24 Kasım 2008 Pazartesi

OBAMA’YI BEKLEYEN…

Obama’yı bekleyen sadece ekonomik kriz, “global” çöküş değildir…
Karmaşık dünya coğrafyasında yaşanan siyasal - askeri çalkantılar da değil…
O halde Obama’yı bekleyen nedir?
Obama'yı bekleyen en büyük tehdit yine ABD’nin kendi bünyesinden gelecektir.

ABD’den...
Kuzey Amerikan Devleti'nin nesinden, neresinden?
Hangi güç Başkan Obama’nın gidişine “Dur!” diyecektir?

Ehlileştirilmiş, “beyazlaştırılmış” bir Harwardlı olan Obama için, böyle bir tahmin fazla “kâhince” bulunabilir. Öyle ya, seçimlerden galip çıkmadı mı?
Oysa birkaç ay önce, Obama’nın tarihsel bir fırsat kaçırdığından dem vuruluyordu.
Başkanlık yarışında, ta başından beri fazla şans vereni yoktu.
“Amerika'nın kaderini reklamcılar belirliyor” belirlemesiyle seçim öncesi ABD’nin nabzını tutan Fatoş Karahan gibi pek çok kişi, fena halde yanılmışlardı:
“San Francisco’da karşılaştığım herkesle seçimi konuştum. İzmir gibi, tavrı hep belli bir kent. Demokratlar’ın kalesi. Ancak, Palin sonrasında moraller bozuldu. Zenci bir taksi şoförü, “60 yaşımı geçtim, tüm hayalim siyah bir başkan görebilmekti ama Beyaz Saray’ın adı Beyaz. Oraya siyah almazlar ki. Ne yapıp edip, yine Cumhuriyetçiler kazanacak” dedi. Bence haklı. Palin sonrası kararsız seçmenin yüzde 13’ü hemen yön belirledi. Yarışta ileri giden Obama yerini McCain’e kaptırdı. Biden yeterli olmadı. Hillary Clinton gibi bir şansı kullanmamayı seçti. Ve galiba, Obama tarihi bir fırsatı kaçırdı.” (24.09.2008)
ABD’nin makus talihini yenmek için Obama’nın nesi eksikti?
“Müthiş bir pazarlama ürünü” olan Sarah Palin kadar pazarlanamaz mıydı?
Elbette pazarlanabilirdi.
Üstelik Obama, ABD’nin içinde bulunduğu ahval ve şeraitte, diğer adaylara göre daha avantajlıydı.
Adeta bir zorunluluk hali…

Ve her ne oldu ise ABD’nin dev şirketlerini temsil edenler; Neoconlar, Soroslar, Obama’yı desteklediler.
(Sonuç belli olduğu için, şimdi böyle gerine gerine konuşabiliyorum.)

Her şey iyi güzel de, Obama’yla ABD icraatında değişen ne olacak?
Değişimi yaşayıp göreceğiz, ancak fazladan bir “change” beklemek, hele bunu “iyimserlik” adına düşünmek bence safdillik olur. (Kahinlik sırasını şimdi de ben ele aldım!)

Esas değişimin, ABD’deki sosyal yapıda çelişkilerin iyice keskinleşmesi olacağından şüphem yok.
Beyaz olmayan; Afrika kökenliler, zenciler, Latin Amerika göçmenleri, melezler, tüm beyaz olmayanların, statü olarak daha hoş yerde olan beyazlara karşı geliştireceği tavır Obama’nın sorunu. Başkan, bu sorunun üstesinden eşsiz hitabetiyle gelebilir. Diğer cenah için ise, Hillary Clinton’dan Joe Biden’e, “muhalif” olanların yönetime taşınmasıyla bazı çatlaklar yamanacaktır. Ama Senato’daki ve Pentagon’daki Şahinler’in başını çektiği anti-negroid hareketin kabarmasını nasıl engelleyecektir? Amerikan Neo-Nazilerinin, hatta Ku-Klux Klanların yükselişe geçmeyeceğinin garantisini kim verebilir? Kedilerini de alıp gittikleri Beyaz Saray’da alınan güvenlik önlemleri, Obamaları korumak için yeterli olacak mı?

Sorun burada!

“Amerikan Gücü” sayesinde, yeni Başkan'a tepkileri pasifize etmek, karşıtları hizaya getirmek bir süreliğine mümkündür. Bu sürenin ne kadar olacağını kestirmek zor.
Ya sonra!
Sonrası kaos.
Demedi demeyin...

Benden buraya kadar…


Şimdiden Obama sözcüğünü duymak istemeyen, “Yetti gayri” nidası atanlara, sabırlı olmalarını önereceğim. Bu adı daha çoook duyacağız!

Ne mi istiyorum Obama’dan?
Hiiiiç, hiçbir şey.
İlhan Ağabeyin dediği gibi, “Gölge etmesin” yeter!*
23/11/2008, Ünye


[*] “İlhan Ağabey”, dedim de, sırf saygımdan. Ergenekon adı verilen yapılanmayla alakam olmadığı gibi, Cumhuriyet Gazetesini arada bir okurum.

10 Kasım 2008 Pazartesi

HOŞ GELDİN BARACK OBAMA / BÜYÜK SİYAH UMUT



2008 Kasım’ının ikinci günü…
ABD’de 44. Başkan seçildi.
Bu defa siyahi bir lider:
Barack Obama!

ABD tarihinde ilk defa, beyaz olmayan biri Başkan seçiliyor.

Bu ne demek?
Köle emeği üzerine kurulmuş Amerika Birleşik Devletleri'nde, köleler çoğunlukla Afrika kökenli zencilerdi. Şimdi onlardan biri ABD’ne başkan oluyordu.
Kâhinlerin kehaneti mi gerçekleşiyordu?
Şiilerin Batı’dan gelmesini beklediği “uzun boylu” kurtarıcı bu muydu?
Sam Amca, Tom Amca’ya yenilmiş miydi?

Haberler manşetlere taşınırken, benzer ibarelere yer verildi.
Yerli basınımızda başlık:
Amerika'da Devrim Oldu!

Dost ve müttefikimiz, stratejik ortağımız Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekten bir devrim mi oldu... Martin Luther King’in rüyası gerçekleşti mi?
Henüz dün zencilerin diri diri yakıldığı bu ülkede, beyazlara ait kafeteryalara dahi alınmayan, toplu taşıma araçlarının ayrıldığı ABD’de önemli bir değişim gerçekleşmişti. Değişimin sloganı sadece “Yeni Yüz, Yeni Lider!” değildi. Yoksullara sağlık, işsizlere iş!” gibi sosyal sloganlar bağrılıyordu.
Kendileri gibi olmayan herkesi “siyahi” ilan ederek “ötekileştiren” beyazlar, iktidarı kaybetmişlerdi. Obama, beyaz rakiplerinin tüm popülist propagandalarına karşılık vermiş, usta bir manevrayla önce Hillary Clinton’u, ardından Cumhuriyetçi McCain’i devirerek Başkanlık koltuğuna tırmanmıştı. Şüphesiz bu başarıda başat iki öğe vardı:
1- Ötekileştirilenler.
2- Dünya konjonktürü.

ABD ekonomisi krizdeydi.
Askeri ve politik açmazlar çözüm bekliyordu.
Sosyal yapıdaki problemler üst seviyedeydi.
Çoğunluğu zencilerden ve melez göçmenlerden oluşan yoksul nüfus, bulundukları statüsünden hiç hoşnut değildi.
Bir zamanlar Tracy Chapman’ın söylediği “Devrim Hakkında Konuşuluyor” şarkısı, şimdi yerli yerine oturmakta mıydı?

Bilmiyor musun?
Devrimden söz ediliyor
Fısıltılı seslerle…

Artık fısıldamak yerine, iktidar kapıları aralanmıştır.
"ABD’de devrim oldu" denilmektedir.
Hoş geldin Barack Obama. Büyük siyah umut…
Hoş geldin!

Obama gelmeden önce (henüz ortada yokken), ABD’de önemli bir yerde bir başka siyahî isim vardı:
1991’deki Körfez Savaşı’nı yöneten Eski Genel Kurmay başkanı Colin Powell. Amerikan Ordusu’ndan emekli olduktan sonra da Bush’a Dışişleri Bakanlığı yaptı.
Daha sonra Obama’nın destekçisi oldu.

Obama’yı yalnız bırakmayan başka isimler de vardı.
Yahudi asıllı, ABD’nin ünlü finans spekülatörü George Soros.
Turuncu ya da Kadife Devrimlerin finansörü Soros, bu defa Liberal girişimlerini bizzat dünya devinin beyninde gerçekleştirmeyi denemişti.
Soros, daha önce de Baba Obama’nın ülkesi Kenya’da Turuncu Devrim finanse etmişti. Hareket başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Blanço, bin ölü, binlerce yaralı ve sürgün olmuştu.
Tesadüf, iktidardaki Kikuyu Kabilesi mensubu Mwai Kibaki’ye karşı, Kenya’daki muhalefet Baba Obama’nın kabilesi; Luoların lideri Raila Odinga desteklenmişti. Üstelik Odinga, Baba Obama’nın yeğeni, yani Barack Obama’nın kuzeni idi.
Kenya’daki iki büyük kabileden biri olan Luolar, diğer kabile Kikuyularla sürekli çatışmalarına karşın, Yahudi kabile Yabirslerle dost olagelmişlerdi. Dostlukları, ta Amerikalı beyazların Afrika’dan köle avladıkları zamana dayanmaktaydı. Luo kabilesi köle taciri Yabirslerle ticari birlik içindeydi.(Ayrıntı için, bkz. Soner Yalçın, Hürriyet Gazetesi, 09/11/2008)

Seçim propogandaları sırasında "hiç köle olmadı" sloganı, Obama'ya ne kazandırdı , bilmiyoruz ama Obama'nın kazanmasında emekçi kölelerinin torunları zaferin olmazsa olmaz'ı idi.

Baba Obama’nın ABD bursuyla gittiği Harward Üniversitesi, aslında ABD’yi yönetmeye aday adaylarının “seçkinler kulübü” dür.

Sonuç:

Yönetme sanatında her daim bir başka seçeneği elde bulundurmak gerekiyor. En ağır işlerde çalışan, hatta dünyanın öbür ucunda Amerikan çıkarları için can veren paralı askerler çoğunlukla siyahi değil mi?Her zaman büyük beyaz umudun sökmediği ABD’de, şimdi umutları renklendirmenin zamanı geldi.

3 Kasım 2008 Pazartesi

Fil Mezarlığı ya da Sebile Hanım Konağı

Hasan Şimşek arkadaşımız bu evi restore etmek üzere satın aldığı zaman, hepimiz orada ne yapmak istediğini merak etmiştik. Ahşap iki sütun üzerine çıkması olan bu yapının önünden her geçtiğimde, terk edilmişlik ve yalnızlık duygusuna kapılırdım... İyiden iyiye harabeye dönen bu eski konak, bir zamanlar kim bilir kaç hayata tanıklık yapmıştı? Kimlerin mahremiyetini gizlemiş, acılarına veya mutluluklarına ortak olmuştu?
-Ne yapacaksın burayı? Diye, sorduğumda, her zaman kullandığı yerel şiveyle:
-O’lum, sonunda düşceksiz buraya! Yaşlanursak kim uraşcak biznen? Hep birlikte galcamız bi huzur evi işte...
Demişti Hasan Şimşek. Haksız da sayılmazdı. İleride her birimizin sığınacağı, ömrümüz olursa bizlerle ilgilenecek yerlerin olmasında fayda vardı.
Sadece gurbettekilerin değil, bu kasabada yaşayanların da ömrü ahirinde böyle mekanlara ihtiyacı vardı. Bir ölçüde yaşlı fillerin sürüden ayrılarak ölüme gittikleri mekanlar gibi…
Öleceğini hisseden filler, içgüdüsel olarak böyle bir mezarlığa yönelirlermiş. Filler dışında, ölümle bu kadar içli dışlı olan tek yaratık insanlar olsa gerek. Fillerle aynı yazgıyı paylaşan insanların başında galiba Eskimolar geliyor. Yaşlanan Eskimo üyesi, üretim sürecinden düşünce, klanın diğer mensuplarına yük olmamak için ölümü tercih ediyor ve ücra bir yere (fil mezarlığı gibi) götürülerek, ölüme terk ediliyor. Anthony Quinn’in oynadığı “Vahşi Masumlar / The Savage Innocents” (1960) filmi, ağırlıkla bu konuyu işliyor. Bir başka film, 1983’te Cannes’da en iyi yönetmen seçilen Shohei Imamura’nın “Narayama Türküsü / Narayama Bushiko”dur. Eskimoların vahşi (ilkel) klanı yerine, bu defa Uzakdoğu’nun (Japonya) ataerkil yapılanışı ve yaşlıların Narayama Dağı’nda ölüme terk ediliş öyküsü vardır.
Hasan Şimşek’in annesinin adını verdiği bu güzel yapının filler mezarlığıyla, Eskimolarla yahut Narayama Dağı ile hiçbir ilgisi yok. En azından ilgisi olmamalı diye düşünüyorum.
Yine de bana bunları anımsattı.