26 Temmuz 2023 Çarşamba

Karadeniz’de Ahşap Yapı Tekniğinin Kökenleri

 

Karadeniz’de Ahşap Yapı Tekniğinin Kökenleri

 

Kalkolitik dönemden bu yana insan yerleşmeleri barındırdığı bilinen Doğu Karadeniz Bölgesi’nde ahşap yığma ve çatma yapıların yoğunluğu, geçmişten günümüze bölgenin orman yoğunluğunun ve ustaların ahşabı işleme becerilerinin gelişmişliğinin de göstergesidir. Ahşabın neme karşı dayanımının düşük olması sebebiyle, eski yapıların birçoğu günümüze ulaşamamış, dolayısıyla mimari literatür içindeki incelemeler, yalnızca günümüze ulaşan sınırlı sayıdaki yapılar üzerinden ele alınmıştır.

Yerel tarih çalışmaları kapsamında Doğu Karadeniz Bölgesi’nin ahşap camilerini araştırırken; bu konudaki literatürü tarama, geleneksel konut yapım tekniklerin inceleme, inşaat verilerini gözden geçirme ve yapı ustaları ile görüşme imkânına sahip olduk.

Dolayısıyla yapı kültürünün bütüncül bir değerlendirmesini yaparak, Ünye ve çevresindeki ahşap camilerin yapım tekniğini çözümlemeye çalıştık.


 

Karadeniz Mimarisi

Karadeniz Bölgesi’nin jeolojik ve coğrafi yapısının özelliklerinin diğer bölgelere göre mimariye daha çok yansıdığı görülmektedir. Karadeniz’e paralel sıradağların ormanlar ile kaplı olması, bu dağlar ile deniz arasındaki kıyı şeridinde yağmurlu ve nemli bir iklimin hüküm sürmesi mimariyle doğrudan ilişkilidir. Üstelik bu bölgede mimaride kullanılacak nitelikte taşın az bulunur ve nem çekme özelliğine sahiptir. Zorunlu olarak bölgede bina yapımında taş az kullanılmaktadır. Bu nedenle çevrede bol bulunan ve kolaylıkla sağlanabilen ağaç yani ahşap, bölge mimarisinin ana malzemesini oluşturur.

Türklerin ahşapla yakından ilgilenmeleri, içinde bulundukları göçebe yaşam tarzıyla bağlantılıdır. Yerleşik toplumların ve kent yaşamının aksine; taş malzeme değil, taşınma ve kullanımı daha kolay olan ahşap tercih edilmiştir. Taş malzeme kadar uzun ömürlü olmamasına karşın, göçebe tarzı yaşam süren Türkler, konakladıkları yaylaklarda ve kışlaklarda barınma ihtiyaçlarını ahşap malzemeden sağlamışlardır. Kıl çadırlarının yanında ahşap yapılar kurmuşlar; hayvan barınakları için ahır, yiyecekleri muhafaza için ahşap serenderler inşa etmişlerdir.


Anadolu’da ahşap yapılar için çantı deyişi kullanılır. Günümüze kadar örnekleri ulaşan serender (ambar) ve ahşap camiler, demir çivi kullanılmadan yapılan ahşap yapıları tanımlamaktadır. Dolayısıyla bu yapı biçimini, Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri bir mimari tarz olarak kabul etmemizi gerektirir.   


Çantı tekniği denilen ve günümüze kadar ulaşan ahşap yapı tekniği şöyledir:

Yontulmamış ağaç gövdeleri yahut 15 – 20 santimetre çapındaki tomruklar alt ve üstleri düzlenerek birbirinin üzerine yerleştirilir. Köşeler geçmelerle birbirine kenetlenir. Ortaya dikilmiş bir ahşap direk ve bu direğe kirişlenerek iki taraflı çatılmış tavandan oluşan bu yapılar çantı adıyla bilinir. Yapım aşamasında çiviye gereksinim duyulmaz. Zamanla yerleşik hayata geçilerek, kütükler daha ince tesviye edilir ve tahta haline getirilir.

Bu teknik sadece baraka, ahşap cami, mescit ve serender yapımında değil, sivil mimaride de kullanılarak, yalılar, konaklar ve hatta iç yüzü alçıyla sıvanan bağdadi köşkler yapılmıştır.

Çantı tekniğine benzer bir başka yapı tarzı izba’dır. Rusça ev anlamına gelen izba; dilimizde loş, nemli ve kuytu yer anlamına gelen izbe sözcüğünün kaynağıdır. Doğu Avrupa ve Kuzey Asya köylerinde çam ağacından yapılmış konutlara izba denir. Geleneksel olarak, iç yüzleri çaplanmış kütüklerin yatay olarak dizilmesi ve iki sağrılı dik bir damdan oluşur.

XII. Yüzyıl, Türklerin Anadolu'ya geldikleri, İslamiyet’i benimseyerek yerleşik yaşama geçmeye başladıkları bir dönemdir. Bu dönemde geleneksel ahşap yapı işçiliğini, özellikle ormanı bol bölgelerde uygulamışlardır. Taş işçiliği Türklere daha çok Romalılardan (Rumlar), İranlılardan, Arap ve Ermenilerden geçmiştir. Türklerin Anadolu'ya ayak basmalarıyla inşa ettikleri barınaklar, haliyle ahşap yapılardı. Göçebe yaşam tarzına uygun serenderler, sadece hayvan barınağı, konut ve yiyecek ambarı değil, ibadet amaçlı camilerin ve mescitlerin de aynı tarzda yapılmasını zorunlu kılıyordu.

"Ahşap camilerin ilk örnekleri XIII. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu'da ortaya çıkmıştır." [İslam Ansiklopedisi, Cilt 2, Sayfa 183]







 

Karadeniz Ahşap Mimarisinin Kökeni

Ahşap, haşeb sözcüğünün çoğuludur, Arapça’dan dilimize geçmiştir. Yakacak amaçlı olmayıp, yapı malzemesi olarak kullanılan ağaç yahut keresteye denir. Türklerin ahşapla tanışıklığı çok eskiye dayanır. Orta Asya kazılarında Türklere ait olduğu bilinen çok sayıda ahşap ürün bulunmuştur. Pazırık kazılarında ve Radloff'un 1865 yılında Altaylar'daki kurganlarda bulunan ahşap eşya ve yapı kalıntıları bu konudaki ilk örneklerdir. Petersburg Müzesi'nde (Hermitage Müzesi) Hunlara ait ağaç gövdesinden oyulmuş işlemeli bir lahit ve ahşap at koşumları bulunmaktadır.

Pazırık Kurganından çıkarılan eyer örtüsü

MÖ. 7. Yüzyıla kadar uzanan Türk Ahşap tekniğine bakarak, çantı mimarisinin Karadeniz’e Türkler tarafından getirildiğini iddia etmek bir yönüyle doğru olsa bile, öte yandan benzer bir tekniğin çok daha eski dönemlerde Karadeniz’de uygulandığı bilinmektedir.

Bölgemizde ilk arkeolojik araştırmaları gerçekleştiren Ünye kökenli Prof. Dr. İ. Kılıç Kökten’in Türk Tarih Kurumu Yayını Belleten, Ankara 1947’de Karadeniz’de Samsun Bafra İkiztepe, Dündartepe ve Tekkeköy’de yapılması gereken kazı ve araştırmalardan söz etmektedir.

Bu kazılardan Karadeniz’deki geleneksel mimarinin kökeninin Geç Kalkolitik Çağ’a (MÖ. 4500-3500) değin uzandığı bilinmektedir. Bafra-İkiztepe ve Samsun-Dündartepe kazıları sonucu anlaşılan geleneksel ahşap mimarinin İlk Tunç Çağı (MÖ. 3500-2000) ile Orta Tunç Çağı’nın erken dönemleri (MÖ. 2000-1750) boyunca devam ettiği söz konusu bu Protohistorik Çağ yerleşmelerinden bilinmektedir.

İkiztepe’de Geç Kalkolitik Çağ ve İlk Tunç Çağı’nda insanların avlulu ya da avlusuz çok mekânlı ve ayrık düzende inşa edilmiş ahşap yapılarda yaşadıkları anlaşılmıştır. İlk Tunç Çağı İkiztepe insanlarının içinde anıtsal fırınlar da bulunan ortak atölyelere sahip olduğu ve büyük olasılıkla yerleşmenin etrafını yine ahşaptan yapılmış bir koruma duvarının çevirdiği düşünülmektedir. Yerleşmeye Tepe I ile Tepe II arasında yer alan boyundan ve Kızılırmak tarafından girildiği anlaşılmaktadır. (Şevket Dönmez – E. Emine Naza-Dönmez; Geç Kalkolitik Çağdan Günümüze Orta Karadeniz Bölgesi kıyıları Kırsal kesiminde Geleneksel Ahşap Mimari)

İkiztepe’de yapıların düzeltilmiş bir zemine, temelsiz olarak çatılan dört köşe bir kasnak üzerine işlenmemiş tomrukların, köşelerde birbirlerine tutturularak yükseltilmesi ile meydana getirilmiş olduğu 1974 yılından beri geliştirilen kazılar sonucunda anlaşılmıştır. Yani duvarlar yatay şekilde üst üste konarak yine temel görevini yapan kasnak gibi bağlanan tomruklardan oluşmuştur. Bu tomruklar arasındaki boşluklar çamurla doldurulmuş ve ahşap yapı içte ve dışta kalın bir çamur sıva ile kaplanmıştır. Çatının meyilli olduğu ve büyük olasılıkla sazlar ile ağaçların ince dallarından yapıldığı düşünülmektedir. Sıva parçalarının üzerinde görülen yaprak izleri mimaride yapraklı ince dalların da kullanıldığına işaret etmektedir. Bu yapılar yangın geçirip yıkıldıktan sonra kalıntı olarak temel kasnağının düzeltilmiş zeminde bıraktığı boşluk, bastırılmış toprak tabanlar ile sıva parçaları kalmaktadır. (“Tilmen Höyük Kazısı ve Samsun Bölgesi Araştırmaları (1972)”, Türk Arkeoloji Dergisi XXI-2: 23-28.)

 

İnsan Yaşadığı Yere Benzer

Orta Karadeniz Bölgesi Kıyı Kesimi’nin Protohistorik Dönemde diğer önemli merkezi olan Dündartepe’de de hiçbir temel taşına rastlanmaması, burada kalın tomrukların temel olarak kullanıldığını göstermektedir. Kökten ve T. Özgüç’ün belirttiği üzere, Dündartepe’de çok miktarda sıva parçası ele geçilmiş ancak bilinen taş temelli yapılar ve taş duvarlı yapılara rastlanamamıştır.

Kaşka yahut Gaşga adıyla Hitit tabletlerinde bahsi geçen Orta Karadeniz halkına ait Tunç Çağı (MÖ. 2200-1450) ve sonrasına ilişkin; Erken Demir Çağı (1200-850) ve Orta Demir Çağı (MÖ. 850-650) dönemleri boyunca herhangi bir yerleşim izlerine rastlanamamıştır. Buna rağmen, Kaşkaların tıpkı Orta Asya’daki Türkler gibi konar-göçer topluluklar oldukları tahmin edilmektedir. Dolayısıyla mevcut iklim koşulları gereği, benzer konutlara sahip oldukları düşünülmektedir.

Karadeniz kıyılarına ulaşan Türk boylarının, bugün örneklerini ahşap camilerde, ahşap ayaklar üzerinde oturtulmuş ambarlarda (serender) ve yayla evlerinde gördüğümüz çantı tekniğini uygulayış biçimleri nereden gelmektedir?

1- Erken Tunç Çağı’nın başından itibaren, beş bin yıllık zaman diliminde bölgede yapılagelen (geleneksel) mimari bir tarzın, bölgedeki kadim halklar tarafından uygulanışı mı?

2- Bu mimari biçim, Orta Asya’dan gelen Türklerin beraberinde getirdikleri bir uygulama tekniği mi?

Aslında bu yapı tekniği, birbirine oldukça benzeyen sosyal yapıların, benzer ekonomik koşullar altında aynı coğrafyada buluşmasından ibarettir.

 

“İnsan yaşadığı yere benzer 

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer 

Suyunda yüzen balığa 

Toprağını iten çiçeğe 

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine”

                                                                                       E. Cansever

 

Yararlanılan Kaynaklar:

 

A. D. Varilci, Çantı Tekniği ve Orta Karadeniz Mimarisi, 08.04.2020, Ünye Kent

A. D. Varilci, İkiztepe Buluntuları ve Karadeniz Arkeolojisi, 10.02.2021, Ünyekent

Davut Yiğitpaşa, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü

Uluğ Bahadır Alkım, Birinci ve İkinci Dönem İkiztepe Kazıları (1983)

Önder Bilgi, Samsun İkiztepe Arkeolojik Kazıları Tepe III çalışmaları (1993-94).

İ.K.Kökten, N. Özgüç, T.  Özgüç, Samsun TTK Raporu, Belleten 1945

Şevket Dönmez, Emine N. Dönmez, Geç Kalkolitik Çağdan Günümüze Orta Karadeniz Bölgesi Kıyıları Kıyı Kesiminde Geleneksel Ahşap Mimari, Ege Yay.

Ksenophon, Anabasis, On Binlerin Dönüşü, İş B. Yay. V, II, 25

Vitruvius, Mimarlık Üzerine On Kitap, Alfa Yay., 4. Baskı, 2019, s. 63 

 

26.07.2023, Ünyekent