28 Aralık 2022 Çarşamba

Maraş Katliamı

 



Maraş Katliamı

  

Üzerinden 41 yıl geçti.

Bugün gibi hatırlıyorum.

Üniversitedeydik.

Yılsonu tatili nedeniyle günler öncesinden bilet almıştık, memlekete gitmek üzereydik. İzmir otogarından hareket ederken, yolda gazeteden öğrendik haberlerin detayını.

Yüzü aşkın ölüden bahsediliyordu.

Bini aşkın yaralıdan…

Maraş’ta yüzlerce ev ateşe verilmiş, iş yerleri tahrip edilmişti.

“Allah için savaşa” çağrılarının duvarlara yazıldığı, bazı ev ve iş yerlerinin işaretlendiği bir tertip, kanlı bir provokasyonla karşı karşıyaydık...

1978 yılının 19 ile 26 Aralık günlerini kapsayan bölümü, ülke tarihinde karanlık bir sayfa olarak yer aldı.

Katliam günü olarak hafızamıza kazındı.

Aralarında kadın ve çocukların da yer aldığı 120 insan öldürülmüştü. 

(Maraş olayları patlak verdiğinde tesadüf, CHP iktidar, Bülent Ecevit ise başbakandı. Olaydan sonra CHP'li İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı yaptığı açıklamada, olayların sebebinin "sol örgütler" olduğunu söyleyerek partisinden büyük tepki aldı. Sonrasında da içişleri bakanlığından istifa etmek zorunda bırakıldı, yerine Hasan Fehmi Güneş getirildi. Bülent Ecevit, olayların, kendisini uzun süredir direndiği sıkıyönetim talebine zorlamak için kontrgerillalar tarafından çıkarıldığını iddia etti. Ana Muhalefet Lideri ve Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel ise, "Bana, 'Sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor.' dedirtemezsiniz." şeklinde bir açıklama yaptı. Kaynak, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 26 Aralık 1978)

Alevi-Sünni karşıtlığı üzerine inşa edilmek istenen Maraş olayları, daha çok 12 Eylül darbesine zemin hazırlamıştı.

Benzer bir katliam 1980 yazında Çorum’da gerçekleşti.

Birkaç ay sonra da askeri darbe yapıldı. 

 

Neden Alevi-Sünni karşıtlığı?

 

İnsanların en hassas olduğu konuların başında dini duyguları gelmektedir.

Konuya Ağustos – Eylül 2022 tarihlerinde yine bu sütunlarda “Alevilik Üzerine” başlıklı yazıyla değinmiştik.

Yazı dizisini şu saptamayla bitirmiştik:

“Sünni camiada ‘Kızılbaş’ deyişi aşağılayıcı bir kavrama dönüşmüştür. Anadolu Alevi toplulukları için “dinden çıkmış”, gayri ahlaki (sapkın) adetlere bulaşmış insanları ifade etmek için kullanılır olmuştur. Ayrıştırıcı bir algıya dönüşen bu çabanın izleri bugün bile sürüp gitmekte, tarihteki örneklerine benzer biçimde kitlesel kıyımlara kadar varmaktadır. Yakın zamanda yaşadığımız Kahramanmaraş ve Çorum katliamları, Sivas Madımak’ta 33 canın yakılması gibi olaylar, 1300 yıl önce yaşanan Kerbela kıyımını anımsatıyor.”

Dünyanın çeşitli bölgelerinde her dönem bu tür kıyım ve katliamlara rastlanmak mümkündür.

Dikkat edilirse her dini karmaşanın temelinde siyasi – ekonomik bir açmaz yatar. Güçlü olanlar, iktidarı elinde tutanlar ki, bunlara “egemen sınıflar” demek yerinde olacaktır; dini çatışmaları güç kullanmalarının bir bahanesi olarak kullanırlar.

Din istismarının en önemli nedenlerinden biri budur…

Dinin emrettiği değerler ve iyilikler yerine, kendi kişisel menfaatini ve iradelerini koyarlar.

Böylece din üzerinden çıkar ve güç temin ederler.

Samimi duyguların yerini karanlık emeller alır.

Kardeşçe hayat yerine, kalleşçe katliamlar düzenlenir.

Güzelim dünya cehenneme döner!

 

İnsanca Yaşam

 

Oysa yeryüzü nimetleri herkese yeter.

Bölüşümün adil olması yeterlidir.

Bin çiçek açmalı, bin fikir tartışmalı…

İnançlar özgür olmalıdır.

Alevilik de bir inanç ve anlayıştır.

Yok saymak yerine, kulak vermek gerekir. 

 

Bu nedenle Yenikapı'da düzenlenen Büyük Alevi Kurultayı'na dikkat çekmek istiyoruz. Kurultayın sonuç bildirgesinde “eşit yurttaşlık talepleri” dile getiren kuruluşlar arasında Alevi Bektaşi Federasyonu, Alevi Dernekleri Federasyonu, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı, Alevi Kültür Dernekleri, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve Demokratik Alevi Derneği vardı.

Kurultaya siyasi parti temsilcileri, Madımak'ta hayatını kaybedenlerin aileleri, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve çok sayıda yurttaş katıldı.

Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Mustafa Aslan konuşmasında, Alevi toplumun eşit yurttaşlık talebinin tüm dünya tarafından duyulduğunu belirterek "Aleviler diyor ki, cem bizim ibadetimiz, cemevi ibadethanemiz. Bu ülkede bizim çocuklarımıza bizim inancımız olmayan bir inancı dayatmayın diyoruz. Kamuda ayrımcılığa son verin. Aleviler diyor ki biz buradayız. Biz bu toprakların kadim inançlarından biriyiz, yok saymakla bir yere varamazsınız"

 

Bildirgede Yer Alan Talepler

 

Yenikapı'da düzenlenen Büyük Alevi Kurultayı'nda sonuç bildirgesi yer alan talepler şöyle sıralandı:

 

  •       Cemevlerinin ibadethane statüsünün kabul edilmesi,
  •       Zorunlu din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması, eğitimin dinselleştirilmesinden vazgeçilmesi,
  •       Diyanet İşleri Başkanlığı'nın tasfiyesine dönük adımların atılmaya başlanması,
  •       Gerek kamu kaynaklarının ve gerekse kamu kadrolarının liyakat, adalet ve eşitlik ilkelerine göre dağılım sağlanması,
  •       Madımak'ın utanç müzesi yapılması,
  •       Alevilere karşı işlenen nefret suçlarının açığa çıkarılması ve hukuki tedbirlerin alınması,
  •       Alevilere karşı yapılmış olan kıyım, katliam ve asimilasyon uygulamalarıyla yüzleşilmesi,
  •       Kutsal mekânlara yönelik yağma, talan ve el koyma girişimlerine son verilmesi,
  •       Alevi yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesinden vazgeçilmesi ve değiştirilen yerlerin isimlerinin iade edilmesi,
  •       Alevi inancında özel yeri olan günlerin resmi tatil edilmesi,
  •       Kamusal yayıncılığın ayrımcılıktan arındırılması,
  •       Eşit yurttaşlığı içeren yeni bir anayasanın yapılması. 

 

  

(Talep metni ve fotoğraflar 25 Aralık 2022 tarihli Cumhuriyet gazetesi sitesinden.)

 







28.12.2022, Ünyekent

https://www.unyekent.com/kose-yazilari/maras_katliami-3660.html


21 Aralık 2022 Çarşamba

Keşaplı Sokak ve Topal Osman


 

Keşaplı Sokak ve Topal Osman

 

Bazı evler vardır, tarihsel konumu, mimarisi ve konuk ettiği insanlarıyla anlam kazanır. Bu evlerden biri de Ünye'de Keşaplı Sokak'ta meskûn merhum Galip Keşaplı'nın evidir.

Kurtuluş Savaşı'nın başlamak üzere olduğu bir tarihte Topal Osman, maiyeti ile birlikte Ünye'ye gelir ve bu evde kalır.

Ortaokul'un arkasında Keşaplı Sokak adını taşıyan sokaktaki bu ev, ne yazık ki bugün yerinde yoktur. 2009 yılında yıkıldı. Yıkımdan kısa bir süre önce, evin sahibi Galip Keşaplı vefat etmiştir.

Merhum Galip Keşaplı, Ünye'nin yakın tarihini öğrendiğimiz kaynaklardan biriydi.  Bizlerin, yani Ünye Tarih Araştırma Grubu'nun bilgi kaynağıydı. Nur içinde yatsın. 

1919 yılı Mayıs'ında bu evde konaklayan Topal Osman ve maiyeti çok özel bir görüşmeye gitmek üzere yolları Ünye'den geçmiştir. Rivayet odur ki, Topal Osman'ın konakladığı gün sokağın karşısındaki kilisenin çanı çalar. Rum çetelerinin yöre halkına kan kusturduğu o tarih itibariyle hiddetlenen Topal Osman mahiyetindeki "Kara Zıpkalılar"a derhal çan kulesinin yıkılmasını emreder.

Galip Keşaplı'dan dinlediğimiz rivayetin bir kaç versiyonu vardır.

İçlerinde en doğru olanı şudur...

Orada bulunan insanlardan sağduyulu biri yahut birileri çıkıp Osman Ağa'yı ikna eder ve "daha fazla infiale" sebep vermezler.

 

Topal Osman'ın randevusu kiminleydi?

 

Topal Osman Ünye'de mola verdikten sonra Samsun'a doğru yola çıkar. Oradan Havza'ya geçecek ve 29 Mayıs günü Mustafa Kemal'le buluşacaktır.

Ayrıntısını "Topal Osman Olayı" adlı eserin yazarı Cemal Şener'den aktaralım:  

 

"Mustafa Kemal, Bandırma vapuru ile Samsun'a geldikten sonra 29 Mayıs 1919'da Osman Ağa ile Havza'da gizlice buluşmuş ve öyle tanışmıştı. Bu tarihten yaklaşık 1,5 yıl sonra da Mustafa Kemal, Topal Osman Ağa'dan Giresun Laz uşaklarından oluşan kendisinin korumasında görev alacak bir muhafız birliği oluşturmasını istemiş ve Ankara'ya getirilmesini rica etmişti."

(Cemal Şener, Topal Osman Olayı, Etik Yayınları, s. 41)

 

Osman Ağa ve maiyetindeki 10 kişi, 10 Kasım 1922'de Mustafa Kemal'in muhafız Birliğini oluşturmak üzere Ankara'ya gelirler. Mahalli kıyafetlerinden dolayı "Kara Zıpkalılar" denilen 10 kişinin hepsi de uzun boylu ve yakışıklıdır. Giysi ve takıları Mustafa Kemal'in dikkatini çeker. Topal Osman da "aba", "zıpka" ve başlık" diyerek giysileri adlandırır. Sıra takılara gelir; kavdanlık, yağdanlık, fişeklik... Derken, Mustafa Kemal'in gözü Keşaplı Hamit'in koltuğunun altında sakladığı kemençeye takılır. Kemençeyi yanından hiç eksik etmeyen Keşaplı Köseoğlu Hamit, üç yıl önce Havza'daki ilk buluşmaya giderlerken Ünye'de, Keşaplı Sokak'ta konuk edildiklerin evi ayarlayan kişidir.

Topal Osman ve arkadaşları Mustafa Kemal'le buluşmaya giderlerken, rast gele bir yerde değil, Keşaplı Hamit'ten dolayı Keşaplı Sokak'taki bir evde konuk edilmişlerdir.

Bu ev, 2009 yılında yıkılan merhum Galip Keşaplı'nın evidir.   

 

Tarihi Evlerin Önemi

 

Evler, sadece mimari yapıları ve pastoral konumları nedeniyle önem arz etmezler...

Bir mekânı eve dönüştüren unsurların başında "yaşanmışlıklar" gelir.

Taşınmaz kültür varlığı olarak tescillenmemiş dahi olsalar, mekanda cereyan eden olaylar, bu yapılara tarihsel bir misyon yükler.

Keşaplı Sokağın evleri de, bu anlamda tarihi evler statüsündedir ve taşınmaz kültür varlığı sayılırlar.

Havza'da Mustafa Kemal'in kaldığı ve Topal Osman'la buluştuğu mekân da tarihi bir evdir. Nitekim bu eve gerekli özen gösterilmiş ve bina Havzalılar tarafından restore edilerek müzeye dönüştürülmüştür.

Ünye'deki Keşaplılar Sokağı ve Keşaplı'nın evi de tarihi bir mekândır.

Ama bugün sokağın her iki tarafında bulunan eski Ünye evlerinden çoğu yoktur.

Topal Osman'ın kaldığı Galip Keşaplı'nın evi.

Keşaplı Sokak

Galip Keşaplı'nın evi yıkılmadan kısa bir süre önce.

 

Keşaplı Hamit'in Kemençesine Dair Bir Anekdot 

 

Cemal Şener kitabında, Keşaplı Hamit'in kemençesini merak eden Mustafa Kemal'e coşkulu bir horon gösterisi sunduklarını yazar.

Seyredenleri coşturan, oynayanları iliklerine kadar titreten bir horon...

Horonun figürlerinden biri olan "Alaşağu" yapılırken Co Hüseyin'in belindeki tabanca ateş alır ve Hüseyin bacağından yaralanır. Durumu fark eden Mustafa Kemal'in telaşına rağmen oynayanlar horonu yarıda bırakmazlar.

Topal Osman, Mustafa Kemal'e hitaben; "Paşam, bunlar ölseler de horonu bitirmeden yarıda bırakmazlar." der.

İşte ölseler bile horonu terk etmeyen "Kara Zıpkalılar" Mustafa Kemal'in Kuvayi Milliye Destanı'nda ilk muhafızları oldular ve "Giresun Gönüllü Maiyet Müfrezesi" adıyla anıldılar.

Ne var ki, Topal Osman Ağa'nın hayat hikâyesi Çerkez Ethem'inki gibi trajik bir sonla tarihe geçecekti.

 

 Ali Şükrü Bey Cinayeti ve Topal Osman Ağa'nın Sonu

 

Topal Osman, 27 Mart 1923 tarihinde aniden ortadan kaybolan Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey'in öldürülmesiyle suçlanır.

Ali Şükrü Bey, Meclis'te Mustafa Kemal'e muhalefet eden grubun başıdır ve Topal Osman'la hemşeri sayılırlar. Her ikisi de Karadenizli olduğu için zaman zaman görüşseler de aralarında öteden beri bir rekabeti vardır.

Topal Osman, Mustafa Kemal'le Ali Şükrü Bey'in Meclis'teki tartışmalarından dolayı "durumdan vazife" çıkarır. Yardımcısı Mustafa Kaptan aracılığıyla, Ali Şükrü Bey’i yemeğe davet eder ve sekiz adamına kementle boğdurulur.

Mustafa Kaptan'ın bu durumu daha sonra itiraf etmesi ve cesedin 1 Nisan'da Çankaya yakınlarında bulunması, cinayeti Topal Osman'ın işlendiğini gösterir.

Adamlarıyla Çankaya Köşkü'ne giden Topal Osman, köşkü terk edilmiş olarak görünce kapıyı kırıp içeri girer, ökeyle önüne geleni parçalar. (Tarihe “Çankaya Köşkü baskını” olarak geçen olay.)

Yeni kurulan Muhafız Taburu tarafından 1 Nisan 1923 gecesi Papaz’ın Bağı’ndaki evinde kıstırılan Topal Osman ve adamları, bütün gece çatışır. Yaralı ele geçirilen Topal Osman hastaneye kaldırılırken Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Tekçe'nin emri ile kafası kurşun yağmuruna tutularak öldürülür ve ardından Çankaya yakınlarına gömülür.

Osman Ağa'nın hazin öyküsü burada bitmez.

Meclis'te muhalefetin baskısıyla Ali Şükrü Bey’in katilinin Ulus Meydanı'nda asılarak idam edilmesi oybirliği ile karar altına alınır.

Mezarından çıkarılan Topal Osman'ın cesedini başından asamazlar, daha önce mermilerle kafası parçalanmıştır. Ceset, Meclis'in kapısına ayağından asılır ve Ulus Meydanı'nda günlerce ipte sallandırılır.

Topal Osman'ın anıt mezarı.
Giresun Kalesi'nin en yüksek noktasına Atatürk'ün emriyle yapılmıştır.

 Sonuç

 

Meclis'teki gruplaşmanın sonucu ortaya çıkan bu hesaplaşma, Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcından itibaren Mustafa Kemal'le birlikte olan ve O'nu korumakla yükümlü bulunan bir kişinin feci şekilde öldürülmesiyle sonuçlanmıştır.

Topal Osman Ağa ulusa mal olmuş bir kahramandır; Giresun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı'dır, Atatürk'ü koruyan Muhafız Birliği'nin başıdır.

Osman Ağa, işgal yıllarında ve Kurtuluş Savaşı sırasında Karadeniz Kıyısı Türk Kuvvetleri Başkomutanı'dır.

Bu şekilde öldürülmesi hazindir. Bugün bile bu olayın gerçek yüzü tüm yönleriyle aydınlatılmış değildir.

Topal Osman'ın öldürülmesine ilişkin bilgiler daha çok Dr. Rıza Nur, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Falih Rıfkı Atay, Mahir İz (Meclis Kâtibi) gibi isimlerin hatıratlarına dayanmaktadır.

Şurası gerçektir ki, Topal Osman ve maiyeti Cumhuriyet'in ilanından sonra da vaziyetlerini değiştirmemiş, "çete" mahiyetini sürdürmüşlerdir. Meclis'e silahla girilmesi yasak olduğu halde, Osman Ağa ve maiyeti silahlarıyla Meclis'e girer, istedikleri odaya dalarak "kontrol" ettiklerini söylerlermiş. Şehirde Nizam ve intizamı, hatta askeri kışlada disiplini bozacak tavırlar takınmaya başladıkları söylenmektedir.

Zaten Cumhuriyet ilanının ardından nizami Muhafız Taburu kurulmuş, Osman ağa'nın adamlarının bir kısmı bu tabura alınmıştır. Buna rağmen Osman Ağa, maiyetiyle ortalıkta dolaşmaya devam etmektedir.

Bu duruma daha fazla izin verilemezdi.

Topal Osman'ın cenazesi, kardeşlerinin Atatürk'ten talebi üzerine Giresun'a götürüldü ve Giresun Kalesi'nde bir yere defnedildi. Daha sonra Atatürk'ün Giresun'u ziyareti sırasında verdiği emir üzerine kalenin en yüksek tepesine bir anıt mezar inşa edildi ve Topal Osman Ağa'nın naaşı 1925 yılında buraya nakledildi.

 

Kaynaklar:

 

Cemal Şener, Topal Osman Olayı, Cumhuriyet Yayınları, İstanbul 2001

Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, Ankara 1993

Mahir İz, Yılların İzi, İrfan Yayınları, İstanbul 1975

Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım (Paris 1929), Altındağ Yay. İstanbul 1967,

Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul 1980

 

Ünye Tarih Araştırma Grubu

Ahmet Kabayel – Ahmet Derya Varilci

 

21.12.2022, Ünyekent

14 Aralık 2022 Çarşamba

Uzun Süren Sonbahar

 


Uzun Süren Sonbahar

 

Bakın ne diyor Cemal Süreya

''Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim.''

Hayatın içindedir sanat; iyiyi-kötüyü, sevinci-hüznü…

Ne varsa hepsini kapsar.

Bazen bir yaşama nedenidir dökülen yapraklar.

Altın sarısı, kızıl kahverengi, erguvani…

Turuncu ve yeşilin bütün tonlarıyla önümüze serilen görsel bir şölendir.

Üstelik bu yıl uzun sürdü sonbahar.

Hüznüyle, yaşama sevinciyle…

 

Hangisi ağır basar yaşamımızda…

Hüzün mü?

Sevinç mi?

 

Hilmi Yavuz’unun dizelere döktüğü gibi:

“hüzün ki en çok yakışandır bize

belki de en çok anladığımız”

(Hilmi Yavuz bir zamanlar Nazım Hikmet için yazmış bu şiiri.)

Sonbahar hüzünle anılır daha çok…

Yağmurlar ve yalnızlık mevsimidir.

Ayrılıkların, vedanın ve hasretliklerin mevsimi. 

 

Üstelik bu yıl uzun sürdü sonbahar.

Giderek kayıyor mevsimler.

Yaz gelmek bilmiyor.

Güz kışa sarkıyor iyice.

Aralık ayını ortaladık, hala sonbahar.

Sahilde el ayak çekildi, dışarıda yağmur yağıyor.

Turgay’ın eczanesinin yanından geçiyoruz.

El ayak çekilmiş mekânda, Yalı Kahve sessizliğe bürünmüş.

Attila İlhan şiirine benziyor caddeler.

“dikenin

kalbime battığı bir sonbahar günüdür”

Diyor şair;

“sen elini bulutların içinde gezdirirsin

bulutlar senin gözlerinin üstünde yürürler”

Yağmur iyice dökülürken gökyüzünden…

Turgay Güven’i uğurluyoruz Ünye’den.

12 Aralık 2022, 13.00

 


Turgay Güven

 

Aslen Rize-Fındıklı’dan ama biz O’nu Ünyeli biliyoruz. Yıllar önce Ünye Ana Çocuk Sağlığı Merkezi’nden hatırlıyoruz. Sonra Özel Sevgi Polikliniğinde hizmet verdi. İlk yeri Han Boğazı’ndaydı, Niksar Caddesi’nde bir yere taşındı.

Emekli olunca eczacılık mesleğini tercih etti.

Tıp ile birlikte eczacılık mezunuydu. Kendine daha fazla zaman ayırabilmek için olsa gerek, Yalı Kahve’de eczane açtı.

Aynı gazeteye yazıyorduk. Yakın tarihimizden sağlık sorunlarına kadar geniş yelpazede yazıyordu. Sosyal bir kişiydi. Meslek örgütlerinde ve demokratik kuruluşlarda faaliyet yürütüyordu.

Kısacası, boş vakti yoktu…

Eczanesinde boş oturduğuna tanık olamadım, mutlaka bir uğraş peşindeydi.

Erken ve zamansız diyeceğim, her ölüm gibi…

Ama Turgay’ınki gerçekten zamansızdı.

Daha okuyacak çok kitap, gezip görülesi yerler, sanat yapıtları ve filmler vardı.

O’nu Rize Fındıklı’ya uğurlarken Ünye’yi terk edişine tanık oldum.

Sadece Ünye’ye değil, hayata veda etmekti, tüm sevdiklerine…

Geride bıraktıkları için Metin Altıok’un bir dizesi takıldı belleğime;

 

“Bu ham dünyada zoraki bir söz gibi sevgim.

Sevsem sana yazık, sevmesem incinirsin.”

 

Güle güle Turgay kardeşim.

Yattığın yer incitmesin.

 

 

14,12.2022, Ünyekent

https://www.unyekent.com/kose-yazilari/uzun_suren_sonbahar-3634.html












 

7 Aralık 2022 Çarşamba

Ünye'de İpçilik (Son Bölüm)

 



Ünye'de İpçilik

(Son Bölüm)

  

Ünye’de ip üretiminin Osmanlı’dan günümüze kadar süren serüvenini beş bölüm halinde anlatmaya çalıştık. Altıncı bölüm olan bu son bölümle bitireceğimiz bu yazı dizisinde amacımız, Ünye’de ip mesleğinin köklerini ortaya koymaktır. Osmanlı merkez tersanesinin (Tersane-i Amire) bir alt yapısını oluşturan Ünye Tersanesi ve Ünye Ocaklığı, Osmanlı donanmasının uzun yıllar malzeme ve ip ihtiyacını karşılamıştır.

Günümüze kadar ulaşmayı başarmış gibi görünen Ünye’de ipçilik mesleğinin köklü konumu, ne yazık ki artık sönmüş durumdadır, unutulmuştur.

19. Yüzyılın ortalarında Ünye’nin “sancak” seçildiği 1864-1868 yılları geride kalmıştır.  Buna rağmen Ünye’nin yaşadığı görkemli yüzyılın gerçeği ve mirası günümüze önemli bir potansiyel bırakmıştır. Tıpkı Osmanlı’nın küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti gibi Ünye de kabuğunu kıracak ve olması gereken yere ulaşacaktır.

İp üretiminin son yüz yılı, Ünye’nin panoramasıdır; sosyo-ekonomik yapıyı ve geçirdiği evreleri oldukça net gösterir. O yılların tanıklığını günümüzde yaşayan Ünyelilerin ağzından aktarıyoruz.


Mustafa Kalafat (d. 1927)          

 Eski Ünye esnaflarından emekli Mustafa Kalafat (d. 1927), dayısı Mehmet Kavaklı’yı anlattı. Meslektaşı Tahsin Cinbaş gibi ip imalatı ve satışının önde gelen isimlerinden biridir Mehmet Kavaklı… Tepedekilerden farklı olarak, katranlı halat üretir ve mavnalara yükleyerek Ünye açıklarına demirleyen Fransız “pake ” gemilerine gönderirmiş.




Mustafa Kavaklı’nın ilk eşinden iki kızı (Refika ve Emine hanımlar) ve Ahmet adında bir oğlu vardır. Ahmet Kavaklı, Orta Cami avlusuna bitişik dükkânında terzilik yapmıştır. Yan dükkân, fotoğrafçı Keleşoğlu’na aittir. Kavaklı’nın ikinci eşi Saray Camii imamımın kızı Şaziye’dir ve O’ndan da bir kızı (Naciye) ve iki oğlu (Naim ve Dursun) vardır. Çocukları baba mesleği olan ipçiliği sürdürmeyip başka meslek icra ederler.    

1935-36 yılları Kavaklı dayının ip piyasasında bir numara olduğu yıllardır. Köprübaşı ile Han Boğazı arasında yer alan Kavaklı’nın Tersanesi Ünye’de uzun yıllar üretim yapmış ve istikrarlı bir ticaret sürdürmüştür. İlk tersaneyi kurduğu arsanın mülkiyeti Hüsrev Yürür’e aittir. Açtığı ikinci tersanenin mülkiyeti Acemlerin Haydar’a aittir. Daha önce yazdığımız “Ünye’de Rus Bombardımanı” adlı çalışmamızda, Köprübaşı’nda bombalanan iş yeri olarak o dönem kendilerinin kullandığı bu mekânı göstermiştik.

Kavaklı’nın faaliyet yıllarında Köprübaşı’nda Şükrü Yanlıoğlu ve Mehmet Kavlu isimli müteşebbislerin de tersanesi vardır. Katranlı halat üretilen tersanelerin yurt dışına halat ve kendir ihraç ettikleri bilinmektedir. Kavaklı, yanında çalışan emekçileri koruyup gözetmektedir. Ali Özpişirici gibi çalışkan olanları çifte tayınla ödüllendirmektedir.


Kavaklı’nın tersanesi, Tepe’dekiler gibi mahallelinin katılımıyla değil, piyasa kurallarına göre üretim yapmaktadır. Tepe’de Cinbaşların tersanede ipçiliği öğrenen herkes kendi tezgâhını kurmuş, neredeyse tüm Tepe Mahalleliler “ipçi” namıyla anılır olmuştur. Ünye Düzü’nde ise (Çarşı Mahalli) piyasa kuralları geçerlidir. Ünye’nin ticari yoğunluğunu ve iş hacmini artıran Kavaklı, ip piyasasında Ünye’nin görkemli yıllarını hatırlatır.[1] En büyük rakibi Tepe’deki Cinbaşların tersanesidir.[2]

 

Osman Cinbaş (d. 1947)

Emekli eğitimci Osman Cinbaş, Tepe Mahallesi Büyük Tersane’nin müteşebbislerinden Ali Cinbaş’ın oğludur. O’nun anlatımıyla Tepe İpçiliği ayrıntılı biçimde ortaya çıkmıştır. Tersaneyi kuranlar, dört Cinbaş kardeşlerden ikisi, Tahsin ve Hüseyin Cinbaş kardeşlerdir. Fransızca bilen Hüseyin Cinbaş’ın yurt dışına ip ihracı ve “Cinbaş-zade Kardeşler” başlıklı zarfın basımı gibi faaliyetlerde rol oynamıştır. Tersane işini Tahsin Efendi’den oğulları Ali Cinbaş ve Abdullah Cinbaş devralmıştır. Tepe’de su deposu mevkiindeki tersaneyi çalıştıran Cinbaş kardeşleri, Osman Cinbaş şöyle aktarır:



Tersane işinde Tahsin Efendi’nin oğlu Ali Cinbaş


“Babamın tersanesinde ben de çalıştım. Çocuktum ama hatırlıyorum. Birden fazla ip çarkı vardı. Amcamın çarkıyla babamınkiler aynı anda döner, birinde ip bükmeye gelinirken, diğerinde kendiri bükmek için geri geri gidilirdi. Babam oldukça yakışıklı, uzun boylu ve çok çalışkan biriydi. Tersanede gece gündüz çalışırdı. Belki de bu nedenle çok genç yaşta, 38’inde zatürreden hayata veda etti.”

 

Murat Koşak (d. 1949)

Ünye’de Haznedar İşhanı altında Büfe işleten Murat Koşak, Köprübaşı mevkiinde tersane çalıştıran babası Mehmet Koşak’ı anlattı.



“Babam Mehmet Koşak (d. 1927) köprübaşında ip üretirdi. Ben de çocukluğumda babamın çalıştırdığı, tersane denilen ip üretim tezgâhlarında çalıştım.1955-1960 yılları arası, ip imalatının ve bizim tersanenin en aktif olduğu dönemdi. Tersane Fiskobirlik binasının tam karşısındaydı.[3] Tersanede ip bükülen altı çark (çıkrık) bulunmaktaydı. Hatırladığım kadarıyla daha çok gırnap üretilmekteydi. Kendirden üretilen gırnap, nispeten ince bir ipti ve çuval ağzı dikmek için fazla talep görürdü. İstenilen kalınlığa göre çarklarda bükülen ipler bir araya getirilerek urgan ve halat yapılırdı.”

Çeşitli dönemlerde İpçi Sebahattin, İpçi Şükrü gibi isimlerle çalıştıklarını, Tepe’den Efelek Mustafa (İnş. Müh. Eren Tokgöz’ün sözünü ettiği, Tepe Camii çaprazında ikamet eden “Süslü Mustafa” lakaplı Mustafa Kavas olmalı) gibi ip üreticilerini hatırlayan Murat Koşak, kendirden ip üretimini diğer anlatıcılarla aynı minvalde ayrıntısıyla anlattı.

 

Kendirden İp Üretimi

Tek yıllık, otsu bir bitki olan kendir (Cannabis), ılıman ve tropik bölgelerin çoğunda yetişir ve kültürü yapılır. Kendir ya da kenevir olarak isimlendirilen bu bitkinin liflerinden ip elde edilir. Eşeyli olan bu bitkinin erkek cinsi 2-3 metre kadar büyüdükten sonra toprak yüzeyine yakın bir noktadan kesilmekte veya elle sökülmektedir. Bitkinin gövdesi ıslatılıp yumuşatıldıktan sonra ezilerek “tel bükmek” amacıyla liflerine ayrılır.

Kendir ıslağı denilen beton yahut taş yalaklarda 5-10 gün suya yatırılan kendir gövdeleri iyice yumuşatılır. Fatsa’nın Tayalı köyünden Hulusi Çavuşlu, 1940-50 yıllarında neredeyse her köyde 10-15 kendir ıslağı teknesi olduğunu söylemektedir. Yumuşayan kendirler kurutulup dövmek suretiyle kabuğundan ayıklanır ve liflerine ayrılır.

Akkuş, Tekkiraz ve Çaybaşı gibi yakın çevrelerden kendir çoğunlukla liflerine ayrılmış vaziyette gelir, ihtiyaç arttıkça Vezirköprü ve Gümüşhacıköy gibi uzak üretim yerlerinden de kendir alınırmış. Kendirler bazen tersanelerde ayıklanır; duvara asılarak iyice kurutulur, döverek lifleri ayrılır, gevreklerden arındırılır sonra taraktan geçirilir ve üç metrelik sırığa bağlanır. Bir kayış (yularga) vasıtasıyla palaska (pasgara) yapılıp bele alınan sırık, çıkrığa kendirin takılmasıyla geri geri gidilerek ip gerilir ve bükmeye başlanır. İstenen kalınlığa ve uzunluğa göre iki yahut üç gözlü çarkta bükülen ip bu eylemle birleştirilir. Bükne işlemi sırasında ele takılan meşinle ipler düzeltilir, uzunluklarına göre balya (top) haline getirilir ve satışa sunulur.

Çıkrıkta bükülen ip bazen saç örgüsü biçiminde belde sarılır. At kılıyla at torbası yapılırken, ıslatılıp kaşağı ile üzeri temizlenir, tüylerinden arındırır ve kurutulur. Makaraya bağlanan ve eğrilen ipler bazen de topuz yapılır.

Kırnap: (Ar. inneb, kınnap'tan kırnap) İnce sicim, gırnap, kınnap. Örnek, çuval ağzı kınnabı, hayvan yularıdır. İnce olanlar sicim olarak adlandırılır.

Urgan: keten, kenevir, pamuk, jüt gibi türlü dokuma maddelerinin herhangi birinden yapılan ince halattır. Halk arasında urgan olarak bilinen, keten (kenevir) ve benzeri hammaddelerden oluşan, bitki ağaçlarının liflerinden yapılan halatlara urgan halat denir. Gemicilikte, tarım ve hayvancılıkta, dağcılıkta, çadır ve hamak kurmak için, dekorasyonda ve çeşitli aksesuarları süslemek için, bebek ve çocuk salıncağı kurmak için kullanılır.

Halat: kenevirden yapılmış çok kalın ve sağlam iptir. Halat çekme, halat fitili, halat ızgarası, halat tamburu, çelik halat, hamhalat, tel halat, açmaz halatı, baş halatı, çekme halatı, varagele halatı gibi varyasyonları mevcuttur.

İspavli terimi birlikte bükülmüş üç telden yapılmış olan ve 30 kulaç boyundaki sicimi ifade eder. (Bkz. Metin Karayazgan, age. , s. 61.)

Gomina terimi anlam olarak gemi demirlerine bağlı bulunan kalın halatı ifade etmektedir. Teller, daha çok gomina ve gomina aletlerinin hazırlanması ile direk, seren, yelken, top ve yüklerin sabitlenmesi amacıyla kullanılmaktaydı.

 

Sonsöz Yerine

 Tersane-i Amire’den Ünye’nin ip tersanelerine uzanan tarihsel yolculuğumuz burada son buluyor. Bu süreçte başka neler sona erdi, hangi meslekler tarih oldu? İp tersaneleriyle birlikte Ünye’de ipçilik, bakırcılık, çapulacılık, tabaklık (debbağ), saraçlık, soğuk demircilik, hallaçlık, nalbantlık bugün biten meslekler arasındadır. 1970’li yıllarda başlayan naylon ip imalatı kendirin yerini almış, 1940 yılında başlayan kendir yasağı da bunda etkili olmuştur. Ülkemizde denetime alınan ve bazı dönemlerde kısmen yasaklanan kendir ekimi bu sektörün tamamen sentetik ip üretimine geçişini hızlandırmıştır.

Önümüzdeki süreç yeniden doğal ürünlere geçiş dönemi olacaktır.

  

Ünye Tarih Araştırma Grubu

A. Kabayel – A. D. Varilci

 

7.12.2022, Ünyekent

https://www.unyekent.com/kose-yazilari/unyede_ipcilik-3623.html



[1] 19. Yüzyıl’ın ikinci yarısında gerçekleşen Ünye’nin halat üretim seviyesi kastedilmektedir. Bu nedenle önceki bölümlerde değindiğimiz Ünye’nin “sancak” olduğu 1864-1868 yıllarını, daha önceki dönemi ve sonrasını hatırlatmakta yarar görüyoruz.

[2] Fatsa’daki ip üretimi hiçbir dönem Ünye için rakip değildir. Ünye ve çevresinde üretilen ip, Ünye Tersanesi’nin bir iskelesi olan Fatsa’dan yüklendiği için Fatsa Teli adıyla bilinse de bu durum ip üretimi yoğunluğunun her daim bu bölgede (Ünye ve çevresinde) gerçekleştiğini gösterir. Osmanlı döneminde başlayan ip üretimi ve kendir yetiştiriciliği büyük oranda Orta Karadeniz’de gerçekleşmiştir.

[3] Şimdi o binada zincir marketlerden biri bulunmaktadır. Han Boğazı ile Tabakhane Köprüsü arasında kalan bu mevkide bir zamanlar Tersâne-i Âmire’ye bağlı eski Ünye Tersanesi bulunmaktaydı. 


7.12.2022, Ünyekent