30 Ekim 2019 Çarşamba

Perge Antik Kenti (Antalya İzlenimleri II)



Perge Antik Kenti
(Antalya İzlenimleri II)


2019 Yaz tatilinde gezdiğimiz arkeolojik yerlerden biri Perge Antik Kenti’ydi.
Antalya şehir merkezinin yaklaşık 17 km. kuzeydoğusunda, Aksu sınırları içinde yer alan antik Perge kenti, Anadolu'nun en düzenli Roma kentlerindendir. Sadece mimarisiyle değil, mermer heykeltıraşlığıyla da ünlüdür. Antalya Müzesi heykellerinin yarıdan fazlası Perge kazılarında ele geçirilen heykellerden oluşur. Müze'nin "Perge Tiyatrosu Salonu", antik kentten alınan heykeller ve süslemeleri içermektedir. Müzenin "Tanrılar Salonu", "İmparatorlar Salonu" ve "Lahitler Salonu" yine Perge kazılarında bulunan eserlerden oluşmuştur.
Şöyle bir deyiş vardır Antalya gezi turlarında söylenen; şayet Perge Antik Kentini gezdiyseniz, Antalya Müzesini de görmek zorundasınız.
Antalya müzesini gezenler içinse, Perge’yi görmek farz-ı ayn’dır.

Antik Perge Kentinin Ortaya Çıkışı

Antalya ve çevresi, Anadolu’nun en eski yerleşimine sahip yerlerden biridir. Tarihöncesi dönemde bu bölgede Karain, Beldibi ve Belönü gibi mağaralar ilk insan yerleşimine sahne olmuştur. Konumu itibariyle “ ticari ulaşım noktaları” üzerinde antik kentlere sahiptir.
Antalya şehir merkezi (Attaleia - Antalya Kaleiçi) ve Konyaaltı Plajı (Olbia); Klasik, Helenistik ve Roma dönemlerine ait kalıntılarla doludur. Hadrianus Kapısı, Roma İmparatorluk döneminden kalma önemli tarihi eserlerden biridir.
Antalya şehir merkezine en yakın antik kent olan Perge ise.  bir zamanlar Pamphilia Bölgesine başkentlik yapmıştır. Perge’deki akropolis Tunç Çağı’ndan kalmadır. Helenistik dönemde zengin ve güzel şehirlerden sayılan Perge, Roma Döneminde en parlak çağını yaşar. Matematikçi Apollonius (MÖ. 262- 190) Perge'de doğup, yaşayan bilim insanlarındandır. Pergeli Apollonius'un hiperbol, elips ve parabol gibi faraziyeleri, 16. yüzyıl bilimcileri Kepler ve Kopernik tarafından kullanılmış, Newton'un çekim yasalarına temel oluşturmuştur. Öklid geometrisini benimseyip geliştiren Apollonius, analitik geometrinin temelini atmıştır.

Perge’de Öne Çıkan Özellikler

Perge Antik Kentinde kuzey-güney eksenini oluşturan sütunlu cadde hem  iyi korunmuş bir örnektir, hem de kuzey-güney doğrultusu boyunca caddeyi boydan boya kat eden su kanalları nedeniyle antik kentler içerisinde önemli bir tasarım oluşturur.
Caddeler boyunca yer alan bu kanallar sayesinde Perge, dört anıtsal çeşme ve iki büyük hamamla birlikte antik kente bir “su kenti” kimliği kazandırır.
Perge’yi öne çıkaran diğer öğe, Helenistik Dönem’de inşa edilen, Roma İmparatorluk Dönemi ve Geç Antik Dönem’de onarım gören savunma sistemidir.
Helenistik Dönemde inşa edilen kuleler ve onları takip eden sur duvarı, bastionlar ve kapılar gezdiğimiz dönemde restore edilmekteydi.
Akropolis surlarıyla birlikte Perge, antik çağ askeri mimarisine ait önemli bir bilgi kaynağıdır.
Tüm bu özellikleriyle Perge Antik Kenti, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne önerilmiştir.

Caracalla Çeşmesi -Nymphaeum 

Güney Hamamı-Hypocaust

Hadrianus Takı 

Kestros Çeşmesi 

Nemesis-İntikam Tanrıçası-
Perge'den (Antalya Müzesi)

Zeus Heykeli
Perge'den (Antalya Müzesi)


Tarih Boyunca Perge Antik Kenti

Hitit İmparatorluğu Dönemi

1986 yılında Hattuşaş kazılarında bulunan bir tunç levha üzerindeki yazıtta Perge kentinden bahsedilmektedir. M.Ö. 1235’e tarihlenen tunç levhada Hitit Kralı IV. Tuthaliya, düşmanları ve Vasal kral Kurunta arasında yapılan anlaşma metni yer almaktadır.
Metinde: "Parcha (Perge) şehrinin sahip olduğu bölgeyi Kaštarja nehri sınırlar. Eğer Hatti Kralı Parha Kentine saldırır silah zoru ile egemenliğine alırsa sözü geçen kent Tarhuntašša kralına bağlanacaktır" denilmektedir. Anlaşıldığı üzere şehir bağımsızlığını korumuş, söz konusu güçlerin egemenliğine girmemiştir.
Yazılış şekli ile Hitit Kralı şehre egemen olacak güce sahip olsa da, Pamfilya’nın güneybatı bölgesine pek ilgi duymadığı varsayımını kabul edebiliriz. Perge’nin Geç Hitit Döneminde pek önemli bir rol oynamadığı tahmin edilmektedir. Akropolis’in üzerinde küçük bir yerleşim yeri olarak yaşamını sürdürmüş olmalıdır.
Tunç levhada sözü geçen olaydan kısa bir süre sonra deniz kavimlerinin Anadolu‘ya akınları başlamış ve Hitit İmparatorluğuna son vermişlerdir. Epigrafik bilgilerin ışığında Pamfilya dilleri üzerine yapılan etimolojik araştırmalar Geç Myken ve Hitit döneminde bölgeye ilk Helen etkilerinin geldiği yolunda yorumlar yapılmaktadır. M.Ö. 13 yüzyıla tarihlenen erken Helen Kolonizasyonu üzerine yazılı belge yoktur. Bu konu üzerine yapılan yorumlar yalnızca erken Helen Kahramanlık söylencelerine dayanmaktadır. Truva Savaşı sonucunda Mopsus ve Kalchas önderliğinde Helenli Akhaların Pamfilya’ya gelerek Phaselis, Perge, Syllion ve Aspendos antik kentlerini kurdukları iddia edilmektedir.
M.Ö. 120/121 yıllarına tarihlenen Perge’de Helenistik Kuleler'in arkasında yer alan avluda bulunmuş olan Ktistes heykel-kaideleri üzerinde adı yazılmış olan Akhalı kahramanlar Mopsus, Kalkhas, Riksos, Labos, Machaon, Leonteus ve Minyasas şehrin kurucuları olarak belirtilmektedir. Şehrin mitolojik kurucusu Mopsus aynı zamanda tarihsel kişi olarak da kanıtlanabilmektedir.
Prof. Dr. Fahri Işık M.Ö. 8. yüzyılın sonu ile M.Ö. 7. yüzyılın başına tarihlenen Karatepe'deki bir yazıttan yola çıkarak şunları söylemektedir: Kizzuvatna kralı Astawanda kendi büyükbabasının Muksus veya Muksa adında bir kişi olduğunu belirtmektedir. Bu kişi kesinlikle Hitit soyundan gelen birisi olmalıdır. Hititçe ve Helence karşılaştırmada Muksus ile Mopsus, Perge ile Parcha, Patara ile Patar benzerlikleriden yola çıkarak, Karatepe’deki Geç Hitit Beyinin atasının da Helenler tarafından daha sonra Heroos (kahraman) olarak kabul edildiğini söylemektedir.
Perge şehir sikkeleri üzerinde şehrin baş tanrıçası Artemis Pergaia her zaman Wanassa Preiis olarak yazılmıştır. Preiis veya Preiia çok büyük bir olasılıkla şehrin adı olmalıdır.
Erken Aspendos sikkerinde şehrin adı "Estwediiys" ve Syllion’da "Selyviis" olarak yazılmıştı. Strabon’un belirttiğine göre Pamfilya diyalekti Helenler için yabancıydı. Side ve Sillyon’da yerli dilde yazılmış yazıtlar ele geçmiştir. Arrian, Anabasis’de ("The Anabasis of Alexander") şöyle der; Kymeliler Sideye geldiklerinde kendi dillerini unutmuşlar ve kısa zamanda yerli dili konuşmaya başlamışlardır. Sözü edilen dil Sidece'dir. Buradan şu sonuca varılabilir: Perge, Syllion ve Aspendos Pamfilya diyalekti ile Helence konuşurken, Side ve çevresinde Sidece etkin bir dil olmaya devam etmiştir ve Sidece Luvi dil grubuna ait bir dil olarak kabul edilir.
M.Ö. 334 yılında Büyük İskender Granikos Savaşını kazanınca Küçük Asya’yı Ahameniş İmparatorluğu yönetiminden (Pers) kurtarmıştır. Arrian’ın belirtmiş olduğuna göre Pergeliler Büyük İskender ile Pamphylia’ya gelmeden önce Phaselis kentinde bağlantı kurmuşlardır. Makedonya Kralı Ordusunu Trakyalıların Toros üzerinden açmış olduğu yoldan Lykia’dan Pamphylia’ya göndermiş, kendisi yakın komutanları ile kıyı şeridini izleyerek Perge’ye ulaşmıştır. Flavius Arrianus, Perge şehri ile Makedonya ordusu arasında herhangi bir savaştan söz etmediği için, şehir savaşmadan krala kapılarını açmış olmalıdır. Şehir klasik dönemde güçlü bir şehir suru ile korunuyor olmasına karşın, güçlü Makedonya Ordusu ile savaşmak istememiş olmalıydı. Büyük İskender daha sonra Aspendos ve Side’ye doğru ilerlemesine devam eder, Side’ye ulaşınca tekrar Aspendos üzerinden Perge’ye dönmüştür. M.Ö. 334 yılında Nearchos’u Lykia-Pamphylia Eyaletinin Satrabı olarak atar. Daha sonra da M.Ö. 334/333 kışını geçirmek için Gordion’a gider. Nearchos M.Ö. 329/328 yılında Büyük İskender’in Baktria’daki Zariaspa şehrinde bulunan kampına gitmiştir. Bu tarihten sonra hiçbir Satrabın adından söz edilmez, bu da büyük bir olasılıkla Lykia ve Pamphylia’nın Büyük Phrygia Satraplığına bağlandığını göstermektedir.

[Devam Edecek; Büyük İskender'den Sonra Perge'nin Durumu ve sonrası…]

Yararlanılan kaynaklar:

XVIII. Kazı Sonuçları Toplantısı II. Mayıs 1996 Ankara
Prof. Dr. Sencer Şahin - Perge Kentinin Kurucuları ve Plancia Magna
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Perge Sayfası
Prof. Dr. Fahri Işık-Uygarlık Anadolu’dan Doğdu


30.10.2019, Ünyekent

23 Ekim 2019 Çarşamba

Tel Amarna Mektupları



Tel Amarna Mektupları


Tarihin bilinen ilk diplomasi belgeleriydi Tel Al Amarna Mektupları
Geçen hafta bahsetmiştik.
Ortadoğu’nun makûs talihiydi anlattığımız.
Odur budur bitmeyen bir kargaşa, bölgede hiç eksik olmayan bir savaş!

****
Oysa uygarlığın doğduğu topraklardı Ortadoğu…
Bereketli Hilal’in mekânıydı.
Mezopotamya, Levant…
Göbekli Tepe’ye kadar uzanan insanın insan olma mücadelesiydi…
İnsanlar bir arada yaşamayı keşfetti, üretti, sanatı öğrendi…
Sonra bir başkasının emeğine el koymayı, köleleştirmeyi buldu(!).
Toprağı işledi, kentler kurdu  ilk bu topraklar üzerinde.
Ve sonu gelmeyen savaşlar patladı.

Bölgenin süper gücü Mısır’dı, en güçlü adam firavun Amenofis idi.
En büyük rakibi Anadolu’daydı:
Hitit İmparatorluğu…
Güçlenmişti, Ortadoğu üzerinde tahakküm kurmak istiyordu.

****
Tel Amarna yazışmalarının büyük kısmı, o zamanki Suriye ve Filistin prensleri tarafından bağlı bulundukları Firavun’a yazılmış mektuplardan oluşmaktaydı. Söz konusu prenslikler, o dönemin en kudretli iki imparatorluğu olan Hitit krallığı ile Mısır arasında birer tampon devlet rolü oynamaktaydılar.
Firavun, Suriye’deki etkisini güçlendirmek bakımından, bu prensler arasındaki düşmanlığı sürekli şekilde uyanık tutmakta yarar görüyordu.
Suriyeli ve Filistinli prensler tarafından yazılan mektuplar, genellikle firavuna yöneltilmiş övgü, selam ve bağlılık duygularıyla ve yardım istekleriyle doluydu. Öte yandan karşılıklı şikâyetler, suçlamalar, ihbarlar,  iftiralar… Danışıklı kavgalar, komplolar ve fetih siyasetinin temel ereklerine uygun “ayak oyunları” yer almaktaydı.

****
Tek tanrılı dinlerin doğduğu bu topraklar, din adına yapılan paylaşım (talan) savaşlarına sahne oldu.
Vadedişmiş Topraklar, üç dinin de kutsal saydığı merkez buradaydı.
Avrupa’dan derlenen Hristiyan Haçlı Ordularının hedefindeydi.
Yüzyıllarca Osmanlı egemenliğinde kaldı.
Ardından Avrupa’nın emperyalist güçlerince kıskaca alındı.
Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya…
Dost, düşman her ne varsa Ortadoğu halklarına yeni bir düzen getirdiler.
Bereketli Hilal bu defa petrol politikalarına kurban edildi.
Filistin sorunu, İran-Irak savaşı…
Ve yakın tarihte emperyalist güçlerin doğrudan müdahalesine sahne oldu.
Körfez Savaşı, Irak’ın işgali...
ABD tahakkümü!

****
Arap Baharı, Suriye karmaşası…
(Enkaza dönen o güzelim Halep Şehri. )
Türkiye yeniden gündemde…
Afrin’den sonra Tel Abyad.
Nerede nasıl durulacağı belli değil.
120 Saatlik Çekilme Sürecinde fiili durum böyle.
Öte yandan Tel Amarna Mektupları örneği…
ABD Başkanı Trump’ın Twitleri geliyor art arda!
120 Saatlik Çekilme Süreci’nin sonuna geldik,
dikkatler Trump’ta…

Bir zamanlar Latin Amerika için söylenen bir söz vardı:
“Burada beyler, kediler köpekleri boğar!”
Latin Amerika coğrafyasına özgü tuhaflıklarıyla!
Ortadoğu’ya bakıyoruz şimdi.
Ortadoğu Devrimci Çemberi diyorduk ya…
Ortadoğu cehennemi diyoruz artık…


23.10.2019, Ünyekent

16 Ekim 2019 Çarşamba

Ortadoğu’nun En Eski Diplomasi Belgeleri

                                                                                          Milattan Önce 1380


Ortadoğu’nun En Eski Diplomasi Belgeleri
                                                         Tel Amarna Mektuplaşması

1887-1888 yıllarında Mısır’da yapılan kazılarda, Firavun Amenofis’in (ya da Amenhotep) günümüzden üç bin beş yüz önce yazılmış diplomatik yazışmalarını içeren arşivler bulunmuştu. Yaklaşık üç yüz altmış kil tabletten meydana gelmiş bu arşivler, tarihin kaydettiği en eski diplomasi belgeleridir.
Tel Amarna Mektuplaşması (MÖ. XV. Ve XIV. Yüzyıllar) adıyla bilinen bu belgeler, Mısır’ın o dönemde başkenti olan Tel Amarna’da (ya da Tel al Amarna) bulunduğu için bu adla anılır.  Orta Mısır’da, Nil’in doğu kıyısında yer alan bu kent Firavun Amenofis’in eski başkentidir.
O çağda mevcut devletlerin en büyüğü Mısır’dı. XVIII. Hanedan firavunlarından III. Amenofis ve IV. Amenofis’in diplomatik yazışmalarını içeren arşivler, bu kentin kalıntıları arasındaki Amenofis sarayında ele geçirilmiştir.
Bu arşivler, firavunlar tarafından öbür devlet başkanlarına ve Mısır’a bağımlı bulunan Suriye prenslerine yazılmış mektuplarla bu mektuplara verilmiş cevapların metinlerini kapsamaktadır.
Söz konusu arşivler bugün, Londra’daki British Museum ile Berlin Devlet Müzesi’nin koleksiyonları arasında yer almaktadır.

Bir Zamanlar Ortadoğu

Milattan Önce II. Yüzyılın ortalarına rastlayan XVIII. Hanedan döneminde Mısır, dünyanın süper gücüydü. En büyük rakibi kuzey komşusu, Anadolu’da ilk büyük imparatorluğu kuran Hitit devletiydi. O dönemde Mısır’ın sınırları Batı Toroslardan Fırat’a kadar uzanmaktaydı. Mezopotamya’nın kuzey ve güneyindeki devletlerle, Mitanni, Babil, Asur, Suriye ve Filistin prenslikleriyle, Girit krallığı ve Ege adalarıyla yoğun bir kültür, ticaret ve siyaset alışverişi içindeydiler.
Özellikle dış işlere bakan bir kançılarya (elçilik ve konsolosluklarda yönetimle ilgili görevlilerin çalıştığı yer) bulunmakta ve diplomatik yazışmalara özel önem verilmektedir. O dönem diplomasisinin ilk örneği sayılan Tel Amarna Mektupları içerikleri ve zenginlikleri bakımından tarihin en ilgi çekici belgelerindendir.
MÖ. 1278 yılında firavun II. Ramses ile Hitit Kralı III. Hattusil arasında yapılan Kadeş Antlaşması, tarihin kaydettiği ilk yazılı antlaşma olarak önemlidir.
Hitit kralı Şubbiluliyuma’nın Hititlerin başkenti Boğazköy’de bulunan arşivler de, Mısır arşivleri için tamamlayıcı bir materyal oluşturmaktadır.

Arşivlerin İçeriği Nasıldı?

Tel Amarna yazışmalarının büyük kısmı, o zamanki Suriye ve Filistin prensleri tarafından bağlı bulundukları Firavun’a yazılmış mektuplardan oluşmaktadır. Söz konusu prenslikler, o dönemin en kudretli iki imparatorluğu olan Hitit krallığı ile Mısır arasında birer tampon devlet rolü oynamaktaydılar.
Firavun, Suriye’deki etkisini güçlendirmek bakımından, bu prensler arasındaki düşmanlığı sürekli şekilde uyanık tutmakta yarar görüyordu.
Suriyeli ve Filistinli prensler tarafından yazılan mektuplar, genellikle firavuna yöneltilmiş övgü, selam ve bağlılık duyguları ile hükümdarlar arası evlilik tasarı ve tartışmaları ve özellikle de yardım, altın ve değerli armağan istekleriyle doludur. Öte yandan karşılıklı şikâyetler, suçlamalar, ihbarlar ve iftiralar… Danışıklı kavgalar, komplolar ve fetih siyasetinin temel ereklerine uygun “ayak oyunları” yer almaktadır.

Mesele Neydi?

Bütün mesele Hititlerin de bölge üzerinde egemenlik kurmak istemeleriydi. Hitit etkisi MÖ. 1380-1346 yılları arasında en yüksek noktasına ulaşmış bulunuyordu. Şubbiluliyuma döneminde Hititler, Mısır’ın sahip olduğu Sina Yarımadası’ndaki zengin maden yataklarına ve Lübnan’daki ormanlara göz dikmişti. Dolayısıyla Mısır firavunları, Hititlere karşı kendilerine müttefik aramaya zorlanmıştı. Bunlar da, Mitanni ve Babil devletleri olacaktı.
Ne kadar benziyor günümüz Ortadoğu’suna değil mi?
Coğrafya aynı, ilişkiler neredeyse bire bir…
Sadece günümüzden üç, bilemedin dört bin yıl önce yaşanmış.
Aktörler değişmiş.
Figüranlar da…
Ve aynı karmaşa içindeyiz hâlâ; kim aktör, kim figüran?
Belli değil.

[Kaynak: Uluslararası İlişkiler Tarihi I (Diplomasi Tarihi), Evrensel Basım Yayın, Çeviren Attila Tokatlı, Eylül 2009]


16.10.2019, Ünyekent

9 Ekim 2019 Çarşamba

Bir Yol Hikayesi


Bir Yol Hikayesi


Geçtiğimiz Cuma Samsun’dan dönüyoruz Ordu Birlik’le…
Akşamüzeri, hava kararmış. Çevreyoluna yaklaşırken muavin uyarıyor:
- Ünye şehir merkezine girmemiz yasak! Ünye yolcularını Çınarsuyu’nda indiriyoruz. Oradan dolmuşla Ünye’ye geçecekler. Biz Çaybaşı sapağından Çevreyoluna gireceğiz. İnmeyenler, Ünye Otogarı’nda bırakılacak...
(Tabi, bunları burada naklettiğimiz gibi “düzgün” bir lisan-ı hâl içinde değil de, ağır aksak, sordukça ortaya çıkan bir münakaşayla söylemeye çalışıyor.)
Haliyle Çınarsuyu’nda Ünye yolcularından bir kısmı iniyor.
Bir kısım Ünye yolcusu da inmeyip (benim gibi), durumu anlamaya çalışıyor.
Bir yandan da tepkimizi dile getiriyoruz.
- Bu nasıl şey, böyle uygulama mı olur?
- Kim almış bu saçma kararı…
- Dönüşte şehir içine girip yolcu bırakamıyorsunuz da, Samsun’a giderken nasıl şehir içinden yolcu alabiliyorsunuz?
Türünden bir dizi tartışma.

****
Tartışma büyüyor. Telefona sarılanlar, sesini yükseltenler falan…
Muavin durumu yumuşatmak istiyor, otogardan ücretsiz servis kaldırılacağını söylüyor. Şoför servisin olmadığını söylüyor. Tam bir karmaşa. Otobüs dolu, bir kısım Ünye yolcusu Çınarsuyu’nda imiş olsa bile, yolculardan bazıları koridorda ayakta… Hayli gergin bir ortam…
Geçen gün Ordu Birlik Otobüsü’ne Ünye’de ceza yazmışlar!
Velhasıl bu tartışma esnasında araç Çaybaşı sapağına sapmayıp, şehir merkezi istikametine doğru yola devam ediyor.
Meydan’da iniyorum. Durumu daha iyi anlamak için Ünye Birlik yazıhanesine uğrayıp oradaki tanıdıklardan bilgi alıyorum.

****
Ondokuz Mayıs Üniversitesi’ndeki eğitimim nedeniyle geçen yıl yoğun biçimde Samsun yollarındaydım. Seyahatlerimin çoğunu Ordu Birlik midibüsleriyle gerçekleştirmiştim, zorunlu olarak… Ünye’den Samsun’a gidişte başka alternatif yok. Geçtiğimiz yıl bu sütunlarda Samsun’a giderken yaşadığımız rezillikleri yazmıştık da, böyle bir sorunla ilk defa karşılaşıyoruz.
- Şimdi ne oldu? diye soruyorum, Ünye Birlik’teki arkadaşa…
Açıklamaya çalışıyor.
Aslında Büyükşehir Belediyeleri yasası gereği, çevreyolu olan şehirlerde şehirlerarası yolcu indirme bindirme işlemi otogarlardan olmak zorundaymış.
(İlk bakışta Otogar’a ve doğal olarak Büyükşehir Belediyesi’ne rant sağlama harekatı gibi görünüyor!)
- Şu işe bak, diyorum. Çfte kazık. Eylül sonunda Ordu Birlik hem Ünye Samsun arası yolcu taşıma ücretine zam yaptı; 18.00 TL.’en 20.00 TL’ye çıkardı, hem de Samsun dönüşü şehir içine girmeme kararı alıyor…
Ama yolcuyu şehir içine girerek alabiliyor!
Yolcuyu alırken sorun olmuyor da, dönüşte bırakırken mi sorun çıkıyor?

****
Bir başka rant iddiası da Ünye-Ordu arası yolcu taşımacılığı yapan Şirin Ünye Seyahatten geldi… Doğrudan Ünye Şoförler Odası Başkanı’nı hedef alan açıklamada, Şirin Ünye Seyahatin sözcüsü daha çok kendi sorunlarını ortaya koyuyor.
Ördek yavrusu gibi şehir girişine bırakılan Ünye yolcularına bir çözüm getirmiyor.
“Mağduriyetin giderilmesi için biz elimizi taşın altına koymaya hazırız” diyor ama çözümü Ünye Şoförler ve Otomobilciler Esnaf Odası’ndan bekliyor.
“İki tane servis araçları var. Bu yolcuları oradan alıp şehir merkezine dağıtılabilirler.” Diyor.
“Şoförler Odası bize sahip çıkmıyor!” diyerek, kendi mağduriyetlerini araya sokuyor.

****
Sonuç…
Ordu Birlik’in geçen yıl sözünü ettiğimiz sorunları katlanarak büyüyor.
Çözüme ilişkin somut bir çaba maalesef hiçbir merciden gelmedi.
Ordu’dan gelen araçlar dolu geçiyor, Ünye yolcusu ayakta yolculuk etmek zorunda bırakılıyor.
Ordu Birlikçiler kilometre bazında oldukça yüksek ücret alıyor. Fiyat karşılaştırmasını önceki yazılarımda belirtmiştim. Henüz bu güzergâhta zam yapan olmadığı halde Ordu Birlik taşıma ücretlerine zam yaptı...
Şimdi de Ünye yolcularını şehir dışında indiriyor.
Yeni dönemde Büyükşehir’in Ünyelilere attığı ilk kazık şimdilik bu mu?    



09.10.2019 Ünyekent

2 Ekim 2019 Çarşamba

Bir Başka Ünye Klasiği


Bir Başka Ünye Klasiği

İki haftadan bu yana “Ünye Klasiği” üzerine yazıyorum.
Aslında biz, Ünye Tarih Araştırma Grubu olarak yıllardır bu konuyu yazıyoruz.
Değerli çalışma arkadaşım Ahmet Kabayel’le birlikte, değerli dostlarımız İrfan Dağdelen, Osman Doğan ve Sabri Bacacı’nın yardımlarıyla yılardır Ünye’yi araştırıyoruz.
Bu çabamızda elbet de yalnız değiliz. Başta İrfan Işık hocamız olmak üzere, Yaşar Karaduman, Bilgin Hasdemir, Aynur Tan, Ufuk Mistepe, Mürselin Güney gibi (ismini burada anamadıklarım beni bağışlasın) pek çok değerli arkadaşımızın bu konuda payı var.
Ünye Klasiği derken, başta tarihi kalıntılarımız; Pontoslulardan Osmanlılara uzanan Ünye Kalesi, Tozkoparan, Balavuz ve Kadavat Kaya Mezarları, Kızılkaya olmak üzere, Asarkaya, Saray Cami, Çömlekçi Cami, Çömlek Fırınları, Yalı Kilisesi, Ahşap Camilerimiz, Anıt Ağaçlarımız, Çamlığımız, Plajlarımız, kıyı şeridimiz, Feneraltı, Fokfok ve yeni tescillenenlerle birlikte bugün sayısı 80’i bulan Eski Ünye Evleri başlıca klasiklerimiz arasında yer alıyor.
Ama ben bugün bir başka Ünye klasiğinden söz edeceğim.

İsmet Küçükoğlu ve TSM Etkinlikleri 

Geçtiğimiz hafta sonu Kızılay Ünye Şubesi’nin düzenlediği Türk Sanat Müziği Etkinliği’ne tanık olduk.
Kızılay ve “müzik”, ne alaka demeyin…
İşin başında Kızılay Ünye Şubesi Başkanı Sn. Küçükoğlu olunca, bal gibi oluyor… Çok da güzel oluyor.
Türk Kızılay’ının sadece kan bağışı ve afetzedelere barınma sağlayan bir kurum olmadığını gördük bu sayede…
Musiki, her faaliyete uyan bir katalizör, tasada ve sevinçte her zaman tamamlayıcı bir öğe.
Kızılay’ın başka şubelerinde bu tür bir etkinlik olmuş mu bilmiyoruz ama bizde, Başkan Küçükoğlu sayesinde oluyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Samsun Devlet Korosu’nun birlikteliğinde gerçekleşen etkinlikte, İsmet Küçükoğlu, Avukat Arif Çelik ve Samsun Devlet Klasik Türk Müziği sanatçısı Özge Altıntaş Özcan’ın solist olarak yer aldılar.
O gece bizlere nefis bir müzik ziyafeti verdiler.  
Özge Hanım, Ünye doğumlu bir sanatçımız.  Samsun Devlet Korosu’ndan yine Ünyeli hemşerimiz Kemal Yurt, Kızılay’ın Ünye Şubesi etkinliğinin gerçekleşmesine katkı sunan isimlerden. Organizasyonun önemli ismi Alparslan Öz ise, bu etkinliğin arkasındaki güç…     
İsmet ve Alparslan yıllardan bu yana arkadaşlar. Yolumuz onlarla ortaokuldayken kesişmişti. Elit Grubu dediğimiz jimnastik grubunda birlikteydik.
Sevgili İsmet’in başka bir özelliği daha vardı.
Elinde gitarı, parlak sarı saçları (ben böyle hatırlıyorum), 70’li yıllarda o dönem çok gözde olan rock yıldızlarını andırıyordu. Hepimizin idollüydü. Tıpkı Nirvana’nın solisti Kurt Cobain gibi, The Doors’un Jim Morrison’u gibi…
Sonra ata kültürü ağır bastı, Türk Sanat Musikisine yöneldi.
Ünye dışında mühendislik mesleğini sürdürdü ama iki aşkından da hiç kopmadı; biri Ünye idi diğeri musiki...
İstanbul’da TSM konserlerindeydi, duyuyorduk. Yaz akşamlarında ise Ünye’nin müzik etkinliklerinde...
Şimdi Kızılay’ın Ünye Şubesine başkanlık ediyor. O’nun başkanlığını tüm Ünyeliler, Kızılay camiası ve musikişinaslar çoktan fark etmiş olmalı.
Sevgili İsmet’i tebrik ediyor ve faaliyetlerinin devamını diliyoruz.

Ünye İskelesi veya “Köprü” onarımı


Ünyelilerin “köprü” dediği iskelenin onarımına başlandı ama daha işin başındayken şikâyetler yağıyor. Sökülen molozlar rastgele etrafa atılmaya başlanmış, hatta bir kısmı denize dökülüyormuş. Üstelik nasıl bir onarım yapılacağı da bilinmiyor. İskelenin ucuna kondurulan ucube (fener diyeceğim ama öyle bir işlevi olduğunu sanmıyorum), orada durmaya devam edecek mi?
Umarız bu defa “Köprü”  bilinçli bir onarımdan geçer. Köprü diyoruz, çünkü Ünyeliler için o da bir klasiktir.
Daha önce yazdık, “köprü” tarihi misyona sahip bir vakıadır.
Ünyelilerle dünyanın irtibatını sağlamıştır.  

Saat 22.00’den Sonra Alkollü İçki Satış Yasağı



Ünye’de bu yasak gereği birçok tekel bayisine yüksek para cezaları kesilmiş.
İlkinde 40.000 TL.’ye yakın bir cezayken, tekerrür edince 80.000 TL.’ye varan cezalar esilmekteymiş… Birçok bayi alkollü içki satışından vazgeçmiş durumda. Amaç üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi, diyorlar!
Bu şekilde alkol kullanımının önüne geçeceklerini düşünüyorlar.
Gece yarısından sonra sahilde nara atan koliklere gelince…
Onlara bir çözüm gelecek mi, acaba?

Özel Araçta Sigara Yasağı

Ünye’de böyle bir ceza uygulamasına şimdilik tanık olmadık…
Ancak, haberlerde duyduklarımıza da inanamadık.
Doğru olsa gerek...
Bu nasıl yasak?
Aynı mevzu, uzun yol şoförleriyle de alakalı...
Adam tiryakiyse, tütünsüzlük başına vurur. Kaza bile yapabilir.
 “Bırakınız yapsınlar!” liberalizminden yana değiliz.
Ama yasakların da bir mantığı olmalı.
IV. Murat mertebesine ulaşmamalı!


Ünyekent, 02.10.2019