19 Nisan 2022 Salı

Rus Bombardımanı ve Ünye’de Bulunan Gülle


Rus Bombardımanı ve Ünye’de Bulunan Gülle

  

18. yüzyılın son çeyreğinde ve 19. yüzyılın ilk yarısında gerçekleşen teknolojik devrim, yaşamın bütün alanlarında olduğu gibi, askeri endüstri üzerinde de büyük etkileri oldu. Bu etkilerin yarattığı sürecin temel özelliği, silah üretiminin makineleşmesi ve silah fabrikalarının kurulmasıydı. Silahlar artık başka herhangi bir tüketim nesnesi gibi kitlesel olarak üretilmeye başlamıştı.

I. Dünya Savaşı’na giden süreçte Osmanlı devleti, Akdeniz’de yitirdiği deniz üstünlüğünü takiben Karadeniz’de de savaş gücünü kaybetmişti. Yeniden toparlanma hamlesine girişen Osmanlı Devleti, Almanya yanında yer aldı. Osmanlı donanmasının 28-29 Ekim 1914 gecesi Rusya’nın Sivastopol ve Odesa limanlarını bombalaması ile fiilen I. Dünya Savaşı’na girmişti. Bu hadiseyi gerçekleştiren, Amiral Souchon komutasındaki Yavuz ve Midilli adı verilerek Osmanlı donanmasına katılan iki Alman zırhlısı, Karadeniz’deki kuvvet dengesini Osmanlı Devleti’nin lehine çevirememekle birlikte önemli bir psikolojik etki yaratmış ve 1853-1856 Kırım Savaşı’ndan sonra Rusya’ya yeniden saldırma cesaretini güdülemişti. Bu olay üzerine Rusya 2 Kasım’da, İngiltere ve Fransa 5 Kasım’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiler. Osmanlı Devleti de bunlara 12 Kasım1914’te karşılık verdi.

Ocak 1916’da Lazistan Sancağı kıyılarında başlayan Rus bombardımanı ve ardından yaşanan işgal, 18 Nisan’da Trabzon Vilayeti’nin merkez sancağı olan Trabzon şehrinin işgaliyle sonuçlanmıştır. Karadeniz kıyısında Rus bombardımanlarına hedef olan kentlerin başında Samsun ve Trabzon gelmekteydi. Tirebolu, Ünye ve Fatsa bu dönemde çeşitli defalar saldırıya maruz kalmıştı.[1]

 

Savaşın Teknolojik Boyutu ve Gemilerin Rolü


 Rusya-Ukrayna Savaşı’nda geçtiğimiz hafta “saf dışı” kalan Rus Amiral Gemisi’ne ilişkin tartışmalar halen sürmektedir. Konu önemli çünkü İngiltere-Arjantin arasında cereyan eden Falkland Savaşı’nda Arjantin Amiral Gemisi vurulmuş ve Arjantin savaştan çekilmek zorunda kalmıştı.

  20. yüzyılın başlarında, düşmanın savunma hatlarının yarılmasında en etkili yol hala ağır topçu ateşiydi. Bu nedenle ağır topların üretimi ve teknik kapasitelerinin ve tahrip güçlerinin geliştirilmesi çabaları devam ediyordu. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce 38 kalibreliğe kadar top üretilmişti. Ancak hareket kabiliyeti yüksek sahra topu, savaş öncesine kadar hala topçuluğun belkemiğini oluşturuyordu. Fransızlar 1897’de 7.5 santimetrelik ünlü sahra toplarını üretmişlerdi.

19. yüzyılın ikinci yarısı, Avrupalı silah sanayileri için oldukça önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Silah teknolojisinde hızlı bir biçimde ortaya çıkan ilerlemeler ve seri üretim, bu silahlara pazar bulma sorununu da ortaya çıkarmıştır. Özellikle Çin, Güney Afrika, Türkiye, Balkanlar, Uzakdoğu ve Güney Amerika gibi ülkeler ve çevrelerinde ortaya çıkan kriz ve çatışmalar, silahlanmayı zorunlu hale getirince, Avrupalı silah firmaları bu alanlarda Pazar kapma yarışına girdiler. Bu silah firmaları, daha sonra “silahlı barış” kavramını siyasî ve askerî literatüre sokarak, ilgili ülkelere silah satışını kolaylaştırmanın yollarını aramaya başladılar.[2]

İçten yanmalı motorların kullanımı, Birinci Dünya Savaşı’nda gittikçe gelişen büyük bir rol oynamıştır. Orduların her geçen gün daha fazla motorlu taşıt kullanmaya başlamalarına karşın, savaşın sonunda bile ata dayalı ulaşım hala ağırlıktaydı. 20. yüzyılın başında birçok Avrupa ülkesi, silahlı ve zırhlı birçok prototip motorlu taşıt üretti ve savaşta kullandı.

Uçakların henüz yaterince etkinleştirilemediği süreçte en etkili güç her dönem olduğu gibi yine deniz kuvvetleriydi.

Birinci Dünya Savaşı’nda deniz savaşlarında etkili olan en önemli iki silah, mayın ve torpil olmuştur. Torpiller ise Birinci Dünya Savaşı’nda etkin bir araç olarak kullanılan denizaltıların en önemli ve sonuç alıcı silahıydı. Yönlerini kontrol etmek amacıyla jiroskopun uyarlanmasıyla torpiller daha etkili hale getirildi.

Birinci Dünya Savaşı, sadece askerler arasında değil, savaşan tarafların bilimsel ve teknolojik birikimleri, becerileri, perspektifleri, yaratıcılıkları, ekonomik güçleri vb. arasında da süren çok yönlü bir savaş olmuştur.

 

Rus Donanması ve Rostislav Zırhlısı

Rus İmparatorluk Donanması'nın küçük bir kıyı savunma gemisi olarak tasarlanan Rostislav gemisi, sonradan 1.600 ton eklentiyle boyutları ve donanımı genişletilerek açık deniz savaş gemisi haline getirildi. Rostislav , kömür yerine akaryakıt yakan dünyanın ilk savaş gemilerinden biri oldu. Savaş kabiliyeti, fiili Rus standardı olan 12 inç (305 mm) yerine 10 inçlik (254 mm) ana topların kullanılmasıyla daha esnek ve saldırıya yönelik hale getirildi.

İmparatorluk Donanması'nın Saray üyeleri tarafından komuta edilen bu geminin ana silahı, ön ve kıçta Fransız tarzı, orta eksenli ikiz taretlere monte edilmiş iki çift 10 inç (254 mm) 45 kalibrelik Model 1891 topundan oluşuyordu. 91,4 lb (41,46 kg) ağırlığında ve 2,600 ft/s (792 m/s) namlu çıkış hızına sahip mermiler ateşlemekteydiler. Her biri +20° yükseklikte ateşlendiğinde maksimum 12.602 yarda (11.523 m) menzile sahiptiler.[3]

Gemiden ateşlenen mermi namlu içinde gittikçe hızlanarak yol almakta ve maksimum hıza ulaşarak namlu ağzından dışarı fırlamaktaydı. Merminin ateşlenmesi sırasında açığa çıkan basınçlı gazların topu geri doğru itmesi bir geri tepme düzeneği aracılığıyla önlenmekteydi. Yivli toplardan fırlatılan mermi, havada kendi ekseni çevresinde hızla dönerek yol aldığından, dengesini kendi kendine düzenliyor, mermi hedefe çarptığında patlıyor ve şiddetli basınç dalgaları gaz ya da çeşitli parçacıklar saçarak hedefi tahrip ediyordu. 240/35’lik toplar, dakikada 2 mermi atabilir duruma gelmişti. 240/35’lik topun bu mermileri arasında özellikle tahrip danesi, dip tapalı tahrip danesi ve külahlı zırh danesi kullanılıyordu.

Tahrip Danesi, malzemelere ve insanlara karşı kullanılan, içinde paralanma hakkı olarak, yüksek süratli bir infilak maddesi bulunan mermidir.

Rostislav Zırhlısı 4 Kasım 1914'te Karadeniz Filosuyla birlikte savaşın ilk muharebe harekatı için yola çıktı: Zonguldak'ın bombardımanı. Operasyon, Sivastopol'a yönelik Türk-Alman saldırısına misilleme olarak tasarlandı.

Daha sonra Kafkas Ordusu'nun kara operasyonlarını desteklemekle görevli Batum Grubu'nun amiral gemisi oldu. İlk ortak eylemleri 5 Şubat 1916'da Arhavi yakınlarında başladı. Sadece ilk gün gemi Türklere 400 top mermisi ateşledi. Rize ve Trabzon’un işgalinde  amfibik çıkarma desteğinde bulundu.

1916 Temmuz'unda Sinop’a kadar olan kıyı şeridinin bombalanmasında ve açıktaki gemilerin vurulmasında görev aldı.

1916’nın Ağustos ayında Köstence Grubu'nun amiral gemisi olarak Romanya kıyılarına transfer edildi.

Muhtemelen Ünye’yi bombalayan Rus gemilerinden biri Rostislav gemisiydi.

 

Ünye’de Bulunan Top Güllesi

 1991 yılı yazında Ünye Yalı Mevkii’nde bir gülle bulundu. Rahmetli Rüştü Akın’a ait eski bir evin (muhtemelen Rum evi) yıkımı ve yeni binanın temel kazımı sırasında bulunmuştu. Muharrem Kılıçaslan tarafından iş makinesinin kazısı sırasında bulunan ve “delikli gülle” tabir edilen mermi o tarihten itibaren ilgili şahsın muhafazası altındadır. Gülleyle ilgili olarak, Birinci Dünya Savaşı’nda maruz kalınan Rus Bombardımanına ait olduğu yorumları yapılmaktadır.

Kanımızca bu güllenin Birinci Dünya Savaşı bombardımanıyla alakası yoktur.

Delikli güllelerin kayda geçmiş olan ilk kullanımları (patlayıcı mermi olarak), Kanuni Sultan Süleyman'ın 1522 Rodos seferidir. Rodos, Osmanlı imparatorluğu tarafından fethedilmişti fakat patlayıcı mermilerin/top mermisinin fazla bir etkisi olmamıştı. Bu mermiler infilak ettiği zaman muazzam gürültü çıkarıyor, ama duvarları yıkmakta o kadar başarılı olamıyordu. Derme çatma evleri yıkabiliyor ve düştükleri yere yakın olma talihsizliğinde bulunan kimseleri darbe sonucu öldürebiliyordu. Ama çoğunlukla, savunmacıları dehşete düşürmeye yarıyordu. O dönemde patlayıcı mermilerin bir gün kara savaşında en ölümcül araç ve deniz savaşlarının başlıca silahı olacağının hiçbir emaresi yoktu.

Yalı’da bulunan top güllesinin benzerleri, Ünye’de Topyanı Burnu’nda da ele geçmişti.[4] Bugün Japon Anıtı’nın bulunduğu burnun doğu kıyısında, denizin içinden top gülleri çıkardıklarını beyan eden mahalle sakinleri, şu an bu güllelerin nerede olduğunu bilmediklerini söylemişlerdir.

 

 

ÜNYE TARİH ARAŞTIRMA GRUBU

AHMET KABAYEL – AHMET DERYA VARİLCİ

 

  

20.04.2022, Ünyekent

http://www.unyekent.com/yazi/3159-rus-bombardimani-ve-unye-de-bulunan-gulle.html

 

 



[1] Hikmet ÖKSÜZ-Veysel USTA, Türkiyat Mecmuası, C. 24/Bahar, 2014

[2] Mehmt BEŞİRLİ, I. Dünya Savaşı Öncesinde Türk Ordusu, Berlin, 1999  

[3] Adam Smigielski (1979). "İmparatorluk Rus Donanması Kruvazörü Varyag". Roberts'ta John (ed.). Savaş gemisi III . Londra: Conway Denizcilik Basını. ISBN'si 0-85177-204-8., s. 160

[4] Kıyı sakinlerinden Edip Adalı ve kardeşi rahmetli Metin Adalı’dan aldığımız bilgidir. Muhtemelen Ünye’deki bu ve benzeri top gülleleri Osmanlı’nın daha önceki dönemlerinden, kullanım dışı kalmış mermilerdir. 









Top mermisinin bulunduğu Yalı Mevkii... 


 

13 Nisan 2022 Çarşamba

Yürürler Konağı ve Prens Ahmet Bey


Yürürler Konağı ve Prens Ahmet Bey

 

21 Mayıs 1864 Çerkes Sürgünü’yle gelmişti.

Gecenin karanlığında bindiler gemiye.

Bilmedikleri topraklara yelken açtılar.

Diğer kafilelerden daha şanslıydılar.

Açlık ve hastalıktan yolda ölenler olsa da…

14 yaşındaki genç Çerkes Prensi’nin beraberindekiler…

Samsun Limanı’na inmeyi başarmışlardı.

Terme’nin bir köyüne yerleştiler.

Köyün adı, genç Prens’in isminden dolayı Ahmetbey olarak anılacaktı.,

Prens Ahmet, yıllar sonra Ünye’de bir konak yaptırdı.

Süleyman Paşa’nın yıllar önce yanan sarayından sonra, Ünye’nin en görkemli eviydi.

Sabri Bey’den Hüsrev Yürür’e, bu evde Ünye’nin önemli isimleri kaldı.

Bir dönem okul olarak, bir dönem de kreş olarak kullanıldı.

İnönü İlkokulu karşısındaki konağın konservatuar ve tiyatro gösterilerinde kullanılmak üzere Ordu Büyükşehir Belediyesi tarafından kiralandığını öğrendik.

Bir süredir atıl vaziyette duran konağın önünden her geçtiğimizde, içimiz burkuluyordu.

Böyle bir amaçla kullanılacağını öğrendiğimizde sevindik.

Ancak…

Yapılan düzenlemeleri görünce sevincimiz kursağımızda kaldı.

Yeniden canlandırılmasını beklediğimiz bahçesinde çiçeklerden eser yoktu.

Çimenlerin üstüne beton dökmüşler, inanılır gibi değil…

Ya anıtsal kapının üstündeki metal yığınına ne demeli?

Hani tarihi eserlere çivi dahi çakılmazdı…

O sütunlu kapı ki, tarihi olmaktan çok “sanat eseri”dir,..

Ünye’deki bahçeli evlerin sembol taş kapısıdır.

Üzerine o demir korkuluk hangi zihniyetle, nasıl monte edilebilir?

 

[Şikayetim doğrudan konağın banisi Prens Ahmet’in torunlarından Prof. Dr. Zeynep Ahunbay hocamızadır. Kendisi restorasyon hocamız ki, bu konuda uluslararası otoritedir. Restorasyon üzerine yazdığı eserler akademik kurumların en önemli başvuru kaynağıdır. Üniversitelerimizin mimarlık, sanat tarihi ve arkeoloji bölümlerinde ders kitabı olarak kullanılmaktadır. Ne var ki, Ünye’de Zeynep hocamızla ilgili böylesine değerli bir konak hoyratça, hunharca ve bilinçsizce katledilmektedir.]

 

Konak Hakkında Ek Bilgi:

Konağın banisi; 1864 Büyük Çerkez Sürgünü ile gelen Prens Ahmet Bey’dir.

Konağın adı; Prens Ahmet Bey'in (diğer deyişle Hacı Ahmet Efendi'nin) kızından dolayı konakta bizzat ikamet eden ve sahibi bulunan ailenin adına izafeten Yürürler Konağı’dır.

Konak başka adlarla da anılmaktadır: Eski Ünye Belediye Başkanı ve Ordu milletvekili Hüsrev Yürür’ün bir dönem bu konakta ikamet etmesinden dolayı adı “Hüsrev Bey Konağı” da denilmektedir.

Hüsrev Bey, konağın banisi Prens Ahmet Bey’in torunudur. Annesi Dürdane Hanım, babası Sabri Bey'dir.

Konağın adı, banisi Prens Ahmet Bey'den dolayı Hacı Ahmet Efendi Konağı olarak da bilinir.    

Bir başka isimlendirme ise, konağa çift taraflı merdivenden çıkıldığı için “Çifte Merdivenli Konak” denilmektedir.

Kanımızca bu isimlendirme konağı nitelendirmekten uzaktır.

Çünkü Ünye’nin önde gelen tarihi evleri ekseriyetle çift merdivenlidir.

Konağın sahibi ve sakini olan ailenin adından dolayı “Yürürler Konağı” denilmesi bu tarihi yapıya daha uygun düşmektedir.

Konakta Kalan Hane Halkı: Hacı Ahmet Efendi'nin son yılları bu konakta geçmiş ve 1931 yılında vefat etmiştir. Oğlu şair Ziya Behlül Bey de bu konakta ikamet etmiş, genç yaşta ölmüştür. Her ikisinin de mezarı Türbe mezarlığındadır.

Sabri Bey, Hacı Ahmet Bey'in damadıdır ve Çerkezya'dan aynı dönemde sürgün gelmiştir. Kurtuluş Savaşı'nda Ünye Milis Taburu Kumandanlığı yaptığı ve topladığı milislerle Ünye'yi özellikle denizden tehdit eden İngiliz savaş gemisine karşı koruduğu ve Pontusçu Rum çetelerine karşı Ünye halkını savunduğu bilinmektedir. Bu nedenle İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir.

Sabri Bey'in Hacı Ahmet Bey'in kızı Dürdane Hanım'dan olan oğlu Hüsrev Bey de bir dönem bu evde ikamet etmiştir. 1944 yılından 1953 yılına kadar kesintisiz iki dönem Ünye Belediye Başkanlığı görevinde bulunan Hüsrev Yürür, 1957 - 1960 yılları arasında CHP'den TBMM'de 11. Dönem Ordu Milletvekilliği yapmıştır.

Hüsrev Yürür'ün milletvekilliği döneminden başlayarak, konak bir süre okul olarak kullanılmıştır.

Büyük tarihi yapıların kamusal amaçla kullanılması o dönemde Ünye'de yaygındır. 1955 ile 1965 yılları arasında Akşam Kız Sanat okulu olarak hizmet veren konak, yaşları bugün 65 ile 70 arasında olan Ünyeli bayanların eğitim gördüğü bir mekandır.

Konağın inşası: 1. Dünya Savaşı öncesi (muhtemelen 1914 yılında) yaptırılan konak için 3500 Osmanlı Lirası tahsis edilmiş olup, konağın imarı İtalya'da eğitim görmüş bir Rus mimara yaptırılmıştır. (Bilgi kaynağı: Eski Ünye Belediye Başkanı ve Ordu Milletvekili Hüsrev Yürür'dür.)

 Hacı Ahmet Efendi adıyla anılan Prens Ahmet Bey'in ise, son dönem Osmanlı Meclisi Canik Mebusu olduğu biçiminde bir bilgi mevcuttur. Bu bilginin kaynağı da, Yürürler Konağı hanedanlarından Zeynep Ahunbay’a aittir.

 

Zeynep Ahunbay Kimdir?

Prens Ahmet Bey’in kızından torunudur. Hüsrev Bey'in yeğenidir. 1946 senesinde Ünye’de dünyaya gelen Zeynep Ahunbay, orta öğreniminin ardından İTÜ'de Mimarlık okudu. 1970’de İTÜ Mimarlık Fakültesi'ndeki eğitimini tamamladı. 1971’de İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Kürsüsü'nde asistanlığa başladı.

1975’de Prof. Doğan Kuban denetiminde yaptığı "Osmanlı Mimarlığında Sultan Ahmed Külliyesi ve Sonrası, 1609-1690" konulu doktora çalışmasını bitirdi.

1977-78 öğretim yılında İngiltere'nin York Üniversitesi'ne bağlı Gelişmiş Mimarlık Etüdleri Enstitüsü'nde “koruma” konusunda yüksek lisans eğitimini tamamladı.

1980’de "İstanbul Medreseleri - Koruma ve Yeniden Kullanım Açısından Bir Değerlendirme" konulu tezi ile doçentlik aldı.

İTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı’nda Profesör oldu.

Ayasofya Müzesi koruma çalışmaları ve Hasankeyf'te kurtarma çalışmalarını sürdürdü.

UNESCO Projesi kapsamında Mostar Köprüsü Rekonstrüksiyonu ve Restorasyonu çalışmalarına katıldı.

2017’de Vehbi Koç Ödülü'nün sahibi oldu.

25 Aralık 2014 tarihinde kaybettiğimiz Prof. Dr. Metin Ahunbay, Zeynep Ahunbay’ın 'ın meslektaşı ve eşidir.

Bir söyleşide “Bu kadar çirkinlik nasıl yapılmış diyerek, gelecek kuşaklar bizi affetmeyecek” diyen değerli Zeynep Ahunbay hocamıza, yakından ilgili olduğunu bildiğimiz Yürürler Konağı ile ilgili gelişmeleri yazmayı görev bildik.

  









13.04.2022, Ünyekent

http://www.unyekent.com/yazi/3140-yururler-konagi-ve-prens-ahmet-bey.html

 


 

6 Nisan 2022 Çarşamba

Savaş Üzerine


Savaş Üzerine

 

 46 yıl önceydi.

Ege Üniversitesi’nde öğrenciydik.

Fakülteden bir grup arkadaşla okulun yakınında (Dörtyol’da) bir kahvehanedeyiz.

O zamanlar “kafe” demiyorduk, böyle yerlere…

Ders aralarında çay içip, sohbet ettiğimiz bir yerdi.

Bu defa savaş üzerine tartışıyorduk.

Bir yıl önce (15 Mayıs 1975’te) Vietnam Savaşı sona ermişti.

Sonuç netti.

Emperyalizmin başını çektiği güçler, başta ABD olmak üzere Vietnam kuvvetleri karşısında yenilmişti.

Her iki taraftan 3 milyonu aşkın insanın ölümüne, bir o kadarının da sakat kalmasına ve kaybolmasına neden olan savaşta “haklı” olan taraf tartışmasız biçimde Vietnam güçleriydi.

ABD bu “haksız” savaşı 1954’te Fransa’dan devralmıştı ve haksız taraftaydı.

Fransa, Dien Bien Phu’da boyunun ölçüsünü almıştı.

Fransa’dan 21 yıl sonra savaşı devralan ABD ve müttefikleri de boyunun ölçüsünü aldı.

 

****

Benzer bir durum, 1953’te Kore’de de yaşanmıştı.

Ama Vietnam yenilgisi başkaydı…

ABD, kendi kamuoyunun da etkisiyle “Vietnam Sendromu” adı verilen derin bir kaygıya gömülmüştü.

Ta ki 1990 Ağustos’una kadar…

15 yıl aradan sonra ABD, Okyanus ötesi bir yere askeri müdahalede bulundu…

Körfez Savaşı yahut I. Irak Savaşı denen bu fiili harekatta, ABD şahinleri yeniden savaş sahnesinde yerlerini aldı.

Yanlarında her zamanki gibi Birleşmiş Milletler koalisyonu vardı.  

Bu harekat, 2001’deki 11 Eylül Saldırıları bahanesiyle daha da genişledi.

Irak ve dolayısıyla Ortadoğu, II. Dünya Savaşı sonrası yeniden askeri işgale sahne oldu. (ABD askerleri Bağdat’a girdi, Nisan 2003; II. Irak Savaşı.)

Savaş sebebi saydıkları nükleer silahlardan eser yoktu.

Yanılmışız dediler.

Yıktıkları Saddam rejimi yerine kukla bir yönetim kurdular.

İşgalin ardından ABD Irak’ta “görünür” olmaktan vaz geçti, birliklerini geri çekti.

“Barış”ı tesis etmek üzere yerine BM güçlerini ikame etti. (Afganistan örneğindeki gibi.)

Özetle söylersek: Savaş bitmedi.

Ortadoğu’da halkların durumu eskisinden de beter hale geldi.

Emperyalizm’in tanımını yapan teorisyenin dediği gibi:

“Finans kapital var olduğu sürece savaşlar kaçınılmazdır.”

 

****

Şimdi dünya gündeminde yeni bir savaş söz konusu:

Rusya-Ukrayna Savaşı.

Saldıran taraf Rusya olduğu için çoğunlukla “haksız” bulunuyor.

Konuya ilişkin fikir beyan etmeyen, kalem oynatmayan kalmadı. Neyimiz eksik deyip, sorunu ortaya koyduk:

Saldırı altındaki Ukrayna güçleri “haklı” olan taraf mı?

İşte tam bu noktada…

46 yıl önce yaptığımız tartışmayı hatırladım.

O zamanlar sanki biz oldukça derin, bayağı büyük ve çok daha teorik düşünüyormuşuz.

İki şekilde görüyorduk savaşları:

Haklı savaşlar.

Haksız savaşlar.

Halkın emeğine ve özgürlüğüne kasteden her savaş haksızdır, diyorduk.  

Haliyle, bunun zıddı gibi durumlarda; hak ve özgürlük için yapılan savaşları meşru ve haklı buluyorduk.

İşte bu tarihsel bakış açısına göre savaşlar, niteliklerine göre “gerici” ve “ilerici” olarak değerlendirilmektedir:

 

“Her savaşta kaçınılmaz bir biçimde olagelen dehşete, zulme, sefalete ve işkenceye karşın, tarihte ilerici nitelikte pek çok savaş vardır; bu savaşlar (örneğin mutlakıyet ya da kölelik gibi) çok kötü ve gerici kurumların yıkılmasına ya da (Türkiye ve Rusya'da olduğu gibi) Avrupa'da en barbar despotlukların ortadan kalkmasına yardım ederek, insanlığın gelişmesine hizmet etmişlerdir.” (Viladimir İliç Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Sol Yay., 1980, s.12)

 

1915 tarihini taşıyan bu metin, I. Dünya Savaşı’nın başlangıcında kaleme alınmıştır.  İçerik olarak çağımızın savaş kavramına da açıklık getirmektedir. Saldırgan kesimi “haksız” bulan bu anlayış “haklı” savaşları şu şekilde açıklar:

 

"’Savunma’ savaşı sözü ile her zaman ‘haklı’ bir savaşı kastetmişizdir. Yalnızca bu anlamda, ‘anayurdun savunulması için’ verilen savaşlara ya da ‘savunma’ savaşlarına, meşru, ilerici ve haklı savaşlar gözü ile bakmışızdır ve bakmaktayız.” (Age. s. 13)

 

Ne var ki, “savunma” hali her zaman “haklı” bulunmuyor.

 

“Ancak 100 kölesi olan bir köle sahibi, kölelerin daha "adil" bir dağılımı için 200 kölesi olan bir köle sahibine karşı savaşa girişiyor. Açıktır ki, bu durumda, "savunma" savaşı ya da "anayurdun savunulması için" savaş deyimlerinin kullanılması, tarihsel bakımdan yanlış ve uygulamada, halkın, işin inceliğini aramayan ve bilisiz kimselerin, kurnaz köle sahiplerince aldatılması olur. İşte bugünkü emperyalist burjuvazi, köleliği sağlamlaştırmak ve güçlendirmek için köle sahipleri arasındaki savaşı, "ulusal" ideoloji ve "anayurdun savunulması" gibi sözlerle halka yutturmak istemektedir.” (Age. s. 14)

 

Sonuçta Avrupa’nın içinde bulunduğu savaşı her açıdan “haksız” buluyor…

 

“BUGÜNKÜ SAVAŞ EMPERYALİST BİR SAVAŞTIR.” diyor.

 

****

Bilimsel açıdan bakıldığında her zaman siyah ve beyaz gibi keskin ayrımların olmadığı, ara tonların da bulunduğu gerçeğini görmek gerekir.

Kendini zorunlu olarak bir savaşın içinde bulan kitleler nasıl hareket edecek?

(46 yıl önceki sohbette de savaşı bu yönüyle tartıştığımızı hatırlıyorum.)

Böyle bir durumda kitlenin hareket biçimi; “Mevcut savaşı devrimci bir savaşa dönüştürmek.” olacaktır der, bu işin teorisyenleri…

Rus-Japon savaşı (1904-1905) veya Çin-Japon savaşı (1937-1938), bu duruma verilen iki tarihsel örnektir.

Ukrayna’daki savaşı da savaş karşıtları cephesinden bakarak, bu pencereden değerlendirmek gerekir. Savaşları tamamen ahlak dışı ilan etmek yerine, hangi koşullarda meşru kabul edilebileceğine de bakmalıyız.

Son tahlilde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi:

“Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir!”   

  

Ünyekent, 06.05.2022

http://www.unyekent.com/yazi/3123-savas-uzerine.html