27 Ağustos 2025 Çarşamba

Karadeniz Arkeolojisi – Bizans Dönemi - II

 


Karadeniz Arkeolojisi – Bizans Dönemi - II

 

Anadolu’nun her tarihsel döneminde karşılaşıldığı üzere üzerinde yaşayan kavimler mutlaka bir iz bırakmıştır. Doğu Roma Döneminde de (395-1453) “Bizans” adı verilen uygarlığın izleri görülmektedir.

Geç Antik Çağ’ın ürünü olan bu eserler oldukça “yeni” sayılsalar da zaman içinde gerek doğal afetler, gerekse insan eli ile hasar görmüşlerdir. Bu kalıntılardan kimisi korunmuş, kimileri de ihmal edilmiştir. Bazıları ise bilinçli tahribe uğramış hatta yerle bir edilmiştir.[1]

Halbuki bu eserler tarihin gölgesinde gün ışığına çıkarılmayı bekleyen birer hazine niteliğindedir. Gerek inanç turizmi gerekse kültür turizmi açısından değerleri büyüktür.

 

Doğu Roma Eserleri, Kazı ve Restorasyonlar

 

Anadolu’nun hemen her yerinde Doğu Roma eserlerine rastlamak mümkündür. Bizans İmparatorluğunun bin yıla yakın hüküm sürdüğü bu topraklar sadece kültür turizmi açısından değil Hristiyanlık için de önemli bir inanç destinasyonudur.[2]

Uluslararası örgütler ve bilim dünyasının desteğiyle Doğu Roma eserleri koruma altına alınmış ve restore edilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla bu eserlerin ortaya çıkarılışı öncelikle yüzey araştırmaları (surway) ve arkeolojik kazılar sayesinde gerçekleşmektedir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlayan ve resmi bir eğilim olarak yoğunlaşan kazıların önemli bir kısmı Doğu Roma eserlerine yöneliktir.  Almanya’daki eğitiminin ardından İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde görev yaptığı yıllarda A. Müfid Mansel bu amaçla 1930’da İstanbul Laleli’deki Balabanağa Mescidi’nde ülkemizde Türklerin ilk Bizans kazısını gerçekleştirmiştir. Osmanlı döneminde mescide dönüştürülmüş bu Bizans mauseleiumu zamanla metruk bir yapı olmuş ve yeni kent planlaması yapılırken de kazılmış ama korunamamıştı. İstanbul Arkeoloji Müzesi müdürü Aziz Ogan (1888-1956) ve müdür yardımcısı A. M. Mansel’in 1938-1941 yıllarında gerçekleştirdikleri Küçükçekmece’deki Rhegion çok daha önemli Bizans kazısı olmuştur. Bu kazıları 1950’de İstanbul Adliye sarayı inşaatı için yapılan hafriyat çalışmaları ile İstanbul Adliye Sarayı kazıları izledi.[3]



Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının 
13 Nisan 1934’te Bergama Asklepion Ören Yeri’nde çektirdiği fotoğraf


Şeref Akdik, Atatürk Ahlatlıbel’de Kazıda, 1933

 

Atatürk ve Arkeoloji

 

Türkiye’de arkeolojik kazılar müzecilerin işiydi. Cumhuriyet öncesinin bir geleneği olarak Osman Hamdi Bey’e (1842-1910) kadar dayanan bu kazıların asıl amacı Cumhuriyet’in ilk yıllarında öncelikle Anadolu’nun Türk geçmişini araştırmak üzere yapılan işler kapsamındaydı. Bizans eserleri, bu çalışmalarda daha çok yapılar ve çevre düzenlemeleri vesilesiyle dahil olmuşlardı. Devlet eliyle yürütülen bu çalışmalar önceleri Maarif Vekaletinin Eski Eserler Müdürlüğü veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına yapıldı. Günümüzde de 2863 sayılı yasaya göre tüm eski eserler Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı sorumluluğundadır ve devlet izniyle akademisyenlerce sürdürülen arkeolojik kazıların yanında müzeler benzer kurtarma çalışmalarına devam etmektedirler.[4]

Cumhuriyet tarihinin ilk Bizans araştırmaları da Semavi Eyice’nin ayrıntıyla ele aldığı üzere müzeci arkeologlar tarafından yapılmıştır.[5]

İlk kazı İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde görev yaptığı yıllarda A. Müfid Mansel tarafından 1930’da İstanbul Laleli’deki Balabanağa Mescidi’nde gerçekleştirildi. Cumhuriyet Yıllarının İlk Arkeoloğu Prof. Dr. Arif Müfit Mansel ile ilk müze müdürlerinden Feridun Dirimtekin, Aziz Ogan, Rüstem Duyuran’ın Bizans İşleri, tüm bu çalışmalar Bizans yapılarıyla kalıntılarının belgelenmeleri açısından önemliydi ama Semavi Eyice’ye göre, müzecilerin ellerindeki dokümanlara rağmen konuya hâkim olmadıklarından yeterince bilimsel çalışmalara dönüşmemişti. Arkeolojinin üniversitelerde bir bilim dalı olarak kurulup gelişmesi ve sistemli kazılarla araştırılması ancak Atatürk’ün talimatı ve yönlendirmesiyle gerçekleşti.

Prof. Dr. Tahsin Özgüç’ün dediği gibi Atatürk’ün Türk Tarih Kurumu’nun çalışmalarına bizzat katılması ve ona yaptığı maddi ve manevi desteğin anlamı büyüktür.  Bugün Türkiye'nin bir arkeoloji laboratuvarı haline gelmesi Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihe ve arkeolojiye olan derin ilgisi, verdiği değerin ve kurduğu temelin bir sonucudur.[6]

Atatürk’ün direktifi ve kişisel bütçesiyle başlatılan Alaca Höyük Kazısı Cumhuriyet tarihinin ilk kazısıydı.[7] Bunu diğer kazılar izledi. Bir yandan yeni müze açılışları gerçekleştirilirken diğer yandan maarif sorunlarının incelenmesi için “Heyet-i İlmiye” kuruldu. Kazı, araştırma ve sondaj hakkı Hars Müdürlüğüne verildi. Hars Dairesi doğrudan Milli Eğitime bağlıydı ve o dönem itibariyle arkeolojik araştırmalar bilim camiasına devredilmiş oluyordu.

Atatürk’ün konuya ne kadar önem verdiği, Ahlatlıbel ve Bergama gibi ören yerleri ziyaretlerinden anlaşılmaktadır. 1933’te Ankara’ya 18 km uzaklıktaki Yalıncak köyü yakınlarında Ahlatlıbel kazı yerine giden Atatürk orada incelemelerde bulunmuştur. Ressam Şeref Akdik de Atatürk’ün Türk arkeolojisiyle olan bu anısını resmetmiştir.

 Atatürk, yakından izlediği ve teşvik ettiği kazıları TBMM kürsüsünde dile getirirken bu işin kolay olmadığını da vurgulamıştır.

“Yurt içindeki kazılar ve ortaya çıkarılan eserler bütün ilim dünyasına kültürel vazifesini ifaya başlamıştır. Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir mahiyet alır.”

 

Devam edecek: Anadolu’daki Bizans Eserleri

 

27.08.2025, Ünye Kent

 

Kaynaklar:

­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­

Mansel, A. Müfid. 1936, “Balaban Ağa Mescidi Hafriyatı 1930”, Türk Arkeoloji Dergisi, 3

Mercangöz, Zeynep. 2023,  Türkiye’de Bizans Sanatı Araştırmalarının Yüzyılı, NEU Yay.

Eyice, Semavi, 1973, Türkiye’de Bizans Sanatı Araştırmaları, İst. Edebiyat Fak. Yay

Özgüç, Tahsin 1982 “Atatürk and Archeology”, 100. yıl Albümü, New York, Inc. p. 123-129.



[1] Yaşanmış bir Karedeniz öyküsüdür; ilçe kaymakamı ve  belediye başkanı, kendilerine özel olarak getirilen iskemlelere oturarak, bir kilisesinin patlayıcılarla havaya uçurulmasını izlemişlerdir. Bunun bir örneği de nispeten daha yakın bir tarihte Fatsa’da yaşanmıştır. (Bkz. bir sonraki bölüm: Güven Bayar paylaşımı.)

[2] Bu konuda kural genellikle şöyle işlemektedir: Yaşanan topraklarda bir önceki dönem egemen olan insanlar “azınlık” durumuna düşünce, kültürleri silinmekte ve tapınakları yok edilmektedir. Balkanlarda Türklerin başına gelen bu duruma benzer bir uygulama bir dönem Anadolu’da Gayrimüslimler üzerinde cereyan etmiştir. Ahalinin tavrı gibi başlayan bu eğilim bazen resmi bir uygulamaya dönüşebilmektedir.   

[3] A. Müfid Mansel, “Balaban Ağa Mescidi Hafriyatı 1930”, Türk Arkeoloji Dergisi, 3, 1936, s. 49-74.

[4] Mercangöz, 2023; 82

[5] Eyice, 1973; 382

[6] Özgüç, 1982; 123

[7] Alacahöyük, bilim âlemine ilk kez 1835 yılında İngiliz W.C. Hamilton tarafından tanıtılmıştır. Höyük'te gerçek anlamda ilk sistemli kazılar, Cumhuriyet Döneminde Atatürk tarafından başlatılmıştır. 1935 yılında Türk Tarih Kurumu adına Hamit Zübeyr Koşay, Remzi Oğuz Arık ve Mahmut Akok’un gerçekleştirdiği ilk kazı çalışmaları 1983 yılına kadar sürdürülmüştür. Bu tarihten itibaren ara verilen kazılara 1996 yılında Prof. Dr. Aykut Çınaroğlu tarafından tekrar başlanmış olup 3 yıl aradan sonra 2021 yılında  Prof. Dr. Tayfun YILDIRIM tarafından devam ettirilmektedir.  1931 yılında Türk Tarih Kurumu’nu kuran Atatürk, Ankara’da Ahlatlıbel kazısını yaptırdıktan sonra, Alaca Höyük’te de kazı yapılmasını istedi. İlk kazı mevsiminde kendi cebinden 3.000 lirayı Afet İnan’a vererek, kazı giderlerinin karşılanmasını sağladı. Türkiye’nin ilk milli kazısı olan Alaca Höyük’teki çalışmalar, Türk Tarih Kurumu adına Hamit Zübeyr Koşay ve Remzi Oğuz Arık tarafından başlatıldı. 1935 yılından 1983 yılına kadar kesintisiz bir şekilde sürdürülen kazılarda, Bakır-Taş Çağından Osmanlı dönemine kadar dört ayrı kültür evresinden kalma 14 yerleşim tespit edildi. Günümüzde birçok kuruluşun simgesi olan güneş kursları da Alaca Höyük’teki kazılarda çıkartıldı. (Kaynak: Çorum İl Kültür Müdürlüğü)