31 Mart 2020 Salı


Laleli Cami Hakkında Yeni Bulgular

İkinci Bölüm


Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nin bir nüvesi olmak, yerel tarih konusunda yeni imkânlar getiriyor. Fen Edebiyat Fakültesi’nde aynı binadayız Tarih Bölümü okutanlarıyla… Öncelikle Rıza Hocanın yanına gidiyorum. Prof. Dr. Rıza Karaca Tarih Bölümü Başkanı… Öncelik O’nundu. Ünye Tarih Araştırma Grubu olarak yazılarımızda değerli hocamızın iki kitabından yararlanmıştık. Haznedar Ailesi ve Canikli Ali Paşa isimli kitaplarıydı. Ünyeliydi ama Ünyeliler benden şimdiye kadar hiç yararlanmadı diye sitem etti. Fatsa’da yapılan bir etkinliğe davet edilmiş tebliğci olarak… Bundan sonra sizi Ünye’de de göreceğiz demiştim, ileride yapacağımız etkinlikleri kastederek.
Yanına uğradığım diğer Tarih hocası, çalışmalarından yararlandığımız Prof. Dr. Mehmet Yavuz Erler oldu. Geçen hafta bahsi geçen Laleli Cami Belgesi’nde sıklıkla adını andığımız İfraz yahut Efraz Kazasını soruyorum.  1837 tarihli Canik Livası Defterlerinde de Ünye’ye bağlı “on bir köyden oluşan” önemli bir yapıya sahip bu yerleşimin adına daha önceki ve sonraki tarihlerde pek rastlamadığımızı söylüyorum. Ayrıca idari bölümlenmelerde “kazanın kazası” nasıl oluyor? “Kaza olarak sözü edilen Ünye’nin nasıl oluyor da Efraz gibi bir kazası olabiliyor?” diye soruyorum.
Aldığım yanıt kısa ve net oluyor:
O dönemde idari yapılanma ihtiyaca göre oldukça hızlı şekilleniyor; örneğin bir yerde bir maden keşfedilse oraya hızlı bir nüfus akışı oluyor ve derhal idari bir düzenlemeye gidiliyordu. Donanmaya kereste ihtiyacı, tersane oluşumu yahut bölgeden çıkarılacak çok miktarda taşa ihtiyaç duyulduğunda yine benzer bir düzenlemeye gidilebiliyordu.
Ünye’nin kısa bir dönem de olsa, Canik Livasına bağlı bir il (sancak) yapılmasının ama mülki amirin “kaymakam” olarak kalması ancak böyle bir pragmatizmle açıklanabilirdi.
Bu vesileyle Ünye Tarih Araştırma Grubu çalışma grubumuzu genişletmiş, bünyemize yeni isimler katmış oluyorduk.
Biz bu noktada, Laleli Cami Belgelerini bize gönderen araştırma görevlisi arkadaşımız Sabri Bacacı’nın yeni bulgularına dönüyoruz.

Sultan Bâyezid-i Velî Camii

Belgedeki ikinci husus, söz konusu belgede  “Sultan Bâyezid-i Velî Camii” adıyla bir cami inşa edilmiş olduğudur. Mehmet Recep isimli şahıs, otuz seneyi aşan sürede Sultan Bayezid-i Veli Camii'nin hatibidir. Kendisinin yanlışlıkla deftere “kendirci” biçiminde tahrir edildiğini ve mahkeme edilerek düzeltme yoluna gidildiğini öğreniyoruz.
1-     Mehmet Recep’in hatibi olduğu Sultan Bâyezid-i Velî Camii, halen söz konusu mevkide mevcut ahşap Laleli Camii midir?
2-    Canik sancağının İfraz kazasına tabi ve Lale Deresi diye bilinen köydeki cami, Sultan İkinci Bayezid tarafından tahtta bulunduğu 1481-1512 yılları arasında mı yapılmıştır?
3-    Şehzadelik yıllarını Amasya'da geçiren ve Amasya, Tokat ve Sivas valiliği yapan Sultan’ın bu camisi şehzadelik döneminde yapılmış olabilir mi?
4-    Her hali karda beş yüz yılı aşkın bir süre önce inşa edildiği anlaşılan Sultan Bâyezid-i Velî Camii de ahşap bir cami miydi?


Laleli Cami Kaç Yaşında?

Dendrokronoloji adıyla bilinen bir bilimsel yöntemle, ağaç halkalarının incelenmesi ve izlenmesi sonucu yaş tayinleri yapılmaktadır. 1994’te ağaç halkalarından tarih tespiti yapan Prof. Dr. Ian Kuniholm, Laleli Cami’ini 1395 yılından başlayarak 1522’ye kadar getirir. 10 Ayrı numuneden hareketle 127 yıla yayarak tarih tespiti yapılma nedeni, seçilen kalasların daha önce başka maksatla kullanılması yahut zaman içinde bazı kısımlarının yenilenmesidir. Ortalama bir tespitle caminin 450-500 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu söylemek mümkündür.  Farklı ağaçların yıl halkalarını karşılaştırarak yapılan tespitlerde çevre tarihini ve arkeolojiyi ilgilendiren veriler elde edilmektedir. Bu yönüyle her iki cami kronik olarak aynı zaman dilimine denk gelmektedir.

II. Bayezid

Sultan Bâyezid-i Velî namıyla anılan Osmanlı padişahı II. Bayezid ''Sofî /Sofu Bayezid'' olarak da bilinir. Fatih Sultan Mehmed ile Arnavut asıllı Gülbahar Hatun'un oğludur. İstanbul'un fethi sırasında henüz çocuk olan Bayezid, ertesi yıl Edirne Sarayı'ndan kalabalık bir eğitimci-musahip kadrosuyla ayrılıp Amasya sancak beyliğine gitti. Özel eğitimi sürerken ilk gençlik yıllarında Amasyalı Nacizâde, Çandarlızâde İbrahim Çelebi, Hamza Beyzade Mustafa Paşa, hattat Şeyh Hamdullah vb aydınlarla dostluklar kurarak çok yünlü kültür edindi. Padişah oluncaya değin 27 yıl bu kentte oturdu ve Rumiye-i Suğra (Sivas-Tokat-Amasya bölgesi) valiliği yaptı. Fatih'in çıktığı Doğu seferinin ilk menzili olan Gebze'de ansızın ölmesi (4 Mayıs 1481) üzerine, küçük kardeşi Konya Valisi Cem'den daha önce İstanbul'a gelip tahta oturdu.
Sultan’ın bu bölgelerde hayratlarının bulunması gayet doğal olduğu gibi yine sofi Sultan olarak bilinen II. Bayezid'in irşat faaliyetlerinin yapılabilmesi için vakıf, tekke ve zâviye gibi eğitim kurumlarını teşvik ettiği bilinmektedir.

(Devam Edecek)


29.01.2020, Ünyekent








Ne Mutlu Türk'üm Diyene!


Ne mutlu Türk'üm diyene!

"Gazi Mustafa Kemal’e ait bu sözler, 
söylendiği günden bu yana hep tartışma konusu olmuştur."




25 Mart 2020 Çarşamba

Knidos’tan Demeter



Knidos’tan Demeter

 Marmaris’ten İçmeler’e doğru giderseniz, şehrin bittiği yerde yol ayrımına denk gelirsiniz. Sağa saparsanız, yaklaşık 70 kilometre sonra Datça’dasınız.
Datça, Ege’nin Akdeniz’le kesiştiği bir yarımada üzerindedir.
Datça Ege’nin yeni keşfedilen turizm merkezlerinden biridir. Şair Can Yücel sayesinde tanınmıştır biraz da… Strabon’a göre şarabın tarihi burada yazılmıştır. Bal, badem ve balık ülkesidir, Datçalılara göre.
Biz orayı biraz da Nurver’den biliriz, sevgili kardeşim… Şimdi aramızda olmayan, nur içinde yatsın!    
Bir saat süren yolculuk boyunca, uçurumla dolu yolun bir tarafında Ege’yi, diğer tarafında Akdeniz’i görürsünüz.
Uzak Asya’dan Akdeniz’e uzanan ve bir kısrak başına benzeyen Anadolu’nun mavi sulara uzattığı bir el gibidir bu yarımada…
Tanrı’nın Adem’e uzattığı ele benzer…
Bir ucunda hayat, diğerinde ölüm vardır.
(Adem, bir anlamıyla hayat/ insan demektir. Diğer anlamıyla ölüm!)
En uç noktasında ise, antik kent Knidos yer alır.


Adem’in Yaradılışı-Michelangelo / “The Creation of Adam”-Sistina, Vatican

Knidos, Karia kent birliği içinde bulunan altı yerleşimden biridir. Kuzeyinde Halikarnasos ve Kos, güneyinde Rodos (Lyndos, Ialysos ve süt beyazı Kamiros) bulunur.
Bu ufacık antik kentte ki o zamanki nüfusu 10.000-15.000 kişi arasındadır, iki tiyatrosu vardır. Küçüğü 5.000, büyüğünün kapasit.esi 20.000 kişi civarındadır. Demek ki teatral etkinliklere kent dışından da hatırı sayılır bir katılım sağlanmaktaymış.
Deve boynunu andıran yarımadaya, bu benzerliğinde dolayı “Deveboynu Adası” denmekteymiş. Gerçekten de bir zamanlar burası adaymış, zamanla ana karayla birleşmiş.
Devamını Amasyalı coğrafyacı Strabon’dan aktaralım:  

“Sonra, çifte limanlı Knidos’a gelinir. Bunlardan biri açık, diğeri ise trierleri* içine alabilen, yirmi gemilik bir donanma merkezi olan ve de kapatılabilen bir limandır. Ondan uzakta, yaklaşık olarak çevresi yedi stadia olan ve bir tiyatroyu andırır şekilde, görkemle yükselen ve karaya mendirekle bağlantılı olan bir ada uzanır ve bir bakıma bu, Knidos’u bir çifte kent yapar. Halkının büyük bir kısmı, her iki limanı da gözden saklayan adada yaşar.”
(Strabon, Geographika, Kitap XIV, C 656, 15) [*Trier: Üç sıra kürekli savaş gemisi


Strabon’un bir tiyatro amfisine benzettiği Knidos, Ünye’nin 15.000 nüfuslu haline benzemektedir. İç limandan Akropolis'e doğru yükselen yamaçlarda resmi binalar kurulmuş. Doğu batı yönünde uzanan 4 ana caddenin bağlantısı, yine merdivenlerle ve dik eğimli sokaklarla sağlanmaktaymış.
Kentte dört büyük tapınak yer almaktaymış. Her iki limana hakim Afrodit tapınağı, Knidos’u simgeleyen en önemli sembol durumundadır. Güzellik tanrıçası Afrodit, kentin simgesi durumundadır. Praksiteles’in Knidos’ta ele geçirilen Aphrodite heykeli, Geç Klasik Yunan heykelinin zirvesi kabul edilir. (MÖ. 350)
Kentin ilginç buluntularından biri de mevsimleri ve zamanı gösteren güneş saatidir. En tepede Apollon Tapınağı vardır ve kentin oraya doğru bir tiyatro gibi yükseldiği söylenir. Aşağıdaki Tiyatronun üzerinde yer alan Corinth Tapınağı ünlü mimar Stratos’un eseridir. Diğer tapınak Dor Tapınağı olarak bilinir ki, Knidosluların aslen Dor kökenli olduğu kabul edilir.
Strabon’un da bahsettiği gibi, tarihin büyük astronomi ve matematik bilimcisi Eudoksus, doktor Euryphon, ressam Polygnotos ve yedi harikadan biri olan İskenderiye Feneri'nin mimarı Sostratos Knidos’ta yaşamıştır.
                                                                                     
Knidos’tan Demeter

Bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz mitolojide Bereket Tanrıçası Demeter’dir. Bereketin, mevsimlerin ve anne sevgisinin tanrıçasıdır. "Güzel saçlı kraliçe" ya da "güzel örgülü Demeter" diye geçer Homeros'un destanlarında… Toprağı ekip biçmesini öğretir, özellikle de buğdayı simgeler.
Demeter, Hesiodos’un eseri Theogonia’da Kronos’la Rheia’nın ikinci kızıdır. Tanrılar tanrısı Zeus'un dördüncü eşidir. Demeter'in Zeus’tan olan kızı Persephone (Kore), yeryüzü kraliçesi olarak bilinir.
Örgülü saçlarıyla güzel bir kadın olarak tasvir edilen Demeter’in sağ elinde bir buğday başağı, diğer elinde bir meşale bulunur.
Knidos antik kentinde ele geçen antik eserlerden biri de bir tahtta oturan Demeter heykelidir.
Knidos Akropolünün hemen aşağısında, Demeter Kutsal Alanı denen yerde insan eliyle düzeltilmiş gibi duran büyük bir kaya vardır. Kayada düzgünce yapılmış nişler (oyuklar) bulunmaktadır.  İngiliz Arkeolog Sir Charles Newton bu nişlerin içinde heykeller bulunduğunu tahmin ederek kısa bir araştırma sonrasında oyukların altında bugün British Museum’da sergilenen ünlü Demeter heykelini bulmuştur. Büyük olan nişte Demeter heykeli bulunuyordu, küçük olanda Kızı Persephone’ ye ait bir heykel vardı. Çevrede Demeter kutsal alanına ait taş duvarlar ve özellikle Newton tarafından kazdırılmış çukurlar var. Charles Newton 1850 li yıllarda Knidos’a gelip birçok eseri savaş gemileri ile İngiltere’ye götürmüştür.


Demeter Kutsal Alanında bulunan oturur durumdaki Tanrıça Demeter Heykeli ve Bryaksis’in yaptığı Dionysos Heykeli, Rahibe Nikokleia Heykeli British Museum’ da sergileniyor. Hepsi 1857 de İngiliz Arkeolog Sir Charles Newton tarafından bulundular.
Klasik döneme özgü Demeter heykelinin yüz hatları; mağrur, koruyucu ve asırlar sonraki azize heykellerine örnek oluşturacak düzeyde masumdur. Knidos’tan görkemli Demeter, bir kült heykeli değildir ama giysisinin (artık aşındığı halde) işlenişindeki incelikle birleşen kütlesi ve sakin yüz hatları gibi ona kesinlikle kolay tanınabilecek bir mevcudiyet kazandırır.
Anadolu’da örnekleri bolca bulunan Ana Tanrıça kültü, Artemis veya Anadolu Kybele sembolleri çağlar boyu değişmeyen inanç ve ritüellerin ifadesidir.
Ordu Kurul Kayası’nda Yücel Şenyurt hocamızın bulduğu “Oturan Kybele Heykeli” ile oturur vaziyetteki Knidos’tan Demeter arasında nitel farklılık bulunmaktadır. 


           


Biri Anadolu’nun bir ucunda yıllar önce bir İngiliz Arkeoloğu Sir tarafından bulunduğu için British Museum’da sergilenmektedir. Diğeri bizden biri tarafından bulunmuştur, ait olduğu topraklardadır.
Her ikisi de Anadolu’nun çağlar boyu süren kültürel zenginliğini temsil etmektedir.


Ünyekent, 25.03.2020

18 Mart 2020 Çarşamba

Koronavirüs (Covid-19) Salgını yahut Güncel Paylaşımlar


Koronavirüs (Covid-19) Salgını yahut Güncel Paylaşımlar


Üç hafta boyunca tatil...
Fakültede ön sınavlar (Quiz) sona erdi, eve kapanıp ödev yapma zamanı.
Üç hafta sonra ne olacak?
“Panik yok, önlem var!” deniyor.
Ne olacağını bilsek, daha rahat edeceğiz.
Okulun internet sayfasından, TV haberlerinden gelişmeleri izleyeceğiz.
Tatil uzar mı?
Eğitime devam edilir mi?
Günlük yaşama dönebilecek miyiz?
Şimdilik hiçbir şey belli değil!

****
Dünya kaynarken bizde virüs vakası yoktu…
Sonra birden bizde de nüksetti.
(Kimileri Dünya Bankasının vaadine bağlıyor!)
Tatilin başladığı ilk gün bir kişi dendi.
Üçüncü gün beş vaka…
Beşinci gün 15, 18…
Altıncı gün 47…
Virüs vakası hızla ilerliyor.
Şükür şimdilik bizden yana ölümden söz edilmiyor!

****
Dünyada ise, vaka sayısı korkutucu boyutta!
Ölümler hızla artıyor.
Biz işin daha çok latife kısmındayız.
Henüz olayın ekonomik sarsıntısını yaşamadık.
Örneğin tatil edilen iş yerleri, çalışanları…
Özel kurumlardan başlayarak, iş kaybının ücretsiz izinlileri sayılacak!
Sosyal sıkıntının, sarsıntıya dönüşeceğini tahmin etmek güç değil.
Kapanan iş yerleri, kafeler, restoranlar…
Esnaf nasıl etkilenecek?
Henüz bilmiyoruz.  
Şimdilik işin komik yanındayız.
(Sosyal medya paylaşımları “ölüm” algısını ve ekonomik krizi bizden uzak gösteriyor.)

****
Market raflarında kolonya ve makarna kalmamış.
(İki markette de kolonya bulamadık. Üçüncüsüne bakma gereği duymadık. Makarna henüz karaborsaya düşmemişti. Maske, piyasada yok. Olanlarınsa fiyatı döviz gibi, sürekli değişiyor. Eldivenlerde de sıkıntı yaşanıyor.)
Yeniden keşfettik “kapitalizm” denen olgunun kötülüğünü.
Fırsatçılara kızıyoruz.
Oysa sistem “fırsat” üzerine kurulmuş değil mi?
En azından ölümcül değil.
(Ünye’de salgınla ilgili gözle görülür bir önlem alındığını sanmıyorum. Toplu kullanım alanları dezenfekte ediliyor mu? Ordu ilinin çöpü “dönüştürme” işlemi için Ünye’ye getiriliyor. Ünye’deki çöp toplama ve işleme tesisleri çığ gibi büyüyor. Ünye korona ve benzeri salgınlar için büyük tehdit altında, durumun farkında mıyız!)  

****
Bilim kurgu filminde gibiyiz.
Arada bir İtalya’dan görüntüler geliyor ekrana, eve hapsolmuş insan manzaraları…
(Balkondan, pencerelerden dans eden insan görüntüleri…  Komşusuna konser veren tenor. )
Tam oturup film izleme sırası diyorum ama sinemalar kapalı.
TV’ye, akıllı telefonlara yahut bilgisayara baş vurmak gerekiyor.
Okuma seansları düzenlemeliyim.
Camus’un “Veba”sını okumalıyım yeniden, diyorum.
Yahut Marquez’in, Kolera Günlerinde Aşk’ını…
(Hatırladığım kadarıyla, Veba’da salgın kontrol altına alınamayınca kent karantinaya alınıyor. Mektup yazmak bile yasaklanıyor. Günümüzde elektronik posta var, en azından. Sanıyorum sorun olmaz!)
Soderdergh’in “Contagion” (Salgın-2011) adlı filmini izlemenin tam sırası.
İyi seyirler.


18.03.2020 Ünyekent

4 Mart 2020 Çarşamba

Cıngırt Kayası (Dördüncü –SON- Bölüm)


Cıngırt Kayası
(Dördüncü –SON- Bölüm)


Bölgemizde yapılan ilk arkeolojik araştırma, Cumhuriyet’in öncü bilim kadrosu Prof. Dr. İsmail Kılıç Kökten tarafından gerçekleştirilmiştir. 29 Şubat 1940’ta Samsun Mert Irmağı kıyısında Dündartepe ve Tekkeköy’de Mezolitik yerleşimler tespit eden Kökten, buralarda arkeolojik kazıların başlatılmasını sağlamıştır. [Bkz. "Anadolu'da Prehistorik Yerleşme Yerlerinin Dağılışı Üzerine Bir Araştırma" 1952, Kılıç Kökten Doktora Tezi.]
Kökten, daha sonra memleketi Ünye’de ilk arkeolojik araştırmaları gerçekleştirmiş ve bu çalışmaları “Ünye’de Eskitaş Devrine (Paleolitik) Ait Yeni Buluntular” adıyla yayınlamıştır. Ünye’ye ait ilk ve uzun zaman süresince tek ciddi araştırma olarak kayıtlara geçmiştir.
Bu yayının ardından uzun yıllar unutulmuş Ünye ve çevresinde arkeolojik araştırmalar adeta unutulmuş, ihmal edilmiştir.
Yaklaşık otuz yıl sonra Prof. Dr. Mehmet Özsait bölgemize gelerek Mesudiye’de yüzey araştırmaları yapmıştır. “1990 Yılında Ordu-Mesudiye Çevresinde Yapılan Yüzey Araştırmaları” adıyla yayınlanan bu kayıtta 85 adet eski yerleşim yerinin tespit edildiğini görmekteyiz.
2006 Senesinde yine Prof. Dr. Mehmet Özsait tarafından Ünye ve çevresinde yüzey araştırmaları gerçekleştirildi. Ünye Tarih Araştırma Grubu’nun ve Ünye Belediyesi’nin yardımcı olduğu bu araştırmalar sonrasında, yakın çevremizde ilk arkeolojik kazı başlatıldı.
“Arkeolojik kazılar, 2010 yılından beri Ordu Müzesi başkanlığı ve Prof. Dr. S. Yücel Şenyurt’un bilimsel sorumluluğundaki bir ekiple yürütülmektedir.” [Türk Eskiçağ bilimleri Enstitüsü Haberler, Sayı 43, 2017]
Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şenyurt’un sorumluluğunda, Kurul’da çok önemli arkeolojik buluntular ele geçirilmiştir. Pontus Kralı VI. Mithradates dönemine ait yerleşime ve buluntulara sahip Kale’de 2300 yıl öncesine ait Dionysos kültüne ait heykelciklerle, Ana Tanrıça Kibele heykeli ele geçirilmiştir.
“İn-situ halde ele geçirilen Kybele heykeli (Resim: 14), buluntu yeri itibariyle Ana Tanrıça Kybele’nin kent-koruyucusu, surların koruyucusu özelliği ile birebir örtüşmektedir.” [ S. Yücel ŞENYURT, Atakan AKÇAY, Emirhan BULUT,  Kurul Kalesi 2016 Yılı Kazı Çalışmaları, 39. Kazı Sonuçları Toplantısı, 3. CİLT, 22-26 MAYIS 2017, BURSA, s. 140]
Cıngırt’ta 2012-2014 Yılı arkeolojik Kazıları

Kurul’u ardından, çok geçmeden aynı fakülteden bir bilimsel ekip Ordu müzesi Başkanlığında bölgemizdeki ikinci önemli kazıyı başlattı. Gazi Üniversitesi’nden Dr. Ayşe F. EROL sorumluluğun da üç kazı sezonu sürdürülen kazılarda Pontus krallığı ve Helenistik Döneme ait önemli arkeolojik buluntular elde edilmiştir.
“Cıngırt Kayası kazıları 2012-2014 yılları arasında yürütülmüş ve kazı çalışmaları sırasında ele geçen unguentarium parçaları arasından profil veren örnekler seçilerek, bu çalışmada değerlendirilmiştir. Unguentariumların çoğunluğu zirve kesiminde yürütülen kazı çalışmalarından ele geçmiş olup, bu çalışmada tanıtılan örneklerin çoğunluğunun, katalogda belirtildiği gibi K 16 açması güneydoğu sektöründen, Geç Hellenistik Dönem malzemesinin yoğun geldiği tabakalardan ele geçtiği görülmüştür. Basamaklı Tünel yapısının kuzeyinde oluşturulan mimari düzenleme, duvar temellerinden anlaşılacağı üzere, yan yana dizilmiş kare mekânlardan oluşmaktadır.” [Doç. Dr. Ayşe Fatma Erol, Deniz Tamer, Fatsa/Cıngırt Kayası 2012-2014 Sezonu Kazılarından Ele Geçen Unguentariumlar, SEFAD, 2018, s. 273 ]
Unguentariumlar Hellenistik ve Roma Dönemi nekropollerinde mezar hediyesi olarak ve libasyon amaçlı kullanımlarının yanı sıra kutsal alanlara sunu amacıyla da bırakılmışlardır. Ayrıca az sayıda evlerin ambarlarında da bulunmuşlardır. Kadınlara ait mezar stellerindeki tasvirlerde unguentariumların yanında pyksis ve aynaların da bulunması, bu formun kadınlar tarafından kullanılan kozmetik amaçlı günlük kullanıma yönelik kaplar olduğunu da göstermektedir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. yukarıda adı geçen eser, s. 270)

Cıngırt Kayası Kazısı Bronz buluntuları

2012 yılında başlayan kazı çalışmaları üç kazı sezonu boyunca öncelikli olarak yerleşimin zirve kesiminde yürütülmüş ve açığa çıkan mimari kalıntılar, arkeolojik buluntular üzerinden yapılan değerlendirmeler, iskanın son Pontos kralı VI. Mithradates (MÖ 120-63) Dönemi’nden başlayarak, Roma ve Bizans Dönemleri’ndeki sürekliliğini kanıtlayan veriler ortaya konmuştur.
“Cıngırt Kayası 2012-2014 kazı sezonlarından ele geçen madeni eserler, metal türüne göre farklı kullanım alanları gösteren gruplardan oluşturmaktadır. Bu çalışmada Cıngırt Kayası metal buluntuları arasından az korozyonlu, tüm ya da tüme yakın durumda ele geçen bronz örnekler seçilerek form ve işlevleri bakımından değerlendirilmiştir. Bronz eserler; Ahşap aksamları, balıkçılık malzemeleri, ecza veya kozmetik gereçleri, kıyafet aksamları, dokumacılıkla ilgili aletler olmak üzere antik çağdaki kullanım alanları esas alınarak tasnif edilmiş, katalog ve levha bilgileriyle birlikte .. sunulmuştur.” [Doç. Dr. Ayşe F. Erol – Ertaç Yıldırım, Ordu/Fatsa Cıngırt Kayası Kazısı Bronz Buluntuları, OLBA XXIV, Mersin 2018, s. 99]
Kazılarda kapı, kutu ve mobilyaların üretimi veya dekorasyonu gibi çeşitli amaçlar doğrultusunda kullanılmış olabilecek birçok metal buluntu ele geçmiştir. Bu buluntular arasında filiseler, halkalar, anahtarlar, zincirler ve bunların yanı sıra kapı ve mobilya yapımında ve dekorasyonunda kullanılmış olabileceği düşünülen çiviler, levhalar, kulplar gibi çeşitli metal buluntular yer almaktadır.
Filiseler genellikle bir halkayla birlikte, farklı amaçlar doğrultusunda kullanılmak üzere bir yere çakılan eklentilerdir. Saplamalı filiseler ve çift saplamalı filiseler olmak üzere iki farklı formda üretilmişlerdir. İki form da aynı amaçlar için kullanılmış olmakla birlikte, çift saplamalı filiselerin kullanımı daha yaygındır. Cıngırt Kayası kazılarından tek saplamalı olarak tanımlanan bir adet bronz filise ele geçmiştir.
Levhalar ve çok sayıda çivi, balıkçılık malzemeleri, ecza ve kozmetik gereçleri gibi çok sayıda buluntu elde edilmiştir.

Hellenistik Dönem Kalıp Yapımı kabartmalı Kaseleri

Kalıp yapımı kâseler Hellenistik Dönemin önemli seramik formları arasındadır. Hemen hemen her Hellenistik yerleşimde rastlanan bu kâseler, yarı küresel formlu, kulpsuz ve ayaksız, genellikle dış yüzeyleri kabartma bezemelerle süslenen içki kaplarıdır. MÖ 3. yüzyılın ortalarından biraz sonra Atina’da ortaya çıkan ve kantharosların yerini alan kalıp yapımı kâseler, metal kapların taklitleri olarak üretilmişlerdir. Fatsa Cıngırt’ta ele geçen örnekler; Ağız Kenar Bandı ve kalyks üzerinde yer alan motifler, Uzun Taç Yapraklılar, Kozalaklılar ve Bindirme Yapraklılar olmak üzere 4 grup altında incelenmiş ve bu kâselerin çoğunluğunun bölgesel/yerel üretimler olduğu anlaşılmakla birlikte, ithal örneklerin de olduğu tespiti yapılmıştır.
“Cıngırt Kayası 2012-2014 kazı sezonu çalışmaları ağırlıklı olarak yerleşimin zirve kesiminde yürütülmüş olup, söz konusu kesimde yürütülen kazı çalışmalarından ele geçen kalıp yapımı kabartmalı kâselere ait parçalar arasından seçilen örnek, bu çalışma kapsamında değerlendirilmektedir. Katalogta belirtildiği gibi, bunların 23 adedi K16 açmasından, geriye kalan 4 adedi K17, L17, L18 ve P20 açmalarından ele geçmiştir.” [Ayşe F. Erol-Deniz Tamer, Ordu Fatsa Cıngırt Kayası Hellenistik Dönem Kalıp Yapımı kabartmalı Kaseleri, Anatolia 43, 2017, s. 115]

Bizans Kurşun Mühürleri

Cıngırt Kayası’nda bulunan Bizans Mühürleri arasında en ilgi çekeni haç motifli ve Meryem Ana’lı olanıdır.
“Kurşun miihriin on yiiziinde kollann uçlannda harfler bulunan bir haç motifi bulunmakta olup, Meryem'e dua monogram1 yer almaktadır. Monogramın açılımı  "Theotoke Boethei: Tanrımın anas1 (Meryem) yardımcı ol!" duas1 şeklindedir. Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, haç dua monogramı özellikle M.S. VIII. ve IX. yüzyıllar arasında ikonoklazma Dönemi olmak iizere, X. yüzyıla kadar kullanım1 çok yaygınd1r.” [Ayşe F. Erol-Erdal Ünal. Fatsa Cıngırt Kayası’ndan Ele Geçen Bir Bizans Kurşun Mührü, Ömer Çapar’a Armağan, 2012, Hel Yay. s. 120]

Sonuç

Orta Karadeniz ve özellikle yakın çevremiz (Ordu-Ünye ve çevresi) bakımından sözünü ettiğimiz arkeolojik kazıların önemi büyüktür. Çıngırt kazıları önce “ödenek olmadığı” gerekçesiyle devam ettirilememiştir. Ardından “kazı güvenliği sağlanamadığı” için kazıların sürdürülemediği açıklandı. Acilen güvenlik sağlamaya yönelik sponsor arandı…
Fatsalıların Cıngırt’ı “turizme kazandırmayı” hayal ettiği bir anda kazılar sonlandırıldı. Ünye kalesi gibi, Cıngırt Kayası da definecilerin insafına terk edildi.
Dört bölüm halinde yayınlanan yazımızda küçük alıntılarla bölgemizdeki arkeolojik gelişmeleri ele aldık. Umarız kesintiye uğrayan bilimsel çalışmalar bu boyutuyla kalmaz, bölgemizdeki tarihi zenginlikler hak ettiği ilgiyi görür.



Ünyekent, 04.03.2020




Figür 2 Cıngırt Kayası Zirve Kısmı Planı-A.F.Erol



Mührün Arka Yüzü

Mührün Ön Yüz Monogram Çizimi

Mührün Ön Yüzü

Mühürün Transkripsiyonu

Çıngırt Kalesi Menfezi Çalışmaları

Çıngırt Kalesi Tarihi Kalıntıları