14 Eylül 2022 Çarşamba

Alevilik Üzerine (3)


Alevilik Üzerine (3)

Alevilik üzerine yapılan bunca araştırmaya karşın Aleviliği tanımlamak zordur. “Alevilik nedir?” sorusuna yanıt vermek ve ne olduğunu ortaya koymak hayli sorunludur.

Bu konuda yazılan bunca esere rağmen kafadaki sorulara yeterince açıklık getirilmiş değildir.

Kökleri Orta Asya Türk-Şaman geleneklerine kadar uzanan Anadolu Aleviliği yahut Alevi-Bektaşi yaşam tarzını ortaya koymak; inanç, etnik yapı, dünya görüşü ve benzeri argümanları bir araya getirerek konuyu çözümlemek bugün bile hayli güçtür.

Aleviliği daha çok Sünni İslam karşıtlığında değerlendirip, dinsel bir parodiye indirgeyenlerin veya yalnızca siyasi yanıyla ilgilenip felsefi yanını görmeyenlerin konuyu yeterince anlayamayacağı (dolayısıyla anlatamayacakları) kanısındayız.

Burada amacımız Amerika’yı yeniden keşfetmek değildir.

Aleviliğe genel anlamda nasıl bakıldığını gösterip, Ünye özelinde durumun ne olduğuna bakmaktır. Dolayısıyla konuya derin bir bakış açısı getirmek gibi bir iddiamız olamaz.

Bu bölümde amacımız, Alevilik inancıyla ilgili tarihsel süreci özetlemek, Pir Sultanların, Yunus Emrelerin, Hacı Bektaş Velilerin hakkını teslim etmektir.

 

Alevi İnancı

Her ne kadar kökleri eski şaman geleneklerine kadar gitse de, Alevilik Hz. Muhammet sonrası ortaya çıkan iktidar çekişmesinin ürünü İslami bir akımdır.

Bir anlamda Alevilik, yalnızca inançlarının adı değil, yaşamlarının da adıdır.

Çünkü Alevilik biçime değil, biçimin arkasındaki öze yöneliktir. Tapınç (ibadet), onun yaşamının ayrıcalıklı anları değil, yaşamının bütünündedir. Alevilik, salt “inanç”, salt “yaşama biçimi”ni aşan bir bütünlüktür. Alevilik bir “düşünce, inanç ve yaşama yolu”; bir inanç, düşünce, yaşantı” birliği”; bir inanç-akıl-yaşam bütünlüğü”dür. Kısacası Alevilik bir inanç sistemidir. (Baki Öz, Alevilik Nedir? DER Yay. 5. Basım, 2008, s.28)

Aleviliğin İslam’la ilgisinin olmadığını söyleyenlerin yanında Aleviliğin İslam’dan ayrı düşünülemeyeceğini iddia edenler de var. Öte yandan Aleviliğin Türklük Kürtlük ya da Araplıkla ilgisi de tartışılan konuların başında geliyor. Anı şekilde Bektaşiliği Osmanlı icadı olarak görüp Aleviliği bozduğunu söyleyenler olduğu gibi , Türk rengi taşıyan Bektaşiliği Safevi ve Şii etkilerle İslam’a bağlandığını iddia edenler de var. (Ali Ezger Özyürek, Ayine Tuttum Yüzüme, Alter Yay, 2013, s. 84)

Anadolu’da Aleviliğin doğuşuna tarihsel süreç olarak bakmak gerekirse, karşımıza Babaî hareketi çıkar.

  

Anadolu’da Babaî Ayaklanması

1240 yılına tarihlenen Babaî Ayaklanması Alevîliğin doğuşunda önemli bir dönüm noktasıdır. Bu hareket dinî yahut mezhebî olmaktan ziyade, önemli ölçüde bir takım siyasî ve sosyo-kültürel sebeplerden kaynaklanmaktadır. Konar-göçer Türkmen toplulukların yaşamlarını ciddi anlamda etkileyen, devletin toprak rejimiyle ilgili yeni uygulamaları ve koymuş olduğu ağır vergiler önemli bir rol oynuyordu. (Ebû’l-Ferac Tarihi, (Çev. Ö. Rıza Doğrul), Türk Tarih Kurumu Yay., Ank., 1987, II, 439-440, 447-448.)

Ayrıca Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev ve veziri Sadettin Köpek gibi devlet yöneticilerinin Türkmenler’e yönelik kötü idareleri ve haksız uygulamaları da, Anadolu’da sosyal ve ekonomik dengeyi bozmuş, sonuçta ayaklanma artık kaçınılmaz bir hal almıştı. Bu ayaklanma için gerekli koşulların hazırlanmasında en önemli rol, Baba İlyas’a aittir. İlk fiili hareketi başlatan ise, onun propagandalarını yürütmekle görevli olan halifesi Baba İshak’tır.

Ayaklanma, iki buçuk ay sürmüş ve bu süreçte Babaîler, Selçuklu kuvvetlerini üst üste on iki kez yenilgiye uğratmışlar, fakat sonunda Gürcüler ve ücretli Frank askerlerinin de bulunduğu Selçuklu ordusuna yenilmişlerdir. Ayaklanma siyasal anlamda hedefine ulaşamamış olmakla birlikte bu hareket, Anadolu’da Sünnî olmayan inanç kesimlerini bir araya getirmiş ve örgütlü bir kitle oluşturmalarını sağlamıştır. Yine isyandan kaçıp kurtulabilen Türkmenlerin sıkı bir dayanışma içine girmelerine yol açmış ve böylece zaman içinde biri Bektaşîlik diğeri de Kızılbaşlık şeklinde ifade edilecek olan sosyal ve dinî yapılar ortaya çıkmıştır.

 

Bektaşilik

Babaî isyanından sonra göçebe kültür yapısına mensup olan Türkmen babaları, faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bunların içinde en tanınmışı ise, Bektaşîliğin kurucusu olarak kabul edilen Hacı Bektaş Velî’dir (d. 1209?, Nişabur - ö. 1271, Nevşehir).



Nişabur’da doğduğu bilinen ancak yılı tam olarak kestirilemeyen Hacı Bektaş Velî’nin  1271 yılında vefat ettiği anlaşılmaktadır. Hayatı hakkında ileri sürülenler, Hacı Bektâş’ı Orhan Gazi devrinde sağ olarak göstermek gibi daha birçok yönden eleştiriye açık çelişkiler ihtiva etmektedir. Çocukluğu doğduğu şehir olan Nişabur’da geçtiği, tasavvufla ilgili derslerini Hoca Ahmet Yesevi ‘nin halifesi olan Lokman Perende’den aldığı menakıpnamelerde anlatılır. (Kutluay Erdoğan, Alevilik Bektaşilik, 1993, İletişim Yay. S. 16)

Her ne kadar Hacı Bektaş Veli’nin Ahmet Yesevi ile olan bu ilintisi bazı çevrelerce reddedilse de, konuyu araştıran birçok yazar bu bağlantıya atıfta bulunmaktadır.

Hacı Bektaş Velî, Anadolu’ya muhtemelen Moğol istilası başladığında bir Haydarî dervişi olarak gelip, bir Vefâî şeyhi olan Baba İlyas’a intisap etmiş, onun halifeliği payesine ulaşarak bu hüviyetiyle Sulucakarahöyük’e yerleşmiştir. O, muhtemelen şeyhi Baba İlyas gibi, daha çok İslam öncesi eski Türk inançlarıyla yoğrulmuş ve yorumlanmış bir İslam anlayışını müritlerine öğretmekteydi. Hacı Bektaş Velî, isyandan sonra yerleştiği Sulucakarahöyük’te öncelikle bir Türkmen şeyhi olarak kendi cemaati içinde mürşitlik görevini sürdürmüştü. Diğer taraftan, Ürgüp yöresindeki Hıristiyanlarla da çok sıkı ilişkiler geliştirip onların ihtidasına zemin hazırlamıştı. Bu arada Anadolu’yu işgal eden Moğolların İslam’ı kabul etmeleri için de halifelerini dört bir yana yolluyordu. O, hitap ettiği Türkmen kitlelerine İslamî inançları –tıpkı Ahmed Yesevî gibi- karmaşık felsefi izahlardan uzak, basit ve anlaşılır bir dille ve ahlaki bir takım öğütlerle de bunları harmanlayarak akılcı bir tarz ve üslupta açıklamıştır. Bu yönleriyle onun, Ahmed Yesevî’nin Orta Asya’daki rolünü Anadolu’da devam ettirdiği söylenebilir. (Y. Nuri Öztürk, Tarihi Boyunca Bektaşilik, Yeni Boyut Yay., İst., 1997, s. 99-100.)

Babai ayaklanmasının yenilgisi sonrası dağılan muhalif yapıyı derleyip toparlayan, Kalenderilik, Vefailik, Yesevilik, Haydarilik gibi eski heterodoks inançları da kapsayarak Alevi-Bektaşi yaşam biçiminin Anadolu’da yerleşmesini sağlayan Hacı Bektaş Velî’dir.

Alevilik, Ocakzâde dedelere tabidir ve soya bağlıdır. Daha çok köylerde gelişip varlık bulmuştur. Soya bağlı Alevi tanımlamasında ortaya çıkan Ehl-i Beyt sözcüğü, peygamber soyundan gelenleri ifade eder ve bir kesim gerçek Alevi önderleri (dede)olarak onları öne çıkarır. “Ev halkı” anlamına gelen Ehl-i beyt (ehlü’l-beyt) terkibi ev sahibiyle onun eşini, çocuklarını, torunları ve yakın akrabalarını kapsamına alır. Cahiliye devri Arap toplumunda kabilenin hâkim ailesini ifade eden Ehl-i beyt tabiri, İslâmî dönemden itibaren günümüze kadar sadece Hz. Peygamber’in ailesi ve soyu mânasına gelen bir terim olmuş, Hz. Muhammed’in kızı Fatıma’dan gelen soydur (“Seyyidlik” gibi). Bu soya giren her kişi Aleviler için kutsal bir önderdir.

Bektaşilik ise isteğe bağlıdır. Bektaşi önderlerinde ve mensuplarında soy-sop ilişkisi fazla aranmaz. Postnişin halife ve dede-babalara intisabı (bağlanması) vardır. Bu bağ akrabalık ilişkisinden ziyade “manevi” bir disiplini ifade eder. Daha çok şehirlerde gelişip yayılmıştır. Bu nedenle Anadolu’daki Alevilik; “Alevi-Bektaşi” deyişiyle birlikte kullanılır.

Anadolu’daki heterodoks dervişlerin (Abdalan-ı Rum), Osmanlı ile yakın ilişkileri, Alevi Bektaşi yaşam biçimin yaygınlaşmasında ve Yeniçeri Ocağının kurulmasında aktif rol oynamalarını sağlamıştır. (Haşim Şahin, Osmanlı Devletinin Kuruluş Döneminde Abdalan-ı Rum 1300-1400, Yüksek Lisans Tezi, 2001)



Velâyet-nâme, Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen önemli eserlerden biridir. Hacı Bektaş hakkında bilinen her türlü bilgi ve rivayetten oluşur, asırlar boyunca ağızdan ağza tekrarlanan tarihî olaylarla, Hacı Bektaş-ı Veli'nin mucizeleri yan yanadır. Velâyet-nâme'de yazan olayların doğruluğu her Bektaşî tarafından kabul edilir. Osmanlı döneminde her tekkede bir kopyası bulunduğu için günümüze Türkiye'de, Türkiye dışındaki bazı önemli kütüphanelerde Anadolu'dan Balkanlara kadar Bektaşîliğin yayıldığı alanlarda ve şahısların ellerinde birçok nüshası bulunmaktadır. Eserin mensur manzum ve karışık olmak üzere üç tip nüshası vardır.( Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt 14 sayfa 471- 472)

Velâyet-nâme'nin sonlarında Hacı Bektaş-ı Veli'nin Osman Gazi'yi tekkeye nasıl aldığına dair bir bölüm vardır. Buna karşın tarihçi Aşıkpaşazâde, Osman Gazi ve onun soyundan kimsenin Hacı Bektaş-ı Veli ile ilişkisi olmadığını belirtir. Hacı Bektaş-ı Veli'nin Babai ayaklanması sırasında Anadolu'ya gelmiş olması ve Osman Gazi'den önceki kuşaktan kişilerle olan yakınlığı, onun Osman Gazi ile görüşmesi hikâyesini şüpheli kılmaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli'nin 1271'deki ölümünden sonra Velâyet-nâme'ye zaman içinde yeni malzemelerin eklendiği ve Osman Gazi ile ilgili bölümün sonradan, Osmanlı Hanedanı'nın Bektaşîliği kabul etmesinden sonraya rastladığı düşünülmektedir.

Hacı Bektaş Veli gibi Anadolu’da o tarihsel dönemde Aleviliğin önemli bir önderi de Ahi Evran’dır ve O’nun kurucusu olduğu Ahilik kurumudur.

 

Ahi Evran ve Ahilik

 Ahî Evran namıyla bilinen Şeyh Nasirüddin Mahmud Ahî Evran bin Abbas, Dünyanın ilk ve en kapsamlı esnaf, zanaat ve sanatkar oluşumu olan Ahi Teşkilatının kurucusu ve lideri, Debbağların (Dericilerin) piri, filozof ve mutasavvıftır. Anadolu coğrafyasında Nasreddin Hoca, Azerbaycan coğrafyasında Molla Nasreddin olarak bilinen efsanevi kişidir.



Ahî Evran, Şeyh Mahmud’un namıdır ve Eski Türkçede Ahi, Ağı, Eyi (İyi) dost, barışçıl ve uyumlu anlamında; Evran (Evren, Uzay, Kainat, bütünlük) anlamındadır. Ahi Evran namıyla “Evrenle-Her şeyle Dost” anlamı çıkarılabilir.

Ahilik, Ahi Evran tarafından Hacı Bektaş-ı Veli'nin tavsiyesiyle Anadolu’da 12. Yüzyılda kurulan bir esnaf dayanışma teşkilatıdır. Kurucusu Ahi Evran, aslen Horasan kökenli olup Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da yaşayan Alevî-Bektaşî Müslüman Türkmen halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini sağlayan kişidir. Onları hem ekonomik hem de ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bu örgütün Avrupa’daki zamandaş yapılanması loncalardır.

Ahi Evran'ın doğum tarihi kesin olmamakla birlikte 1171 yılıdır ve İran'ın Hoy kasabasında dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Hoy kasabası daha Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey'den beri Türkmen yerleşim bölgesidir. (Mikail Bayram, Ahi Evran ve Ahi Teşkilâtının Kuruluşu, Konya 1991, s.135)

Ahiliğin temel mesleği "Dabbaklık"tır. Kendi kural ve kurulları vardır. Günümüzün esnaf odalarına benzer bir işlevi olan Ahilik iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik düzendir.

Ahiliğin bir Alevilik yaratısı ya da türevi olarak değil, Aleviliği yaratan insanlarla köken ortaklığı olan, aynı değerler tarafından eğitilen, aynı kolektif bilincin taşıyıcıları durumunda bulunan insanların, hemen hemen aynı zaman aralığında kentlerde yarattıkları bir örgütlenme olduğunun bilince çıkmasıdır.

Ahi Evran'ın çocukluğu ve tahsil devresi Azerbaycan'da geçmiştir. Bundan sonra Horasan ve Maveraünnehir bölgesine gelip o yöredeki büyük üstadlardan dersler almıştır. 1203 veya 1204 yılında Bağdat'a gelmiş ve burada tanıştığı Evhaddü'd Din Kirmanî'nin tavsiyesiyle Abbasi halifesi Nasır Lidinillah'ın kurmuş olduğu Fütüvvet Teşkilâtına katılmış ve bu teşkilatın önde gelen şeyhleriyle temas kurma imkânı bulmuş, başta Kirmanî olmak üzere birçok üstaddan istifade etmiştir. O dönemde Bağdat'ın ilim ve irfan merkezi olması, Ahi Evran'ın çok yönlü bir fikir adamı olarak yetişmesini sağlamıştır. (Salih Özkan, Türk Eğitim Tarihi, Nobel Yayım Dağıtım, 2.basım Mart 2008)

1204 yılında Anadolu Selçukluları sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev'ı göndermiş, buna karşılık bazı ilim adamları ile birlikte Ahi Evran de Anadolu'ya gelmiştir. Ahi Evran Kayseri'ye yerleşmiş ve Fütüvvet Teşkilâtından esinlenerek ilk Ahi Teşkilâtını burada kurmuştur. 1227 ile 1228 yılları arasında muhtemelen Sultan I. Alaeddin Keykubad'ın arzusuyla Konya'ya yerleşen Ahi Evran, burada da sanatını icra etmiştir. Fakat Ahilerin en büyük hamisi olan Sultan I. Alaeddin Keykubad, II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in tertiplediği bir suikast sonucu öldürülünce, pek çok Ahi ve Türkmen cezalandırılmış, Ahi Evran de hapsedilmiştir.

II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in ölümünden sonra 1245 yılında serbest bırakılan Ahi Evran, Denizli'ye geçmiştir. 1247'de, Mevlana'nın oğlu Alaeddin Çelebi'nin Mevlana'nın yoldaşı Şems-i Tebrizi'nin öldürülmesinde parmağı olduğu iddiası yayılmıştır. Ahi Evran ile Alâeddin Çelebi bu süreçte birliktedir. Ancak Mevlana ve gönüldeşi Şems-i Tebrizi ile Ahi Evran arasında çekişme olduğu bilinmektedir. Bu nedenle Ahi Evran gidip Kırşehir'e yerleşir ve hayatının sonuna kadar (15 yıl) burada kalır. (Salih Özkan, age s.46)

Ahi Evran’ın nasıl öldüğü tam olarak bilinmemektedir. Moğol istilası sırasında Moğollar tarafından öldürüldüğü veya Mevlana'nın müridi olan Nurettin Caca Bey tarafından katledildiği ileri sürülmektedir.

Velâyetname adlı eserinde Hacı Bektaş-ı Velî’nin sık sık Kırşehir'e gittiği ve Ahi Evran'la yaptığı sohbetleri anlatılır. (Abdülbaki Gölpınarlı, Vilayetname- Manakıbı Hacı Bektaş'ı Veli, İnkılap Kitabevi)



13. yüzyıl'da Anadolu'dan geçen ünlü seyyah İbn-i Batuta da Burdur, Gölhisar, Ladik, Milas, Gerçin, Konya, Niğde, Aksaray, Kayseri, Sivas, Gümüş, Erzincan, Erzurum, Birgi, Tire, Manisa, Balıkesir, Bursa, Görele, Geyve, Yenice, Mudurnu, Bolu, Kastamonu, Sinop gibi Anadolu şehirlerindeki ahi zaviyelerinden bahsetmekte ve buralarda misafir olduğunu zikretmektedir. (Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1984 s.211)

 (Devam edecek: Son bölüm: Tasavvuf, Fütüvvet, Batınilik, Dört Kapı–Kırk Makam)


  

14.09.2022, Ünyekent

https://www.unyekent.com/kose-yazilari/alevilik_uzerine_3-3457.html