31 Aralık 2007 Pazartesi

2008'de farklı bir dünyada mı yaşayacağız? Bilemeyiz, ama hadiseye bir parça "bilimsellik" katma adına azcuk nonfigüratif yaklaşalım dedik.

Hayat eskiyle yeninin bileşkesidir. ( Az buçuk fizik’ten çakanlar anlar!)
Ne eskidir, ne de tam olarak yeni…
İkisinin bileşkesi.

Grafik sanatların, fizik bilimine yakınlığı bundandır.

2008’de hayat bileşkenizin grafiği daima yukarıda olsun!

MUTLU YILLAR

Fotoğraf: Ceren Varilci

29 Aralık 2007 Cumartesi

Nina'ya



(............)



Ömrümüzü ayrıntılar üzerine kurmuşuz.
Açtığımız bir parentez belirlemiş tüm yaşantımızı.


Ana başlıklara takılma...
Bence onlar ömrümüzün özeti,
Olması gerekenleri sıralıyor yalnızca...

Bakıyorsun bazı şıkları atlamışız,
Görmezlikten gelmişiz çoğunu.


Bizi tutsak alan bir...
Yalnızca bir tanesiyle yaşamışız olanca ömrümüzü.


Olanca ömür mü?
Belki bir gün bile değil,
Belki de sonsuz bir kalp vuruşu.


Sakın düşünme üzüldüğümü,
Yaşamın sürdüğü her yerde varsa umut
Sonuna kadar umutluyum
Burdayım.















28 Aralık 2007 Cuma

ÜNYE'NİN KIYISINDAN FOTOĞRAFLAR

Sevgili Murat,

Ünye mevsimin en güzel günlerini yaşıyor. Uzun süren bir pastırma yazı yahut uzayıp giden bir sonbahardayız şimdi. Gökyüzünde tek bulut yok. Güneş kımıltısız vurmuş denizin üstüne… Deniz sütliman. Karadeniz’in hırçın dalgalarından eser yok bugün...

Yazının başlığını:“İSKELE’DEN GARİPLERE II, ya da Ünye’nin Fotoğrafını değiştirmek” Olarak düşündüm, vazgeçtim. Bu güzel günün sonunda iddialı laflar etmenin bu söyleşide yeri yoktu.
Önce “köprü”ye uğradık. İkinci onarımı da tamamlanmış, geçen hafta törenle hizmete açılmıştı. Açılışa en çok sevinenler köprünün demirbaşlarıydı tabi.
Bir “köprü yaptık" dönüyoruz işte, sahilden Yüzüncü Yıl'a doğru. Kumsalda kayıkların arasından geçiyoruz. Az ileride Ertuğrul Hoca ve “Casus” Hasan, kayığı suya indiriyorlar. Cemalettin Reis'le selamlaşıyoruz.
Yüzüncü Yıl Parkı'nın ağaçları yapraklarını iyiden iyiye döktüler. Nereden baksan deniz görünüyor.
Hasanbaba’yı geçince, kaldırımın alt kısmında, eski Samsun yolu diye bildiğimiz virajın uç noktasında hummalı bir çalışma var. Alt yol ya da yürüyüş yolu için köprü inşa ediyorlar diye düşündük, tüm iyi niyetimizle. Geçtik.

Gariplere, hatta Aynikola’ya kadar gittik.
Çamlığın çıkışındaki duvarlar, senin görüntülediğin gibi kaldı. Bir süre çamurdan yanına yanaşamamıştık. Şimdilik geçişe uygun görünüyor ve öylece duruyorlar.

Dönüşte hava karamıştı. Hastane virajını geçtik. Yolun aşağısında aynı hummalı çalışma karanlığa rağmen sürüyor.
İster istemez, bu hareketlerin altından ne çıkacağını merak eder duruma geldik.

Kulağımıza olmadık şeyler çalınıyor, “dedikodu” dur diye oralı olmuyoruz. Toplumumuzun gözü kulağı yerel basın, nedense duyu organlarını yeterli düzeyde kullanmıyor. Hassas dengeler var, kimse kimsenin tavuğuna “kışt” demiyor. Her zamanki gibi, enformasyon eksik…

Sevgili Murat, “Kıyılarımıza Kıymayın Efendiler” derken, haklıydın. Bazı şeyler gözden kaçmamalı. Deniz kıyıları, “rantiye”, pardon şantiye haline getirilmemeli. Yasalara rağmen, azıcık “delmekle” bir şey olmaz mantığına gidilmemeli. Tilla, Yüzüncü Yıl, İskele Restoran (eski Park Restoran ) ve İskele ile Tabakhane Deresinin dahil olduğu koca bir alan, kocaman bir soru işareti kafamızda.
Belediyemizin resmi sitesinde “Ünye’nin fotoğrafını değiştireceğiz” diye bir anekdot vardı. Sahilde sıvasız, boyasız ev kalmaması için başlatılan kampanyaydı sanıyorum, hoş bir girişim. Ama bu çaba bile görüntüyü kurtarmaya yetmiyor. Şöyle ki:
Yaz başından bu yana, hastane virajını döner dönmez, ta uzaktan dev bir cisim dikkatimizi çekiyor. Önce yere konmuş bir uçan balon, yada zeplin sanıyorsun. Sonra uzay gemisini andıran bu şekil netleştikçe Ünye’yi uzaylıların istila ettiği sonucuna varıyorsun. Her dönemeçte karşımıza çıkan bu görüntü, eski halı sahanın dahil olduğu alandaki mezbelelikle birleşince manzara tamamlanıyor. Fotoğraf işte bu.
Ünye 23 kilometre kıyı şeridiyle Karadeniz’de en uzun sahile sahip bir ilçe. Kıyılarımız, Ünye halkına ve insanımıza kapatılmamalı. Zaten yerel yönetimlerin amacı da bu değil midir? En büyük kamu – tüzel kişiliğindeki yerel yönetim olan belediyelerin amacı, yerleşim birimlerinde oturanların ortak gereksinmelerini sağlamak olmalıdır. Şüphesiz, çay bahçeleri, restoranlar, gazinolar, otel – motel ve turistik tesisler olacaktır. Hem girişimciler, hem de belediyeler bu kabil yerlerden gelir sağlayacaklardır. Bu tesisleri kullanmak isteyen müşteriler olacaktır. İç turizme ya da yabancı turistlere yönelik yatırımlara her zaman yer vermek zorundayız. Arz – talep çerçevesinde bu işletmelere Ünye’nin ihtiyacı vardır.
Ama belediyelerin esas görevi, bu kabil alanlara her geçen gün bir yenisini eklemekten çok, herkesin, hiçbir engel olmadan, serbestçe ve bir bedel ödemeden yararlanabileceği alanlar oluşturmaktır. Bu uğurda , gerekirse kamulaştırmalara gitme yetkisi vardır.
23 Kilometrelik Ünye sahilinde, çoğunluğu kamuya ait olan alanlar, kendilerini nasıl bir akıbetin beklediğini bilmeden bazı girişimlere uğramaktadırlar.

Bu noktada bir önerim olacak:

Çamlık’a mücavir güzel bir yer; Meteorolojinin bulunduğu alan. Hava sirkülasyonunun daha az olduğu rasgele yerler dururken, meteoroloji neden orada? Tamam, ilk kurulduğunda bu alan Ünye’nin dışındaydı ama şimdi merkezi bir yer haline geldi.Tam o noktayı park olarak düzenleyip, sahilde yürüyüş yapanlara ya da hastane için gelenlere tahsis edemez miyiz? Malum prosedür yüzünden hadi orası olmadı, tam karşısındaki, şu an kamuya ait boş yeşil alanı,
Dikili Taş’ın üstündeki düzlüğü o şekilde düzenlemek mümkün değil mi ? Üstelik denizi doldurmadan, çay bahçesi, lokanta türü “dükkancı” zihniyetlere pirim vermeden, yeşillendirip çiçeklendirerek, banklar yerleştirerek değerlendiremez miyiz?

Sevgili Murat, dikkatini çekmiştir mutlaka, İskele’nin batı yakasında banklar var, eski iskelenin kalıntılarına bakar. Oradan ne zaman geçsem, eğer yağmur yağmıyorsa o banklar doludur. Oysa oranın Ünye’ye yakışan bir görüntüsü yok. Belediyenin altından akan kanalizasyon buradan denize dökülür, kokar. Sahilde sıralanan menfez kuyuları, eski halı sahanın yanında yığılı moloz tepeleriyle buluşur. Görüntüsü güzel değildir ama genellikle de doludur. Aynı yoğunluk parkın öteki tarafında yoktur. Çünkü “öteki” yerde oturmanın asgari bedeli kişi başına bir ekmeğe tekabül eder. Bu banklarda ise hiçbir ücret ödemeden, denizi ve güneşi yaşamak mümkün..
Sevgili Murat, senin ardından, 2006 Haziran sonunda Ünye’de sel oldu. İyi bir yaz geçirdiğimiz söylenemez. Yaz biterken, tarihi çınar ağacımızın ana dallarından biri kırıldı. Sonra gövdenin birini tümüyle budadılar. Görkemli ağacın yarısı gitti.
Her şeye rağmen, herkes kendi ayağının üzerinde durmaya çalışıyor. Hala boş geliyor bize sen olmadan bu şehrin sokakları. Ama tutunmak gerektiğini biliyorum yaşama, hem de sıkı sıkıya. Gelecek kuşaklara daha iyi bir dünya, daha iyi bir Ünye bırakabilmek için…

Özlemle öpüyorum gözlerinden.

Kardeşin.Ahmet Derya Varilci
Ünye, 10/12/2006

HAZİRAN'DA ÖLMEK ZOR



Ölümün tesellisi olmaz, demiştin yıllar önce küçük kardeşini kaybettiğinde. Belki hafifler zamanla acısı. Ama özlemin yükü ağır basar giderek.

Benden daha tecrübeliydin, daha iyi biliyordun elbet. Üstelik ben uzakta, yalıtılmış bir dünyada soyut bir biçimde özümsemeye çalışırken Sait’in acısını, bana sen destek oldun.
Şimdi daha iyi anlıyorum, küçük kardeşinin cansız bedenini yanına katıp Ünye’ye nasıl döndüğünü.

Acıları derin yaşamıştın. Sevinçleri ve hüzünleri de öyle. Dolu dolu yaşadı dedikleri bu olsa gerek.

“Ölürse tenler ölür / Canlar ölesi değil “ demiştin bir halk ozanımızın deyişiyle. Ölüm üzerine dolu değerlendirmeler, deyişler geliyor aklıma. Hiç biri sana uymuyor. Kimse yakıştıramıyor sana ölümü. Kimse inanamıyor öldüğüne. Öylesine zordu ölüm senin için. Hani şairin dediği gibi:

“Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
Uy anam anam
Haziranda ölmek zor”


Şuramızda öten çalıkuşu ve yaralı bir şahin olan yüreğimizle, 12 Haziran günü seni yitirmenin acısını yaşattın bize. Kimilerine göre şakaydı bu, ağır bir şaka.. Kimilerine göre yeri doldurulamayan bir kayıp.

Kiminle konuşsam özel bir yanın, herkesle paylaştığın farklı bir şey vardı.
Birlikte okuduğumuz, söyleştiğimiz ve karşılıklı yazıştığımız oldu bunca zaman.



Birlikte yaşadıklarımızbana seni anlatmaya yeterdi ama, kızın Ezgi’den dinlemeye yüreğimin dayanmadığı ezgiler seni bir baba olarak daha iyi tanımama vesile oldu.
Sensiz Ünye çok ıssız.. Sokakları, tek tek evleri. Denizi. Çerkez Bükü.. Her yer bomboş sanki. Ünye’yi sensiz düşünmek zor.

Sanki bir yerlerden çıkıp, bir okul dönüşü Hanımeli’nden aldığın poğaçayla geleceğini düşünüyorum. Çaylarımızı yudumlarken Ünye’yle ilgili bir konuyu konuşuyoruz. Bir kitapla ya da bir filmle ilgili sohbetimiz oluyor. Güncel bir gelişmeyi değerlendiriyoruz seninle. Ya da Atlas’ın son sayısıyla ilgili bir yorum falan…

Yine iniyorsun evden bu sabah. Cücür’den aldığın Cumhuriyet’i özenle katlayıp koltuğunun altına Yunus Emre Parkına yöneliyorsun. Belki tanıdık biriyle, belki rasgele bir Ünyeliyle söyleşip, gazeteni okuyorsun masalardan birinde. Çayını yudumlarken, “köprü” dediğimiz Ünye iskelesi kıyısında belki çocukluğumuz geliyor aklına. Hani evden habersiz, denize kaçtığımız günler. Birlikte kulaç atıyoruz ufuk çizgisine doğru.. Gökyüzüyle denizin birleştiği noktada takılıyorsun. Hep o noktada takılırdık, hatırlarsın. Bize sonsuzluğu ve biraz da korkuyu anımsatırdı. Denizin açıklarına doğru kulaç atarken cesaretimizi sınardık sanki. Çocuk heyecanımıza yenilmeden dönerdik geri. Aynı şeyi daha sonra Fokfok’ ta, Garipler’ de denedik. Ama her defasında bu kadar yeter deyip döndük.

Ani bir kararla tek başına çıktığın son yolculuk öyle olmadı. Sayıları giderek azalan kalpaksız Kuvvayi Milliyecilere bu ülkenin her zamandan daha fazla ihtiyacı vardı. Dost duruşun, duyarlı tavrın ve engin yüreğinle herkesin özleyeceği bir insan oldun.

Hayır bu bir veda yazısı değil. Ağıt da değil. Olsa olsa seninle her zaman yaptığımız “hallince” bir söyleşme.

Uzaktan yazışmalarımıza takılıyorum şimdi. Kim bilir hangi koğuş aramasında ya da sürgünde yitirdiğim mektuplardan birinde İsmail Uyaroğlu’na ait birkaç dize vardı, irticalen yazıp gönderdiğin dizeler. Arayıp aslını buldum. Bak şöyle :

“Demişti ki bir gün biri
Yalnız acımız da doğurgan olmalı bizim
Biz acı çekerken
Sabahsa iyi
Ama geceyse
Mutlaka ay doğmalı."


Ahmet Derya VARİLCİ

12 Temmuz 2006
Ünye
varilci@gmail.com

ÜNYE'Lİ OLMAK

Sıkça sorduğum bir sorudur:
“Ünyeli olmak” size neyi ifade ediyor?
Nedir Ünyeli olmak?
Kendinizi Ünyeli diye tanımlamak için nasıl bir ayrıcalıktan söz edebilirsiniz?

Resmi bir ortamda ve protokol gereği değilse, çoğunlukla bu sorunun cevabı yoktur… Eğer öyle bir ortamdaysak, yurttaşlık bilinciyle başlayan bildik nutukların ardından geriye Ünye için dilek ve temennilerden öte bir “Ünyeli” lik kalmayacaktır.

Sen kimsin de böyle bir soru soruyorsun denilebilir. Bu soruyu sormak için Ünyeli olmak gerekmiyor. Ama bu soru mutlaka Ünyeli birilerine sorulabilir.

Bana gelince:
Yaklaşık elli yıl önce Ünye’de doğdum. Seksenüç yıl önce de aynı evde babam doğmuş. Doğduğumuz ev, Çakırtepe’nin eteğinde. Sekiz yıl önce babam vefat edince, Çakırtepe’nin öbür yamacına, dedemin yanına defnettik. Zamanı geldiğinde, muhtemelen ben de aynı mezarlığa gömüleceğim.

Anlattığım şu kısa yaşam öyküm, “Ünyeli” olmamın yeter delili olmalı. Ama değil.

Akçay köprüsünü geçip, güzelim deniz kıyısındaki o berbat görünümlü çöplüğü ve taş fabrikasını aştıktan sonra, biraz ötede sağda eski iskelemizin günbatımına tanıklık eden fotoğrafının üzerinde, dev panoda şöyle yazar:

Burası Ünye. Burada durmak lazım. (1)

Duralım, düşünelim.

Eski ahit, insanın yaptıklarından dolayı değil, yapamadıklarından dolayı yargılanacaklarını söyler. (2)

Bizler de Ünye için yap-ma-ma-mız gerekenlerden dolayı yargılanacağız.

Ünyeli olmanın ilk koşulu bence yapmamamız gerekenleri bilmek olmalı.

Neleri yapmamalıydık?

Varan 1 diyeceğim ama demişim zaten:
Akçay’dan girişte, Batı’da Ünye’nin başladığı ilk noktada denizle buluşmayı önleyen çöplük… Hemen ilerisindeki taş fabrikası… Ağaçlandırma adı altında gayri nizami serpiştirilen yeşillikler. Yağmalanan kıyı şeridi. Bir zamanlar Vakıflar Bankası aracılığıyla satılan kıyı vakıf arazileri.. Ve elbette çirkin yapılaşmalar.

Her ne suretle olursa olsun, Ünyelilerin denizle arasına set çekilmemeliydi. Ünye, deniz demekti. Ünye sırtını denize dönmemeliydi.

İki: Askerlik Şubesi…Seksen – doksan yıllık bir bina, bir zamanlar aşevi olarak kullanıldığını öğrendiğim Askerlik Şubesinin, sütunlu, yarı ahşap eski binasının yıkılmasına izin verilmemeliydi. Yalı’nın sembolü durumundaki son güzel örnek, 12 Eylül askeri cuntasının kıyımından nasiplendirilmemeliydi.

Üç: Çocukluk yıllarımızda denize girdiğimiz, oyun oynadığımız ilk çocuk bahçesi orada kalmalıydı. Şimdi Park Restoran olarak kullanılan o yapı birilerine rant sağlasın diye çocukların bedduasına maruz bırakılmamalıydı. (3)


Dört: Daha sonra kurulan çocuk bahçesinin yanına, çeşme – tuvalet karışımı “kale” görünümlü bir garabet dikilmemeliydi.


Beş: Eskiden bir balıkçı barınağıydı. Mavnaların çekildiği, motorların kalafata alındığı bir sahildi. Yazın esnaf öğle tatilinde kara donuyla buraya gelir denize girerdi. Şimdilerde yap-boz tahtasına dönen, tonlarca hafriyatla denizin doldurulmaya çalışıldığı sözde Atatürk Parkı ( bu adın böyle bir yere verilmesini ayrıca protesto ediyorum) bu halde olmamalıydı.
Altı, yedi diyerek, Ünyeli olmanın topuzunu kaçırmayalım. Kimse diğerinden daha fazla Ünyeli değil. Elimizde bir ölçü yok. Dışarıdan gelip, Ünye’de çok az da kalsa kalıcı eserler bırakan nice Ünyeli hemşerilerimi burada sevgiyle anıyorum.

Ünyeli olmak nedir? Sorusundan hareketle, gördüğüm, hissettiğim ayrıntıların bir kısmı bunlar. (4)

Gelin hep beraber duralım, düşünelim.

Ünye denen bu şehirde, neler yapmamamız gerektiğini hep beraber araştıralım ki, yapmamız gerekenler kendiliğinden ortaya çıksın.

Şüphesiz Ünye, dünyadan yalıtık değil. Irak’ta, Filistin’de çocuklar, insanlar katledilirken bunlar da sorun mu diyebilirsiniz.
Ünye, Türkiye’den de ayrı değil. Geçim derdi, fındık sorunu, trafik problemi dururken geçmişin hesabını mı göreceğiz diyeceksiniz.

Dedik ya, soru Ünyeli olmak üzerine. Yurt ve dünya sorunlarını da ele alırız elbet. Ünyeli olduğumuz kadar, bu ülkenin evladıyız. İnsanız.

Ama Türkiye’de yaşayan bir insanız. Ülkemiz coğrafyasında, Ünye denen ilçeyle ilgiliyiz.

Kentler de geçmişleriyle hesaplaşmadan geleceğini kuramazlar.

Ve bu kent bir gün bizi yaptıklarımızdan dolayı değil, yapamadıklarımızdan dolayı yargılar.

Ahmet Derya Varilci
Ünye, 08/09/2006




Dipnotlar:
(1) Galiba bir siyasi Ünyelimize ait bir deyiş bu. Hemen belirteyim, siyasi yada apolitik, hiç kimseyle hiçbir hesabım yoktur. Ünye için her olumlu adımı sevgiyle – saygıyla karşılamaya hazırım. Nereden ve nasıl olursa olsun gördüğümüz yanlışı, tarafımızdan da olsa lanetlemeye hazır olmalıyız.
(2) Eski ahit, Hz. Musa’ya ait Tevrat’tır. İslami inançlara göre Dört Kutsal Kitap’tan biridir.
(3) Park Restaurant işletmecilerinden özür dileyerek iletiyorum bu görüşümü… Sonuçta onlar için bu bir iş, ama o işletme sanki başka bir yere inşa edilemez miydi?
(4) Her biri ayrı bir yazıyı gerektiren bu konuları zaman zaman kaleme almaya çalışacağım. Yalı ve Köprü öncelikli olacak.

27 Aralık 2007 Perşembe

İMGE

“İnsan zihni dış dünyanın varlık biçimlerini kendi kendine çıkarmamıştır, dış dünyadan imgelemiştir.” [1]

Yansı Kuramı olarak adlandırılan bu teoremde imge, nesnel gerçekliğin insan zihindeki yansıması olarak görülür. Dış dünyadan duyumlar yoluyla alınan imgeler, insanın düşünce dünyasını oluşturur.

İmge, duyulur bir kaynaktan gelen tasarımdır.

İmge, duyusal ve ussal olmak üzere ikiye ayrılır:

1- Duyusal imgeler; duyumlar, algılar, ve tasarımlardır.
2- Ussal imgeler; kavramlar, önermeler, kuramlar ve varsayımlardır.

Her imge, özneyle nesnenin birliğidir. İmgelem (imagination), imgelerle düşünme, yeni imgeler tasarlama yetisidir. İmgenin yeniden yaratımı (recreation), sanatsal bir edimdir [Work of Art]. İmgeleme, imge oluşturma, bir başka deyişle soyutlama işlemidir. Her sanat yapıtı bir soyutlamadır. Soyutlanmış yapıt, nesnellikten uzaklaşır. Sanatçının ürünü olarak her sanat ürünü farklı düzlemde yeniden yaratılır. Kâğıt üzerinde çizgilenen resime, tuvalde boyayla yaratılan tabloya, taş bir blokken heykele dönüşür. Beste olarak notalara dökülen duygular müzik haline getirilir. Edebi bir anlatıya, şiire yahut romana dönüşür. Yönetmen, senarist ve oyuncudan oluşan malzemeyle, tiyatro yahut bir film olur.

Sanat yapıtı, sanatçı tarafından biçimlendirilir. Biçim yapıtın biricik var oluş nedenidir. Üslup ise sanatçının var oluş biçimidir. Sanatçıyı diğerlerinden farklı kılan üslubudur. Üslup (biçem, tarz), sanatçıyı kendisi yapan, eserlerinin benzerlerinden ayırt edilmesine neden olan, yani sanatçıyı sanatçı yapan özelliğidir.

Soyutlanan, nesnellikten uzaklaşan imgelemin doğada nesnel bir karşılığı bulunmayabilir. Tıpkı sarf etiğimiz sözler gibi, karmaşık duygulara ve durumlara tekabül ederler. Sessizce düşünmeye, güldürmeye yahut avazı çıktığı kadar bağırmaya, izleyiciyi harekete geçirmeye adaydırlar. Coşku yahut bedbinlik; aşk veya nefret ifade ederler. Yargılar, eğitir, azarlar veya isyan ederler, ettirirler…

“O sözler ki, imgelem sonsuzluğunun ateşten gülüdürler” ( A. İlhan)

Sanat yapıtı, diğer ürünler gibi bir emeğin sonucudur. Ancak sanat ürünü, sanatsal bir faaliyetin ürünüdür. Sanatçının emeği, sıradan meta üretimindeki kalifiye yahut vasıfsız emekten daha farklıdır. Benzer yanı, her işin kendisinde gerekli süreç, işin ürün haline gelmesiyle “sona erer”. Bu süreçte insanın yaratıcı etkinliği üründe nesnelleştirilmiş olur. Sonuçta her iki ürün de, tüketim nesnesidir. Ticari bir değeri ifade eder.

Farklılık, sıradan meta (ticari mal) üreten emeğe karşılık, sanat ürününde sanatsal bir emek söz konusudur. Sanatsal yaratımda süreç, algıyla doğrudan bağlantılı olmakla birlikte, ürünün bir yenisini harekete geçirmesi ve yeni bir sanatsal faaliyet sürecinin doğmasıyla farklılaşır. Ortaya çıkan sadece sanat yapıtı olan ürün değildir, aynı zamanda doğanın insanileştirilmesi ve insani duyumlar yaratılmasına da yol açarlar.

Sanat yapıtı, sanatsal bir emek tarafından kotarılır ve yeniden üretim süreciyle oluşur.

Bir sanat yapıtını anlamak, ondan haz almak için de sanatsal algıya gereksinme vardır. Algıyla ilgili olarak bu yetiye beğeni denir.[2]

Müzik eserlerini sevebilmemiz için, önce kulağımızın müzik eğitiminden geçmesi gerekir. Resim konusunda bilgimiz az yahut hiç yok ise, dahi ressamların yapıtları karşısında hiçbir hayranlık duymamamız doğaldır.

Mevlana’nın elmas metaforu (mecaz yahut eğretileme), hem imge açısından güzel bir örnek, hem de imgeyi irdeleyen bir örneklemedir.

“Mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez. Ne fark eder ki kör insan için, elmas da bir cam da.”

Engels’le başlayıp Mevlana’ya vardırdığımız konuyu, yine Mevlana’nın bir dizesiyle; her ikisinin de kesiştiği, bakış açılarıyla bitirelim. İşte imge:

“Çirkin de, güzel de kendi elinle kazandığındır." [3]




Ünye, 19 Aralık 2007
Ahmet Derya Varilci


Dip notlar:

[1] Engels, Doğanın Diyalektiği adlı yapıtında imgeyi böyle tarif eder.

[2] Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Moissej Kagan “Güzellik Bilimi Olarak Estetik ve Sanat”

[3] Mevlana Celaleddini Rumi, Mesnevi, III/ 3458-65

19 Aralık 2007 Çarşamba

İRFAN DAĞDELEN



Zamanı Aşan Taşlar; Mezar Taşları

Sevgili grup üyeleri;

Daha önce "Saray Camii Restorasyonu" çalışmasıyla takdirleri toplayan değerli büyüklerimiz Ahmet Derya Varilci'nin ve Ahmet Kabayel Ağabeylerimizin çalışmalrını takdir, şükran ve minnetle okduk.
Bu değerli ağabeylerimiz Ünyemizin tarihi adına kültürel zenginliklerini araştıran, ortaya çıkaran bizlerle paylaşan insanlardır ve yapmış oldukları çalışmalar hem bilimsel anlamda değerli hem de yeni nesle bir yol açması bakımından anlamlıdır. Bu yüzden kendilerini hasseten tebrik ediyorum.

Daha önce de yazmıştım. Mezar taşları deyip geçmeyin.
Mezar taşları bir dönemin sosyal hayatının zenginliğinin günümüze yansımasıdır.
Ölümü; ölümsüzlük görüp geleceğe dimdik ayakta bakım bir dirilişin tekrar mezar taşında bulduğu anlamdır.
Mezar taşları yaşanaya verilen mesajdır.
Mezar taşları geçen ömrün figanıdır.
Mezar taşları bir edebiyattır.
Mezar taşları biyografik kaynaklardır.
Mezar taşları bir kültürdür.
Mezar taşları yaşadığımız coğrafyanın tapularıdır.
Mezar taşları statünün ayaklar altına alındığı ve kardeşce, dosta paylaşımın zemine yansımasıdır.
Mezar taşları sosyal hayatın dünden bugüne uzayan köprüsüdür.
Mezar taşları ruh halidir.Canlıdır, Düşündürür insanı. Hizaya sokar. Terbiye eder...
Uzatmak mümkündür...

Ahmet Kabayel ve Ahmet Derya Varilci'nin yapmış olduğu bir diğer çalışmadan - ki ismini şimdi zikretmek istemiyorum (bitince herhalde kendileri kamuoyuna açıklayacaklardır) örneklerler vermek istiyorum ve bu taşların hem edebiyatımıza katacağı faydaları hem tarihimize sağlayacağı yararları saymakla bitmez.
Efendim sizi mezar taşlarının sessizliğinde bizlere yüksek sesle sesleniyorlar.
Sevin, sevilin bu dünya kimseye kalmaz diyorlar.


Hüve’l-baki
Emr-i Hakla türlü emraz geldi benim tenime
Bulmadı sıhhat-ı vücudum sebeb oldu mevtime
Akibet irdi ecel rıhlet göründü cânıma
Okuyub Fatiha irsal ideler ruhuma
..........

Hüve’l-baki
Alametden murat duadır
Bugün bana ise yarın sanadır
..........


Hüve’l-baki
Bu dünyada bulmadım hiç rahatı
İhtiyar ettim anınçün rihleti
Kimse gülmez kime dahi gülmeye
Zevkine değmez cihanın mihneti
Dar-ı dünya bir misafirhanedir
Aklı olan benden alsın ibreti
.................


Hüve’l-baki
Dar-ı dünyada civan iken gezerdim bir zaman

Nâgehân ayırdı ecel itti yerim bağ-ı cinan
Fani dünyada murat almadan terk eyledim
Validinim eyledi yâd bir zaman ahu figan
..................

Arzederim Efendim
İrfan DAĞDELEN



[*** 19/12/2007 Teşekkürler İrfan Kardeşim]

17 Aralık 2007 Pazartesi

ANKET




UZAK'TAKİ BİR DOSTLA YAPTIĞIMIZ

ANKETTEN...


Doğmak İstediğiniz Tarih:

Doğmak istediğimiz tarihi seçebildiğimize göre ben daha fazlasını isterdim:
Her gün yeniden doğmayı, hem de hiç ölmeden..

Şimdi bu nasıl olacak, ben de bilmiyorum?

“Saçmalama da adam gibi cevap ver”, dersen : 1848

Doğmak istediğiniz yer :

Paris.

Şu an dünyanın neresinde ve ne yapıyor olmak isterdin :

Maldivler’de tabi. Uzaktan tanıdığım bi arkadaşım, şu sıralar oralarda takılıyordu. Ben de gidip bi halini hatırını sorayım. Ayıp olmasın.

Ne… Bi yerden mi kopya almışım?.. Yok canım!.. Tamam tamam, değiştirdim… Bugün 20 Mart.. İki gün önce Paris Komünü kuruldu.

O halde yılını da ben ayarlayayım şu anın.

1871’de Paris’te olmak isterdim. Dünyanın ezilen halkları ve tüm işçileriyle birlikte orada hazır bulunmak isterdim.. ki, komün, 76 gün sonra Versay Birlikleri tarafından kanla boğulmasın.

Renk :

……mavi derdim. Deniz rengi yani.. Dedemin genleri. Dedem bir denizci.. kaptanmış… Annemin babası ise tam bir doğa adamı. Japon yönetmen Akiro Kurusava’nın “Dersu Uzala”sı gibi.. O da benim yeşil’im.

En sevdiğiniz erkek sanatçı :

Beethoven, Nazım Hikmet, Marlon Brando,

En sevdiğiniz kadın sanatçılar :

Edith Piaf, İdil Biret, Meryl streep,

Bülent Ersoy vardı bi de.. Ama hangi şıkka yakışık alır bilemedim. Buca’dan tanışırız. Aynı sorun orda da çıkmıştı. Henüz ameliyatlı değildi. Bayanlar koğuşu ile, siyasi koğuş arasında bir yerde, spor salonunun malzeme odasında ağırlanmıştı.

Kendine benzettiğin sanatçılar (Hangi tarafını ):

Alain Delon derdik eskiden… Şimdilerde Brad pitt var. Sol kulak memeleri, aynı bana benziyor. Ama ikisinin de benimle alakası yok. Ben Clint Eastwood’u tercih ederim. Karizmamız aynı:-))

Hobileri :

Yüzmek, yürümek, izlemek, görüntülemek, müzik (dinleyici olarak) ve okumak…

Fobileri :

Sevdiğim insanları üzmek

Fetişleri :

Bir zamanlar bir çakmağım vardı, birinden hediye.. Sigaramı her yakışımda kendisini hatırlatıyordu bana…Bir gün, bir binasının mazgalları arasına fırlattım. Nasıl olsa ele geçirip, benden alacaklardı. Herkes öyle bir şeyi hayatı pahasına korumak isterken, ben düşman eline geçmesin diye imha etmiştim.

Hastalıkları :

Bu adamın (benim) hastalıkları saymakla bitmez.. En son ikinci tip diyabet olduğu belirlendi. Yıllar öncesinden kalma akciğer enfeksiyonu, görme bozuklukları, ayak tabanlarında ekimoza bağlı deri kaybı, damar deformasyonu vs.

En sevdiği çiçek :

Gül… Bir çiçeğin tüm özelliklerine sahip. Renk, koku, desen (biçim) ve diken… Her güzelliğin kendini koruyan yanı olmalı.

En sevdiği metal :

Demir… Yıllarını demir parmaklıklar ardında geçiren birine sor; demir en soylu ama en sevimsiz metaldir.. Çünkü onunla paylaşılan inanılmaz duygular vardır. “Haberin var mı taş duvar? / demir kapı / kör pencere. “ cinsinden.

Erkekte aradığı en önemli özellikler :

Fedakarlık

Kadında aradığı en önemli özellikler :

Sadakat

Unutmak istedikleri :

Sadakatsizlik

Unutamadıkları :

Hadi seninki gibi “dual” olsun.. Gene sadakatsizlik.

Kendinde en sık değiştirdikleri :

Üzerinde çalıştığım bir yazı, şiir ya da resim… Bi türlü son halini alamazlardı. (Eskiden...)

Özdeyiş, en beğendiği söz:

De obnimus dubidandum: (Herşeyden şüphelen ).
Tabi bu, septisizm anlamında bir şüphe değil, bilimsel anlamda bir şüphe.. Bunu bir yere kaydet. “Kafirden hacı, elden bacı olmaz" demişsin. Bak, ben bunu duymamıştım. “El adamın..” diye bi şey var lakin.
"EEEEEEEEE…… merak ettim valla devamını .” demişsin, şu:
Evet babam söylerdi: “El adamın ya parasına, ya karısına bakar” diye…

Yaşamının temel taşı :

Bu soruyu sen “sevgi” diye yanıtlamışsın. Sevgi yerine ben daha somut bi kavramı yeğliyorum: Kızım.

Sevginin tanımını sormuştum:
“Olmadan yaşayamadığımı sandığım şey. evgi herhangi bişeye karşı ilgi duymamı sağlayan duygu.” demişsin. Sevgiyi daha da soyutlayarak tanımlamaya çalışmışsın. İçinden besbeter çıkılamaz olmuş.

Kızmazsan tekrar soracağım, sevgi nedir? Nasıl tanımlarsın sevgiyi?

Dini İnanç:

Herkes nasıl inanır, bilmiyorum. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da denilenin ne ölçüde gerçeği yansıtığı şüpheli. Örneğin, "dindar" olduğunu bin dereden su getirerek kanıtlamaya çalışanlar olduğu gibi, inançsız olduğunu iddia ettiği halde primitif bir aşkla tanrıya bağlı olanlar var. Ben kendimi daha çok ikinci gruba sokuyorum. Her ikisinin de yobazı var. Bağnazlık ve yobazlığın uzağında durmayı yeğliyorum.

Kullandığı kokular :

Bazen aftershave…Üç beş traştan sonra.

Elinden gelse öldüreceği kişi :

İyi ki gelmiyor elimden. Liste kabarık. Diğer yandan Nil gibi: “Ben kimse ölsün, mölsün istemem.” Diyor gönlüm.

Ütopyaları :

John Lennon’un Imagine şarkısındaki gibi:

“düşün, sınırların olmadığını
uğruna öldürecek ya da ölecek bir şey yok
ve din için savaşlar da yok
tüm insanların barış içinde yaşadığını düşün……

.. düşün, malın mülkün olmadığını
ne açlık var ne aç gözlülük
insanların hepsi kardeş
tüm insanların
dünyayı kardeşçe paylaştığını düşün..”

İdealindeki Meslek :

Piano virtüözlüğü.

Evin en sevdiği bölümü :

Kitaplığın olduğu oda aslında, ama kitabımı bile hep birlikte oturduğumuz büyük odada okuyorum. TV de dahil, her şey, herkes orada..

Unutamadığı sinema filmleri :

Spartacus, Benhur, Baba I, II, Bir Zamanlar Amerika, Sophie’nin Seçimi, Geceyarısı Kowboyu, Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Zorba, Viva Zapata, Rıhtımlar Üstünde, Yağmur Adam, Akbaba’nın Üç Günü, Taxi Driver, Apocalipsy Now, Missing, Amen… yazamadıklarım beni bağışlasın..

Yerli:

Züğürt Ağa, Muhsin Bey… Acı, Ağıt, Umut, Sürü,Yol… Gelin, Düğün.. vd.

Beğendiği Yönleri :

Kendimi pek beğenmiyorum, şu günlerde… Eskiden istikrarlı oluşumu, kararlılığımı severdim..

Beğenmediği Yönleri :

Bir anda, bir çok alana el atmak..

Son bir soru:Hayatında yediğini sandığın en esaslı kazık?

(Benimkini yazmaya gerek yok... Biliyorsun!)


Mart 2007

ÜNYE’ DE TARİHİ ESERLERİN RESTORASYONU



Ünye’de 76 tescilli tarihi eser bulunmaktadır.

İki cami, bir minare, bir kilise, bir kilise kalıntısı ( Ayanikola ), üç hamam, bir çeşme, bir sarnıç, Tozkoporan Kaya Mezarı, sur, kale, Çınar ağacı, bir taş kapı ve 63 adet ev bulunmaktadır.

Evlerden 20 tanesi çok kötü durumdadır. Bunlardan biri, yaklaşık iki ay önce Ünye Belediyesi tarafından, rölöve ve restorasyon projeleri hazırlanarak, yıktırılmıştır.

Ünye’ye özgü taş işçiliğinin nadir örneklerini oluşturan 17 adet taş kapı mevcuttur. Durumları acilen müdahale gerektirmektedir.

Yine Ünye’ye özgü çeşme, kuyu ve sarnıçlar, harap olan yapılarla birlikte bir bir yitip gitmektedir. Bazı kuyu taşlarının ve dibek taşlarının Sn. Orhun Güven tarafından korumaya alınması dışında, şimdilik bu konuda herhangi bir önlem alınmamıştır.

Şehrimizde bugün restorasyonu tamamlanmış 12 adet ev mevcuttur. Evlerin onarımı bitmiş ve tamamen sahiplerinin kendi imkanlarıyla giderleri karşılanmıştır.

2005 yılında yürürlüğe giren “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarımına Yardım
Sağlanmasına Dair Yönetmelik” gereğince 2006 yılı içersinde yapılan müracaatlardan dört tanesine proje desteği verilmiştir. Ancak, iki tanesi bu destekten yararlanarak projelerini hazırlamış, ve restorasyon aşamasına gelmiştir. Ortayılmazlar Mahallesi, Keşaplı Sokakta bulunan Galip Keşaplı’ya ait ev, proje desteği almış, yapım desteği onaylanmıştır. Ancak, verilen parasal destek, projenin gerçekleştirilmesi yönünde yeterli değildir.

Çamurlu Mahallesi, Çubukçu Arif Sokak’ta Hasan Şimşek’e ait evin projesi kişisel imkanlarla çizilmiş ancak Kültür Bakanlığı’nca mali destek onayı alamamıştır. “TR90 Düzey 2. Bölgesi” olarak adlandırılan Doğu Karadeniz Kalkınma Programı çerçevesinde, KOBİ Hibe Programı - Avrupa Birliği Komisyonu’nca destek görerek, otel olarak “onay” almıştır.

Bir başka Proje, Kültür Bakanlığı destekli, Kaledere Mahallesindeki Çifte Hamam’dır. Ancak yapım desteğini henüz alamamıştır.

Saray Hamamının dış yüzeyi muhtarlık nezaretinde Belediye tarafından temizlenmiş olmasına rağmen, “iç ve dış” acil bakım gerektiren tarihi eserlerimizdendir.

Çamurlu Mahallesi’nde Eyüp Sabri Ünlü’ye ait binanın ise, projesi kendi imkanlarıyla çizilmiştir. 2007 yılında başlanıp, bitme aşamasına gelen restorasyonun yapımı, 2005 yılında yürürlüğe giren kanun uyarınca Kültür Bakanlığı’ndan “destek” görmüştür.

2007 yılı müracaatlarından Kaledere Mahallesinde Çoldur ailesine ait bir evin projesi için yapılan başvuru kabul görmüştür. Projelendirme aşamasındadır.

Önceki yıllarda temizliği yapılan Ünye Kalesi’nin planı ve restorasyon çalışması yeniden ihale edilerek, yakın bir zamanda çalışmalara başlanacağı öğrenilmiştir. Haziran 2006’daki selin tahrip ettiği Kale yolu, turist otobüslerince halen kullanılamaz durumdadır.

Ünye’de tescilli en eski eser olarak bilinen Tozkoparan Kaya Mezarı ve Ünye Kalesi’nden sonra, sırayı hangi eserin aldığı tartışmalıdır.

Çınar ağacı mı, Eski Hamam mı, Ünye Surları mı?

Eski Hamam, yeniden işletmeye sokuldu. Onarılırken, giriş kapısında ortaya çıkan işlemeler ( kupa veya kadeh motifleri ) ve içte dört sütün, sütun kirişlerinde yer alan lale motifleri nedeniyle yapıda yeni özellikler keşfedildi. Ancak, yaşlılarımızın daha önce gördüklerini ifade ettikleri tavandaki renkli kilise resimlerine rastlanamadı.

Tarihi Ünye Surları’nın hangi tarihte yapıldığı, doğrudan Süleyman Paşa Sarayı ile ilişkili mi olduğu bilinmemektedir. Gelinen noktada , Cumhuriyet Medyanı düzenlemesi kapsamında Ünye Surları yeniden ele alınacaktır. Şimdilik önü açılıp, temizlenmiştir. Önünden geçen caddenin taşıt trafiğine kapatılması ve sadece yaya yolu olarak düzenlenmesi düşünülmektedir.

Tarihi Çınar Ağacı, Ünye’yi simgeleyen en önemli olgulardan biri, belki de en önde gelenidir. Türklerin fethederek yerleştiği nüfus yoğunluğu olan yerlere Çınar ağacı diktikleri bilinmektedir. Yüzyıllardır ecdadımızın tarihine tanıklık eden Çınar, bu yıl Trabzon’dan gelen uzmanlarca incelenmiş, daha önce olduğu gibi kırılarak tehlike oluşturan ana dallar budanmış ve ağacın ömrünü uzatmak için çeşitli tedbirler alınması kararlaştırılmıştır.

Paşabahçe’de Ziver Aykaç’ın tescilli eser statüsünde olmamasına rağmen aslına benzer yaptırdığı evin yanında bulunan, Agah Beyler’in evi, varisleri Gürsoylar tarafından Çınar Market sahiplerine satılmış ve restore edilmek üzere proje çalışmalarına başlanmıştır.

Eski eser sıralamasında ön sıralarda yer alan Saray Camisi’nin restorasyonuna Kültür Bakanlığınca 2007’de başlanmış olup, yıl sonuna kadar tamamlanması düşünülmektedir. Camiyi 1720 – 21 yılları arasında yaptıran Hacı Ahmed Efendi ve kimlikleri bilinmeyen toplam 11 mezarın da bulunduğu camiye ait mezarlık talan edilmiş, buradan çıkan kemikler ilgililerin ilgisizliği nedeniyle sahildeki “dolgu” alanına malzeme olarak dökülmüştür.

Feneraltı mezarlığı, Çömlekçi Cami ve Hacı Osman Ağa Camisine ait mezar taşları, taş ve mermer işçiliğinin güzide örneklerindendir. Yeni tescillenen Feneraltı mezarlığının defineci talanından korunması, diğer tarihi eserler gibi koruma altına alınarak tahkim edilmesi gerekmektedir.

Hacı Osman Ağa Camisi mezar taşlarını, yeniden cami avlusuna getirten ve düzenlenmesini sağlayan Cami İmamı Sn. Mevlüt Yakışır ve Ünye Belediyesidir.

(Gülay Birben arşivinden alınmıştır.)


Ortodoks Rum Kilisesi olduğu bilinen Yalıkahvesi’ndeki kilise, bugün düğün salonu olarak kullanılmaktadır. Uzun yıllar elektrik santrali olarak kullanılan bu yapı, kilise olarak tescillenmiş bir tarihi eserdir. Tarihi ve kutsal bir yapının düğün salonu olarak değil de, kent müzesi yahut benzeri bir amaçla kullanılmasının daha yerinde olacağı kanısındayız.

Ayanikola Kilisesi’nin ise bugün yalnızca temeli ve yıkık duvarlarının az bir bölümü kalmıştır. John Freely’nin Türkiye Uygarlıkları Rehberi adlı kitabında, adını denizcilerin koruyucusu Aziz Nikolas’tan aldığı ve daha bir çok kaynakta adakların adanarak, Hıristiyanların hacı olmak maksadıyla gidilen kutsal mekanlarından biri olduğu belirtilmektedir.

1980’li yıllarda tespiti yapılan Ünye’deki Tarihi Eserlere ek olarak, Ünye Yerel Tarih Grubu ve Prof. Dr. Mehmet Özsait’in katkılarıyla 2006 Temmuz’unda altı yeni eser tescillenmiştir.

1- Kadavat Kaya Mezarları,
2- Karşıyaka Mahallesi’ndeki Balağuz Kaya mezarı,
3- Kızılkaya Saklı Kiliseler,
4- Esenkale,
5- Feneraltı mezarlığı,
6- Erenyurt Kalesi
7- Yazkonağı Mağarası ( Sn. Yaşar Argan’ın katkılarıyla )…

Tescillenen diğer tarihi eserlerdir.

Ünye’de bulunan tarihi eserlerin önemli bir bölümü Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndedir. Samsun Müzesi’nden bulunan eserlerle beraber Ünye’ye ait tarihi eserlerin Ünye’de açılması gereken bir kent müzesi’ne yerleştirilmesi mutlaka gündeme getirilmelidir.


Kadılar yokuşu, “sokak iyileştirilmesi” kapsamında proje için müracaatı gerçekleştirilmiş, ancak Kültür Bakanlığımızca bu faaliyetin Bakanlık düzeyinde ele alınması kararlaştırılmıştır.

Meçhul Asker İlkokul’u kalıntıları

Ortayılmazlar Mahallesi Muhtarı Seyhan İhtiyaroğlu’ndan alınan bilgiye göre, seksenli yıllarda “altın arama” nedeniyle tahrip edilen, akabinde “tehlike” arz ettiği için Belediye tarafından yıktırılan Meçhul Asker ilkokulu ( Bu adın ilk ve özgün sahibi olan, Cumhuriyet Caddesindeki okul ), İstanbul’daki hemşerimiz iş adamı Arif Vidinli tarafından restore edilecektir. Bu okulda bir zamanlar Afitap Öğretmenin de kullandığı söylenen piyano’nun akıbeti halen belli değildir.

Ünye’de bugün sayıları 76’nın çok üstünde olduğu bilinen tarihi kapsamındaki eserin bir kısmı artık yerinde yoktur. Kaderlerine terk edildiği sürece, her geçen gün geri kalanları da yok olacaktır. Devlet, Yerel Yönetimler, Vakıflar, sivil toplum örgütleri ve iş adamları tarafından bu eserlere sahip çıkılmadığı sürece Ünye’nin kültürel mirası dağılıp gidecektir.

Bu ve benzeri projelerde, doğrudan devlet desteği yahut ilgili kuruluşların maddi destekleri çoğunlukla mal sahipleri tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Öncelikle projelendirme aşamasında verilen mali destek, yeterli gibi görünse de, projenin kabulü ve inşaat aşamasında ortaya çıkan problemler, girişimcileri restorasyon faaliyetinden uzaklaştırmaktadır. Örneğin, mal sahiplerinden her hangi birinin imzasıyla başvuru yapılabilmekte, hazırlanacak projeye mali destek verilmekte, ancak bu destekle hazırlanan projenin kabulü aşamasında, tüm varislerin onayı gerekmektedir. Akabinde girişimcilerin kendi imkanlarıyla restorasyona başlaması ve belli bir aşamadan sonra mali desteğin –şayet proje kabul görmüş ise- kademeli olarak verilmesi söz konusudur. Destek sürecince yapılan denetimlerde bir olumsuzluk görüldüğü takdirde, derhal destekten vazgeçilebilmektedir.

Sonuçta alınan mali destek özendirici olmaktan uzaktır. Yapılacak masrafı tümüyle karşılayamadığı gibi, proje ve diğer prosedür nedeniyle eser malikleri restore işine girememektedir. Koruma kapsamındaki bu yapılarda onarım da yapılamadığı için bir bölümü konut vasfından çıkmış, terk edilmişlerdir. Harabe ve mezbele konumundadır. Bu manada mali açıdan daha yetkin unsurların, restore edilecek evleri satın alması gerekmektedir. Ünye’li iş adamlarına bu konuda büyük görev düşmektedir.

Gerekli duyarlığı gösteren ve getirisi fazla olmayan bu alana yatırım yaparak Ünye’deki kültürel mirasın gelecek kuşaklara taşınmasını sağlayan Ünyelilere teşekkür ediyoruz:

1- Hüseyin Tantu ( Dört konutu bitirip, şu an beşinci restorasyonunu yapmaktadır),
2- Yürür ailesi ( İki konut ),
3- Ceyhan Kokulu,
4- Nejat Güney,
5- Aydın Ekmekçi,
6- Hilmi Ergün,
7- Ziver Aykaç (Tescilli tarihi eser bitişiğinde, yeni bir yapı olarak),
8- Diktepe ailesi,
9- Ali Gürsoylu ve Kefeli ailesi…

Herhangi bir destek görmeden bu görevi yerine getirmişlerdir. Kendilerine minnettarız.

Çalışmalarımızda bizi bilgilendiren, yardımcı olan kişi ve kuruluşlara, özellikle ilgisini eksiltmeyen Ünye Belediyesi Yapı İşleri Müdiresi Mimar Zerrin Gümüş Hanım’a teşekkürü borç biliriz.

Ekim 2007


Ahmet Derya Varilci varilci@gmail.com
Ahmet Kabayel ahmetkabayel@gmail.com

(Fotoğraflar : Varilci arşivinden)