26 Ekim 2022 Çarşamba

Kekir Kalesi


Kekir Kalesi

Değerli kardeşim Murat Yılmaz’ın anısına…

 

 

Trabzon Tarihçisi Mihail Panaretos, Kroniklerinde tahttan indirilen Trabzon Rum İmparatoru Büyük Komnenos’un 1341’de Oinaion’a (Ünye) sürgün edildiğini yazar. 1347’de Oinaion ve Aziz Andreas (büyük olasılıkla Yoson Burnu) Türkler tarafından fethedilir. 1357 Kasım’ında Emiroğulları Maçka’yı alır ve sekiz ay sonra; Ağustos 1358’de Basil Kommenos’un kızı Theodora Komnene, Bayram beyin oğlu Hacı Ömer’le diplomatik bir evlilik gerçekleştirir.

Bu evlilik nedeniyle Emiroğlu Hacı Ömer’in kalesini ziyaret eden Panaretos, bu mekanın Ünye’nin güneyindeki Çaleoğlu Kalesi (Ünye Kalesi) olabileceği üzerinde durur.

Diğer ihtimal, Akkuş’un (daha önceki Karakuş) küçük dağ ve iletişim merkezinin yaklaşık 13 km. batısında yer alan Kekirkalesi’dir.[1] 

 

Kekir, Kevgir, Keygür…

 

Halk arasında Kevgir yahut Keygür adıyla bilinen kaleyi son ziyaretimiz bir buçuk ay önce (31 Ağustos 2022’de) gerçekleşti.

İlk ziyareti 19 yıl önce (5 Ekim 2003’te) “Yerel Tarih Grubu” olarak yapmıştık. O tarihte sevgili Murat hayattaydı ve faaliyetimizin odağında yer alıyordu.

Kale’ye ilişkin bilgilerimiz, yöre halkının kalede olduğunu rivayet ettiği kilolarca altından ibaretti. Bazıları iyice abartıp, 60 ton altından bahsediyordu. İlk bilimsel veri ise, A. Bryer-D. Winfield’in The Byzantine Monuments and Topography of the Pontos” adlı eseri oldu. Eser henüz dilimize çevrilmemişti. Ünye’yi ziyaret eden yabancı bir akademisyenden almıştık. Orijinal metnin Ünye’ye ait kısmını fotokopileyip Türkçe’ye çevirttik. Kevgir Kalesi’ne ilişkin bilgiyi de bölgede Türklerin fetih ve iskan hareketini yazdığımız “Türkler” adlı makalede kullandık.

“Kekir Kalesi, Akkuş- Erbağ sınırı, Alan Köyü yanında yer alır. İnşası Hitit dönemine, Kaşkaların saldırılarına kadar giden bu kalenin bölgemizdeki en eski kale olduğu tahmin edilmektedir. Ünye Kalesi (Çaleoğlu) ile birlikte Türk hâkimiyetinin tesis edildiği kaleler arasındadır.”[2] diyerek, sözünü ettiğimiz eserden şu alıntıyı yapmıştık:

“Türkmen ve Yunan toplulukları için orada Oinaion’nun sadece güneyinde sahilde ya da sahile yakın yan yana bulunan Derebeyi tarzı Çaleoğlu Kalesi’nde yaşayan Hacı Ömer’in oğlunun daha sonra evi kuvvetlendirdiği olasıdır. Bir diğer olasılık da (eski adı KARAKUŞ) olan AKKUŞ’un iletişim merkezine ve ufak dağın yaklaşık olarak 13 km batısındaki Kekir Kalesi (ya da MAHALLE KALESİ) olduğudur. Temelleri klâsik olan işbu ürkütücü kale Neokaisareia’dan Oinaion’daki Ortaçağ’a özgü konumda (ancak modern tarzda değil) bulunan ve bilhassa bu noktada hoş olan Rhododendron (Orman gülü) fundalıklarının üzerindeki otlak alanlara sahip dağ yolu güzergâhında baskın konumda olacaktır.”[3]       

 

Kekir Kalesi’nin Tescili

 

Tarihi kale, bizim ziyaretimizden üç yıl sonra Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından “Taşınmaz Kültür varlığı ve Arkeolojik Sit Alanı” olarak tescillendi.       

Türkiye Kültür Portalı’nda “Anıt” olarak yer alan “Kevgir Kalesi”,  22 Haziran 2006 tarihinde “22.06.2006 / 127” tescil kararıyla kayıtlıdır.

(Murat Yılmaz’ın aramızdan ayrıldığı 12.06.2006 tarihinden on gün sonra…)

Tescil bilgileri kısaca şöyledir: 

Genel Tanım: Kale

Mahalle- Köy – Mevkii: Tokat - Erbaa

Adres: Doğanyurt Bucağı-Akgün Köyü

Ayrıntılı Tanımı: Kevgir Kalesi ismiyle bilinen kale; Erbaa ilçesi, Doğanyurt Bucağı, Akgün Köyü sınırları içerisinde Şahinkaya Baraj alanında kalmaktadır. Akgün Köyü, Ordu ili Akkuş ilçesi ile sınır teşkil eden Tifi Çayı üzerinde yer almaktadır. Ormanlık bir alanda, yalçın kayalıklar üzerinde kuzey-güney ekseninde kurulan kaleye ulaşım bugün için güneyden sağlanabilmektedir. Kuzey ve batısı kayalıklardan oluşan kaleye güney cephede dar bir alandan girilmektedir. Burada kayaya oyulmuş dört basamaklı bir merdivenle kale üzerine çıkılmaktadır. Girişin doğu tarafına moloz taşlardan set şeklinde bir duvar yapılmıştır. Bu duvarın güneyinde yaklaşık 6 m. çapında, 5 m. yüksekliğinde silindirik bir yapı yükselmektedir. Ayrıca kalede bir sarnıç, sarnıcın güneyinde de kale bünyesi içerisinde bulunabilecek çeşitli yapılara ait temel izleri görülmektedir.

Kalenin burçlarından biri ayakta kalmayı başardığı için Kekir Kalesi “Dibek Kalesi” tabiriyle de anılmaktadır. Kevgir ve Keygür adı yanında yine bir söylenceye dayanarak yörede “Keçi Kalesi” adıyla bilinir.

A. Bryer-D. Winfield’in eserinin dilimize çevrilen haliyle Kekir Kalesi’ne devam edelim:

“Bu, temelleri klasik dönem izleri taşıyan heybetli ve ürkütücü kale [Kekir Kalesi], Neokaisareia’dan [Niksar] Oinaion’a [Ünye] giden Orta Çağ (fakat modern dönem değil) rotası ile genellikle bu noktada bulunan ormangüllerinin (rhododendron) oluşturduğu fundalıklardan yukarıgaki dağ otlaklarına hakim bir konumdaydı.[4] Jerphanion, kalenin Mithridates’in büyük Kainochorion’u olduğunu ileri sürer ve burayı detaylı olarak tanımlar. [Age. cilt 2, Resim 28’de Kekir Kalesi görüntüsü]. Jerphanion: Mevki Küçük Asya’da karşılaştığımız en vahşi bölge diyebiliriz.[5] Günümüz yazarları söz konusu kaleye sadece uzaktan bakmıştır. Ayrıca, Kekir Kalesi’nin 3 km. güneyinde bulunan Ahretköy’de de harabe kalıntıları bulunduğu rapor edilmiştir. Kekir Kalesi’nin yaklaşık 9 km. kuzeydoğusunda Bayramlı adlı bir köy vardır. Bu köyün adı Hacı Ömer’in adından geliyor olabilir.”[6]

Günümüz yazarları Kekir Kalesi’ne sadece uzaktan mı bakmıştır, bilmiyoruz. Ancak gözünü define aşkı bürümüş insanlarımız izin alarak yahut kaçak biçimde bu tarihi mekana verdikleri zarar aralıksız sürmektedir.

 

Kekir Kalesi’nde Defineci Tahribatı

 

10.09.2018 tarihli haber: “Ordu’da 10 yıllık define kazısı fiyasko ile sonuçlandı!”

Akkuş ilçesi Alan Mahallesi yakınlarındaki Kevgir Kalesi'nde bulunan 3 odalı mağaranın altında [sözü edilen yer, kaledeki kaya mezarıdır] bir papazın gizlediği öne sürülen 60 ton altını çıkartmak için 7 ortaktan oluşan bir grup 2008 yılında harekete geçti. Ordu Müze Müdürlüğünden ruhsatlı olarak alınan bir aylık kazı izninin ardından paletli kepçe dâhil tüm araç ve aletler kullanıldı. Ancak bir aylık arama süresinde bir şey çıkmadı. Aynı grup resmi arama izinlerini her yıl yenileyerek 10 yıl boyunca aynı noktada arama yaptı.

Darphane kalesi olarak adlandırılan Kevgir Kalesi Efsanesi ise şöyledir:

MÖ. 2. Yüzyıl’da Pontus Krallığı döneminde darphane olarak kullanıldığı rivayet edilen Kale'de altını işleyen işçiler bu sırrı sızdırmamaları için zehirlenerek öldürülmüştür. Kale içindeki geçiş tünelleri ile altın basma potalarının bulunduğu tüneller taşlarla doldurularak kapatılmış, işlenmiş ve/veya işlenmemiş altınlarla birlikte cesetler yer altına gömülmüştür. Bu söylenceye dayanarak, on yıl boyunca sürdürülen, Müzeler Müdürlüğü, Maliye ve İçişleri Bakanlıklarından oluşan komisyon üyelerinin de gözlemcilik yaptığı, jandarmanın güvenlik tedbiri aldığı define kazılarından hiçbir sonuç elde edilememiştir.

Hasan Uğurlu Barajı'na akan Tifi Çayı, bir "U" yaparak kale topraklarını içine almış ve Erbaa topraklan kısmında kalmasına yol açmıştır. Tifi Çayı'ndan 399 m kadar yükseklikte bulunan kale bugün coğrafî yönden Akkuş topraklarına girmiş vaziyettedir. Tifi Çayı üzerindeki bir köprü ile de yakın bağlantılıdır.

 

 

26.10.2055, Ünyekent

https://www.unyekent.com/kose-yazilari/kekir_kalesi-3539.html



[1] Anthony Bryer, David Winfield, Karadeniz’in Ortaçağ Dönemi Eserleri ve Topoğrafyası, Cilt 1, s. 190

[2] Bkz. ÜTAG, A. Kabayel-A.D.Varilci, Türkler-3, 09.09.2009 tarihli Ünye Kent Gazetesi.

[3] Anthony Bryer and David Winfield, The Byzantine Monuments and Topography of the Pontos.

[4] Ormangülü, fundagiller (Ericaceae) familyasından Rhododendron cinsinin 800 kadar türünü içeren çiçekli bitkilerin ortak adıdır. Mor çiçekli ormangülü, Komar (Rhododendron ponticum) Karadeniz Bölgesi'ne özgü bir türdür. Günümüzde de söz konusu kalede ve civarında bol miktarda bulunmaktadır.

[5] Guillaume de Jerphanion (d. 3 Mart 1877, Pontevès - Fransa - ö. 22 Ekim 1948, Roma - İtalya) Cizvit rahibi, Fransız sanat tarihçisi, epigraf, fotoğrafçı. MélUSJ,5 (1912)

[6] Anthony Bryer, David Winfield, Karadeniz’in Ortaçağ Dönemi Eserleri ve Topoğrafyası, Cilt 1, s. 190-191


 

26.10.2022, Ünyekent

8- Kekir Kalesi Sur Kalıntıları-Foto. Hüseyin Yıldırım

7- Ormangülü-Rhododendron_pontica

6- Çökmüş tünellerden biri...

5- Tünel önünde Ahmet Kabayel'le...

4- Kekir Kalesi Kaya Mezarı-Detay

3- Kekir Kalesi-2003

2- Bryer-Winfield'den Kekir Kalesi, Akkuş yakınında , 
Jerphanion'un Kainochorion'u, 

19 Ekim 2022 Çarşamba

Ordu İli Akkuş İlçesi Yüzey Araştırması


Ordu İli Akkuş İlçesi Yüzey Araştırması

 

Tarih: 31 Ağustos 2022

 

Araştırma Ekibi:

 

Ekip Başkanı Ali Rıza Nal, Arkeolog, Kültür Bakanlığı Ünye Kaymakamlığı Turizm Bürosu Amiri,

 

Mihmandar Tahsin Akkaya, Akkuş Yerel Tarih Araştırma Grubu yöneticisi, yöresel araştırmacı, müzisyen, şair, basın mensubu.

 

Doç. Dr. İlhan Gök, Gümüşhane Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.

 

Ahmet Derya Varilci, Arkeolog, Ünye Tarih Araştırma Grubu mensubu.

 

Ahmet Soylu, Eğitimci, Ünye Tarih Kültür ve Doğal Varlıkları Araştırma Derneği Başkanı,

 

Ahmet Kabayel, Ünye Tarih Araştırma Grubu Başkanı ve ÜTKDVA Der. Yönetim Kurulu Üyesi

 

Bölge sınırları:

 

Ordu İli-Akkuş ilçesi sınırları içinde daha önce duyumu alınmış noktalar; Kızılelma (Yenikonak), Tifi Çayı Vadisi, Gökçebayır, Alan Köyü ve Akkuş-Erbaa sınırındaki Kevgir Kalesi. (Bkz. Akkuş Haritası.)

 

Amaç:

 

Belirlenen bölge üzerinde ekip halinde ve sistematik bir biçimde yürüyerek ve yüzeydekileri gözlemleyerek alan araştırmaları yapmak, elde edilen verileri toplamak, değerlendirmek.

 

Hedef:

 

Tespit edilen zenginliklerin yerinde değerlendirilmesi için resmi ve yerel kuruluşları harekete geçirmek, elde edilen veriler ışığında arkeolojik kazıların yapılmasına yönlendirmektir.

 

Bölgenin doğal zenginliğini ve kültür varlıklarını tespit ederken, kimi meraklı ellerde talan edilmesinin önüne geçmek, ilgili makamlar aracılığıyla gerekli önlemlerin alınmasını sağlamaktır.

 

Hazırlık

 

Yüzey araştırması öncesi, 31 Ağustos 2022, 08.30’da Ünye’de buluşma ve Akkuş’a hareket. Akkuş Kızılelma Köyü yolunda ekibin diğer üyeleriyle buluşma. İlk ziyaret, yol üzerinde 500 yıllık anıtsal gürgen ağacı ziyareti. (Resim 1)

 

Yenikonak (Kızılelma Köyü) Anıtsal Ağaç

 

500 Yıllık Gürgen ağacı veya literatür adıyla: Doğu Kayın ağacı (Fagus Orientalis).

 

Akkuş Nur Lokantası’nda Mola

 

Akkuş merkezde 70 senelik bir tarihe sahip olan Nur lokantasında sabah kahvaltısı. Sahibi rahmetli lokantacı Aziz’in oğlu Yusuf Bilgili’ye teşekkürlerimizle. (Reaim 2)

 

Akkuş Kaymakamlığı ve Belediye

 

Akkuş‘ta arkeolojik yüzey  araştırma öncesi kaymakamlığı ve belediyeyi ziyaret ettik. Kaymakamlıkla gerekli teması gerçekleştirdik ancak Akkuş Belediye Başkanı Sn. İsa Demirci ile dışarıda olduğu için görüşme sağlanamadı.

 

Gökçebayır Antik Yol-Köprü Kalıntısı

 

Yöre halkı tarafından Gavur Köprüsü olarak adlandırılan kalıntılar, Akkuş-Niksar Karayolu 16.km.’sinde bulunan Tifi Çayı kavşağından, Gökçebayır-Yalıköy yolunun yaklaşık 5. km.’sinde bulunmaktadır. Yolun alt kısmında Tifi Çayı bağlantılı Demircili İlazi dere yatağını dik kesen antik yol-köprü oluşumu; gayri nizami, üst üste yığılmış iri taş yahut kaya parçalarının, bağlayıcı (harç) ihtiva etmeyen konumu, Pontus Dönemi veya öncesine ait yol-köprü yapılarına benzemektedir. Çukurda kalan dere yatağının üst kısmında görülen lokal taşların yığılımı, jeolojik oluşumdan çok insan eliyle yapılmış bir tahkimatı andırmaktadır. Geri planda yer alan ve yer yer kesintiye uğrasa da taş dizilimi itibariyle “antik yol” intibaını veren bu oluşumların gerçek mahiyetini anlamak için bölgede ciddi bir çalışmaya ihtiyaç vardır.

Yöre halkınınGavur Köprüsü” biçiminde isimlendirmesi ve yöreden edinilen bilgiler ışığında eski bir yol oluşumunun kesintili biçimde ormanlık alana kadar devam ettiği duyumları ve bölgede gözlemlediğimiz lokal taş dizilimi, karayolunu dik kesen bir antik yolun varlığını göstermektedir. (Resim 3 ve 4)  

 

Gedikli Mahallesi Sit Alanı

 

Gedikli adı, bölgede askeri komutanlık yapmış olan Gedikli Çavuş’tan gelmektedir. Gedikli Mahallesi Karakuş Eski Yerleşim Alanı olarak bilinir. Bu alanda bulunan yapı kalıntıları halk arasında “Gavur Evi” olarak adlandırılır. Yerleşim kalıntıları, tam olarak Çukurköy Camii boğazı ile Gedikli köyü Paşael merkez mahalle arasındadır.

Söz konusu bölge sit alanı ilan edilmiştir. Kayıt sureti şu şekildedir:

Envanter Adı: ARKEOLOJİK SİT (GEDİKLİ MAHALLESİ)

Envanter Kodu: TR.SIT.52.031.004

Konum Bilgileri: Ordu ili, Akkuş ilçesi, Köy: Gedikli Merkez Mahalle, Paşael

Ada:236, Parsel:2

Koordinatları: 40.7585 , 36.9489

Alanda yapılan incelemeler sonucu antik kalıntılar bulunduğu bildirilmiştir. Samsun Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmiştir.

Bu alan, geniş yeşil bir düzlükte, yer yer yükselen tepelerden oluşmaktadır. Alan üzerinde ve yakın çevresinde yapılaşma bulunmamaktadır. Söz konusu geniş alanın orta bölümünde yarısı toprağın içinde yer alan kerpiç yapı kalıntıları gözlemlenmiştir. (Resim 5 ve 6)

Geniş alanda yer alan tepelerin höyük olma ihtimali yüksektir.

Gedikli - Çukurköy sınırında, Çavdar Köyü sınırı arasında kalan Dimil Mevkiinde gözlenen yükseltinin, büyük bir yerleşime sahip bir höyük olabilir. Ayrıca söz konusu caminin güneydoğu tarafında, Gürcüoğlu Mevkiinde ve karşı tarafında bulunan dört adet tepede de höyük tipi oluşumlar bulunmaktadır. 

Gedikli hinterlandında Çukurköy sınırları içinde yer alan Taş Mektebin, Osmanlı kayıtlarına göre ilk inşa edilen camii yanında Tıngazoğulları tarafından yapıldığı, bağlantılı bir han bulunduğu ve sekiz asker ile hizmet veren bir karakolun aynı yerleşimde yer aldığı söylenmektedir. Yörede gavur harmanları ve keşfi yeni yapılmış olan iki adet mağara bulunmaktadır. Dünyanın her yerinden gelinip sülük alınan Sülük Gölü, birçok kişinin boğulmuş olduğu oyulmuş kaya içindeki Aşlı Göl de Çukurköy sınırları içinde yer almaktır.

Çukurköy Camii mezarlığında bulunan bir mezar, yörede muamma olarak bilinmekte ve hala gizemini korumaktadır. Mezarın baş tarafında Osmanlıca 812 yazmaktadır. Ebatları normalden çok daha büyüktür. (2,5 x 2,5 m.) Yöre halkının yatır olarak kabul ettiği bu mezarın önemli bir Osmanlı paşasına veya ulemadan bir kişiye ait olabileceği kanısındayız.

Çukurköy Camii mevkiinde eski tuğla ve kiremit parçalarına rastlanmıştır. Kiremitlerin pişirildiği ocaklara ait olduğu sanılan kalıntılar ise yine bu bölgede bulunmuştur.

 

Kevgir (Kekir) Kalesi

 

Tokat Erbaa sınırları içinde kalan, Akkuş-Alan Mahallesi sınırındaki Kevgir Kalesi gezimizin son durağı oldu. Tifi Çayı’nın sınırladığı kale Akkuş-Erbaa arasında yer alır. Ekip arkadaşlarımız tarafından daha önceki yıllarda ziyaret edilmiş olan Kale’deki gözlemlerimiz, zaman içersinde bu tür tarih-kültür varlıklarının ne denli tahribe uğradıklarının somut bir göstergesi olmuştur. Pontus döneminde önemli bir müstahkem mevkii olan kalenin kalıntıları, her geçen yıl defineciler veya bilinçsiz ziyaretçiler tarafından tahribe uğratıldığı görülmüştür. Özellikle kaleye tırmanılan girişin bir kısmı büyük bir yıkıma uğramış, zaten kötü ve çökmüş durumda olan dehlizler inanılmaz ölçüde bozulmuştur. Karadeniz’in zorlu iklim koşulları yanında bir takım meraklı çevrelerce oluşturulan bu tahribatın önüne geçilemezse, yakın gelecekte kaleden geriye hiçbir şey kalmayacaktır. (Resim 7 ve 8)

Kevgir Kalesi’nin tahribiyla ilgili görüşlerimizi Kültür Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğüne resmi bir yazıyla bildirmiş olup bu konuda gerekli düzenlemenin yapılmasını ve önlem alınmasını talep ettik.

 

Evinde mola verdiğimiz aile Muzaffer Cerez’e, gezimize eşlik eden Cemil Göncü’ye (şehit babası) ve Kaya Güneş’e teşekkürü borç biliriz.

 

 

Harita, Fotoğraflar ve fotoğraf alt yazıları

 

Ünyekent, 19.10.2022

https://www.unyekent.com/kose-yazilari/ordu_ili_akkus_ilcesi_yuzey_arastirmasi-3525.html


 
Resim 1- Yenikonak (Kızılelma Köyü) Anıtsal Ağaç

Resim 2- Araştırma ekibiyle Akkuş Nur Lokantası’nda 

Resim 3- Akkuş Gökçebayır Antik Yol-Köprü Kalıntısı

Resim 4- Akkuş Gökçebayır Antik Yol-Köprü Kalıntısı


Resim 5- Akkuş Gedikli Mahallesi Sit Alanı-
Kaynak Karadeniz Kültür Envanteri

Resim 6- Akkuş Gedikli Mahallesi Sit Alanı-
Kerpiç yapı kalıntıları

Resim 7- Tifi Çayı'nın sınırladığı Kevgir Kalesi

Resim 8- Kevgir Kalesi giriş bölümü tahribatı






12 Ekim 2022 Çarşamba

Osmanlı Okumaları


Osmanlı Okumaları

 

Son Osmanlı Sultanı Vahdettin “hain miydi?” tartışması üzerinden yazdığımız iki makaleye doğrudan olmasa da, yazıdaki bazı ifadelere “dolaylı” eleştiriler geldi.

Efendim, neden anlı şanlı tarihimizin altın harflerle yazılan başarıları değil de, müşkül durumları anlatılıyor?

Ne demişiz “müşkül” durumlarla ilgili:

“Ecdadımızla ilgili övgü, böbürlenme ve şişinme ihtiyacını “en iyiler” ile yapsak bile, kusurlarını görmezlikten mi geleceğiz?” demişiz…

“Örneğin Kanunî’nin o muhteşem saltanatının 46 yılını sadece övgüyle mi dolduracağız? Taht uğruna öz evladını boğazlattığını yazmayacak mı tarih?”

“İstanbul’un fethi, “Kardeş Katlini” meşrulaştıran II. Mehmet kanunlarını unutturacak mı?” demişiz ki, konuya ilişkin yazdıklarımızın hepsi bu kadar…

Sadece bu kısmına takılmışlar iki bölümlük makalenin…

Ne diyorlar?

Batı tarihinde de taht kavgaları olmuştur… Özellikle derebeylerin iktidar savaşımı tarihe damgasını vurmuştur. (Games of Thrones Tv dizisi, Shakespeare’nin Macbeth’i ve Kral Lear, verilen örnekler arasında.)

Okur daima haklıdır, diyemeyeceğim.

Zaten eleştirirken bile Osmanlı’nın “iyi” ve “muhteşem” yanını görmüşüz, “fetih” olgusuyla birlikte ele almışız; daha ne yapalım, kusur kısmını görmezden mi gelelim?

Aksine konu üzerinde biraz daha düşünelim, derim…

 

Muhteşem Yüzyıl’da Evlat Katliamı

Galiba Kanuni’nin oğlu Mustafa’yı boğdurması, Halit Ergenç’in başarıyla canlandırdığı bir TV dizisi falan zannediliyor. Sanki tarihte böyle bir olay yaşanmamış, senaryo gereği Şehzade Mustafa padişah babası Kanuni Sultan Süleyman tarafından öldürülmüş…

Oysa olay Şehzade Mustafa’yla bitmiyor, diğer oğlu Bayezid ve dahi evlatlarını sığındıkları Acem sarayında boğduruyor.

Damadı İbrahim Paşa’yı ve Cem Sultan’ın torunlarını hiç hesaba katmıyoruz...

Çünkü evlat katli, ülke bekası için kardeş katlini meşru sayan Fatih Kanunlarından daha beter bir uygulamadır. Üstelik bu evlat, tahtı ele geçirmek üzere kılıç kuşanmamış ve isyana yeltenmemiş bir şehzadeyse eğer, gerçekten yazık!

Muhteşem Yüzyıl dizisinin en sevilmeyen yanı bu konulara da el atmış olmasıdır.

Eski bir Türk-Moğol geleneğidir; iktidar için kardeş katli, babanın bertaraf edilmesi sık görülür. Cengiz’in kardeşini öldürmesi, Mete Han’ın babası Teoman’ı öldürtmesi gibi…

Ancak evladını katleden hükümdara fazla rastlamıyoruz.

Saltanat verâseti hakkında Neşrî (1493), kardeş katlinin Osmanlılarda “âdet-i kadîme” olduğunu işaret eder. Osman Gazi’nin amcasını öldürmesi, I. Murad’ın kendisine karşı ayaklanan kardeşleri Halil ve İbrahim’i idam ettirmesi, oğlu Savcı’nın gözlerini kör ettirmesi ilk akla gelen örneklerdir.

Fatih’in Kanûnname’sindeki madde aynen şöyledir:

1. Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, 2. Karındaşların nizâm-i âlem için katletmek münâsibdir, 3. Asker “ulemâ dahi tecvîz itmişdir, 4. Anınla ‘âmil olalar.” (Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye, c. II, s. 82)

Sırf bu maddeden olarak, masumların bazıları dilsizler tarafından ana kucağından koparılarak cellâda teslim edildi. Tarihi yarımadanın türbelerinde çok sayıda küçük sandukanın yer alması bu yüzdendir.

Nizâm-i âlem için yapılan bu katliamlar karşısında halkın tepkisini çekmemek için “kafes” usulü getirildi. İki kez tahta oturtulan I. Mustafa toplam 30 yıl, haremde bir dairede hapis tutuldu. Ömrünün 1 sene 6 ayını padişah, 30 yılını kafeste, 11 yılını da dışarda geçirmiş olan I. Mustafa, öldüğünde 48 yaşındaydı. (M. Kızılkaya, İki darbeyle gelip iki darbeyle giden padişah!, Habertürk, 02.10.2020)

Büyük kardeşe Osmanlı tahtını münasip gören ekberiyyet usulü de kardeş katlinin önüne geçememiş. I. Ahmed’le birlikte iktidarı büyük ve yetenekli olan kardeşe münasip gören Ekber ve Erşed dönemine geçilmiş olsa da, Osmanlı sarayında kardeşkanı dinmemiş. Hiç erkek çocuğu olmayan IV. Murad, üç kardeşini idam ettirmiş, yalnız İbrahim’i (Deli İbrahim) hayatta bırakmıştır; hanedan onun çocukları yoluyla Osmanlı tahtını devam ettirebilmiş. Hoşumuza gitmese de ecdadımızın tarihi böyle!

 

Üç Bin Yıllık Bekleyiş (2022)

Geçen ay gösterime giren Üç Bin Yıllık Bekleyiş adlı George Miller filminde,  aynı tarihi atmosfer (bu defa masalsı bir tonda) karşımıza çıkıyor.

Filmle ilgili eleştirilere bakıyorum, yazdığımız makaleye karşı tepkilerle neredeyse aynı.

“Osmanlı döneminde geçen kısımlar gerçekle pek ilgisi olmayan fantezi sahnelerdi.”

“Osmanlı'yı haremden ibaret gibi göstermişler, kara propaganda filmi tamamen, müzikler orta doğu ezgileri, bizi hep onlardan biri gibi gösterme çabaları var maalesef...”

“Batı hâlâ Osmanlı Sarayı'nı bir sirk olarak ve olağanüstü entrikaların döndüğü bir yer olarak biliyor herhalde... Türk tarihçilerin eserleri hâlâ ellerine geçmemiş olmalı, batılı aptal tarihçilerin uydurma hikayelerle doldurdukları ve vâkıf olamadıkları olaylarda hayallerinde canlandırdıkları gibi yazdıkları kitaplarla yetiniyorlar anlaşılan.”

George Miller’ın Üç Bin Yıllık Bekleyiş (Three Thousand Years of Longing) filminin konusu ağırlıkla İstanbul’da geçiyor. Filmin senaryosunu Miller ile beraber Augusta Gore kaleme almış ve A.S. Byatt’ın The Djinn in the Nightingale’s Eyes isimli kısa hikayesinden uyarlanmış. Oyuncu kadrosunda ise Tilda Swinton - İdris Elba ikilisiyle beraber Erdil Yaşaroğlu, Zerrin Tekindor, Ece Yüksel, Oğulcan Arman Uslu, Burcu Gölgedar ve Seyithan Özdemir gibi yerli isimler yer alıyor.

Mekan İstanbul ama pek “tanıtıma” yer verilmemiş.

Eleştirilere haklılık kazandıracak ölçüde de Osmanlı’nın “arızalı” kısmı işlenmiş, diyerek konuyu şöyle özetlemeye çalışalım:

Kapalı Çarşı’dan alınan bir çeşmibülbüle hapsedilmiş bir cin (Idris Elba) ile bilgin Alithea (Tilda Swinton), İstanbul'da Pera Palas’ın bir odasında (Agatha Christie’nin kaldığı sır dolu oda) karşı karşıya gelirler. Cin, eğer özgürlüğünü kazanmasına yardım ederse Alithea'nın üç dileğini yerine getireceğini söyler. Böylece tarihte bir yolculuğa çıkarlar...

Aksiyon filmlerinin başyapıtı sayılan bir önceki filmi Mad Max: Fury Road ‘da gördüğümüz karmaşayı aynen bu yapıma da taşıyan George Miller’in bu filmi bizi daha çok Osmanlı tarihine bakış açısıyla ilgilendiriyor.

 

Batılı Gözüyle Osmanlı

Oryantalizm, Yakın Doğu ve Uzak Doğu toplumlarının, kültürlerinin, dillerinin ve halklarının incelendiği Batı kökenli bir araştırma alanıdır. Sanat tarihini, arkeolojiyi, edebiyatı ve kültürel çalışmaları da içeren bir anlayışla Doğu dünyasına bakışı ifade eder ki, Doğu dünyası üzerinde hegemonya kurabilmeyi kolaylaştıran ve ön yargılardan beslenen bir düşünce sistemine dönüşmüştür.

Buna rağmen durumu batılı “aptal” tarihçilerin uydurma hikayeleri olarak görmek ve vâkıf olamadıkları olaylar biçiminde yorumlamak fevkalade yanıltıcıdır.

Osmanlı resmi tarihçileri (Vak’a Nuvis) ve Naîma gibi saray tarihçilerinin eserleri, maalesef tarihi gerçekleri yansıtmaktan uzaktır. Tanzimat’la birlikte başlayan Batılılaşma hareketi, tarih yazımına da yansıdı. Namık Kemal’in “Osmanlı Tarihi” gibi eserleri, bu dönemde Batılı bir anlayışla kaleme alındı. Osmanlı tahrirleri, salnameler ve amal defterleri ise ciddi anlamda ancak Cumhuriyet döneminde ve Atatürk’ün kurdurduğu Türk Tarih Kurumu aracılığıyla okunmaya başlandı. Akademik çevrelerin de etkisiyle Başbakanlık Arşivlerinde ve kütüphanelerde toplanan belgeler değerlendirildi, Türk ve Osmanlı tarihi Batılı kaynaklarla karşılaştırılarak yeniden yazıldı. Ne yazık ki, belli bir aşamaya kadar kendi tarihimizi Batılı kaynaklardan öğrendik. Sıkça referans gösterdiğimiz Halil İnalcık ve ekibi bile Osmanlı-Türk Tarihini gidip Amerika’da kurdukları bir kürsüyle teşrih masasına yatırmışlardır.

 

Günümüzde Osmanlı Okumaları

İki belirgin cephe çıkıyor karşımıza. Biri, son dönem Osmanlıcılığı ile öne çıkan eski metinleri okuma çabasıdır ki, daha çok dini pasajlar, şanlı tarih sayfaları ve eski mezar taşları ile ilgilidir.

Diğeri Osmanlı arşivlerini ve ilgili belgeleri bulup çıkaran, çözümleyen ekoldür. Halil İnalcık ekolü gibi… 

İlk cephe, orta eğitim kurumlarına kadar yaygınlık gösteren bir eğilimdir. İki örnekle açıklayalım:

Ali Dilmen Anadolu Lisesi öğrencileri 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı etkinlikleri çerçevesinde İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü konferans salonunda “Tarih Okumaları / Osmanlı Tarihinden Kesitler” adlı panel düzenledi. (Ajanslardan alıntı.)

İkinci örnek “biksad” adlı bir kuruluşun, 15 Mayıs 2018 tarihli faaliyeti; “Bu yılın son ‘Osmanlı Türkçesi Okumaları’ dersi mezar taşı okumalarıyla sona erdi. Önümüzdeki yıl için başvurulular başladı.”

Diğer cephe için fazla bir şey söylemeye gerek yok, başvuru kaynağımızı daha çok bu cephe teşkil ediyor. Bu nedenle Prof. Dr. Taner Timur, 'Osmanlı Okumaları' hakkındaki not ve özetlerini paylaşmak için internet sitesi açıyor.

Her iki cepheyi de yabana atmamak gerekiyor, konuya yeniden dönmek umuduyla…








 

 12.10.2022, Ünyekent

https://www.unyekent.com/kose-yazilari/osmanli_okumalari-3509.html

 


 

5 Ekim 2022 Çarşamba

Hıyanet-i Vataniye



Hıyanet-i Vataniye

 

 Padişah Vahidettin üzerinden sürdürdüğümüz “vatan hainliği” konusuna tarihi kökleri ile devam edelim…

Osmanlı’da vatana ihanet gibi “büyük boyutlu” bir suça hüküm verebilecek tek irade vardır, Padişahlık makamı!

Onaycısı da şeyhülislam’dır.

II. Abdülhamid’e kadar işlerin böyle yürüdüğünü görüyoruz.

Sonra Tanzimat, Meşrutiyet… Derken, işin şekli değişiyor.

Osmanlı’nın Çöküş Dönemi olarak kabul edilen bu süreçte üç önemli dönem söz konusundur.

 

Tanzimat Dönemi

 

Tanzimat, Osmanlı İmparatorluğu'nda 1839 yılında Tanzimat Fermanı olarak bilinen Gülhane Hatt-ı Şerifi'nin okunmasıyla başlayan modernleşme ve yenileşme dönemidir. II. Mahmud'un vefatı, Abdülmecid'in tahta çıkması ve Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın etkili olduğu yıllardır. Abdülmecid'in vefatının ardından Abdülaziz’in 15 yıl süren saltanat döneminin sonuna kadar sürer. 

37 yıl süren bu dönem boyunca Osmanlı tarzı mutlak monarşi rejiminin çöktüğü görülmüş ve Avrupa tarzı yönetim modellerine yönelim başlamıştır. Örneğin, Tanzimat fermanından altı ay sonra Ceza Kanunname-i Hümayunu Fransa'dan esinlenerek düzenlenmiş ve kabul edilmiştir. Ayrıca geleneksel mülkiyet biçimleri yerine Batı tipi kapitalist ilişkilere geçilmiş, devlet kurumları Batı tarzı düzenlenmiş, mühendislik ve tıp alanında modern okullar açılmıştır.


 




1. Meşrutiyet (23 Aralık 1876 – 14 Şubat 1878)

 

II. Abdülhamid’in tahta çıkış vesilesi olan 1. Meşrutiyet, yeni padişah II. Abdülhamid tarafından ilan edilen, anayasal monarşi rejiminin ilk dönemidir. Bu dönemin anayasası Kanun-ı Esasi’dir. Türk tarihinin ilk anayasasıdır. Anayasaya göre yürütme organı padişah II. Abdülhamid, Yasama organı ise Meclis-i Umumi'dir. (Meclis-i Âyan ile Meclis-i Mebûsan.)

1 Meşrutiyet ilanından bir yıl sonra Rus savaşını bahane eden Sultan II. Abdülhamid, anayasayı (Kânûn-ı Esâsî) rafa kaldırarak meşruti yönetimden vazgeçmiştir.

Kânûn-ı Esâsî adı verilen bu anayasa “temel kanun" anlamına gelmekteydi. 23 Aralık 1876'da ilan edilmiş, 14 Şubat 1878'de II. Abdülhamid tarafından askıya alınmıştı, 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı sonucu yeniden yürürlüğe girdi. 1921 Anayasası'nın (Teşkîlât-ı Esâsîye Kanunu) kabul edildiği 20 Ocak 1921 tarihi ile 1924 Anayasası'nın yürürlüğe girdiği 24 Mayıs 1924 tarihi arasında ise kısmen yürürlükte kaldı.

 

2. Meşrutiyet (23 Temmuz 1908-11 Nisan 1920)

 Osmanlı Anayasası'nın, 30 yıl askıda kaldıktan sonra, 23 Temmuz 1908'de yeniden ilan edilmesiyle başlayan dönemdir. Bu dönem de Mebuslar Meclisi'nin Sultan Vahidettin tarafından 11 Nisan 1920'de tasfiyesi ile sona erdiği kabul edilir.

Sadece Osmanlı’nın değil, tüm Türkiye tarihi açısından önemli olan bu dönemleri özetledikten sonra esas konumuza geçebiliriz.

 

Önce kim “Vatan Haini” İlan edildi?

 Nutuk’ta Atatürk’ün Sultan Vahidettin’i ve şürekâsını “hain” ilan etmesinden çok önce, henüz Kurtuluş Savaşı’nın hazırlık aşamasındayken, Vahidettin’in iradesiyle Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliyecilerin hain ilan edildiklerini ve haklarında idam hükmü kararı verildiğini hatırlatalım. 5 Nisan 1920’de kurulan 4. Damat Ferit Hükümeti, padişahın iradesiyle Milli Mücadeleye karşı bir “iç savaş” başlatmıştı. [Bkz. Sina Akşin, İç Savaş ve Sevr’de Ölüm, İst. 2010.] 11 Nisan’da da Şeyhülislam Dürrizade’nin “Kuvayı Milliyecilerin katli vaciptir” fetvası yayınlandı. Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde Vahidettin’in Mustafa Kemal ve bazı arkadaşları hakkında verilen gıyabi idam kararını onaylayan 24 Mayıs 1920 tarihli iradesi yer almaktadır. (Bkz. BOA, İ.DUİT, 175/46/1. Takvimi Vekayi, 27.5.1336–1920)



Bu hükme Ankara Hükümeti’nin cevabı gecikmedi, birkaç gün sonra Hıyanet-i Vataniye Kanunu geldi.  

 

Hıyanet-i Vataniye Kanunu

Kanun, 29 Nisan 1920'de çıkarıldı. Kanunu çıkaran İstanbul’daki Saray Hükümeti değil, Ankara’daki Büyük Millet Meclisi’dir. Osmanlı’da bu tarihi dönem, “İkili İktidar” dönemi olarak bilinir.

Hıyanet-i Vataniye Kanunu 12 Nisan 1991'e kadar yürürlükte kaldı. 

Türkiye’de vatana ihanet suçuna dair çıkarılan ilk yasadır:

 

Madde 1: Yüksek hilâfet ve saltanat makamını ve padişahın korunmuş memleketlerini ecnebilerin elinden kurtarmak ve taarruzları def etmek maksadına matuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyani tazammun eden sözle, fiille veya yazı ile muhalefete veya ifsadatta (halka yolunu saptırmakta) bulunan kimseler vatan haini sayılırlar.

Madde 2: Fiilen vatan hainliğinde bulunanlar asılarak idam edilir.

Madde 3: Vaiz ve hitabet suretiyle alenen ve çeşitli zeminlerde söz ve hareketleriyle vatan hainliği cürmüne tahrik ve teşvik edenlerle işbu tahrik ve teşviki yazı ve resimlerle yayanlar geçici küreğe konulurlar.

Madde 7: Vatana ihanet sanıklarının yargılanması en çok 24 gün içinde karara bağlanır,

Madde 8: Temyiz edilemez.

 

23 Nisan 1920'de kurulan Büyük Millet Meclisi’nin çıkardığı ikinci kanun, 29 Nisan 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu’dur. İlk kanun Ağnam Vergisi’dir. (Küçükbaş hayvanlardan alınan vergi.)

İttihat ve Terakki hükümetince Birinci Dünya Savaşı sırasında çıkarılan Hıyanet-i Askeriye Kanunu'ndan esinlenen Hıyanet-i Vataniye Kanunu’ndan belirgin amaç, o aşamada henüz otoritesi ve meşrutiyeti tartışmalı olan TBMM'ye yönelik muhtemel direnişleri kırmaktır. Bu kanunu daha iyi uygulamak için 18 Eylül 1920'de İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. İstiklal Mahkemeleri 1923'e kadar olan dönemde 1000 ila 1500 arası idam kararı vermiş ve çoğunu uygulamıştır. (Bkz. Prof. Dr. Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s. 155)

İstiklâl mahkemesi, Kurtuluş Savaşı sırasında çıkarılan özel bir uygulamadır. Yağmaya girişenleri, bozguncuları, casusları, asker kaçaklarını ve kurtuluş hareketini engellemeye çalışanları yargılamak üzere kurulmuş olağanüstü mahkemelerdir. İlk dönem İstiklâl Mahkemeleri, Ankara'daki hariç olmak üzere 17 Şubat 1921 tarihinde kapatıldı. İkinci dönem İstiklâl Mahkemeleri çalışmalarına 30 Temmuz 1921'de başladı ve 1923'ün Ekim ayına dek faaliyetlerini sürdürdü. Üçüncü ve son dönem İstiklâl Mahkemeleri ise 1923 ile 1927 yılları arasında etkin oldu. Uğur Mumcu'ya göre bu son dönem kurumları mahkeme değil, savaş ve ihtilal gibi özel durumlarda isyancı, bozguncu ve karşı devrimcilerin yargılandığı anti-demokratik "infaz kurulları"dır.

15 Nisan 1923'te ve 25 Şubat 1925'te Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na bazı ekler yapılmış, "dini ve mukaddesatı siyasi amaçlara esas ve alet etmek maksadıyla cemiyet kuranlar" da vatan hainliği kapsamına alınmış ve idamla cezalandırılmıştır. 23 Aralık 1930’daki Menemen Olayı ve benzerleri bu kanun hükmü uyarınca yargılanmışlardır. Anayasayı cebren tağyir, eyleme iştirak ve azmettirme suçu, “Vatana İhanet”in diğer yüzüdür. Nazım Hikmet’in suçlanması ve “Vatan Haini” adlı şiirinin ortaya çıkışı, Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun “Anayasa’yı ihlal” suçuna dönüşmesiyle mümkün olmuştur.

Sonuçta Hıyanet-i Vataniye Kanunu 12 Nisan 1991’de yürürlükten kaldırılmıştır. Aynı tarihte 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu düzenlenmiştir.

Günümüz Türk ceza hukukunda vatana ihanet suçu tanımlanmamıştır. Ancak Türk Ceza Kanunu'nun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, düşmanla işbirliği yapmak, devlete karşı savaşa tahrik, temel milli yararlara karşı hareket, askeri tesisleri tahrip ve düşman askeri hareketleri yararına anlaşma, düşman devlete maddi ve mali yardım konularını işleyen 302–308. maddeleri, geleneksel olarak vatana ihanet kapsamına giren suçları içerir.

 

05-10,25022, Ünyekent

https://www.unyekent.com/kose-yazilari/hiyanet-i_vataniye-3495.html