31 Ocak 2024 Çarşamba

Böyle mi kalsaydı?

 


Böyle mi kalsaydı?

 

 

1970’li yıllardan kalma Ünye Büyük Cami’nin üç ayrı görüntüsünü paylaşmış değerli hemşerim İsmet Küçükoğlu...

“Böyle mi kalsaydı? Der dururum!” demiş altında.

Ve art arda yorumlar gelmiş, yaklaşık otuz tane.

“Keşke!” diyenler olmuş çoğunlukla…

Böyle kalsaydı demeye getirmişler.

Sadece iki kişi aksini savunmuş…

“Böyle kalsaydı gelişemezdik” demiş bir hemşerim.

Diğeri “Eskiye rağbet olsaydı, bitpazarına nur yağardı...” diyerek öğütlemiş:

“Gelişin beyler artık nostalji devri geride kaldı!”

 

Ünye Büyük Cami

 

Şehrin merkezinde adına yaraşır biçimde Ünye’nin en eskilerinden ve en büyük camisiymiş. 39 Depremi nedeniyle ağır hasar gören Orta Cami yeniden inşa edilince, “büyük” olma niteliğini kaybetmiş. Üstelik bu yarı kâgir bina Orta Yeni Camii yanında oldukça eski ve yıpranmış görünmekteymiş. Tümüyle Ünye taşından inşa edilen ve kubbesiyle İstanbul’un anıt camilerini andıran Orta Yeni Camii karşısında ihtişamını yitirmiş, kiremit çatısı ve ahşap sundurmasıyla sönük kalmıştır.

2011 Şubat’ında Ünye Tarih Araştırma Grubu olarak değerli çalışma arkadaşım Ahmet Kabayel’le birlikte Orta Yeni Camii’ni yazmıştık. Bu vesileyle Ünye’nin diğer camilerini de kaleme aldığımız çalışmamızda Büyük Camii’nin Osmanlı Döneminde ilk yapımında ahşap cami olarak inşa edildiğini yazmıştık. Değerli araştırmacı Yazar Mehmet Karayalman’nın da ifade ettiği gibi “Ünye’nin ilk cuma camisidir” ve çarşının ilk camisi konumundadır. Ünye’de Müslüman nüfus arttıkça cemaate yetmez duruma gelmiş. Yarı ahşap, kâgir bir yapı olarak yeniden inşa edilmiş, defalarca onarım görmüştür. 

Eskiden evimiz çarşıdaydı. Orta Cami ile Büyük Cami arasında yer alıyordu. Büyük Cami onarımına ve değişimine o dönemde de tanık olmuştuk. Örneğin, 60’lı yıllarda Çınarlık Mahallesine giden caddeye bakan cephe abdest alınan dar bir avluya bakıyordu. Üstü açık, yüksek duvarlı, uzunlamasına muslukların yer aldığı o avlu iptal edildi, üstü kapatılıp caminin giriş kısmı yapıldı. Abdesthane, Hükümet Caddesine bakan tarafta taşındı. Oraya bir şadırvan yapılmıştı. Eskiden mezarlıkmış ama birkaç mezar kalmıştı bizim çocukluğumuzda. Musalla taşı eskiden de oradaydı, bahçeyi biraz genişlettiler. Minarenin dibine “büfe” görünümlü iri bir kulübe kondurdular. Tespih, takke, esans gibi şeyler satılıyordu. (Küçükoğlu’nun paylaştığı fotoğrafta büfe görünüyor. Çarşamba günleri bahçe duvarı kaldırımına seyyar satıcıların açtığı tezgâhlar da görünmektedir.)  


 

Cami ve çevresi böyle kalmalı mıydı?

 

Ezcümle böyle gelmemiş ki böyle kalsın.

Öte yandan gelişmenin ölçütü, böyle kalıp kalmamasında da aranmamalı.

Fotoğrafta görünen, caminin ilk hali değil.

O halini çok iyi biliyorum, güzel-estetik bir yapı değildi.  

Buna rağmen otuz hemşerim neden paylaşılan fotoğrafın altında “keşke o haliyle kalabilseydi” diyor?

Çünkü yaşanmışlık var işin içinde, her birimizin hayatının bir parçası o görünenler.

Bizden bir parça, yaşadığımızın kanıtı, bizi var eden argümanlar.

Eskilerin “yaşat ki yaşayasın” dediği türden.  

Bitpazarına nur yağar mı bilemeyiz ama eskinin bir değeri var…

Efesli filozof Heraklitos’un dediği aynı suda iki kez yıkanılmıyor.

Çünkü sen, eski sen değilsin ve yıkanacağın su da aynı su değildir.

Bilimde ve felsefede değişim esastır, kaçınılmazdır.

 

Geçmiş Muhafaza Edilmeli mi?

 

Nostalji devri geride kaldı, diyelim haydi…

Geçmişi boş ver!

İşimize bakalım, geleceğe yönelelim.

Oysa öyle olmuyor işte…

Geçmişi olmayanın, aslını bilmeyenin geleceği de olmuyor.

Neyi, nasıl koruyacağımızı bilmemiz, sorgulamamız gerekiyor.

Yıllar önce tamamen yıkılıp yerine yenisi yapılan Hacı Osman Ağa Camii ile ilgili bir araştırma yapıyorduk Ahmet Kabayel’le. Yıkım kararını veren dönemin Belediye Başkanı rahmetli İsmail Cerrahoğlu ile görüştük:

“Neden taşınmaz kültür varlığı olan camiyi yıktırdınız?” dedik.

Rahmetli Başkan Cerrahoğlu, camin bulunduğu Ortaokul yokuşunun o dönem çok dar olduğunu ve o yıl orada bir çocuğun araç altında ezilerek can verdiğini söyledi.

Çok eski ve köhne olan ahşap cami taşımaya değmez, yoldan çekilmesi ise imkânsızmış…

Kendisi de mimar olan başkanın bu harap yapıyı muhafaza etmek yerine, zamanın koşullarına uygun yeni bir cami yapmayı tercih ettiklerini söylemişti.

Yine de sorgulanması, muhafaza edebilmenin yolları aranmalıydı.

O yıllarda kültür varlıklarını koruma kurulları henüz oluşmamıştı.

 

Neyi Nasıl Muhafaza Edeceğiz?

 

Artık kültür varlıkları yok edilmiyor, korunuyor.

Kültür mirası olarak tüm dünyaya ait bir eser olarak kabul ediliyor.

Dünyada güzel örnekleri var “muhafaza” etmenin…

Bırakın bir binayı, adamlar kocaman bir şehri muhafaza etmeyi becermişler.

18. Yüzyıldan kalmış kentlerini yıkmamışlar, olduğu gibi ayakta kalmasını sağlamışlar.

Avrupa’da savaşın harabeye döndürdüğü yapıları bile birebir inşa edip ayağa kaldırmışlar.

Floransa’yı, Venedik’i gördüm, her biri bir müze kent…

Kentteki yapılar muhafaza etmeye değer.

Eskiyi yıkmamışlar, restore etmişler.

Yüzlerce yıl önceki gibi kalmasını sağlamışlar.

Böyle kalırsa “gelişemeyiz!” dememişler.

Devasa apartmanlar, modern çarşılar kurmuşlar ama eskilerin yıkıntıları üzerine değil, biraz öteye yeni bir kent inşa ederek başarmışlar.

Nostaljiyi bırakmadan sağlamışlar gelişmeyi.

Biz bu gerçeği biraz geç algılamışız.

Belki de anlayamamışız.

Hızla tüketmişiz yeşil alanları, eski yapıları yıkıp betona dönüştürmüşüz.

Ünye’yi karakterize eden, bahçe içinde altı taş, üstü ahşap iki katlı eski evleri yıkıp yerine çok katlı beton yapılar dikmişiz.

Elimizde yeşil alan olarak bugün sadece mezarlıklar kalmış ve şimdilik kaydıyla Çamlık dediğimiz mesire alanı.


 

Sonuç

 

Ünye Büyük Camii 70’lerdeki haliyle kalmalı mıydı?

Yıkılması kültürel anlamda büyük bir eksiklik sayılmazdı, bana göre.

Çünkü özgün değildi.

Mimari açıdan belli bir tarzı temsil etmiyordu.

Eklentileri vardı, iyice yıpranmıştı.  

Köhnemiş bir yapıydı.

Yine de çeki düzen verilip, çevresiyle birlikte korunabilirdi.

Caminin arkasındaki ağaçlar, yanındaki yeşil alan ve yan taraftaki Beylik horu korunabilirdi. Burası şehrin eski merkezi ve bedestanı olarak muhafaza edebilirdi.

Daha geniş ve modern bir şehir merkezi olarak yeni bir alan tespit edilebilir, modern yapılar orada inşa edilebilirdi.

İlle yıkılması gerekiyorsa…

Yıkılanın yerine yapılan her daim daha işlevsel, özgün ve kültürel açıdan yetkin olmalı ki eskiyi yıktığımıza değsin!

Örneğin Saray Camii…

Öyle bir yapıyı yıkmak cinayet olmaz mıydı?

Yerine ne dikersen dik!

O nedenle restore etmeyi yeğlemiyor muyuz?

 

Ağacı, yeşili bol, az yıkımlı, bol yapımlı yıllara…

 

 

31.01.2024, Ünyekent

24 Ocak 2024 Çarşamba


 

Ünye Rüştiye Mektebi

 

 

Ünye Rüştiye Mektebi hangi tarihte ve nerede kuruldu? Kuruluş tarihi olarak 1871-1872 (Hicri 1288) senesini verebiliriz. Nerede kurulduğu konusu net değildir.

 

“1871/1872 (H. 1288)’de ise 5 muallim-i evvelli, 2 muallim-i sânîli 7 mektep mevcuttur. Ünye ve Çarşanba rüşdiyeleri yeni mekteplerdir.”[1]

 

Bu rüşdiyelerin muallim ve öğrenci durumları şöyledir.

 

1871/1872 (H. 1288) Trabzon Vilayeti, Rüşdiyeleri:

Rüşdiye mektebi

Muallim-i evvel ismi

Öğrenci sayısı

Ünye

Mahmud

17

Trabzon

Ömer Şaban

82

Samsun

Mustafa

56

Batum

Hafız Ragıp

39

Giresun

İsmail

62

Kelkit

Muallim-i sâni

-

Çarşanba

Muallim-i sâni

-

 

Tabloda görüldüğü gibi Trabzon Rüşdiyesi, en fazla öğrenciye sahiptir. Trabzon’dan sonra ise Giresun Rüşdiyesi gelmektedir. Ünye, az olan öğrenci sayısına rağmen muallim-i evvel (uzman öğretmen) ile idare edilmektedir.

1872/1873 (H. 1289) yılında 7 rüşdiyede 339 öğrenci bulunmaktadır.

1873/1874 (H. 1290)’te rüşdiye sayısı 9’a yükselmiştir. Muallim-i evveli Mustafa olan Niksar ve muallim-i sânîli Bafra rüşdiyeleri yeni görülmüş olup öğrenci sayıları yoktur.

1874/1875 (H. 1291)’te 7 muallim-i evvelli, 3 muallim-i sânîli 10 rüşdiye mevcuttur. Muallim-i evveli Mehmed Hıfzı olan Gümüşhane yeni açılmıştır.

Aktarılanlardan anlaşılacağı üzere Ordu ve benzeri yerleşimlerde henüz rüşdiye düzeyinde eğitim kurumu bulunmamaktadır.

1875/1876 (H. 1292)’da farklı bir kaynakta Trabzon Rüşdiyesi’nin İdâdîsi de görülmüştür. Rüşdiyenin 133, idâdînin 280 öğrencisi vardır. Ayrıca Ordu ve Tirebolu kazalarında rüşdiye mektebi inşâ edilmektedir.[2]

 

Ünye Rüştiye Mektebi nerede kuruldu?

 

Kuruluş mevki ve binası konusunda henüz bir belgeye sahip değiliz. Ancak Ünye Rüşdiyesi olarak 17 talebesiyle Muallim-i evvel Mahmud hocanın ilk eğitime başlandığı yer “Kilise Tepesi” diye bilinen mevkide Meçhul Asker Mektebi adıyla daha sonraki yıllarda ilk ve ortaokul olarak eğitim verilen eski bina gösterilmektedir.

Günümüzde Meçhul Asker Ortaokulu’nun bulunduğu bu mevkide o dönem Ortodoks Rum Kilisesi bulunmakta ve söz konusu bina kilisenin müştemilatı olarak yer almaktadır.

Meçhul Asker Mektebi’nin Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında yaralıların tedavisi ve sığınma evi olarak kullanılmasından dolayı eğitime ara verilmiş ve Cumhuriyet Meydanı’ndaki Anafarta ve Taşbaşı’ndaki İnönü İlkokulları adıyla eğitim verecek olan binalar o dönem rüşdiye olarak kullanılmış olabilir.[3]   

Rüştiyelerin ilk ortaya çıktığı 1839 yılında mevcut Osmanlı eğitim kurumları olan sıbyan mektepleri ve medreseler de Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar varlığını sürdürmüştür. 3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu kabul edilerek medreseler kaldırıldı ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içindeki bütün okullar, Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlandı.

Ünye’de rüştiyenin açıldığı 18971-1872 yıllarında kazada, 9 medrese, 1 rüştiye mektebi ve Salnâme-i Devlet-i Osmaniye iptidaî derecesinde olarak 102 İslâm, 5 Rum, 15 Ermeni mektepleri ile 1 kütüphane bulunmaktadır. Bunlardan 1 medrese ve 17 iptidaî mektep ile kütüphane kasabada olup küsuru kazaya bağlı köylerle Karakuş Nahiyesi dâhilindedir.

Ünye Kazası’nda bulunan mülkiye mekteb-i rüştiyesinde “efendi” unvanıyla 1 Ulûm muallimi, 1 Fünûn muallimi, 1 de Hüsn-i hat muallimi görev yapmaktadır.[4]

 

Osmanlı Eğitim Kurumları

 

Mektep: Abbasiler devrinde “küttab” adıyla anılan mektebe, Karahanlı, Selçuklu ve Osmanlı Türkleri sıbyan mektebi diyorlardı. Osmanlılar bu tip mektepleri “daruttalim, darulilm, muallimhane, mahalle mektebi, taş mekteb, mekteb-i ibtidaiyye” gibi adlarla da anmışlardır.[5] Ana ve babaların, çocuklarına ayet ve hadislerle de desteklenen dini inanç ve artları öretme isteği, sıbyan mekteplerinin yaygınlaşmasında etkili olmuş ve hemen hemen her mahallede açılmasından bunlara mahalle mektebi denmiştir.[6]

Mektepler, medreselerin bir alt kademesini teşkil eden eğitim kurumlarıydı. Sıbyan mektepleri çocuklara Kur’an okutmak, namaz kılma usullerini, namazda okunacak ayetleri ve duaları öğretmek ve biraz da yazı yazdırmak gibi üç önemli amaçla kurulmuştu.[7]

Medrese: Medrese kelimesi Türkçeye Arapçadan geçmiş olup içinde öğrencinin ilim öğrendiği yer anlamına gelmektedir. Osmanlı döneminde ilköğretim kurumunu ifade eden sıbyan mektebinin üstünde, orta ve yüksek eğitim veren kurumlara denilmiştir.

Diğer Eğitim Kurumları: Camiler, Tekkeler, Kütüphaneler, Sahaflar, Loncalar, Evler, Kıraathaneler, Muvakkıthane ve Rasathanelerdir.

Enderun mektebi Osmanlı Devleti’nin gücünü korumak için nitelikli insan yetiştirmek amacıyla kurulmuş bir eğitim merkezidir. Enderun mektebi II. Murad zamanında kurulmuş, Fatih zamanında ise asıl hüviyetine bürünmüş, devletin korunması için gerekli idari ve mülki kadronun eğitimine yönelmiştir. Böyle bir kurumun teşkilinde esas hedef, askeri temele dayanan Osmanlı Devleti’ne yetenekli yönetici kadroları yetiştirmekti. Bunun için devşirme denilen bir sistem uygulanıyordu.[8]

Rüşdiyelerin ortaya çıkışı ise II. Mahmud’un devleti kötü gidişattan kurtarma maksadıyla eğitim kurumlarında yaptığı yenilikler nedeniyle olmuştur.

5 Şubat 1839’da II. Mahmud eğitim kurumları hakkında Meclis-i Umûr-ı Nâfıa’ya talimât vererek bir lâyiha hazırlatmıştır. Lâyihanın konusu sıbyan mekteplerinin düzeltilmesi ve onlara bağlı olarak yeni ve ikinci sınıfı olacak mekteplerin açılmasıdır.   

II. Mahmud tarafından isimlendirilen rüşdiye mekteplerinin ilki bürokrasiye memur yetiştiren Mekteb-i Maârif-i Adlî ve Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye-i Adlî olmuştur.

Kızların eğitim meselesi de unutulmamış ve 1859 yılında ilk kız rüşdiyesi açılmıştır.

İki kısımdan oluşan bu mekteblerin ilk (hazırlık) kısmı 4, ikinci (rüşdiye) kısmı 3 yıldır. İlk kısımdaki öğrenciler ise mülâzim olarak adlandırılmaktaydılar. Bu tarihlerde rüşdiyelerin sayısı arttığından iki mektebe ihtiyaç kalmadığı ve öğrencilerin niteliğini arttırmak için idâdî açıldığı fikrini vermiştir.[9]

 

Rüşdiye Mekteplerinin Dersleri ve İçerikleri

 

Osmanlı devlet kurumlarından önde gelen bir kurum da İlmiye teşkilatıdır. Padişah dışındaki hâkim güç ve idari, askeri ve bayındırlık hizmetleri yöneticileri ilmiye teşkilatı tarafından sağlanıyordu. Mektep, çocukları eğitiyor, Medrese, ilmi ve dini bilgilerle donatıyor, Enderun ise farklı kültürlerden gelen Osmanlıları bir potada eritiyordu. Osmanlı’nın Batı karşısında duraklayıp, gerileme dönemine girene kadar sistem oldukça düzenli işlemekteydi. Klasik Dönem Osmanlı Eğitim Kurumları yerine yavaş yavaş Batılı eğitim anlayışı ikame edilmeye başlandı.

Sıbyan Mektebi ve Medreselerde dine dayalı eğitim yanında fenni ve beşeri eğitimin kapısı aralanmaya başladı. Günümüz ortaokul düzeyinde rüştiyeler ve lise düzeyinde idadi ve sultaniler bu amaçla açıldı.

Rüştiyelerde verilen dersler aslında eşit ağırlıkta dini içeriğe sahiptir.

Kur’ân-ı Kerîm ve Ulûm-i Diniyye: Birinci sınıf haftada 3 saat, ikinci sınıf haftada 2 saat, üçüncü sınıf haftada 2 saattir.

Türkçe: Birinci sınıf haftada 7 saat, ikinci sınıf haftada 5 saat, üçüncü sene haftada 4 saattir. Ders içeriğinde en çok yer tutan dilbilgisi konularıdır. Okuma ve yazma konuları detaylandırılmamıştır. [Arapça esaslı Osmanlı Türkçesi yazım kuralları öğretilmektedir.]

Ahlâk: Birinci sene haftada 1 saat, ikinci sene haftada 1 saat.

Arabî: Birinci sınıf haftada 1 saat, ikinci sınıf haftada 2 saat, üçüncü sınıf haftada 2 saat. Türkçe dersinde olduğu gibi bu derste de ağırlık dilbilgisi olmuştur. Okuma ve yazma konusu daha az ele alınmıştır.

Fransızca: Üçüncü sene haftada 3 Saat

Hesab: Birinci sınıf haftada 2 saat, ikinci sınıf haftada 2 saat, üçüncü sınıf haftada 2 saat. Bir öğrencinin günlük hayatta kullanabileceği ve gereksinim duyduğu bilgiler burada verilmiştir.

Hendese: Üçüncü sene haftada 1 saat. Doğru çizgi, açılar, eğik çizgi, düzlemler, dörtgen, çokgen, yüzölçümü gibi geometrik bilgiler.

Coğrafya: Birinci sınıf haftada 2 saat, ikinci sınıf haftada 2 saat, üçüncü sınıf haftada 2 saat.

Tarih: Birinci sınıf haftada 2 saat, ikinci sınıf haftada 2 saat, üçüncü sınıf haftada 2 saat.

Ma‘lûmât-ı Nâfıa (ilm-i eşya ve hıfz-üs-sıhha): Birinci sınıf haftada 1 saat, ikinci sınıf haftada 1 saat, üçüncü sınıf haftada 1 saat. Yer küre, yıldızlar, hava, atmosfer, ateş, su, hava, mesken, ağaçlar, insan bedeni, madenler, dokumacılık vb. Bayındırlıkla ilgili bilgiler.

Hıfz-üs-sıhha: Üçüncü sene haftada 1 Saat sağlık bilgileri.

Hüsn-i Hatt: Birinci sınıf haftada 1 saat, ikinci sınıf haftada 1 saat, üçüncü sınıf haftada 1 saat.

Resim: Birinci sınıf haftada 1 saat, ikinci sınıf haftada 1 saat, üçüncü sınıf haftada 1 saat. [10]  

Ünye Rüşdiyesi’nde bu dersler Farisi, Malumat-i fenniye, Malumat-ı Medeniyye gibi ayrıntılar yanında Hüsn-i hâl ve hareket (bizim okuduğumuz yıllarda “Hâl ve Gidiş”) gibi değerlendirmeler içermektedir. Haliyle eğitmenlerin niteliği de mevcut duruma uymaktadır.

Derslerin içeriği ve eğitmenlerin konumu 3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat kanunuyla birlikte çağdaş hale getirilmiştir.


 

Ünye Rüştiye Mektebi'nin 1912-1913 yılı Öğrencileri

 

Sofuoğlu mahdûmu Mehmed Efendi

 

1316 (Miladi 1900) doğumlu Sofuoğlu mahdûmu Mehmed Efendi, bugün Orta Cami yakınında kuyumculuk yapan Ersoy Coşkan’ın dedesinin babasıdır. Ünye Sofutepesi Mahallesi’nden olan bu aile, Ünye’ye yerleşen ilk Türklerden Çepni boyuna mensupturlar. 1900 doğumlu rüştiye öğrencisi Mehmet’in Hamza adında oğlu olur. Hamza’dan olan Seyfettin Coşkan, Coşkan Kuyumcu Ersoy Bey’in babasıdır. Halen Mehmed Efendi’nin yaşadığı topraklarda hayat sürmektedir. (Kaynak: Ersoy Coşkan)

 

Molla İsmailoğlu Yaşar Efendi

 

1315 (Miladi 1899) doğumlu Molla İsmailoğlu Yaşar Efendi, Soyadı Kanunu öncesi Gürcü Ahmet Efendi lakabıyla bilinen Dursun ve Yaşar Özdemir kardeşlerin babasıdır. Büfeci Çıpır Yılmaz olarak bilinen merhum Yılmaz Özdemir’in amcasıdır. Sınavlara girmediği için Hüsn-i hâl ve hareket dışında not verilmemiştir. (Kaynak: Hasan Şimşek)

 

Vidinoğlu Ahmet Bican Efendi

 

1316 (Miladi 1900) doğumlu Vidinoğlu Ahmet Bican Efendi, fındık tüccarı merhum Mustafa Vidinli’nin ve Arif Vidinli’nin amcasıdır. Bican Efendi’nin kardeşi Necati Efendi Ünye’nin önde gelen bir eşrafıdır ve Mustafa ve Arif Vidinli’nin babasıdır. Mustafa Vidinli kendi oğluna babasının adını vermiştir. Samsun’da Vidinli Oteli ve Ünye’de Mehmet Necati Vidinli Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi bu ailenin adını taşır. Ayrıca Arif Vidinli Tarafından yaptırılan Mürüvvet Vidinli Halk Eğitim Merkezi, Mehmet Necati Vidinli’nin adını taşımaktadır.

 

1317 Fatsa doğumlu Hocazâde Mehmed Cemal Efendi…

1314 Fatsa doğumlu Hocazâde Tevfik Efendioğlu Şevket Efendi…

1316 Fatsa doğumlu Hocazâde Tevfik Efendi mahdûmu Salim Efendi…

 

Hocazadeler emekli mühendis Faruk Alp’in anne tarafından dedesi olur. Aynı zamanda Sunay Eren adlı hemşerimizin, Cumhuriyet Meydanı’ndan taşınan mezar taşlarıyla ilgili araştırmamızda geçen Hocazade Abdullah Efendi ile bağlantısı vardır.

 

 

Kısacıkzâde mahdûmu Cevdet Efendi

 

1317 (Miladi 1901) doğumlu Kısacıkzâde mahdûmu Cevdet Efendi, Ünye’de üç dönem (1963’ten 1977’ye) belediye başkanlığı yapan Talatzâde Mithat Kısacıkoğlu’nun sülalesinden olma ihtimali taşımaktadır, araştırılıyor.

 

Gevariloğlu mahdûmu Said Efendi, Hasan Efendi ve Hüseyin Efendi: Variloğlu lakaplı Avukat Ersoy Sağlam’ın aile mensubu olmaları muhtemeldir, henüz araştırma safhasındadır.

 

Karib Hasanzâde hafîdi Fahreddin Efendi ve Ahmed Fazıl Efendi: Ünye’de Gariboğlu ailesi mensubu olmaları muhtemeldir.

 

Karaosmanoğlu İzzet Efendi: Ünye’de bağlantı kurduğumuz Karaosmanoğlu sülalesi ile bağlantısı olmadığı anlaşılmıştır. (Kaynak: Hasan Şimşek)

 

Lülecizâde Fahreddin Efendi: Lülecilerden, Çoldurkadızâde mahdûmu Haydar Efendi, Çoldurlar sülalesinden olması kuvvetle muhtemeldir.

 

Son olarak Hacı Çayırezmezzâde Ali Efendi, Ünye’de Çayırezmezler olarak bilinen sülalenin muhtemel bir ferdidir. Ancak bu sülalenin bir kısmı farklı soyadı almış ve Ali adında bir büyüklerinin olup olmadığı konusunu bilemedikleri için durumu netlik kazanmamıştır.

 

Arşiv belgeleri ve aile yakınlarının beyanı geldikçe Eski Ünye’nin Dünkü Çocuklarını yazmaya devam edeceğiz.

 

 

Ünye Tarih Araştırma Grubu

Ahmet Kabayel- Ahmet Derya Varilci

 

Ünye Cumhuriyet Meydanı-1930'lu yılların ilk yarısı. 
Sağdan ilk bina üç katlı Anafarta İlkokulu. 
1939 Depreminde binanın üçüncü katı yıkılıyor

 

24.01.2024, Ünyekent

 



[1] Salnâme-i Devlet-i Osmaniye, 1288, s. 143-146 [Aktaran: Fatma Kaya Doğanay, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Rüşdiye Mektepleri, Erzurum 2011 Atatürk Üniversitesi Doktora Tezi]

[2] Salnâme-i Devlet-i Osmaniye, 1293, s. 159-160

[3] Bu yıllarda ne zaman hangi binalarda rüştiye eğitimi verildiğine dair resmi bir belge henüz mevcut değildir. Elimizdeki bilgiler sözlü tarih ürünü olup sahih belgelere ihtiyaç duyulmaktadır.    

[4] Trabzon Vilayet Salnamesi, 1320/1903, s. 260

[5] Cahit Baltacı, (2004), “Mektep”, DİA, XXIX, Ankara, s. 6-7

[6] Yücel Gelişli (2002), “Osmanlı İlköğretim Kurumlarından Sıbyan Mektepleri (Kuruluşu, Gelişimi ve Dönüşümü)”, Türkler, XV, s. 35-43

[7] Yücel Gelişli, age. s. 38

[8] Ülker Akkutay (1999), “Osmanlı Eğitim Sisteminde Enderûn Mektebi”, Ankara, s. 187-193

[9] Fatma Kaya Doğanay, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Rüşdiye Mektepleri, Erzurum 2011 Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Doktora Tezi, s. 24

[10] Fatma Kaya Doğanay, age. s. 248

10 Ocak 2024 Çarşamba

Eski Ünye’nin Dünkü Çocukları

 


Eski Ünye’nin Dünkü Çocukları

 

 

Yıl 1912-1913.

Osmanlı’nın son yılları...

Henüz 93 Harbi’nin (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) yaraları sarılamamış.

Birinci Dünya Savaşı’nın eli kulağında…

Bir yıl sonra Osmanlı Devleti Dünya Savaşı’nın ortasında bulacak kendini…

Doğu’da Kafkas, Sarıkamış… Batı’da Çanakkale… Güney’de Hicaz - Yemen Cephesi…

İngiliz, Fransız, İtalyan işgallerinin başlamasına üç beş yıl kalmış.

Ünye’de bir Rüştiye mektebindeyiz.

Mektebin talebeleri Eski Ünye’nin “Dünkü Çocukları”…

En büyüğü 1896 doğumlu, 17 yaşında.

En küçüğü 1904 doğumlu, 9 yaşında.

Ortalama yaşları 10-12 civarında.

Bu öğrencilerden bir kısmı yukarıda saydığımız cephelere gidecek yahut Kurtuluş Savaşı’na katılacaklar.

Ünye Rüşdiyesi’nin (Ortaokul) sınav cetvelini gösteren 78 öğrenci…

Belge Osmanlı Arşivlerinden derlenmiş…

Sınav cetvelinde mutlaka tanıdık bir isme, ecdadınızdan birine rast gelmeniz mümkün.

Biz bazılarını tespit ettik, açıklıyoruz...


 

Suyabatmazzâde Sami Efendi

 

1317 (miladi 1901) Ünye doğumlu Suyabatmazzâde Sami Efendi’nin şeceresi:

1947’de Ünye’de Ege Lokantası’nı kuran Aşçı Hamit Suyabatmaz’ın kendisinden iki yaş büyük kardeşi olduğu tahmin ediliyor. Sami Efendi çok erken yaşta ölmüş. Aşçı Hamit kendi oğluna genç yaşta ölen kardeşinin adını vermiş. Amcasının adını taşıyan Sami de genç yaşta ölmüş.

Kaynak: Aşçı Hamit’in torunu Avukat Cengiz Suyabatmaz.

 

Çevanarjeoğlu Hüsni Efendi

 

1312 (Miladi 1897) doğumlu Çevanarjeoğlu Hüsni Efendi, Civanbay ailesinin ferdidir. İbrahim Civanbay’ın dedesi Hasan Paşa’nın kardeşidir. Bir dönem Ünye dışında Komiser olarak görev yapıyor. Hasan Paşa’ya ilişkin Ünye Müze Evi’nde sergilenen eşyalarla ilgili bir anekdotumuz mevcuttur. Atatürk tarafından Hasan Paşa’ya hediye edilen bir tabanca müze evde sergilenmiştir.

 

Köylüoğlu Hüseyin Efendi

 

1316 (Miladi 1900) doğumlu Köylüoğlu Hüseyin Efendi, bugün Ayakkabıcılık yapan Hüseyin Köylü’nün dedesidir.

 

Gazezzâde mahdûmu Hulusi Efendi

 

1315 (Miladi 1899) doğumlu Gazezzâde mahdûmu Hulusi Efendi, emekli mühendis Faruk Alp’in amcasıdır.

 

Hacı Seyyidzâde birâderzâdesi Seyyid Ali Efendi

 

1316 (Miladi 1900) doğumlu Seyyid Ali Efendi, Kenan Dönmez’in dedesidir. Fındık ticaretiyle iştigal eden, bu konuyla ilgili yazımızda adı geçen şahıstır.

 

Hacıeminoğlu mahdûmu Mehmed Emin Efendi

 

1317 (miladi 1901) doğumlu Mehmed Emin Efendi, Güven ailesinin (Orhun Güven) amcazadeleridir. Samsun'da PTT müdürüyken Atatürk'ün idam Fermanı telgrafını sakladığı için kendisi de idama mahkûm edilmiştir. Belli bir süre Kaçak yaşamış. Mehmet Emin Efendinin oğlu Ankara'da Kömür İşletmeleri müdürlüğü yapmış bir dönem.

 

Bu ve benzeri detaylar için bilgi edinildiğinde konu yeniden ele alınacaktır.




 

Osmanlı Eğitim Kurumları ve Ünye Rüştiye Mektebi

 

1862’de sübyan (sıbyan) mektepleri yerine açılan İptidai Mektepleri’nin, günümüzdeki karşılığı “İlkokul”dur.

Tanzimat döneminde sıbyan mektepleri dışında rüştiye ve idadiye gibi yeni eğitim kurumları açılınca buralara devam eden öğrencilerin eğitim düzeyinin çok düşük olduğu görüldü. Öğrencilerin okuma ve bilgi eksikliklerini gidermek için yeni usulde ve vakıfların denetimi dışında Maarif Nezareti’ne bağlı iptidai mekteplerinin açılmasına başlandı. Ancak eski usulde eğitim yapan sıbyan mektepleri ile yeni usulde eğitim yapan iptidai mektepleri birlikte eğitim hizmeti vermeye devam etti. Devlet hızla sıbyan mekteplerini iptidai mekteplere dönüştürüyor, bu mekteplere darülmuallimlerden mezun öğretmenleri atıyor ve bu mekteplerde yeni ders programını uyguluyordu.[1]

Rüştiye (Mekteb-i Rüşdi): 1839 yılında Tanzimat sonrası açılan, ünümüzdeki karşılığı “Ortaokul” düzeyindeki okullardır.

İdadi: Sultanilere ve meslek yüksekokullarına öğrenci yetiştiren, günümüzün “Lise” düzeyindeki eğitim kurumlarıdır.

Âli: İki yıllık eğitim veren, günümüzdeki “Yüksekokul” karşılığı kurumdur.

Devlet tarafından açılan ve yönetilen rüştiye, idadi ve âli okulların aynı zamanda askeri okul kapsamında olanları orduya subay yetiştirmek maksadıyla kullanılmıştır.

Bu okullar Tanzimat sonrası kurulan Maarif Komisyonları aracılığıyla yönetilirdi.

Ünye’de ilk rüştiye 1871 senesinde açılmıştır. Henüz bu tarihte muallim-i evvel ile idare edilen rüştiye bölgede sadece Trabzon, Samsun, Giresun ve Batum’da bulunmaktadır.

1320/1903: Bu yıla ait TVS’deki (Trabzon Vilayeti Salnameleri) bilgilere göre, Ünye Kazası Maarif Komisyonunda “efendi” unvanıyla 1 reis ve 5 aza görev yapmaktadır.[2]

Bu yıla ait salnameye göre, Ünye, Canik Sancağı’nın en mühim kaza merkezlerinden biridir ve merkez kazadır. Kazanın genel nüfusu (zükur ve inas) 51.169 İslâm, 4.554 Rum ve zükur: 2440, inas: 2280 olmak üzere toplam 4.720 Ermeni’den ibarettir. Bunlardan 5.299 İslâm, 3.074 Rum ve 797 Ermeni kasabada oturmakta iken diğerleri köylerde ikamet etmektedir.[3]


Yine bu yıla ait salnameye göre, kazada, 9 medrese, 1 rüştiye mektebi ve iptidaî derecesinde olarak 102 İslâm, 5 Rum, 15 Ermeni mektepleri ile 1 kütüphane bulunmaktadır. Bunlardan 1 medrese ve 17 iptidaî mektep ile kütüphane kasabada olup küsuru kazaya bağlı köylerle Karakuş Nahiyesi dâhilindedir.

Ünye Kazası’nda bulunan mülkiye mekteb-i rüştiyesinde “efendi” unvanıyla 1 Ulûm muallimi, 1 Fünûn muallimi, 1 de Hüsn-i hat muallimi görev yapmaktadır. [4]

 

Ünye Tarih Araştırma Grubu

Ahmet Kabayel- Ahmet Derya Varilci

 

Devam edecek:

Sınav cetvelinde tanıdık diğer isimler hangileri ve akrabaları kimlerdir?

Ünye Rüştiye Mektebi hangi tarihte, nerede kuruldu?

Rüştiyelerin yapısı, eğitim biçimi ve ders içerikleri nelerdi?

Not: Osmanlı arşivlerinden bularak transkribe eden ve bize ulaştıran değerli araştırmacı, Envanter Tasnif Şube Müdürü Sayın Sabri Bacacı’ya teşekkürlerimizle.

 

Kaynaklar:

 

Sabri BACACI, Araştırmacı, Dosya Envanter Tasnif Şube Müdürü. T.C. Cumhurbaşkanlığı

Devlet Arşivleri Başkanlığı, Osmanlı Arşivi (İstanbul); Ünye Rüştiye Mektebi'nin 1912-1913 eğitim ve öğretim yıllarına ait umumi imtihan cetveli. Osmanlı Arşivi, MF. İBT 492/1902.01.2024

 

Prof. Dr. Ertan GÖKMEN, II. Abdülhamid Döneminde İptidai Mekteplerinin Yaygınlaştırılması, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2022; 20 (Özel Sayı); s. 77-98

TVS - Trabzon Vilayeti Salnameleri, 1903/1320; Akt. M. Abdullah ARSLAN,  XIX. Yüzyılın II. Yarısında Ordu Kazası, A.Ü.Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 44 ERZURUM 2010

 

10.01.2024, Ünyekent



[1] Gökmen E., s. 77

[2] TVS, 1320/1903, s. 255

[3] TVS, 1320/1903, s. 258-59 (Zükur=Erkek, İnas=Kadın)

[4] TVS, 1320/1903, s. 260