Karadeniz Arkeolojisi –Kentleşme Süreci ve Ünye (I)
Uygarlığın anahtar unsurlarından biri olarak kabul edilen kentlerin tarihte ilk nerede, ne zaman ve nasıl doğduğu konusu, arkeolojik veriler ışığında giderek daha fazla netlik kazanmaktadır. Neolitik Çağ’dan Erken Tunç Çağı sonuna dek (MÖ. 9. Binyıl ile MÖ. 3. Bin yıl arası) bazı köy topluluklarının kentli toplumlara nasıl dönüştüğünü artık daha iyi analiz edebilmekteyiz. Söz konusu bölge Karadeniz kıyı şeridi olunca sorun biraz çetrefilleşse de kentsel yapıların ortaya çıkışı Karadeniz’de de benzer bir süreçten geçiyor. Ayırt edici nokta bugünkü gibi coğrafi yapının kısıtlayıcı öğeleridir. Kırsal alanlardaki dağınık yerleşme ve kıyı şeridi boyunca kümelenmiş kent yerleşim merkezleri ta başından beri bölgedeki kentleşme yapısının temel belirleyicisi konumundadır.
Karadeniz’in coğrafik yapısı, yerleşim ve iskân yerleri oluşturulmasına
ve altyapı düzenlemesine elverişli değildir. Buna karşın doğal limanlara, başta
demir o0olmak üzere dönemin stratejik madenlerine ve bol ormanlık araziye
sahiptir.
Tarihte İlk Kentler ve Kentleşme Süreci
Günümüz arkeolojik verileri ışığında, tarihte ilk kent ve
kentleşme olgusunun Güney Mezopotamya’da Uruk
(Warka) ve çevresinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Eski Yakındoğu kentlerine
yönelik ilk arkeolojik araştırmalar, 19. Yüzyılın ortalarında başlar. Bu dönem
Eski Çağ tarihçilerinin “İlk Çağ Kenti” kavramı üzerine çalışmaya ve bunu
tanımlamaya başladıkları sürece de karşılık gelmektedir. İlk tespitler Yunan ve
Roma dünyasıyla sınırlı tutulsa da, Eski Doğu kentlerinin sadece askeri
karargâhlar olmadığı, birer “dini” seremoni merkezi, krali ikametgâh (saray,
yönetim merkezi) ve kazılar sırasında tapınak ve sarayların yanında çok sayıda
evlerin, caddelerin ortaya çıkartılmasıyla kentsel
oluşumların varlığı kanıtlanmış oldu.
Gordon Childe’ın 1950’de yayınladığı “The Urban Revolution” adlı makalesinde
kentsel yapılara yönelik ünlü 10 kriter’i,
Babylon ve Ninive gibi Eski Ortadoğu kentlerinin tartışılmaz biçimde kent
kavramı içinde mütalaa edilmesi gerektiğini ortaya koydu.[1]
Childe, L. Henry Morgan’ın
sosyal gelişim evrimini model alarak
kentleşme sürecini; vahşilik, barbarlık ve uygarlık olmak üzere üç aşamanın
sonucunda oluştuğunu ileri sürer.[2]
İnsanlığın ilk aşaması Morgan’a göre Vahşilik Evresi’dir ki Paleolitik Çağ’ın avcı-toplayıcı
gruplarıyla, ikinci aşama Barbarlık
Evresi’dir; Neolitik Çağ’ın çiftçi topluluklarıyla, üçüncü aşama Uygarlık Evresi’dir; MÖ. 3. Binyılda
Mezopotamya, Mısır ve İndus’ta görülen kentli toplumlarla özdeşleşir.
Childe’ın bir arkeolog olarak temel sorunu, muhtemelen gözle
görülebilecek yahut test edilebilecek somut özellikler saptamaktı. Kırsal
yaşamdan kente dönüşümde teknolojiyi temel faktör olarak kabul etmesi,
kentleşme için gerekli artı ürünün sulu tarımla sağlanabileceği varsayımını
gerektiriyordu. Bu nedenle kentleşmeyi, önkoşul olarak nehir vadilerinin
bulunduğu yerler gibi özel bir coğrafyaya atfetmişti.
Karadeniz’de İlk Kentler
Childe’ın tezi, Ortadoğu’da tespit edilen ilk kentlerin nehir
vadilerinden uzak yerlerde bulunmasıyla geçerliğini kaybettiği söylenebilir.
Ancak Karadeniz’in ilk kentleri Zalpa
gibi Kızılırmak-Bafra Deltasında yahut Kieros
gibi Sakarya Irmağı vadisinde kurulan kentlerle hala tartışılabilir olduğunu
kabul ettirmektedir.
Karadeniz’in ilk kentlerinden Sinope’nin ne zaman kurulduğu, Miletos kolonisi olmadan önce de
burada bir liman kentinin var olduğunu ileri sürenler bulunmaktadır. Grek
kolonilerinin büyük çoğunluğu MÖ. 7. Ve 6, yüzyıllara atfedilmesine rağmen, son
dönem arkeolojik araştırmalarda Sinope
ve Trapezus kentlerinin MÖ. 8. yüzyıl
ortasında kuruldukları anlaşılmıştır. Grote
Sinope' ve Trapezus'u VII. yüzyıl sonlarına tarihlemesine karşın, Meyer ve Busolt her iki kenti VIII. yüzyıl ortasına tarihlemişlerdir.
Çeşitli nedenlerle -ki bunların arasında arkeolojik açıdan
doğrulanmış tarihlere artan bir güven duygusu vardır- bu görüş gözden düşmüş ve
Grek'lerin Karadeniz'e MÖ. 700 den sonrasına değin asla giremedikleri görüşüne
doğru bir düşünce gelişmiştir.
Rhys Carpenter bir tezinde bu görüşü hem açıkça belirtmiş
hem de desteklemiştir; ona göre "pentekonter'ler"
bulunana değin (Carpenter bu buluşu M.Ö. VII. Yüzyıl başlarına tarihlemiştir)
Grek'ler Karadeniz'den gelerek Bosphorus'dan geçen dörtlü akıntıya karşı yola
çıkamazlardı.[3]
Arkeolojik kanıtlara göre VII. yüzyıl sonlarında Grekler
Karadeniz'de çok sayıda yeri iskân etmişlerdir.[4]
Karadeniz'deki Grek yerleşmelerine ilişkin var olan arkeolojik
kanıtların incelenmesi için John
Boardman, The Greeks Overseas (Harmondsworth and Baltimore, 1964), S.245 ve
Graham, "Black Sea", s.31
adlı eserler önerilmektedir. Ayrıca Carpenter,
"The Greek Penetration of the Black Sea", AJA LII (1948), s. 1-10.).
MÖ. 7. Yüzyıl öncesinde uzak denizlere yelken açan Fenikeliler Greklerden daha eski bir
dönemde 50 kişiyle kürek çeken ve sola yatan çift yelkenli pentekonter ile Karadeniz’e girmiş olmaları ihtimali vardır. Deniz
aşırı olmasa da Greklerden önce Anadolu’da koloni kuran bir başka kolonyal güç
daha vardır: Asurlular.[5]
Karadeniz Arkeolojisi’nin 5. Bölüm’ünde Asur Ticaret
Kolonileri’ni (MÖ. 1950-1750) ayrıntılarıyla incelediğimiz için bu kısmı
yeniden ele almayacağız. Ancak Fenike Kolonizasyonu üzerinde durmak gerekir.
Fenike Ticaret Kolonileri Çağı
M.Ö. 12. yüzyıldan itibaren daha belirgin bir biçimde tarih
sahnesine çıkan Fenikelilerin kökeni tam olarak bilinmemekle birlikte, önce
Filistin bölgesindeki yerli halk (Kenaniler) ile buraya göçen ilk Sami
grupların ve M.Ö. 1200’den sonra da Ege Göçleriyle gelenlerden bazılarının
kaynaşması ile oluşan bir ırk oldukları tahmin edilmektedir.[6]
Bazen Tir ya da Arados gibi küçük adalarda, bazen Biblos ve
Sidon gibi burunlarda, bazen de küçük körfezlerin kıyılarına yerleşmiş küçük
kentler ve bunları çevreleyen verimli tarımsal alanlarda varlıklarını ve
yaşamlarını sürdürmüşlerdir.[7]
Akdeniz ticaretini elinde tutan ve Yunan alfabesinin
oluşumunda rol oynayan Fenikeliler, Yunan ticaret kolonileriyle farklı bir kolonileşme
sürecine girseler de meydana getirdikleri etki bakımından benzer özellikler
göstermektedirler.
Fenikelilerin kurdukları koloniler arasında, Kıbrıs’ta Kition,
Orta Akdeniz’de Girit, Yunanistan, Ege kıyıları, Malta, Gozo, Pantelleria,
Sicilya, Kuzey Afrika ve batıda Sardinya, İspanya ve Kartaca sayılabilir. Koloniler
içinde Kartaca en çok öne çıkmaktadır.
Fenikelilerin kullandığı 50 kürekli ve iki yelken taşıyan pentekonter adlı gemilerle Karadeniz’e
ulaştıklarına dair yeterli kanıt bulunamamıştır. Buna rağmen Sinope ve
Trapezus’un MÖ. 8. Yüzyıla uzayan kentsel yerleşimini Greklerle ilişkilendirmek
de hayli imkânsız görünüyor.
Bu iki kentin koloni öncesi dönemlerde yerel dinamiklerle kurulduğunu savlamak da imkânsızdır. Çünkü bölgede o dönemi kapsayan bir uygarlığın izlerine henüz ulaşılabilmiş değildir.
Karadeniz kentlerinin kurulumu olmasa da yönetsel konumu
hakkında en somut bilgilerden biri Amasyalı coğrafyacı Strabon’a (MÖ. 63-?)[8]
ve diğeri Sokrates'in öğrencisi Yunan filozof, yazar, tarihçi ve asker Ksenofon’a (MÖ. 431 - 354) aittir.[9]
Ksenofon, Anabasis adlı eserinde Trabzon’dan (Trapezus)
Sinope’nin kolonisi olduğu bilgisini verir. Kurulum aşamasında olmasa bile MÖ. 4.
yüzyılda Karadeniz sahil kentlerinin konumu bu biçimdedir.
Ksenofon günümüz Ordu ili merkez ilçesine yakın bir yerde Cotyora adıyla belirttiği bir liman kentine vardıklarını yazar.
Ordu Boztepe eteklerinde olduğu tahmin edilen bu antik yerleşime ait bir
buluntuya henüz rastlanmamıştır. Dolayısıyla Kotyora Antik Kenti Karadeniz’in adı bilinen varlığı tespit
edilememiş “kayıp” kentlerinden biridir.
Antik adıyla Oinoe
olarak bilinen Ünye’den ne Strabon
ne de Ksenofon bahsetmemektedir.
Ünye’nin durumu nasıldır, ikinci kısımda…
[1] Childe’ın Kentsel Devrim adlı makalesindeki kentlere ilişkin 10 ölçüt
şöyledir: 1) Yerleşim yerinin boyutu ve nüfus yoğunluğu, 2) Tam gün çalışan
uzman işgücü, 3) Sermayenin merkezi olarak toplanması, 4) Anıtsal kamu
Yapıları, 5) Sınıf toplumu, 6) Yazı, 7) Planlı ekonomi, teknik bilgi, 8)
Betimsel sanat, 9) Uzak mesafeli ticaret ve 10) Devlet organizasyonu.
[2] L. Henry Morgan, Eski Toplum, “Ancient
Society”, 1877 (ABD)
[3] Pentekonter’ler, ticaret gemileri ile
savaş gemileri arasında bir ayrımın olmadığı bir çağda ortaya çıktı. Bunlar,
deniz ticareti, korsanlık ve savaş için kullanılan, yük veya asker taşıyabilen
çok yönlü, uzun menzilli gemilerdi. Bir pentekonter, geminin her iki tarafında
yirmi beşer kişilik bir sıra halinde düzenlenmiş elli kürekçi tarafından kürek
çekilirdi. Yelkenli bir orta direk de gemiyi uygun rüzgâr altında itebilirdi.
Pentekonterler uzun ve sivri omurgalı gemilerdi, bu nedenle uzun gemiler olarak tanımlanırlardı. Genellikle
tam bir güverteleri yoktu ve bu nedenle çitsiz gemiler olarak da
adlandırılırlardı.
[4] Robert Drews, Karadeniz’de En Eski Grek
Yerleşmeleri, JHS XCVI, (1976). s. 18 – 31, Çev. Doç. Dr. Ömer ÇAPAR
[5] Bkz. 17.07.2024,
Ünyekent-Karadeniz Arkeolojisi – Asur Ticaret Kolonileri Çağı [MÖ. 2. Bin Yıl]
[6] Nazmi Özçelik, İlkçağ Tarihi ve
Uygarlığı, Nobel Yayın, Ankara, 2004, s.105. Aktaran: Berna Şivan, Fenike Ticaret Kolonileri Çağı adlı makale.
[7] Recep Yıldırım, Uygarlık Tarihine
Giriş, Asil Yayın, Ankara, 2004, s.95.
[8] Strabo, Coğrafya (Geographika XII-XII-XIV),
Arkeoloji ve Sanat Yay. İst. 1993
[9] Ksenophon, Anabasis On Binlerin Dönüşü,
Çev. Hayrullah Örs, Remzi kitabevi, Ankara 1939