasında İstanbul Defterdarı ve 1992-93 arasında Gelirler Genel Müdürü oldu.
55. Hükümet’te (1997-99) ve 56. Hükümet’te (1999) Maliye Bakanlığı yaptı.
Mart 2000’de Ecevit’in Başbakanlığı makamına bağlanmak koşuluyla, BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) başkanlığı görevine talip oldu. Kemal Derviş’in gelişiyle birlikte görevinden istifa etti.
Bir dönem Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapan Temizel, son yıllarda siyasi yaşamdan hayli uzak görünüyor.
Şimdilerde tarımsal ürünlerle iştigal ediyor.

Temizel’in tarımsal girişimleri…
Zekeriya Temizel Antalya’da ve Söke’de tıbbi ve aromatik bitkiler üretiyor ve bunlardan doğal yağ elde ediyor. Kendisini tarım işçisi ve sanayicisi olarak nitelyen Temizel, Türkiye’de soğuk hava depoculuğunun da öncüsüdür.
Bazı eski arkadaşlarını yanına alarak Tarımsal İklimleme ve Teknolojik Araştırmalar’ı (TİKTA) kuruyor. Türkiye dünyanın beşinci büyük elma üreticisi olmasına rağmen depoculuk konusunda kimsenin bir atılım yapmadığını görünce, bu konudaki ilk araştırmayı gerçekleştiriyorlar ve ilk soğuk hava deposunu kuruyorlar.
Antalya’da kurdukları bir tesiste tohum ve çekirdekten yüzde yüz saf yağ elde ediyorlar. Türk milletinin tarih boyunca ekmek ve bulgur yiyerek sağlıklı kalmasını işte bu yağa bağlıyor Temizel… Buğdayın özünde bulunan rüşeym yağının raf endişesi ve beyaz ekmek üretimi nedeniyle terk edildiğini ve halkın nişasta ve şeker yemeğe başladığını ileri sürüyor. Ciltteki lekeleri gideren bu yağ kozmetikte ve eczacılıkta kullanılıyor. Doğal Destek Ürünleri AŞ. Başkanı Temizel, “tabia” adıyla ürettikleri müstahzarları yakında ihraç edeceklerini söylüyor.
Çocukluk dönemini, o dönemde Türkiye’nin sosyo ekonomik yapısını ve ailesinin öyküsünü “Çekerek Kıyıları”nda yazan eski Maliye Bakanı ve BDDK Başkanı Temizel, BDDK günlerini yazacağını söylüyor. “Sır saklama” yükümlülükleri dolayısıyla şimdilik beklediğini söyleyen eski BDDK başkanı, Türkiye’nin 1994 ila 1999 yılları arasında bankacılık sektörünün yasasız olarak idare edildiğini ileri sürüyor. “Kişisel çıkarlarını toplumsal çıkar olarak göstermeye çalışanlarla” bir dönem muhatap olduklarını söyleyen Temizel, belki de 28 Şubat sürecine ışık tutacak açıklamalarda bulunacaktır.
Ama asıl merak ettiğimiz “Çekerek Kıyıları”nda anlattığı çocukluk döneminin ardından gelen ilk gençlik ve Üniversite yıllarıdır…

Yani Zekeriya Temizel’in Ünye ve Fatsa arasında geçen yılları. 
 
Ünyekent'te bir yazı dizisi...   18 Mayıs 2012

 
Ünye

Fatsa

Ünye Atatürk Parkı

 
Fatsa Parkı

Fatsa Kabakdağı Köy Evleri -
Foto. Gazetegerçek.com

 Zekeriya Temizel

23 Mayıs 2012 Çarşamba

19 Mayıs



40 YIL SONRA YENİDEN...

"40 Yıl sonra yeniden “Dünün Çocukları” olarak
Ünye Cumhuriyet Meydanı’nı doldurduk.
Omuzlarımız düşmüş, göbeklenmiştik.
Saçlarımız ağarmıştı, birçoğumuz dazlaktı.
Hareketlerimiz yavaş, yüzümüz yorgundu.
Cildimizin hayli kırışık göründüğünün farkındaydık.
İzleyicilerimiz anne-babalarımız değil, çocuklarımızdı.
Özetle “bayram çocuğu” görünümünden uzaktık…
Ama o gün her birimiz “çocuklar gibi” şendik.
Her birimiz o gün 40 yılın yorgunluğunu yendik."

Ünyekent'te bir köşe yazısı...

(Fotoğraf: Sevdiye Öztürk Kayır)


18 Mayıs 2012 Cuma

Günlerle Gelen


HERŞEYE RAĞMEN 19 MAYIS
  Cevat Sarıkaya’nın anısına… 

Ünyekent'te bir yazı;


ELİT GRUBU, TRAMPET TAKIMI VE FOLKLOR EKİBİ OLARAK:
"Hava muhalefeti olmazsa ve antrenman zayiatı vermezsek 19 Mayıs’ta meydanda olacağız."
18 Mayıs 2012 Ünyekent

19 Mayıs 1971-Elit Grubu Cumhuriyet Meydanında.

  19 Mayıs 1969

Elit Grubu-kule 1969
 

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Yeter ki kararmasın!

Yeter ki kararmasın!

“Cezaevinde olmanın en zor yanı,
evlat hasreti benim için.
Gerisine dayanılır, katlanılmaz değil."


Ünyekent'te bir köşe yazısı...

 

11 Mayıs 2012 Cuma

GÜNLERLE GELEN

 İki Şehrin Hikayesi
ÜNYE-FATSA
I. BÖLÜM

Ahmet Derya Varilci 

 “İki Şehrin hikâyesi” dendiğinde ilk akla gelen Charles Dickens’in 1859 tarihinde kaleme aldığı İki şehrin Hikâyesi (A Tale of Two Cities) isimli eseridir.
Oysa benim aklıma Ünye ile Fatsa gelir…
Her iki şehrin de birbirleriyle çelişen ortak bir kaderi vardır. Tıpkı Dickens’in romanında anlattığı Paris ve Londra gibi… Dönemin bu iki büyük şehri, yazarın romanda ustaca kaleme aldığı çelişkilere benzer bir çelişki.
Dickens’in anlattığı aslında 1789 Fransız Devrimi sırasında Paris’te olup bitenlerdir. Yaşanan kanlı hesaplaşmayı ve giyotinle kesilen başları anlatan roman, adeta Fransız Devrimini simgesi durumundadır.
Ünye’den bakıldığında Fatsa’nın hikayesi de Dickens’in hikayesini aratmayacak niteliktedir.

Fatsa

Eskiden Fatsa’yla ilişkilerimiz daha sıkı fıkıydı. Çocukluk dönemlerimizde Fatsa’dan sık sık akrabalarımız gelir, özellikle Pazar günleri birlikte pikniğe giderdik. O dönemde Çamlık’ın büyüsü bir başkaydı. Şehir büyüyüp Çamlık’ı içine almaya başlayınca, Ünye’nin yerlileri başka mesire yerlerini tercih etti. Zaten bir kısım Ünyeli kendi köylerine gitmeyi tercih ediyordu. Bugün Çamlık’ta piknik yapanlar çoğunlukla dışarıdan gelenlerdir, Ünyeliler için daha çok yürüyüş alanı sayılır.
İlk gençlik yıllarıma denk gelen Ünye ile Fatsa arasındaki kaynaşma, sadece ben ve ailem için değil iki şehrin tüm insanları için geçerliydi... Akrabalık ilişkileri yanında sosyal ve ekonomik ilişkiler oldukça yoğundu.
Özetle söylersek o günler hem birlik-dayanışma günleriydi, hem de kavga!   
Kavgalarımız futbol maçlarında yahut düğün gibi toplu etkinliklerde olurdu. Kız alıp vermişiz bunca zamandır, kolay mı?
Zamanla dünyanın bazı yöreleri gibi, Ünye ve Fatsa da politik gelişmelerden payına düşeni aldı.
1968’in dünyayı kasıp kavuran fırtınası çok geçmedi bu iki şehri de etkilemeye başladı. Ünye, tıpkı Dickens’in romandaki Londra gibi politikti.
Fatsa ise, o deli fişek tavrıyla yıllar sonra Jakobenlerin Paris’ine benzer bir atılım içine girecekti.
Ama kavgalarımız bile başlangıçta çocukçaydı.
Örneğin Konak sinemasına bir grup sanatçı konser vermeye gelmişti. Fatsalılar da her zamanki gibi gelip Ünye’de izliyordu. Hümeyra, Fikret Kızılok gibi sanatçılar gelmişti. (Hümeyra, Fikret Hakan’dan yeni boşanmıştı. Yediği yumruk oldukça tazeydi çünkü; “Adım Kadın” isimli besteyi ilk kez seslendiriyordu.)
Konserin sonunda Fikret Kızılok, Fatsalılar’a da seslenerek “Birlik olun!” çağrısında bulundu. Kime ve neye karşı birlik olunacağının mesajı yeterince açıktı ama biz ne yaptık? Her zamanki gibi; “Hazır bulmuşken!” daha önce Fatsalılar’dan yediğimiz dayağın hıncını çıkarmaya çalıştık.
Ben mi? Ben o kavganın içinde fiilen yer almadım; henüz küçüktüm, izlemekle yetindim.

“Ünye’den Çıktım”

Cevizdere’yi anlatırken şöyle yazar Ünyeli bir ozan: “Doğanın o muhteşem renklerinin arasından dağlar ovalar aşarak, kıvrıla kıvrıla, bazen sakin, bazen coşup kükreyerek, Akkuş ilçesinin en doruk dağlarından birinden doğup Ünye’de denize ulaşır Cevizdere suları.” (Hamdi Tanses, Öyküleriyle Halk Türküleri, s. 153)
Annem doğma-büyüme Cevizdere’dendir. Bu derenin suları köyüne ve ailesine hayat verdiği kadar, hayatı boyunca unutamayacağı acıların da kaynağıdır.
Zaman çok şeyi geride bırakıyor ama unutturamıyor.
Kim bilir, o acıların bir kısmı hala bizimle var olmaya devam ediyor.
Babam, doğma büyüme Ünye şehrinin insanı…
Kendi babası (dedem) bir denizci…
Ünye’de kalıcı olarak yerleşmeleri bir İstanbul macerasının ardından olmuş. Babaannem Ünye’ye dönmelerini istemiş. İstanbul’un işgal yıllarında dört çocukla birlikte Ünye’ye dönmüşler. Son beşik olan babam, bu dönüşten dört yıl sonra dünyaya gelmiş.
Babaannemin köyü Cevizdere’den daha doğuda; Fatsa’ya yakın, günümüzde Kızılcakese adıyla bilinen Keş Köyü’dür. Babaannemin Ünye’ye gelin gitmesinin ardından erkek kardeşi de Fatsa’ya almış göçünü… Ziyaretimize gelen akrabalar, işte onlar, babamın dayı tarafı... Tabi biz de Fatsa’yı boş bırakmıyoruz. Bazen gezmeye, bazen düğüne ve bazen de cenazeye gidiyoruz.
Sonraki yıllarda babamın ticari ilişkilerinde de önemli bir yer tuttu Fatsa.
Babamın dayısı gibi, Ünye’nin bir köyünden Fatsa’ya göç eden bir başka aile daha vardı Fatsa’da, ünlü sinema oyuncusu Kadir İnanır’ın ailesiydi…
Fatsa’daki tanıdıklara sık uğradığımız dönemler, Kadir İnanır’ın yeni ünlendiği yıllardı… Sonraki yıllarda ziyaretlerimizin arkası kesildi. Aradan büyükler de çıkınca Fatsalı akrabalarla görüşmemiz şansa kaldı.
Fatsa’da akrabaların evi Kadir İnanırların eviyle aynı mahalledeydi. Şehrin merkezine yakın olan o mahallenin şimdiki hali tamamen değişti. Hangi ev neredeydi tahmin etmek imkânsız. O yıllarda sık sık Kadir İnanır’ın sanatçılığı üzerine sohbet ederdik. Kadir, Türkiye’nin en ünlü sinema oyuncularından biriydi. Fatsa’da ise efsaneydi. Fatsa’daki akrabalarla yakın komşuydu Kadir, çok güzel yağlıboya tabloları olduğunu söylerlerdi.
Yıllar sonra Kadir İnanır’ın “Hekimoğlu” türküsünü derleyenlerden biri olduğunu öğrendim.
Ama yağlıboya resim yaptığına dair ayrıntıya henüz rastlayamadım.
Ne tuhaf, Kadir İnanır çapındaki bir insandan söz ederken “sayın” dememiz yahut isminin sonuna “bey” takısı eklememiz gerekirken, sadece “Kadir” demeyi yeterli görüyoruz. Galiba duyduğumuz saygı ve hayranlık ölçüsünde kendimizle sanatçı arasındaki mesafeyi kaldırıyor, senli benli olmayı yeğliyoruz. 
Usta aktör, derlediği türkünün kahramanı Hekimoğlu nam eşkıya İbrahim’i sinemaya taşımak için birkaç yıl önce kolları sıvamıştı. Hatta senaryo çalışmalarına başladığı söylendi. Araya giren rahatsızlığı nedeniyle şimdilik ertelenmiş gibi görünüyor.
Geçen yıl çekilen Esra Alkan yönetimindeki “Ünye de Fatsa Arası” isimli mizahi belgeselin ardından, Fatsa’da çekilecek olan Hekimoğlu filmi (şayet çekilebilirse) Fatsalılar için muhteşem bir tanıtım fırsatı olacak.
Haliyle Hekimoğlu öyküsünde ve türküsünde önemli bir yer tutan Ünye için buradan epey bir pay düşecek!

Fatsa’dan Ünye’ye…
    
Ünye’ye bağlı köylerden Fatsa’ya doğru olan yerleşim rotası bazen tersine de işleyebiliyor. Bir dönem Ünye’de ikamet eden ve dört yıl sonra Fatsa’ya dönen komşularımız gibi…



09 Mayıs 2012 Ünye
Ünyekent'te "Günlerle Gelen" yazısı... 

  






9 Mayıs 2012 Çarşamba

Bayrak...

http://www.unyekent.com/koseyazi/3547/bayraklari-bayrak-yapan
 
Zaman çabuk geçiyor, hala 10 yıl geriden hesap ediyorum zamanı. Denizler'in idamının ardından 40 yıl geçmiş. Bense "30" demişim...
 
Konuya ilişkin bir köşe yazısı; Ünyekent'te...
 
Bayrakları Bayrak Yapan...
 
"İki durum özellikle istismara açıktır:
1- Dini duygular,
2- Bayrak."

4 Mayıs 2012 Cuma

GÜNLERLE GELEN

Masumiyet Müzesi

İstanbul'da bir Müze


 Ünye'de Müze Ev

"Orhan Pamuk’un son romanıyla aynı adı taşıyan İstanbul Çukurcuma’daki Masumiyet Müzesi 28 Nisan’da açıldı. 
Aynı tarihlerde Ünye Müze Ev resmen olmasa da 
gelenlerin ziyaretine açılmış konumdaydı.
Sadece açılış tarihleri bakımından değil, 
içerik olarak da birbirlerine benzeyen bu iki olgu üzerinde biraz duralım."
Ünyekent'ten bir yazı...

[Yazının tamamına ulaşmak için buraya yahut başlığa tıklayınız.] 


Ünye Müze Evi

Müze Ev'e bağışlanan bazı eşyalar ve vitrin

Müze Ev'in şark düzenli odalarından bir görüntü.

 Müze Ev'in şark düzenli odalarından biri.

 Müze evi ilk ziyaret eden gruplardan 
İnönü İlköğretim Okulu öğrencileri.

Müze Ev'den bir köşe.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

BAYRAMLAR

 Mutlu Bayramlarımız Vardı...

"Bizim kuşaktan herkesin mutlaka anlatacağı bir bayram öyküsü vardır. Bizden öncekilerin de… Ne yazık ki, çocuklarımızın anlatabileceği bayram öyküleri olmayacak.
Nisan ve Mayıs ayları ülkemizde bayramın en bol olduğu dönemdir.
Bu yıl 23 Nisan’da Ankara’daydım. Ünye’de olsaydım, Ünye Şehir Stadyumu’nda 23 Nisan’ı kutlayan “Ünye’nin Dünkü Çocukları” arasında olacaktım."

Ünyekent'te bir köşe yazısı...

(Yazının tamamına ulaşmak için buraya yahut üst kısımdaki başlığa tıklayınız...)




Fotoğraflar: Orta Cami Havlisi'nden...